VERA İLE VAHA

By kariabenam

7M 336K 154K

"Geçmişin bana ait," dedi ve kulağıma yaklaşarak fısıldadı. "İstesen de beni unutamazsın." Geçmiş can yakar... More

Giriş
1: "Yeni Yaşam"
2: "Günışığı Yanarken"
3: "Sarsıntı"
4: "Kavga"
5: "Beni Rahat Bırak"
6: "Hata"
7: "Sorgu"
8: "Müzik, Ses ve Dans"
9: "Yorgunluk"
10: "Karanlık"
11:"Geri Çevirmek"
12: "Asansör"
13: "Yakınlık"
14: "Gecenin Pençesi"
15: "Uzaklaşma"
16: "Plaj"
17: "Uğursuz Gece"
18: "Aidiyet"
19: "Telefondaki Adam"
20: "Karanlığa Açılan Zaman"
21: "Gök Gürültüsü"
22: "Umutsuz Bir Kaçış"
23: "Geçmişin Keskin Ucu"
24: "Geçmişin Kör Ucu"
25: "Film Gecesi"
27: "Geleceğe Açılan İlk Kapı"
28: "Teslimiyet'"
29: "Karmakarışık"
30: "Uyarı"
31: "Hediye"
32: "Doğum Günü"
33: "Yüzleşme"
34: "Yarım Gerçek"
35: "Dönüm Noktası"
36: "Kırık Dökük Ev, Hatıralar"
37: "Kopan İlk Fırtına"
38: "Yılların Sürgünü"
39: "Yenilikler"
40: "Kamp"
41: "Gerçeğin Öteki Yansıması"
42: "Yaraların Tortusu"
43: "Bocalamak"
44: "Tene Dökülen Ruh"
45: "Varlığın Başlangıcı"
46: "Paslanmaya Başlayan Zincir"
47: "Fazla Mutluluk Acı Getirir"
48: "Ayrılığın İnce Toprağı"
49: "Istırabın Hafızası"
50: "Keder Gibi Kader"
51: "Beyaz Sayfa"
52: "İntikam"
53: "Yakamoz"
54: "Kazanılanlar ve Kaybedilenler"
55: "Soluk Dün, Parlak Yarın"
56: "Kırlangıçdönümü"
57: "Işıkların Altında"
"Geçmiş"
58: "Final"
Özel Bölüm

26: "Bir İlk Daha"

112K 5.6K 3.5K
By kariabenam


Atalay ve Açelya ⬇️

26. Bölüm: “Bir İlk Daha”

Kafanız karışıksa, belli bir konuya odaklanamazdınız. Aklınızdan yüzlerce düşünce geçiyormuş, halletmeniz gereken sürüsüyle işiniz varmış gibi hissederdiniz fakat tek yaptığınız oturmak olurdu. Ben de şu an, tam olarak böyle hissediyordum. Açelya Atalay’ın yanına oturmuşken aksi mümkün değildi zaten.

Filmin bitip ekranın kapandığını, Özgür’ün bana seslenmesiyle anladım. Ona döndüğümde bakış açıma giren o ikisini görmemeye çalıştım fakat göz ucuyla da olsa, Açelya’nın naif ve yavaş sesiyle Atalay’a bir şey dediğini ve onu hafifçe gülümsettiğini gördüm. “Uykun mu geldi yine?” diye sordu Özgür. “Seni eve bırakabilirim. Biraz erken ama?”

Omuz silktim. Kaçmak istemiyordum. “Biraz daha kalabilirim sanırım.”

Kaçmak değil, ikisini gözünün önünden ayırmak istemiyorsun…

Özgür konuşmaya başlamadan lafı bölündü. “Hadi sizi tanıştıralım,” dediğinde Güneş’e döndüm. Bana diyordu.

Bakışlarım Açelya’ya kaydı. Oldukça dostane bir ifadeyle bana bakıyordu. Gülümseye çalıştım ama başarmak bir yana, yüzümü buruşturmamam bile tebrik edilesiydi. Atalay gözünü kırpmadan yüzüme bakıyordu. “Açelya’ymış işte,” dedim Güneş’e dönüp. Sonra yüzümü Açelya’ya tekrar çevirdim. “Ben de Eylül. Memnun oldum.”

