VERA İLE VAHA

kariabenam által

7M 336K 154K

"Geçmişin bana ait," dedi ve kulağıma yaklaşarak fısıldadı. "İstesen de beni unutamazsın." Geçmiş can yakar... Több

Giriş
1: "Yeni Yaşam"
2: "Günışığı Yanarken"
3: "Sarsıntı"
4: "Kavga"
5: "Beni Rahat Bırak"
6: "Hata"
7: "Sorgu"
8: "Müzik, Ses ve Dans"
9: "Yorgunluk"
10: "Karanlık"
11:"Geri Çevirmek"
12: "Asansör"
13: "Yakınlık"
14: "Gecenin Pençesi"
15: "Uzaklaşma"
16: "Plaj"
17: "Uğursuz Gece"
18: "Aidiyet"
19: "Telefondaki Adam"
20: "Karanlığa Açılan Zaman"
21: "Gök Gürültüsü"
22: "Umutsuz Bir Kaçış"
23: "Geçmişin Keskin Ucu"
24: "Geçmişin Kör Ucu"
25: "Film Gecesi"
26: "Bir İlk Daha"
27: "Geleceğe Açılan İlk Kapı"
28: "Teslimiyet'"
29: "Karmakarışık"
30: "Uyarı"
31: "Hediye"
33: "Yüzleşme"
34: "Yarım Gerçek"
35: "Dönüm Noktası"
36: "Kırık Dökük Ev, Hatıralar"
37: "Kopan İlk Fırtına"
38: "Yılların Sürgünü"
39: "Yenilikler"
40: "Kamp"
41: "Gerçeğin Öteki Yansıması"
42: "Yaraların Tortusu"
43: "Bocalamak"
44: "Tene Dökülen Ruh"
45: "Varlığın Başlangıcı"
46: "Paslanmaya Başlayan Zincir"
47: "Fazla Mutluluk Acı Getirir"
48: "Ayrılığın İnce Toprağı"
49: "Istırabın Hafızası"
50: "Keder Gibi Kader"
51: "Beyaz Sayfa"
52: "İntikam"
53: "Yakamoz"
54: "Kazanılanlar ve Kaybedilenler"
55: "Soluk Dün, Parlak Yarın"
56: "Kırlangıçdönümü"
57: "Işıkların Altında"
"Geçmiş"
58: "Final"
Özel Bölüm

32: "Doğum Günü"

99K 5.3K 2.6K
kariabenam által

Eylül'ün kıyafeti aşağıda. Yine hayal edemeyenler için. Hshssj.

Kitapta seçilen kıyafetlerle ilgili not: Kimseyi kırmak ve artık kırılmamak adına bu notu yazıyorum, lütfen okuyun. Arkadaşlar ben bu kıyafetleri kendi tarzıma göre seçmiyorum. (Diğer kitaplarımı okuyanlar bunu anlar, her karakterin farklı bir giyim tarzı var.) Bir kitapta baktığınız şey kıyafetse lütfen oturup bir kez daha sorgulayın çünkü samimi söylüyorum normal bir şey değil. Gerçek hayatta da böyle misiniz? Giydiği kıyafet yüzünden bir insana hakaret mi ediyorsunuz, hakkında kötü düşünüp yargılıyor musunuz? Hayır demeyin, buraya yazdıklarınız gerçek düşüncelerinizi gösteriyor çünkü. Kıyafetler sebebiyle bana uzanan hakaretler, kitabı yarım bırakırım gibi absürt tehditler gerçekten saçmalığa dönüştü. Sonra saygısızca konuşan birine saygılı yorum bekleniyor, yine suçlu ben oluyorum.

Bu açıklamayı yazmak da inanın benim için berbat bir şey, kötü hissediyorum. Eylül böyle biri, böyle bir tarzı var. Siz beğenirsiniz beğenmezsiniz saygı duyarım. Sizden de beklediğim saygı. Ha ben kıyafet için kurgu okuyorum, giysi seçimi benim için konudan, akıştan, anlatım tarzından daha önemli diyorsanız okumayı bırakabilirsiniz. Ama lütfen bir kitabı buna göre yargılamayın çünkü kalite bu demek değil. Keşke bu önyargınızı yıkabilecek bir şey yapabilsem ama bu kitaptaki kitle beni çok yordu. Umarım beni anlarsınız, sadece yorum yaparken lütfen yazan insanlara karşı da empati yapın. Kırıcı olmayın, rica ediyorum.

