VERA İLE VAHA

By kariabenam

7.1M 338K 154K

"Geçmişin bana ait," dedi ve kulağıma yaklaşarak fısıldadı. "İstesen de beni unutamazsın." Geçmiş can yakar... More

Giriş
1: "Yeni Yaşam"
2: "Günışığı Yanarken"
3: "Sarsıntı"
4: "Kavga"
5: "Beni Rahat Bırak"
6: "Hata"
7: "Sorgu"
8: "Müzik, Ses ve Dans"
9: "Yorgunluk"
10: "Karanlık"
11:"Geri Çevirmek"
12: "Asansör"
13: "Yakınlık"
14: "Gecenin Pençesi"
15: "Uzaklaşma"
16: "Plaj"
17: "Uğursuz Gece"
18: "Aidiyet"
19: "Telefondaki Adam"
20: "Karanlığa Açılan Zaman"
21: "Gök Gürültüsü"
22: "Umutsuz Bir Kaçış"
23: "Geçmişin Keskin Ucu"
24: "Geçmişin Kör Ucu"
26: "Bir İlk Daha"
27: "Geleceğe Açılan İlk Kapı"
28: "Teslimiyet'"
29: "Karmakarışık"
30: "Uyarı"
31: "Hediye"
32: "Doğum Günü"
33: "Yüzleşme"
34: "Yarım Gerçek"
35: "Dönüm Noktası"
36: "Kırık Dökük Ev, Hatıralar"
37: "Kopan İlk Fırtına"
38: "Yılların Sürgünü"
39: "Yenilikler"
40: "Kamp"
41: "Gerçeğin Öteki Yansıması"
42: "Yaraların Tortusu"
43: "Bocalamak"
44: "Tene Dökülen Ruh"
45: "Varlığın Başlangıcı"
46: "Paslanmaya Başlayan Zincir"
47: "Fazla Mutluluk Acı Getirir"
48: "Ayrılığın İnce Toprağı"
49: "Istırabın Hafızası"
50: "Keder Gibi Kader"
51: "Beyaz Sayfa"
52: "İntikam"
53: "Yakamoz"
54: "Kazanılanlar ve Kaybedilenler"
55: "Soluk Dün, Parlak Yarın"
56: "Kırlangıçdönümü"
57: "Işıkların Altında"
"Geçmiş"
58: "Final"
Özel Bölüm

25: "Film Gecesi"

115K 5.5K 2.2K
By kariabenam

25. Bölüm: "Film Gecesi"

Eğer herhangi bir konu hakkında çıkarımda bulunacaksanız, büyük resmi görmeniz gerekiyordu. En ince detayına, inceliklerine kadar her şeyini... Sürecin ilerleyişini, durumun şimdiki aşamaya gelene kadar ki tüm etkenleri. Ama ben yapamıyordum. O büyük resmi görmek istemiyordum çünkü şu an ne kadar zor durumdaysam, büyük resmi görmek beni o denli çıkmaza sokacaktı, biliyordum.

Bazen bilinmezlik mutlak kurtuluşun anahtarı olabiliyordu. Ya da muğlak bir bataklığın...

Önünde uzanan yola dikkatle bakan Özgür'e baktım. Bugün, evime geldiği andan beri sıcaklıktan yakınıyordu. Haklıydı da. Vakit ikindi olmasına karşın güneş tüm sıcaklığını üzerimize gönderiyordu. Giydiğim kısa, ipli kol, hiçbir deseni olmayan mor renk elbisem bile beni sıcaklıktan kurtarmıyordu. Özgür de giydiği su yeşili sıfır kol tişörtüne ve beyaz renk şortuna rağmen benden altta kalır yanı yoktu. Hava bunaltıcı derecede sıcak ve nemliydi. Neyse ki Özgür arabasının klimasını açmıştı.

"Kuzenlerinin olması çok güzel," dedim gözlerimi ondan çekip yola çevirirken. Dizlerimi karnıma çekerek oturmak istesem de krem renk sandaletlerimin bağcıklarını çözmeye üşendiğimden sabit pozisyonda kaldım. Saçlarım enseme değmesin diye tepemde düzgün bir topuz yapmıştım. Makyaj namına da sadece rimel, dudağıma da pembemsi bir parlatıcı sürmüştüm.