Ekranın yansıyan ışığından Açelya’nın kısa bir anlığına yüzünü buruşturduğunu gördüm. “Bende memnun oldum.” Tamam, bu düşmanlığı ben başlatmıştım. Fakat umrumda değildi.

O sırada odadan çıkmak üzere olan Kerim lambayı yaktı. Açelya’nın gözlerinin soluk mavi olduğunu gördüm. Saçlarındaki şekil epey doğal görünüyordu. Benden biraz daha kilolu ve uzundu. Üzerindeki şifon gömleğin altına, bacaklarını saran kot pantolon giymişti.

Atalay’la hiç yakışmıyorlardı.

Aklımda hala varlığını koruyan bir soru işareti vardı: Bu kız kimdi? Ve Atalay onu nereden tanıyordu? Bir de Açelya neden erir gibi bakıyordu ona? Neyse ki Atalay’ın gözlerinde bir ışıltı yoktu ama dürüst olmak gerekirse, bu durum içime su serpmeye yardımcı olmuyordu.

Herkes toparlanma halindeyken, ben, Açelya ve Atalay öylece oturuyorduk. “Çocuklar yemek hazır, hadi gelin.” Raziye teyzenin geldiğini görmemiştim bile.

Özgür, Mert ve Emre odadan çıktı ve odada dört kişi kaldık. Güneş de bizimleydi. “Nerede çalışıyorsun?” diye sordu bana Açelya.

Gözümü kırpmadan gözlerine baktım. “Yayınevinde. Sen?”

Gülümserken bakışlarını kaçırdı. “Ah, garsonum ben.”

Kafamı hafifçe sallarken Güneş sanki Açelya’yı küçümsemişim gibi savunmaya geçti. “Şu an yüksek lisans yapıyor ama. İyi yerlere gelecek,” dedi ve Açelya’ya göz kırptı. “Hadi o zaman, gidelim artık.”

“Açelya,” dedi Atalay yavaş bir sesle. “Bizi biraz yalnız bırakır mısın?”

Açelya, Güneş’e anlamını çözemediğim bir bakış attıktan sonra, “Tabi,” diyip aceleyle odadan çıktı.

Ben ne yapacağımı bilemeden öylece kaldım. Ama bana çıkmamı söylememişti, öyle değil mi?

Atalay dirseklerini dizlerine yaslayıp öne doğru eğildi. Kaşları anında çatıldı, ciddileşti. “Güneş bana sormadan böyle bir şeyi nasıl yaparsın?”

Güneş dudak büzüp omuz silkti. “Huysuzlaşma hemen, Atalay. Seni düşünüyorum.” Sırtını koltuğa yaslayıp bacak bacak üstüne attı.

Orada olmam pek doğru değildi ama Atalay’ın konuşması bana tuhaf bir memnuniyet verdiği için kıpırdamadım. “Ona ümit veriyorsun, farkında mısın? O defter benim için kapandı Güneş. Lütfen bunu anla artık. İkinci kez Açelya’yı kırmama sebep olmaktan başka bir şey yapmıyorsun.”

“Kırma o zaman,” dedi inatla. “Onunla ol, sevmeyi dene. Aşık olmayı dene.”

Hayır Atalay. Lütfen sakın benim gibi denemeye kalkma… Lütfen.

“Sonunda aşık olmayacağımı bile bile mi? Saçmalamayı kes, Güneş. Ben Açelya’ya o gözle bakmıyorum.” Sesi daha da sertleşmişti. Yüzü de gitgide kasılıyordu.

Bu kez Güneş de hafifçe öne eğilmiş, ciddileşmişti. “O seni hayata döndürdü, Atalay. Seni enkaz halinden kurtardı. Çok değil, birkaç sene önce ne halde olduğunu unutma. O aptal kız senin hayatına sıçtığında, Açelya geldi.” Öldürücü bir elin, kalbimi sıkıp ezdiğini sandım. Bu his, çok aşina olsam da hala alışamadığım, yok saymakta becereksiz olduğum bir durumdu.

“Onun hakkında böyle konuşamazsın,” dedi Atalay dişlerinin arasından. Fakat konu ben olduğum halde bana bakmadı. Eh, bu iyiydi.