Lütfen birbirinize olan saygımızı kaybetmeyelim çünkü bu sevgiden daha değerli.

Yola devam edenler için keyifli okumalar. 💘 

32. Bölüm: “Doğum Günü”

“Eylül.”

Zaman algısının değişken olduğunu daha bu gece deneyimlemiştim. Şu an da yanı şeyi yaşıyor, akışın tamamen durduğunu hissediyordum. Zaman bireye özgüydü ve benim için şu anda donmuştu. Hareket edip kıpırdayamıyor, Özgür’e herhangi bir söz söyleyemiyordum. Şaşkınlığım öylesine büyüktü ki beni sarsıyordu.

“Burada ne işin var?” Atalay’ın savunmaya geçer gibi konuşmasının ardından kavga çıkacağı belliydi.

“Asıl sizin burada ne işiniz var?” dedi Özgür bakışlarını benden ayırıp ona dönerken. Turkuaz rengi tişörtünün etekleri ve saçları rüzgarda uçuşuyordu. “Üstelik de beraber?”

“Bizi sen çağırdın,” dedim dehşetle. Çatık kaşlarıyla gözlerini gözlerime sapladı, yeşilleri bana sevinç vermek yerine mızrak saplıyor gibi canımı yakıyordu.

“Ben mi?” dedi hayretle. “Ben sizi çağırmadım. Sen birinden rica etmişsin, beni burada beklediğini, almamı istediğini söylemişsin. Ben de geldim.”

Ben tam onu çağırmadığımı söyleyecekken Atalay araya girdi. “Kim söyledi bunu?” diye sorarken meraklı gibi değil, öylesine bir soruymuş gibi sormuştu.

“Ne bileyim ben? Eylül numaramı söyleyip haber vermemi istemiş adamdan,” dediğinde Atalay’ın, “Gerzek de inanmış,” dediğini duydum fakat Özgür bunu duymamıştı.

“Numarası falan var mı?” diye sordum acelece.

“Hayır,” dedi Özgür sabırsızca sesini yükselterek. “Niye buna takıldınız şimdi?”

Kafamı iki yana sallayıp mırıldandım. “Hiç.” Gözlerimi yere indirdim ve bir şeyler düşünmeye çalıştım. “Özel numara mı aradı seni?” diye sordu Atalay. “Erkek miydi?” Benim tek isteğim bir yere oturabilmekti. Özgür’ü karşımda gördüğüm an beynimden vurulmuşa dönmüştüm ve dizlerim hala titriyordu.

“İki soruna da evet,” dedi Özgür gayet normalmiş gibi. “Belli ki adam numarasının yabancı birinde olmasını istemiyor. Bunu mu sorgulayacaktım? Burada ne işin var Atalay? Ve neden Eylül’ün çenesini tutuyordun?”

Özgür, hayır. Ciddi olamazsın… Ne demek ‘bunu mu sorgulayacaktım?’

“Dişlerini sıkıyordu, bende çenesini tutup sıkmamasını söyledim,” dediğinde Atalay’a dönüp gözlerimi kocaman açarak baktım.

Bu kadar dobra olmak zorunda değilsin, Atalay.

“Vay canına, bin kişinin arasına düşse kıskanmayacağın Eylül’ü bir tek benden mi kıskanır oldun?” Atalay’ın gülümsemesi beni tedirgin etti ve sonradan söyledikleriyle ne kadar haklı olduğumu kanıtladı. “Yoksa Eylül’ü elinden alırım diye mi korkuyorsun?”

“Atalay,” dedim ikaz ederek. “Şunu kes.”

Özgür hafifçe gülümsedi. “Bence cevabını Eylül verdi,” dediğinde Atalay bana döndü. Ona bakmaktan kaçındım. “Gidelim, Eylül.” Özgür’ün uzattığı koluna karşılık kafamı iki yana salladım ve yürümeye başladım. Özgür’le konuşmak şu an için öncelikli tercihim değildi. O adam her kimse Özgür’le iletişim kurmuştu. Ve bir şekilde ağzından laf almam gerekiyordu.