"Nazlı, evet. Ama Atalay," dedi kafasını iki yana sallayarak. "Oyum hayır."

Sol elimle, sağ parmağımdaki yüzüğü çevirip dururken gülümsedim. "İkinizin ortak arkadaş olması epey garip." Sağdan bize yanaşan uçuk kırmızı araba dikkatimi çekince o tarafa kısa bir bakış attım.

"Çocukluk arkadaşı olduğumuzu varsayarsak pek garip değil. Şimdiki kafa yapılarımızla ortak arkadaş bulmak samanlıkta iğne aramak gibi bir şey olurdu." Sesindeki durgunluk bana da etki ediyor, uykumu getiriyordu.

"Çocukluk arkadaşı mı?" dedim kaşlarımı çatarak.

Kafasını ağır ağır salladı. "Ailelerimiz önceden, biz küçükken ortaklarmış. Haliyle sık sık bir araya geliyorduk."

Özgür'ün söyledikleri beni istemsizce geçmişime sürükledi. Ben ufakken arkadaşım yoktu, oyun bile oynayamazdım, babam izin vermezdi. Pencerenin kenarına oturur, sokakta istop oynayan çocuklara bakardım. Evde durmak canımı çok sıkardı. Babam, herhangi bir işte çalışmadığı için televizyonu daima meşgul eder, kendi istediği programları açardı. Bunlar genelde futbol programları olurdu. Babamın tuttuğu takım kazanırsa keyfinden geçilmezdi. Yok eğer ki kaybederse, yüksek sesli küfürler ederdi. Üstelik yalnızca oyuncular değil, biz de nasibimizi alırdık.

Ağabeyimse istediği gibi, sokaklar ötesine gidebilir, istediği saatte geri dönebilirdi. Aslında babam beni her ne kadar sıktıysa da, onu da o kadar başıboş bırakmıştı. Ağabeyim bu yüzden serserinin teki olup çıkmıştı. İkimizin de kurban olduğunu söylemek pek de yanlış olmazdı. Ama kuşkusuz, babamdan en büyük darbeyi ben almıştım.

"O zaman güzel bir çocukluk geçirmiş olmalısın." İki yıldır Özgür'le birlikte olmamıza rağmen onunla çocukluğumuza dair konuşmamıştık. Aslında bir sebebi yoktu. Sadece... Ne gerek vardı ki benim acınası geçmişimi anlatmaya?

Evin garaja giden kapısı ağırca açılırken durdu. "Kesinlikle," dedi içten bir gülümsemeyle baktıktan sonra. İşlemeli demir kapı tamamen açıldığında araba yeniden harekete geçti. Özgür garaja girdiğinde Atalay'ı ve yanındaki adamı gördüm. Onların da bizi fark ettiğini bilsem de dönüp bakmadılar. Atalay'ın üzerinde siyah takım elbisesi varken, yanındaki adam petrol mavisi bir tişört giymiş, altına da koyu mavi pantolon giyinmişti. Atalay'ın yüzünde ciddi bir ifade varken onun yüzü sakindi. Adamın dudağının kenarı hafifçe kıvrıldığında bakışlarımı kaçırdım. Tamam, adamın gülüşü normaldi fakat bir şeyler onu tehlikeli ve ürkütücü gösteriyordu. Üstelik fazlasıyla yakışıklı olmasına rağmen.

Tüm bu gözlemlerimi birkaç saniye içinde edinmiştim. Özgür kontaktan anahtarı çekmeden önce, "Harika, işte Atalay ve onun çok sevimli arkadaşı," dedi tiksinir gibi. Kaşlarımı çattığımı görmüş olmalı ki açıklama yaptı. "Bu adamda beni huzursuz eden bir şeyler var," dedi başıyla adamı göstererek. Adam Atalay'dan birkaç yaş küçük gözüküyordu.

Arabadan indiğimde göz ucuyla Atalay'a baktım. Dudağını hafifçe büzerek bir beni bir Özgür'ü süzdü. Yanındaki adam da Atalay'ın bakışlarını takip ederek bize döndü fakat bakışları boş ve ilgisizdi. Adam Özgür'e ağır adımlarla ilerleyip elini kararlılıkla uzatırken gözlerini dikmişti. "Merhaba, Özgür,"dedi ve gözlerini kıstı. "Selam vermesem, konuşmadan gidecekmiş gibi duruyordun."