Güneş keyiften yoksun bir kahkaha attı. Gözleri ateş saçıyordu. “Öyle mi? O kazayı aptal kız yüzünden yaptığını inkar etmeye devam mı edeceksin?” Güneş inada ‘aptal kız’ derken vurguladı. Ama benim takıldığım konu bu değildi.

Atalay benim yüzümden kaza falan yapmamıştı. Bu saçmalıktı. Beni terk edip giden oydu. Asıl arbede benim tarafımda çıkmıştı.

Atalay hışımla ayağı kalktığında Güneş irkildi. “Onun hakkında konuşmayacaksınız. Hiçbiriniz. Ve şimdi, Açelya’yı bana sormadan buraya nasıl getirdiysen, bana sormadan da geri gönder. Çünkü ben onu ikinci kez  kırmak istemiyorum.”

Sevinmem mi gerekiyordu, yoksa üzülmem mi? Tamam, elbette kim olursa olsun birini kırmamaya çalışması iyi bir şeydi ama Açelya’yı? Ona özel bir durumdu bu, anlamamak için aptal olmak gerekirdi.

Atalay koltuğun etrafından dolanıp odadan çıktı ve kapıyı arkasından gürültüyle kapattı. Güneş ve ben başbaşa kaldık. Sesimin düzgün çıkması için hafifçe öksürdüm. “Açelya ve Atalay sevgili miydi?”

Üzgün bakışlarını bana çevirdi. Kısık bir sesle, “Herkes öyle zannediyordu. Sürekli beraber vakit geçiriyorlardı. Hatta, ikisi de inkar etse de aynı evde bile kalmışlardı. İyi bir çift gibiydiler. Yani dışarıdan öyle görünüyorlardı. Açelya’nın Atalay için verdiği çaba muazzamdı. Atalay; adını, sanını, yüzünü bile görmediğimiz bir kızdan ayrıldığında hayatı alt üst oldu. Hepimiz, ‘tamam,’ dedik. ‘Atalay asla toparlanamaz.’ Durum bu kadar vahimdi. Ama Açelya geldi ve onu iyileştirdi. Atalay’ın kırık kanatlarını onardı. O kızın aksine ona sonsuz bir sevgi verdi.”

Ben de ona sonsuz bir sevgi vermiştim. Ve benim de hayatım başıma yıkılmıştı.

Derin bir nefes verdi. “İkisi için çok mutluyduk. Mükemmel bir ikiliydiler. Firuze teyze ikisi için düğün hazırlıklarına bile başlamıştı. İşte olay tam bu noktada koptu. Açelya Atalay’a aşık olduğunu söyledi. Ve her şey yerle bir oldu. Atalay ikisinin arkadaş olduğunu sanıyordu ve fark etmeden Açelya’ya ümit verdiğini öğrendiğinde kötü oldu. Ona, ikisinin olamayacağını söyledi.” Yüzü öfkeyle çevrelendi. Pozisyonunu hiç değiştirmeden, gözlerini üzerimden ayırmadan konuşuyordu. Ben de büyük bir merakla onu dinliyordum.

“Gerçek şu ki Atalay o kızı hiçbir zaman unutamadı. Bunu nasıl yaptı bilemiyorum,” dedi ve dudak büzdü. “Yani Atalay’ı etkilemek, bağlamak dünyanın en zor işidir. Bana sorarsan bunun tek açıklaması aşk büyüsü. O kız Atalay’a aşk büyüsü yaptı.”

Hayır, aşk büyüsü falan yapmadım…

“Şu an iyi, gerçekten, hala daha eskisi gibi değil ama en azından sağlıklı ve artık gülebiliyor, eğlenebiliyor. Ama hala kalbini birine açamıyor. Açelya’dan sonra Atalay daha farklı kızlarla takılmaya başladı. Kendisine aşık olmayacağına inandığı, rahat kızlarla. Ama Ece bile ona aşıktı. Ona aşık olmak için bir kızın onunla bir saat geçirmesi yeterli oluyor zaten. Bunu hepimiz iyi biliyoruz.”

Güneş sessizliğe gömüldüğünde herhangi bir söz söylemem gerektiğini hissettim. Kafamı yana eğdim. “Senin iyi niyetini anlıyorum, Güneş. Ama onun istemeyeceği bir şeyi yaparsan aranız bozulabilir. Bence her şeyi akışına bırkmalısın.”