Aslında Özgür’den vazgeçmiştim, normal şartlarda telefondaki adamı umursamam gerekiyordu ama arada ikisinin ailesi vardı. Neler olabileceğini hayal dahi etmek istemiyordum.

Arkamda kalan Atalay’a her ne kadar dönüp bakmak istesem de bunu yapmadım. “Eylül, burada ne işiniz vardı?” Az önceki reddedişim Özgür’ü bozmuşa benziyordu.

“Alışveriş merkezinde denk geldik,” dedim mesafeli bir tavırla. Arabasının önüne geldiğimizde bize sırtı dönük halde denizi seyreden Atalay’a baktım, arabaya bindim. “Atalay’ın doğum gününün kutlanacağı yere mi gidiyoruz?” cevabını beklemedim çünkü aniden aklıma gelen şeyle arabanın kapısını açıp çıktım. Eğilip, “Aldığım kıyafet Atalay’ın arabasında kaldı,” dediğimde bana bakmadan başını önüne çevirdi. Sinirlendiğini anlasam da umursamadım.

Arkama döndüğümde Atalay’ın da iskeleden bu tarafa, yola doğru geldiğini gördüm. Ona yaklaştığımı fark ettiğinde yavaşladı ve bakışlarını bir saniye bile üzerimden çekmedi. Aramızda beş adımlık mesafe kalmışken durdum. Öylesine dikkatli bakıyordu ki bakışlarımı kaçırmak zorundaymışım gibi hissettim. “Elbisem arabanda kaldı,” dediğinde gülümsedi.

“Aklın bir karış havada, Eylül. Yoksa buna ben mi sebep oluyorum?” Onunla birlikte arabasına doğru gitmeye başladık.

“Kendine fazla güveniyorsun, tek gecelik kızlar egonu şişirmiş olmalı,” dedim ve hemen ekledim. “Ah, hayır. Belki de egonu kabartan kişi Açelya’dır.”

Kaşlarını kaldırıp bana döndü. “Kıskandığını daha net belli edemezdin.”

“Açelya’yı mı?” dedim yüzümü buruşturarak. “Onu kıskanacak kadar düşmedim.” Çocuksu inadımın gücü sonsuza dek inkar etmemi sağlayacak kadar kuvvetliydi. “Özür dilerim, değer verdiğin biri hakkında böyle konuşmamalıydın,” derken bile özrümü tükürür gibi söyledim.

Kabul edeyim, o sarışın kızı Atalay’ın yanında gördüğümde canım çıkıyormuş gibi hissediyordum. Atalay’a dokunduğunu, birbirlerine gülümsediklerini düşünmek bile karnıma sert bir tekme yemişim gibi hissettiriyordu.

“Evet, değer veriyorum,” diye onayladığında yüzünün ortasına patlatmak istedim. “Ama kimse senin değerinle yarışamaz.”

Tamam... Gözlerimi kısarak sırıtan yüzünde dolaştırdım. “Öyledir kesin.”

Durup kolumu tuttu. Beni kendisine çevirdiğinde ne yapacağımı şaşırdım, panikle Özgür’ün arabasının olduğu tarafa baktım. “Kanıtlayabilirim,” dediğinde parlayan gözlerine tekrar odaklandım. Hızla yüzüme doğru yaklaştığında kendimi geriye doğru attım.

“Ne yapıyorsun?” dedim şaşkınlık ve korkuyla karışık. “Özgür görecek.”

Göz devirdi. “Özgür elbet bir gün görecek. Erken olması daha iyi olur.”

“Saçmalama,” derken yüz ifadem az evvelki halini koruyordu. “Aileniz birbirine girer, hem de ortada bir sebep yokken.”

“Senin için üçüncü dünya savaşını bile başlatırım, prenses,” dedi sırıtarak. “Ortadaki sebep sensin ayrıca. Kabullenmeyene yolu açık olsun.”

Rüzgar saçlarını sol tarafa doğru savuruyordu. Hadi ama, bu kadar güzel olmak zorunda değilsin.

“İyi o zaman, benim de yolum açık olsun,” diyip arabasına doğru gittim. Arkamdan geliyordu ve önüme düşen gölgesi bile benden uzundu. Arabanın kilidini kaldırdığında arka kapıyı açarak koltuğun üzerindeki elbiseyi aldım.