Özgür gülümsedi ve uzatılan eli sıktı. "Tabi ki selam verecektim."

Adam da gülümsedi. "Yalanları yakalama konusunda iyi olduğumu biliyorsun. Bence bana karşı dürüst olman kendin için daha az aşağılayıcı olur," dediğinde kaşlarımı çatarak adama baktım. Fazla dobra ve... Gerçekten epey umursamazdı fakat gözlerindeki ışıltı sivri zekasının yansıyan bir emaresiydi.

Sonra bana döndü ve bu kez da bana elini uzattı. "Galiba Özgür'le nişanlısın," dedi yüzüğümü işaret ederek.

Uzattığı elini tereddüt ederek sıktığımda gülümsemeye çalıştım. "Ben Gökhan Tunalı. Atalay'ın bir arkadaşıyım," dedi monoton bir sesle.

"Ben de tahmin ettiğin üzere Özgür'ün nişanlısı, Eylül." Atalay'ın yoğun bakışlarını üzerimde hissettim fakat isminin Gökhan olduğunu öğrendiğim adamın bakışları hipnotize ediciydi. Beni ciddi anlamda tedirgin ediyordu.

Gökhan elini yavaşça çekip omzu üzerinden Atalay'a baktı. "Bir ara, ben Balıkesir'e dönmeden önce, konuyla ilgili konuşuruz," dediğinde Atalay kafasını yavaşça salladı. Gökhan cebindeki anahtarı çıkardı ve bize bir kez daha şöyle bir bakıp siyah renk arabasına bindi.

Araba hareket edip garajdan çıktığı sırada Özgür, "Bu adamı eve getirmene gerek var mıydı?" diye huysuzlandı. Özgür kısmen de olsa haklı sayılırdı çünkü adam gitmesine rağmen hala üzerimizde bıraktığı etki devam ediyordu. Bakışları gözümün önüne gelince bile tüylerim ürperiyordu.

"O benim arkadaşım," dedi Atalay bastırarak. "O da herhalde bizim evimizi görmeye gelmedi. İşimiz vardı."

Yürümeye başlayan Özgür durdu. "İşinizi başka bir yerde de halledebilirdiniz." Özgür'ün sesindeki bariz memnuniyetsizlik havaya dalga dalga yayıldı ama bu, Atalay'ın konuşmadan önce bıraktığı uzun süreli sessizlikten daha az etkiliydi.

Atalay birkaç adımda Özgür'ün karşısında durdu. Atalay ve Özgür arasındaki boy farkı az olsa da garip bir şekilde Atalay ona tepeden bakabiliyordu. Özgür, onun karşısında gerek kıyafeti, gerekse duruş tarzından daha çocuksu görünüyordu. Atalay kendinden emin ve dimdik duruyordu. Her hareketinden güç yayılıyordu.

"Bunu sana mı soracağım?" dedi tehlikeli bir tonla. Tek bir hareketiyle Özgür'ü yere serebilecekmiş gibi gözüküyordu.

Derin bir nefes verdim. "Şunu kesin," dedim sakin fakat net bir şekilde. Atalay Özgür'e birkaç saniye daha baktı fakat tek kelime etmeden garajın çıkışına doğru gitti.

"Bu kendini ne zannediyor? Babamla konuşmam gerek, kafasına göre ne idiği belirsiz bir adamı eve sokmasın."

Koluna hafifçe dokundum. Sakinleştirmek için tebessüm ettim. "Bence o da eve getirdiği kişiyi tanıyordur, boşuna endişe ediyorsun. Hem onun da bu evde ailesi var." Yeşil gözleri kırılmış bir tavırla yüzümde dolaştı. Ona destek olmamı bekliyordu ama ne yapsaydım? Git ve Atalay'la kavga et çünkü az önceki o adam gerçekten ürkütücüydü mü deseydim? Hem söylediğimin arkasındaydım. Atalay arkadaşının kim olduğunu bilirdi. O insanları tanıma konusunda ustaydı.

"Özgür kendini boş yere yıpratıyorsun. Onu biraz görmezden gelmeye çalışsan?" dedim yersiz nefretini dindirmesini umarak. Üstelik henüz bizim geçmişimizi bile bilmeden... Bu düşünce kısa bir anlığına nefesimi kesti. Şirin yüz ifademi takınıp Özgür'ün yeni tıraşlanmış yanağını sıktım. Bu hareketim bir nişanlının yapacağının aksine fazla dostaneydi ama Özgür aldırmadan göz devirip kıkırdadı.