Ve lütfen Atalay’a birini bulma girişiminde bulunma bir daha…

Yüzü acı çeker gibi bir hal aldı. “Haklısın, onu kaybetmek istemem. Biz kardeş gibi büyüdük. Atalay, Özgür, Mert, Emre ve ben. Bu durumun benim yüzümden bozulmasına izin veremem.”

Dudaklarımı birbirine bastırdıktan sonra, “O zaman galiba Açelya ile konuşman gerekiyor,” dedim.

Gülümsedi. “Ah, hayır. O kadar da değil. Hala herkesin ikinci bir şansı hak ettiğini düşünüyorum. Hem bir ikiliyi herkes yakıştırırsa, ister istemez birbirlerine o gözle bakarlar. Hepimiz ikisine sevgili gözüyle bakacağız.” İnlememek için kendimi zor tuttum.

Unut gitsin, Güneş. Ben öyle bir şey yapmam.

“Beraber o kadar vakit geçirmişler, o zaman aşık olmamışsa şimdi mi olacak?” Bu sözler nedense beni de düşündürdü. İki yıldır aşık olamamışsam, aşık olabilir miydim?

Güneş ayağa kalktı. Bu kız gerçekten dengesizdi. Anında eski neşeli, hareketli tavırlarına geri dönmüştü. “İnsan psikolojisinden hiç anlamıyorsun, Eyül,” dedi ve benim bir şey söylememe müsaade etmeden ekledi. “Gidelim artık.”

Sarı saçlarını savura savura önümden yürüdü. Onun peşi sırada salona gittim. Atalay ve Açelya’nın yan yana oturduğunu gördüğümde adımlarımın hızı yavaşlasa da hızlıca kendime geldim ve Özgür’ün yanındaki boş yere oturdum. Bu kez karşımda oturan kişi Atalay değil, Açelya’ydı. Allah’ım… Bu bir şaka olmalıydı. Sabrımın ne kadar kuvvetli olduğunu ölçen bir şaka.

Atalay durgun bir ifadeyle bana baktı ama kendisiyle konuşan annesine dönmesi birkaç saniye aldı.

“Atalay, oğlum neden Açelya’nın geleceğini söylemedin? Menüyü daha farklı hazırlatırdık.” Kadın ışıldayan gözlerle ikisine bakıyor, içi içine sığmıyormuş gibi görünüyordu.

“Benim de haberim yoktu anne,” dedi Güneş’e öfkeyle bakıp. Güneş oralı olmadan kaşığı eline aldı.

Açelya geniş bir gülümsemeyle Firuze teyzeye baktı. “Düşünmeniz bile yeterli Firuze teyzeciğim. Sizi görmek dahi beni çok mutlu etti.” Tamam… Açelya’nın ağzı iyi laf yapıyordu. Benim aksime. Ben duygularını belli edemeyen ketum birinin tekiyken o bal dudaktı.

“Güzel kızım benim.” Firuze teyzeye göz devirmek istedim ama tek yaptığım başımı eğerek çorbamdan bir kaşık almak oldu.

“Atalay’la Açelya nasıl da yakışıyor.” Bu kez konuşan Emine teyzeydi. Bir sen eksiktin. “Özgür’ümle Eylül gibi.”

Atalay’ın kaşları havaya kalktı ve bana baktı. Gülümseyerek karşılık vermeye çalıştım. Bu iş, ikimizi kıyaslama boyutuna dönmüş olduğunu fark ettim. İki kardeşin karısı, horoz dövüştürür gibi bizi dövüştürecekti. Ama kusura bakmayın… O kadar da kalitesiz bir insan değildim.

“Özgür’le Eylül mü yakışıyor?” Atalay’ın cümlesi yüzünden elimdeki kaşıkla donup kaldım. Diğerleri de benimle aynı tepkiyi vermiş olacak ki masaya ağır bir sessizlik çöktü.

“Bu da ne demek şimdi?” diye sordu Özgür kısık bir sesle.

“Şu demek ki,” dedi Atalay ağzını silerken. “Sen ve Eylül, dünyadaki en uyumsuz çiftsiniz. Ve aynı zamanda zerre kadar yakışmayan.”

“Buna sen mi karar veriyorsun?” Özgür elindeki kaşığı bıraktı. “Kıskançlık yapma. Biraz daha çabalarsanız Açeyla’yla senden yakışırsınız.”