“Eylül,” Atalay’ın arkamdan gelen sesine döndüm. Ben eğilmişken arkamdan gelip bu kadar yaklaşmasının çok çirkin göründüğüne emindim. Nitekim birkaç kişi bize tuhaf tuhaf bakmıştı. Ama neyse ki Atalay’ın yüzü ciddiydi. “Bir şekilde Özgür’ün telefonuna bakmalısın. Doğru söylediğine emin olmamız gerekiyor.”

Birkaç saniye söylediklerini tarttıktan sonra, “Ya doğruyu söylüyorsa?” diye sordum.

Dudağını büzdü. “O zaman illegal yollardan Özgür’ün telefonun arama listesini çıkarmam gerekiyor. Özel numaraları bulmak imkansız değil, sinyalin geldiği noktayı bulmak işin zor kısmı ama hallederim.”

“Nasıl hallediyorsun?” dedim şaşkınca. Yani bildiğim kadarıyla bunlar bizi aşan durumlardı. Öyle kolayca elde edilebilecek şeyler değildi.

“İnanır mısın yatırımcılarımla iyi arkadaş olurum ve aralarında hakimler, savcılar da var,” dedi sıkılgan bir tavırla. “Benim kolumun ne kadar uzun olduğu konusunu düşünme. Benim işime yaramayan çok az arkadaşım vardır.”

Arabanın kapısını kapattım. “Çıkar ilişkisi yani?”

“Bana çıkar ilişkisi olmayan bir ilişki göster. Aşk bile çıkardan doğar. Kalbini tatmin etmek için sevdiğin adamla olursun. Aksi mümkün mü?”

“Senden başka türlü bir düşünce beklemiyordum zaten.” Daha fazla bekleyip sohbet edemezdim. Yanından gitmeden önce, “Özgür’ün telefonuna bakmaya çalışırım,” dedim.

Özgür’ün yanına gittiğimde suratı asık bir halde buldum. Göz yuvarlamamak için kendimi kastım. “Beni eve bırakır mısın?” dediğimde kafasını usulca salladı.

“Senin neyin var Eylül? Son zamanlarda mutlu değilsin. Bana da garip davranıyorsun,” dediğinde hayretler içerisinde ona baktım.

“Özgür ben seninle vakit geçirmek için çok çabaladım. Ama sen, sana değer verdikçe değiştin. En olmadık zamanlarda kafana göre çekip gittin ve aramadın bile. Bunlar hiç de basite alınacak şeyler değil.” Tek solukta, sanki günlerdir bunları dillendirmeyi bekliyormuşçasına konuştum. “Özgür, hakkını yiyemem. Çok iyi bir insansın ama ok sana çevrildiğinde kendinden başkasını düşünmüyorsun. O an sadece kendini umursuyorsun. Ben öyle değilim,” dedim kafamı iki yana sallayarak. “Böyle biriyle yapamam.”

Kaşlarını çatarak bana döndü. “Ne demek yapamam? Biz nişanlıyız Eylül.”

Sakin ol, Eylül. Özgür’le şimdilik aranı iyi tutmak zorundasın, hem şu gizli adam için hem de başka bir delikten akacak suya yetişemeyeceğin için.

“Bunu başka bir gün konuşalım, Özgür,” dedim daha ılımlı bir sesle. Aniden konuyu değiştirdim. “Benim mesaj hakkım yok da arkadaşıma önemli bir şey hakkında senden mesaj atabilir miyim?” diye sorduğumda telefonunu cebinden rahatlıkla çıkarıp bana uzattı. Bu kadar rahat olması bile doğru söylediğinin kanıtıydı. Ama ben yine de çaktırmadan aramalar kısmına girdim ve gerçekten de gizli numaradan gelen aramayı gördüm. Mesaj yazıyormuşum gibi yaptıktan sonra telefonu geri verdim. “Teşekkür ederim,” dediğimde kafasını salladı.

Telefonumu çıkardım ve Özgür’e çaktırmadan, sanki öylesine uğraşıyormuş gibi Atalay’a mesaj attım.

Eylül Akbulut: Gizli numaradan gelen bir arama var, saati de uyuyor.