Dişlerini sıkıp topuzumu avuçladığında çığlık atarak eline vurdum. Neysi ki saçımı bozmadan elini çekti. Sözleşmiş gibi aynı anda dışarıya doğru yürümeye başladığımızda Özgür elimi tutunca yüzümdeki gülümseme dondu ama kendimi hemen toparlamaya çalıştım.

Deniyorsun, Eylül... Elini bir yabancı değil, Özgür tutuyor.

Fakat kendimi rahatlatma çabam yersizdi çünkü parmaklarımın arasına geçmiş parmakları beni huzursuz hissediyordu. Sanki tüm bu davranışlar aramızdaki iletişimi zedeliyordu. Böyle hareketler bizlik değildi... Bilmiyordum ama kendimi kötü hissediyordum ve bu çok aptalcaydı.

Özgür evin ziline bastığında fark ettim kapıya geldiğimizi. Öylesine kasılmıştım ki, tek odağım birbirine dolanmış ellerimizdi. Kapı açılıp içeriye girdiğimizde Özgür elimi bıraktı. Sessizce, derin bir nefes verdim. Daha sonra gülümseyebildim bize sırıtarak bakan Raziye teyzeye. "Sizi bekliyorlar," dedi aceleyle. "Azıcık daha gelmeseniz kıyameti koparacaklar." Başına örttüğü yazmasından saçının ön kısımları gözüküyordu. Takma dişleri, iyi bir dişçiye gitmediğini kanıtlar nitelikteydi.

Özgür gözlerini açıp bana döndü. "Şimdi bizi azarlayacaklar, hazır ol." Saçları dağınık olmasına rağmen bir teli dahi yerinden kıpırdamıyordu. Onu çok kez, saçına bolca sprey sıkarken görmüştüm. Bir anda aklıma, daha önce Özgür'ün saçlarına dokunup dokunmadığım geldi. Eğer dokunmuşsam da hatırlamıyordum.

Fakat Atalay'ın ince telli, sık saçlarının yumuşaklığını hala daha avucumda hissedebiliyordum. Saçlarını her zaman özenle geriye doğru taramış olsa da sprey sıkmıyor gibi yumuşacıktı. Saçlarına dokunmayı, yüzüne dokunmak kadar severdim. Kendimi hiç keşfedilmemiş, bana ait bir gezegende dolaşıyormuşum hissi verirdi. Ve bu sahiplik duygusu beni ona bağlayan en önemli etkenlerden biriydi. Lanet olası etkenlerden sadece biri...

Kafamı iki yana sallayarak düşüncelerimi kafamdan silkmeye çalıştım.

Karanlık odaya girdiğimiz anda buranın bir sinema odası olduğunu anladım. Kocaman ekranın karşısında, oldukça rahat gözüken ve bir kare şeklini oluşturan düzende koltuklar vardı. Oda karanlık olsa da ekranın saf beyaz ışığı aydınlatmaya yetiyordu.

"Yolda bayılıp kaldınız sandık," dedi Güneş 'e yuh artık' der gibi bakarak. Diğerleri de onu onaylarcasına homurdandı.

Atalay'ın çaprazındaki koltuğun arkasına geçip ayakta dikildik. "Haraç keseceğim, ağabey, üzgünüm. Beş yüz lira sökülmezsen odaya sizi sokmam." Ağabeyi gibi dağınık saçlara sahip olan Kerim'e baktım. Fakat göz rengi yeşil değil, açık kahveydi. Boyu da neredeyse Özgür'e yakındı. Yaşı küçük olduğundan bu durum biraz sırıtsa da kendine has bir özellik katıyordu.

Bakışlarım, koltuğun kenarında, ayak bileğini dizine atarak rahat bir pozisyonda oturmuş Atalay'a kaydı. Uğraştığı telefonun ekranından çıkan ışık yüz hatlarını belirginleşmişti. Her zamanki gibiydi işte. Can yakıcı, kıvrandırıcı ve bakanın defalarca kez daha bakmak isteyeceği gibi. Kafasını kaldırıp sohbete bir an bile katılmadı. Güneş, Mert ve Emre bizi fırçalarken bile.