“Çocuklar,” diye Adnan amca uyarmaya çalıştığında Özgür lafını böldü. “Bir dakika baba.” Gözlerini bir an bile Atalay’dan çekmedi. “Açıkla, ne zırvalıyorsun?”

Atalay derin bir nefes verdi ve sırtını rahat bir tavırla sandalyeye yasladı. “Hayhay.” Dudağının kenarı kıvrılsa da bakışları buz kadar soğuk ve keskindi. “Bence sen ne demek istediğimi çok iyi biliyorsun.”

Özgür’ün kaşları çatıldı. Ağzı birkaç kez açılıp kapandı. Havaya dalga dalga gerginlik yayılıyordu. “Bir şey bildiğim falan yok.” Özgür’ün gözlerindeki ifade beni şaşkınlığa uğrattı. Atalay her neyi ima etmişse, bunu çok iyi anlamıştı ve inkar ediyordu.

“Söyleyeyim o zaman?” Bu bir tehditti. Ve Atalay tehdit ederken ufacık bile gocunmamıştı.

Saçmalamayı kes,” dedi Özgür sandalyesini iterek ayağa kalkarken. Oturduğu yerden ona bakan Atalay’ın gülümsemesi büyüdü. Açelya tedirgince ikisine bakıyordu. Tıpkı hepimiz gibi. Özgür odadan hızla çıkarken Atalay arkasından seslendi. Dilini dişlerinin üzerinde dolaştırırken, “Buna suçlu psikolojisi diyorlar, sevgili kuzenim,” dedi alayla.

“Atalay,” diye uyardı onu babası. Ben de ona öfkeyle baktım. Ne yapmaya çalışıyordu? İnsanları şüphelendireceğine direkt gerçekleri anlatsaydı daha kolay olurdu.

“Beni uyarmaya kalkma, baba.” Ardından bana baktı ve “Sende şu dişlerini gıcırdatma,” dedi.

“Bu kadar sinirlenmene gerek var mı?” diye sordu Açelya yumuşacık bir sesle. Neydi bu, Atalay’ı tavlama sesi mi?

Atalay ona cevap vermeden ayağa kalktı ve çıktı, az sonra dış kapının gürültüyle kapandığını duydum. İç çekmemeye çalışarak kafamı eğdim ama bu olaydan sonra doğru dürüst bir şey yiyemedim. Herkeste bir sessizlik ve keyifsizlik vardı. Yemek bittiğinde ayağa kalkıp asık yüzlerden müsaade istedim ve Özgür’ü aramaya çıktım. Bahçede, mutfakta, odasında bulamayınca telefonu çıkarıp aradım.

‘Aradığınız numaraya şu anda ulaşılamıyor, Lüt-’ Telefonu kapattım ve oflayarak cebime koymadan önce eve bir taksi çağırdım. Özgür’e o kadar öfkelenmiştim ki… Neredeydi? Neden kaçıp gitmişti? Üstelik bana bir açıklama borçluydu. Fakat görünen oydu ki, bugün Özgür’le konuşmam mümkün değildi.

Kendimi yorgun hissediyordum. Acı fiziksel değil, ruhsaldı. Sıkıntı ve stres omuzlarımda büyük bir yorgunluğa sebep oluyordu.

Bahçeye çıkıp taksi gelene kadar denizi ve denizin etrafındaki ışıkları seyrettim. İstanbul’da hayat günün her saatinde canlı olurdu. Bu şehirde ışıklar asla kapanmaz, şehir sessizliğe gömülmezdi. Ama denizin kokusunu içime çekmeyi seviyordum. Marmara denizi İstanbul’a has bir koku salgılıyor gibiydi. Bu şehre aşık olanları gayet iyi anlıyordum.

“Hanımefendi?” Yanımdan gelen sesin sakin olmasına rağmen irkildim. “Affedersiniz,” dedi Atalay’ın şoförü olduğunu hatırladığım adam saygısını koruyup aynı sesle devam etti. “Atalay bey sizi eve bırakmamı emretti.”

Kaşlarımı çattım. “Teşekkür ederim ama ben bir taksi çağırdım zaten.” Adam sesini çıkarmadan elinde tuttuğu telefonu bana uzattı.