Telefonu çantamın için koydum. Yol boyunca başka tek kelime etmedik. İkimiz de birbirimize yabancı gibi davranıyorduk ve herhangi bir sohbet konusu açmak için kılımızı bile kıpırdatmıyorduk. Özgür’ün de benden vazgeçtiğini biliyordum. Umursamazlığından, vakit geçirmeye isteksizliğinden, her hareketinden. Bir şeyler olmuş olmalıydı, onu bana karşı değiştirecek bir şeyler…

Umuyordum ki bu şey Atalay’la ilgili değildi. Beni Özgür’den şüphelendiren de buydu zaten: Bambaşka bir insana dönüşmesi. İtiraf etmem gerekirse içim rahatlamıştı. Çünkü o gizli numara Özgür olsaydı ne yapardım bilmiyordum. Ne olursa olsun aramızda çirkin işler dönmemeliydi. Özgür benim için çok kıymetliydi.

Eve gidip hazırlanmaya başlamadan önce Özgür’e kahve yaptım. O dergileri okurken, ben saçımı dalgalandırıp dağınık bir şekil vererek tepemde bağladım. Eyeliner, rimel ve hafif pembemsi rujumla makyajımı da tamamladım. Aynadan kendimi kısaca inceledim. Boynumu ve omzumu açıktan bırakan, salaş, kısa elbisemle güzel görünüyordum. Odamdan çıkıp yanına gittiğimde baştan aşağı bana baktı. “Güzel olmuşsun,” dedi tebessüm ederek.

İçimde ona karşı aniden dostça bir sevgi belirdi. Keşke onunla başından beri arkadaş kalsaydık…

💔

Mekan dışarıdan bakıldığında bile pahalı duruyordu. Bir kafeye kıyasla oldukça büyüktü, iki katlıydı ve bina parlak siyah camdandı. İçeriye girdiğimizde Özgür Nazlı’yı aradı. Nazlı bizi gelip alırken mekanın büyük odalara ayrıldığını, her birinin de farklı organizasyonlar için kullandığını anlattı. Bana selam bile vermediğini Özgür fark etmedi.

Atalay için hazırlanan odaya girdiğimizde etraftaki tüm süslemelerin siyah ve gri olduğunu gördüm. Fazla şık ve Atalay’ı hatırlatıcıydı. Doğrusu Nazlı iyi iş çıkarmıştı.

Açelya bize doğru geldiğinde ona şöyle bir baktım. Üzerine oturan, gözleriyle aynı mavilikte kısa bir tulum giymişti ve elbisesinin askısında parlayan ufak taşlar vardı. Tulumundan birkaç ton daha koyu mavi olan stilettoları, düzleştirdiği kısa sarı saçlarıyla fena durmuyordu.

Tamam, epey güzel görünüyordu.

Ama ortama uyum sağlayan o değil bendim.

Hediyemi masaya koyduğum sırada Atalay’ın gelmek üzere olduğunu söyledi Nazlı. Tam zamanında gelmiştik. Lambalar kapatıldı, herkes yerine geçti ve heyecanla beklemeye başladı. Benim de içime çöken heyecanı fark ettiğim an beraberinde üzüntüyü de hissettim. Neden heyecanlanıyordum ki sanki?

Bunu etraflıca düşünmeye fırsat kalmadan kapı açıldı ve hepimiz birden “İyi ki doğdun Atalay,” diye ritimle bağırmaya başladık ama benim sesim neredeyse hiç çıkmıyordu ve diğerlerinin hareketli tavırlarına bakılınca oldukça hareketsiz duruyordum.

Atalay sanki bunu bekliyormuş gibi, hiç şaşırmadan bize doğru geldi. Üzerine oturan kot pantolonu ve mavi tişörtüyle Açelya’yla epey uyumlu görünüyorlardı. Hele ki tam da şu an olduğu gibi Açelya onun yanında durduğunda.

Herkes hediyesini verip Atalay’la görüşmeye başladığında gerildim. Özgür hepimizden geride, isteksizce bekliyordu. Muhtemelen hediye de almamıştı ki Atalay’ın bu duruma gücenmeyeceğini benim kadar o da biliyor olmalıydı.

İlk önce Nazlı ona sarıldı ve uzun bir süre kollarını ayırmadı. Hediyesini verirken, “İyi ki doğdun ağabeyciğim,” dedi. Atalay teşekkür edip yanağını sıktı. Güneş de aynı samimiyetle karşılık verdi. Bu kez Atalay, “Şu hediyeleri elime tutuşturmayın,” dedi bastırmaya çalıştığı siniriyle. İçeriye girdiğinden beri bir kez bile bana bakmaması gereksiz bir biçimde beni incitti. Arkadaşları da tek tek görüştüğünde sonlara ben ve Özgür kalmıştık fakat Özgür görüşmek şöyle dursun, beyaz şarabını alıp diğerlerinin ayrı olarak başlattığı sohbete katıldı.