"Hey, tamam artık. Abartmayın, geldik işte." Özgür'ün bu sözü hepsini tatmin etmiş göründü. Herkes bize bakmayı kesip birbirlerine döndüler ve biz gelmeden önce tartıştıkları belli olan bir konuya döndüler. Biraz dinleyince konunun film olduğunu anladım. "Siccin mi?" dedi Güneş Emre'ye uzaylıya dönüşmüş gibi bakarak. Hafif dibinin geldiği sar saçlarını savurdu ve konuya açıklık getirerek, "Korku ile ilgili bir film olmaz," dedi.

Atalay geldiğimizden beri ilk kez, kafasını kaldırmadan Mert'e eğlenir gibi baktı. "Şansına küs, Mert."

Gözlerimi kısarak ona diktim. Aptal herif...

Güneş yüzünü buruşturarak dudaklarını öne uzattı. "Sen sus," dedi Atalay'a. "Sana bir sürprizim var hem."

Atalay merakını gizleyemediğinde yüzünde beliren o ifade belirdi. Kuşkulu bir surat. Önceden bu yüz ifadesinin onu sevimli gösterdiğini düşünürdüm. Hep beni güldürürdü. Sonra da uzanıp yanağını öperdim. O zaman da yüzünü geniş bir gülümseme kaplardı. "Beni korkutuyorsun."

"Korkma," dedi Güneş ama ses tonundaki keskinlik bir haltlar yemiş olduğunun en belirgin kanıtıydı. "Bence sevineceksin."

Atalay Güneş'e biraz baktı ve ekledi. "Galiba beni sinir edeceksin. Bence dediğine göre."

Güneş bu konunun kapandığını belli edercesine omuz silkti. Ensesine değen uzun saçlarını görmek bile beni terletiyordu. 'Yalvarırım şu saçlarını topla,' demek istedim. Şükür ki oda, hatta tüm ev, klimalıydı da yavaş yavaş serinlemeye başlamıştık.

Kerim'le kısık sesle konuşan Özgür'e döndüm. Aralarındaki para mevzusu Özgür'ün hakaretiyle kapandığında, "Biz niye oturmuyoruz?" diye sordum. Gerçekten de geldiğimizden beri davet mektubu bekler gibi ayakta dikiliyorduk.

Özgür de bunu ben söyledikten sonra fark etmiş olacak ki, "Harbi ya," dedi şaşkınlıkla. "Oturalım."

Ekranın karşısındaki koltukta Atalay oturuyordu. Onun sol çaprazında Güneş ve Mert oturuyordu. Kerim de sanki çiftlerin yanına oturmak günahmış gibi Atalay ve Emre'nin yanına oturdu. Özgür ve ben de Güneş ve Mert'in karşısına oturmuştuk. Buradan bakılınca Mert'in kuzguni renk saçları olduğundan daha açık tonda, Güneş'in saçları da beyaza yakın bir renkte gözüküyordu.

Emre derin bir nefes verdi. "Hadi artık, seçelim şu filmi." Bu konuyu ne kadar uzun süre tartışmışlarsa, Emre'ye gına geldiği belliydi. "Bence bilimkurgu olsun."

Atalay telefonun ekranını kapatarak cebine koydu ve ayaklandı. Emre'yi onayladı. "Kesinlikle," dedi ve hemen ekledi. "Siz filmi seçene kadar üzerimi değiştireyim."

Güneş bir kez daha itiraz etti. "E ama, yuh. Keşke bir saat geç gelseydik," dedi. Üzerinden yayılan heyecanın bir etkisiydi bu. İlk kez onu böyle huysuz, telaşlı ve sabırsız görüyordum. Bu tavırları beni olduğu kadar diğerlerini de meraklandırmıştı.

Atalay tek kelime etmeden odadan sakince çıktığında Emre, "Güneş, lütfen Atalay'ın hoşlanmayacağı bir şey yapma," dedi.

Özgür Güneş'in yerine göz devirdi. "Ve Atalay'ın avukatı konuşur..."

Emre ofladı ve "Ne alakası var oğlum? Aynı şey sana olsa, seni savunurdum," dedi. Özgür omuz silkince yanına döndü ve Kerim'e fısıltıyla bir şey dedi. Kerim ağabeyine bakıp güldü ve o da Emre'ye bir şey dedi. İkisi de sesli bir kahkaha attı.