Ekrana baktım. Atalay Bey… derin bir nefes verdim. “Ben eve gidebilirim,” dedim direkt.

“Ah, bundan şüphem yok, prenses.” Kısa bir duraksamadan sonra tok sesi kulaklarımı tekrar dolurdu. “Ama bence şoförümle eve gitsen daha iyi. Saat geç oldu.”

“Atalay,” diye cümleye sertçe giriş yaptığımda benim sesimden daha sert bir şekilde lafı ağzıma tıkadı.

“Şu lanet olası arabaya bin. Bu saçma inat da neyin nesi?” Neyin nesi mi? Sofrada söylediklerini unutmuş muydu?

Bunları burada konuşmak tehlikeli olabileceğinden dilimi ısırdım ve telefonu yüzüne kapattım. “Lütfen arabaya binin, azar yemek istemiyorum,” dediğinde şoföre baktım. Derin bir iç çektim ve adamın peşinden garaja gittim.

Yolda taksi isteğimi reddettiğimde adam haklı olarak beni azarladı. Zararını banka aracılığyla ödeyebileceğimi söylediğimde telefonumu yüzüme hiddetle kapattı. Eh, küfür ettiğini daha iyi anlayamazdım herhalde.

Yol boyunca, kenarlara dikilmiş sokak lambalarının aydınlattığı etrafa baktım ve olanları düşündüm. Atalay’ın beklenmedik çıkışını, Açelya’yı ve Özgür’ün benden sakladığı sırrı… Kafam sürekli bunlarla meşguldü ama tek başıma cevap bulamazdım.

Evime vardığımda, daha girmeden bile rahatladığımı hissettim. “Teşekkür ederim,” dedim soföre sitenin içine girmeden durmasını söyledikten sonra.

Eve girdiğimde anahtarları beyaz vestiyerin üzerindeki geniş süs kasesine attım. Çantamı astım, sandaletlerimi de çıkarıp kenara koydum. Direkt yatak odasına giderek kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. Allah’ım… İşte rahatlık buydu.

Gözlerim karanlığa alışıncaya kadar tavanı seyrettim. Yorgunluk tüm vücuduma yayılsa tuhaf bir şekilde hoşuma gidiyordu. Bir de kahve içsem, tamamdı. Ama birazcık daha uzanmak istedim. Kalkmaya deli gibi üşeniyordum.

O pozisyonda kıpırdamadan bir saate yakın kaldım. Kahve içmek için kalkmaya üşensem de çalan kapı beni ayağa kaldırdı. İki ihtimal vardı. Ya Özgür ya da…

Kapının dürbününden baktım. Bu da ne?

Elbette kapıyı açmadım. Birkaç dakika öylece geçip gitti. Çantamdaki telefonum titredi. Numaraya baktım ve hızlıca açtım. “Benim, Eylül. Aç şu kapıyı.”

Hemen yanımdaki vestiyerin aynasından birbirine geçmiş saçlarımı düzelttim. Kapıyı açtım. Yadası Atalay’dı işte. Devasa pembe bir ayacağın arkasından sırıtarak çıktı. “İnanılmazsın,” dedim hayretle.

“Biliyorum,” dedi ve kendi boyuna yakın olan ayıçığın kulaklarından tutup içeriye sürükledi. Kapılardan geçirirken epey zorlandı. Kapıyı örtüp onu takip ettim.

“Bu ne şimdi?” dedi kapının sövesine yaslanıp ayıcığı yatak odasının köşesine yerleştiren Atalay’a bakarak.

“Ayıcık,” dedi ayıcığı şeffaf poşetinden çıkarmakla cebelleşirken.

“Hadi, ben ikinci Atalay olarak görmüştüm,” dedim göz devirerek. “Ciddiyim, bu ne?”

“Ayıcıkları çok sevdiğinde göre ikinci Atalay demeni aşk itirafı olarak kabul ediyorum.” Sırıtarak bana baktı. Kenara attığı poşete baktım. “Ayıcıkları çok kadar sevdiğini biliyordum. Önceden sana almak isterdim ama…” Sustu. Lafın devamını ikimizde biliyorduk. Ama geberesice babam vardı. “Nasip şimdiyeymiş.”

“Senden ayıcık nasibi istemedim.”