Sona ben mi kalmıştım? Diğerleri birbiriyle konuşurken biz kenarda, onlardan bağımsız halde durduk. Hediyesini masasına koyarken, “İyi ki doğdun,” dedim kırgınca.

“Bu saati bana mı almıştın?” Kafamın üzerinden anten çıkmış gibi bana baktı. Ardından gülümsedi. “Beni öpmeyecek misin? Ama herkes öptü.”

Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. “İyi ya işte, eksikliğimi hissetmezsin.”

Belimden hafifçe tutup kendine çektiğinde elini ittirdim. “Ne yapıyorsun?”

Yavaşça sarıldı ve yanağı yanağıma değerken, “Ama ben sadece senin öpücüğünü arıyorum,” diyip yanağıma öpücük kondurdu. “Teşekkür ederim hediye için.” Hızla ondan ayrıldım, Nazlı’nın bize baktığını gördüğümde ne yapacağımı şaşırdım.

“Atalay yapma,” dedim kısık çıkan sesle.

Sonra Güneş’in bize döndüğünü, Açelya’yı dürterek Atalay’ı gösterdiğini gördüm. Açelya da utangaç bir yüz ifadesi takınıp yanımıza geldi. Hayır yanımızda değil, ikimizin tam arasına girerek Atalay’a bakış açımı kesti. Bu kabalığı karşısında şok oldum, beni görmezden gelmişti.

“Açelya, Eylül’le konuşuyordum,” derken Atalay’ın sesi de şaşkın ve birazcık öfkeli geldi.

Bana dönüp, “Ah, affedersin,” dedi. “Çok yorgunum, seni fark edemedim.”

“Önemli değil,” dedim mesafeyle. İçeceklerin olduğu masaya ilerleyip kokteyl aldım. Güneş bana uzaktan işaret ederek yanlarına çağırdı. Her ne kadar gönülsüz olsam da yanlarına gittim fakat sohbetin ne olduğu hakkında bir fikir edinemedim. Aklım ve gözlerim sık sık sohbet eden ve gülümseyerek Atalay’a bir şeyler anlatan Açelya’ya kayıyordu. Atalay’ın sırtı bana dönük olduğundan yüz ifadesini göremiyordum.

“Ağabeyime şık giyinip gel dedim ne giyinmiş ya.” Nazlı’nın isyankar konuşması, dikkatimi ona yöneltti.

“O kadar hediye aldık da Atalay ölse kullanmaz onları. Kesin bir yere atıp unutur gider,” dedi Mert gülerek. Sonra bana açıklama yaptı. “Atalay hediyelere asla değer vermez ama işte ayıp olmasın diye aldık.”

O esnada gözlerim ikisine kaydı. Atalay’ı dudağından öpüp elini onun beline koyan Açelya’ya. Sırtı bana dönük olsa da dudağından öptüğünü görmüştüm. Diğerleri, benim bakışlarımı takip edip döndükleri sırada Atalay hızlıca geri çekildi fakat herkes görmüştü bile. Karnıma krampın girdiğini sandım. Hepsi ergen çocuklar gibi “Oo,” diye bağırdı.

Midem bulandı ve bulunduğum yerin havası yetmedi. Nazlı bendeki değişimi umursamaz bir tavırla seyretti. Hızla oradan çıkıp mekandaki lavaboya gittim. Galiba tek kutlama yapan bizdik çünkü bu kat çok sessiz ve sakindi.

Lavaboya girdiğimde kimsenin olmayışına şükürler ettim. Sırtımı kapıya yaslayıp nefes almaya çalıştım.

Kahretsin, canımın bu kadar yanması hiç normal değildi. Yere çöküp oturmak ve saatlerce ağlamak istiyordum. Çok sürmedi ki yaklaşan tok ayak seslerini duyduğumda kapının arkasından çekilip kendimi toparlamaya çalıştım. Kapı hızla açıldı, Atalay’ın endişeli yüzü benimkini buldu.