Özgür'e yaklaşıp, "Takma onları," dedim.

Gülümsedi ve kolunu omzuma attı. Bir an ne yapacağımı şaşırdım. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Gözlerindeki yeşil ton açılmıştı ve buradan bakılınca birazcık ürkütücü görünüyordu. "Sen varsın ya, kimi takayım?"

Ben de tebessüm etmeye çalıştım fakat yüz kaslarım uyuşmuş gibiydi. Neyse ki Güneş Özgür'ün dikkatini üzerine çekti. "E o zaman, filmden önce tabu oynayalım. Hem yenen taraf filmi seçer, tartışma çıkmaz."

Kerim oturduğu yerden fırlayıp, "Tamam, süper fikir," dedi. "Tabuyu getireyim." Gürültüyle kapıyı açıp arkasından örttü.

"İşin gücün oyun oynayıp eğlenmek," diye yakındı Emre. "Yemin ederim, senin yüzünden olgunluk aşamasına geçemedik." Emre, tıpkı Mert, Güneş ve Özgür gibi şort giyinmişti.

Güneş ona dil çıkarıp masanın üzerindeki, içinde patlamış mısır olan kaseye uzanıp avucunu doldurdu ve ağzına mısırları tıkadı. "Tabi ki, ben ne istersem yapmak zorundasınız," dedi ağzının dolu olmasından dolayı zar zor konuşarak. Gerçekten de, Mert hariç, hepsi onu kız kardeşi gibi gördüğü açıktı.

Kapı açılınca gözlerim oraya doğru çevrildi. Saçları ıslaktı fakat karışmış olmasına bakılırsa havluyla kurulamaya çalışmıştı. Tam olarak bacaklarına yapışmayan ama fiziğini hafifçe belli eden kot pantolonu ve beyaz tişörtüyle Atalay içeriye girdi. Beyaz renginin en çok Atalay'a yakıştığını itiraf etmek dürüstlük olurdu.

Atalay'ın bakışları, Özgür'ün omzuma attığı koluna kaydı ve yüzü donuklaştı. Gözlerinde beni ikaz eder gibi bir hava vardı ama ben oralı olmadan önüme döndüm ve nereye bakacağımı şaşırarak saçma sapan şeylere odaklanmaya çalıştım.

Atalay'ın, az evvelki yerine oturduğunu göz ucuyla gördüm. Bana hala baktığını biliyordum, bunu hissediyordum ve bu durum beni daha çok tedirgin ediyordu çünkü Atalay'ın ne yapacağını kestiremiyordum. Bize herhangi bir laf söyleyebilirdi. Geçen gün, Raziye teyzenin yanında ettiği absürt laf gibi bir cümle kurabilirdi. Yani şüpheyi üzerimize çekecek herhangi bir girişimde bulunabilirdi.

Kerim odaya çıktığı gürültünün bir tık daha fazlasıyla odaya girdi. "Hadi," dedi kelimeyi çocuksu bir heyecanla uzatarak. "Grupları oluşturalım."

Atalay, "Güneş, bu senin işin değilse bileklerimi keserim," dedi.

Güneş'in kıkırdadığını duysam da Atalay itiraz etmedi. Sonuçta Güneş, arkadaş grubunun değerli kızıydı. Birlikte büyüdükleri düşünüldüğünde çok da garip bir durum değildi. "Senin sevgiline acıyorum, Atalay." Bu sözü söyleyen Güneş'e refleksle baktım. Sonra da Atalay'a.

"Benim sevgilim," dedi dudağının kenarı kıvrılırken. Saçının bir tutamının ucundan dökülen bir damla su beyaz tişörtünü ıslattı. Elini saçlarının arasından geçirerek geriye doğru yatırdı. "Dünyanın en şanslı kızı olmalı. Yani bana bir baksana." Eliyle kendini gösterdi. Gözlerindeki alaycılık insanın sinirini bozacak cinstendi. Göz devirerek önüme döndüm.

Aptal, gerzek herif. Al kız arkadaşını da başına çal. Zaten senin sevgilin de senin gibi muşmula surat olur.