“İstesen tuhaf olurdu zaten.” Yürüdü ve tam karşımda durdu. “Modern çağdaki prenseslerin pembe ayıcıkları olur.”

“Ben prenses falan değilim,” dedim inatla. İçimde yükselen sırıtma isteğini bastırdım. Atalay olmasaydı ayıcığın üzerine atlayabilirdim.

Beni söveden çekip duvara yasladıktan sonra bir adım daha atarak vücutlarımızı yapıştırdı. Bez parçalarının üzerinden bile sıcaklığı vücuduma oluk oluk yayılıyordu. Gözlerimi kırpmadan koyu kahve gözlerine baktım. “Sen bir de bana sor.”

Kaşlarımı çattım. “Ayrıca iyice alıştın evime gelmeye.”

“Sende alışacaksın,” dedi gülerken. Dudaklarıma doğru yaklaştığında elimle dudaklarını tuttum.

Kaşlarımı kaldırdım. “Uzak dur.”

Elimin altındaki yumuşak dudakları kıpırdadı. “Dünyadaki en zor iş bu dediğin.”

Sonra elimi tutarak aşağı indirdi. Kulağıma doğru eğildiğinde göğsümü zorlayan kalbimin atışı mümkünmüş gibi daha da hızlandı. “Seni öpmemi istemediğini söyleyemezsin,” diye fısıldarken nefesi boynuma değdi ve ürperdim.

Yutkundum. “İstemiyorum.”

Dudağının kenarı usulca kıvrıldı. “Ama prensler prensesleri öper, öyle değil mi?”

“Sen prens değilsin,” dedim dalga geçerek.

“Bir dahakine kapına beyaz atımla geleceğim o halde.” Gözlerindeki o hınzır ışıltı… Kokusu ve tenime değen sıcaklığı beni kıvrandırıyordu.

İçimde öylesine farklı bir duygu kabardı ki. Uzanıp ben onu öpmek istedim ama tabi ki bunu yapmadım. Bakışları, gülüşü… Koyu ve parlak gözleri, uzun sık kirpikleri ve düzgün dişleri…Her şeyiyle kendine özgü ve can alıcıydı. Atalay… Çok güzeldi…

Yine aynısını yaptı. Eğildi, boşluğumdan yararlanıp dudağımın kenarını öptü ve ben aptal gibi iç çektim. Evet, tam olarak bunu yaptım.

Toparlan, Eylül. Daha hesap soracaksın…

“Eylül,” diye fısıldadı.

“Atalay?”

“Eylül,” diye garip bir ifadeyle tekrarladı. Sesindeki anlamını çözemediğim garip ton beni afallattı. Ne isteyeceğini kestiremeyerek yüzüne baktım ama ne isterse istesin cevabım hayırdı.

“Efendim?” dedim sabırsız ve daha yüksek bir tonla.

“Ayağıma basıyorsun.” Şaşkınlıkla ağzım aralandı ve gözlerine bakakaldım.

“Bir adım geri git o zaman,” dedim öfkeyle. Aptal ve öküzsün Atalay. Romatikliği de işte buraya kadardı.

Sessiz bir anda karnım guruldadı ve ben ikinci kez rezil oldum. “O zaman, yemek yapma vakti. Bu tarihi kenara not et. Çocuklarımıza bu tarihte ilk kez beraber yemek yaptığımızı söyleyeceğiz.”

💔

Instagram; nn.okuyucu

Continue Reading

You'll Also Like

6.7K 2.2K 49
Aşk maviydi. Aşk umuttu. Sevipte sevilmeyi ummaktı aşk. Aşk siyahtı. Aşk imkansızdı. Kanı kırmızı akan kalbin aralarına siyahın bulanmasıydı. İstesen...
1K 222 13
Küçüklüğümüzden bu yana, bize kader ile ilgili öğretilen üç gerçek vardır. Birincisi: doğacağın gün. İkincisi: öleceğin gün. Üçüncüsü ise: evlenip, h...
1.1M 45.7K 42
0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kategorisinde 1.S...
12:30 SEANSI By damy

Mystery / Thriller

1.6M 99.1K 50
[WATTYS 2022 KAZANANI] Parmağı omzumun üzerindeki belli belirsiz benlere dokundu. Ardından köprücük kemiğime kaydığında dudaklarım, bir nefese muhtaç...