“Eylül,” dedi derin bir nefes eşliğinde kapıyı kapatırken. “Yemin ederim ben karşılık vermedim.” Yüzü telaşla ve ciddiyetle kasılmıştı.

Gözlerine bakmak yerine ayaklarına bakıp sustum. “Geri çekildim zaten, gördün.” Söylediklerinde haklı da olsa canımın acısını azaltmaya yetmiyordu.

Gözlerimin yandığını hissettiğimde kafamı tamamen eğdim. Atalay birkaç adımda yanıma geldi elini yanağıma koyarak başımı kaldırdı. “Bana inan, Eylül. Ne yaptığını anlayamadım bile.”

“Açıklama yapmana gerek yok, Atalay. Ben senin sevgilin değilim.” Sesim güçsüz ve titrekti.

“Ama ben açıklama yapmak istiyorum,” dedi şefkatle. “Ben senden başkasına dokunmak istemiyorum.”

“Ama dokundun, bunu inkar etme,” derken kızgınca konuştum.

“Sen buraya geldiğinden beri kimseye dokunmadım, Eylül. Ondan öncesi çok farklı.” Durdu ve derin bir nefes aldı. “Sana gerçekleri anlatmak zorundayım.” Gözlerime baktı, uzun süre baktı, aramızdaki elektriğin gücü tüylerimi ürpertecek kadar fazlaydı. Gözlerinde ışıldayan arzuyu gördüğümde titrediğimi hissettim.

Onu deli gibi özlüyorsun, Eylül. Sana gülümsemesini, öpmesini, dokunmasını, seninle konuşmasını istiyorsun. Vaha’nı tekrar istiyorsun.

Yavaşça eğildiği sırada bende kafamı kaldırdım ve dudaklarımız buluştu. Beni geriye doğru yürüttü, sırtım duvara değince bir kolunu duvara yasladı, diğeriyle belimi tutarak beni kendisine yapıştırdı. Belimden elime doğru kayan eli parmağımı buldu, yüzüğümü yavaşça çıkarıp yere attı.

Dudaklarının dokunuşunu her zerremde hissediyor, kıvranıyordum. Ufacık bir hareketi bile vücudumda, ruhumda devasa bir etki bırakıyordu. Sonra öpüşleri sertleşti. Dudaklarımızdan çıkan ses boş lavabonun duvarlarında yankılanınca istekle kasıldım ve tişörtünü avuçlarımın arasına alarak sıktım.

Boynuma doğru inip hafifçe öptüğünde başımı duvara yasladım. Ağzımdan kopan inleme sesi benden izinsizce çıktı. Bunu duyduğunda beni daha da sıkı bastırdı kendine, eli eteğimin altından bacağıma değdi. “Atalay, ayakta duramıyorum,” diye neredeyse yalvararak konuştuğumda cümlemin son kısmında dudaklarımı öperek kesti.

“Seni istiyorum, Eylül. Tıpkı eskisi gibi olalım istiyorum.” Yanağını yanağıma sürttü.

Tam o esnada hiç beklemediğimiz bir şey oldu. Kapı birden açılınca kendime geldim ve ürktüm. Atalay’sa geriye çekildi fakat çok geçti. Biz bu haldeyken basıldık.

Olvasás folytatása

You'll Also Like

1M 28.7K 18
☆ Can'a Handan ☆ Ey ismine tüm sesleri sükut ettiğim, yorgun bir savaşçı gibiyim Kan revanım, dizlerim aşkla nara içinde Avuçlarımda ektiğim çiçekler...
6.8M 318K 89
Pelin İzmir'de yaşayan yarı Alman yarı Türk bir kızdır. Dedesiyle büyümüş, ne intihar eden annesini ne de Alman babasını tanıyabilmiştir. Bir gün baş...
498K 29.6K 51
Sosyal medya temalı bir güzellik yarışmasına girme kararı alan Nil kazanmak için her şeyi yapacak kadar hırslıdır. Tacı almak kadar; yarışmanın ünlü...
12:30 SEANSI damy által

Rejtély / Thriller

1.6M 99.1K 50
[WATTYS 2022 KAZANANI] Parmağı omzumun üzerindeki belli belirsiz benlere dokundu. Ardından köprücük kemiğime kaydığında dudaklarım, bir nefese muhtaç...