"Şimdi," dedi Kerim derin bir nefes vererek. "Bence sevgilileri ayırmayalım. Dördünüz bir olun," dedi Özgür'ü, beni, Mert'i ve Güneş'i kast ederek. "Biz uç sap da bir olalım." En son sevgilisi yok muydu bunun?

"Nereden biliyorsun lan sap olduğumu?" dedi Emre. "Bir çıtır var," diye de keyifle ekledi.

Atalay yüzünü ekşiterek, daha çok tiksinircesine Emre'ye baktı. "O nasıl bir benzetme, iğrenç." Atalay bu tarz konularda ince düşünen bir adamdı. Şu an hala bu özelliğini koruyor olması beni sevindirdi. O kadınlara yönelik, böyle cinselliği çağrıştıracak herhangi bir benzetme yapılmasından hoşlanmazdı. Çıtır, piliç, ateşli, taş... Bu gibi benzetmelerden nefret ettiğini biliyordum. "Hem bundan bize ne?"

Emre hiç oralı olmadı. "Tamam, ilk kim başlıyor?"

Güneş hemen, "Biz!" diye heyecanla atıldı. "Ama yasaklı kelimeleri kontrol edebilmemiz için yer değiştirmemiz gerekiyor. Kerim, sen bizim aramıza gir. Eylül, sen de Atalay'la Emre'nin arasına." Şaşkınlıkla kaldım, ne demek Atalay'la Emre'nin arasına otur? Hem de Atalay. Atalay?

"İyi fikir," dedi Kerim sanki içimdekileri açıklığa kavuşturmak ister gibi. "Ağabeyim, Atalay ağabeyimin yanına oturursa birbirlerini parçalarlar," dediğinde Özgür Kerim'e kötücül bir bakış fırlattı. Kerim masanın etrafından dolaşarak Güneş'le Mert'in arasına oturdu. Atalay'ın gülümseyerek bana baktığını görünce iyice gerildim ama ayağı kalkarak, sanki yavaş hareket etmem belli sonumu engelleyebilecekmiş gibi, ağır ağır yürüdüm fakat mesafenin kısalığı yüzünden birkaç adımda yanlarına gittim. İkisinin arasına eşit aralık bırakarak oturdum ve daha oturmadan bile Atalay'ın kokusu burnuma doldu.

Yutkundum ve Atalay'ın yanımdaki varlığını unutmaya çalışarak, "Başlayalım artık," dedim. Ama bunu unutmak imkansızdı. Sanki vücudundan yüksek bir ısı çıkıyor, beni de kavuruyordu. Nefesim istemsizce düzensizleşti.

Kerim kağıtları dağıttı, bana, "Başla, yenge," dedi. Atalay'ın sesli denilebilecek bir nefes verdiğini duydum. Uzattığı kağıtları almak için sol tarafıma doğru eğilirken Atalay'a yaklaşmış oldum ama hemen doğruldum.

"Tamam, başlıyorum," dedim her şey normalmiş gibi bir izlenim yaratmaya çabalayarak. Aslında, kalbimdeki ve vücudumdaki telaşlı hareketlenme dışında her şey normaldi de.

"Kum saatini çeviriyorum." Kerim'in ikazından sonra Atalay bana yaklaştı. Daha doğrusu elimdeki kağıda. Çünkü her ne kadar ekrandan yansıyan beyaz ışık olsa da, biz ekranın karşısında olduğumuzdan kağıttaki kelimeleri görmekte zorlanıyorduk. "Bir, iki, üç, başla," dendiğinde heyecanla ilk kelime olan dejavuyu anlatmaya başladım. Art arda, kısa sürede dört kelimeyi bilmiştik. Neyse ki kelimelerle aram çok iyiydi. Fakat Atalay'ın saçından damlayan su ,çıplak omzuma düştüğünde irkildim ve odağımı kaybettim. Kafamı bir türlü toparlayamayınca Özgür, Mert ve Güneş bu son ki tavrıma şaşırdı ve anlattığım dört kelimeyi hiçe sayarak kızdılar.

Dudak büzerek sırtımı arkaya yasladım. "Ne nankörsünüz, kız dört kelimeyi anlatırken hiç böyle demiyordunuz." Teşekkürler, Atalay...

Sıra Özgür'e geldiğinde Emre yanımızdan kalkarak onun yanına oturdu. "Seni kontrol eden biri olmayacak mı sandın?" dedi 'seni gidi çakal' der gibi. Özgür bu sözüne karşılık güldü ve oyuna başladı. Anlattığı beş kelimenin ikisini ben, ikisini Mert, birini de Güneş bildi.

Özgür'ü heyecanla dinlediğim zamanlarda Atalay'ın gözlerini üzerimde hissediyordum. Dikkatim dağılsın diye bunu yapıyordu ama pek başarılı olduğu söylenemezdi. Sıra Atalay'a geldiğindeyse kağıtları eline alıp arkasına yaslandı. Bön bön yüzüne baktım. "İstersen biraz bana da çevir de göreyim."

Kağıtları, sadece benim görebileceğim şekilde yüzüme tuttu. "Ben de iman gücümle okuyayım anlatacağım kelimeleri. Neden olmasın?"

"O zaman okumayı unutacaksın, desene," dedim alayla sırıtarak. İman gücüymüş.

Kaşlarını kaldırdı. "Dini bilgilerimi şuraya döksem aklın şaşar."

Sesli bir kahkaha attım. "Tabi, kesin öyledir. Bilip de uygulamayanlardansın o halde."

"Sizin atışmanızı mı dinleyelim yani?" dedi Kerim sabırsız bir sesle.

Atalay göz devirdikten sonra rahat bir tavırla kağıtları önüne çekip anlatmaya başladı. Bilerek kağıtları kendine doğru tutuyordu. Sırf ben görmek için yaklaşayım diye. Başarıyordu çünkü Atalay'ın göğsü hemen dibimdeydi ve anlattığı zaman boyunca saçlarından dökülen birkaç damlanın tişörtünde bıraktığı ıslaklığı gördüm. Açıkçası, kaslarını görmek için bu kadar yakın durmama gerek yoktu. Uzaktan bile belli oluyordu. Kokusunu bu kadar yakından almak beni mayıştırıyordu.

Atalay yedi kelime anlatarak rekor kırdı. Emre'nin de anlama yeteneğiyle tabi bu başarıyı elde etti. Onlar birinci olunca, filmi de onlar seçti.

"Ölümcül Makineler," dedi Atalay direkt. Emre ve Kerim de itiraz etmeden hemen kabul ettiler. Bu kez kimse Güneş'in huysuzluğunu umursamadı. Kerim ayaklanarak masaya çıktı. Projeksiyona uzanmak istese de boyu yetmedi.

Mert, "Atalay," dedi kafasıyla tavandaki projeksiyonu işaret ederek. "Ellerinden öper. En uzun sensin."

Atalay ses etmeden beyaz, kaba olmayan spor ayakkabılarıyla masaya çıktı. Ve kolunu kaldırdı. Hafifçe kalkan tişörtünün altından pürüzsüz ve kaslı teni gözüktü. Başımı başka tarafa çevirdim. Atalay masadan indi ve tek hamleyle yerine yayılarak oturdu.

Kerim bilgisayarın başına gittiği sırada Özgür beni konuşulan bir konuya çekti. "Yayınevlerinde durumlar nasıl? Yeni yazarlar var mı?"

Mert'e döndüm. "Şu an eğitim aşamasındayız. Yayınevindeki yazarların hepsini tanımıyorum yani," dedim gülümseyerek.

"Yayın camiası, diğer ticari kurumlara göre daha entel," dedi Emre.

"Yayınevlerinin ticari kurumlar olduğunu düşünmüyorum. Tabi olayı abartanlar hariç." Emre dudak büktü fakat söyleyeceği söz, filmin ekrana yansımasıyla yarıda kesildi. Böylece Mert, Özgür ve Güneş'in sohbeti bölündü.

Sonra, herkes ekrana kilitlendi. Film ilerledikçe Atalay'ın seçtiği filmin çok iyi olduğunu itiraf ettim. Merak uyandırıcı, heyecan verici ve gerçekçiydi. Gelecekte tüm bunların olması olasıydı. Üstelik filmlerin yapımcısının Yüzüklerin Efendisi'nin yapımcısıyla aynı kişi olduğunu öğrendiğimde film daha da keyif verdi. Yine de, ritüelimi tekrarlamamak adına, uyumamak için termostaki kahveden çokça içtim. Bir ara, Özgür'ün kolu yine omzuma değdiğinde bakışlarım önce Özgür'e, sonra kasılmış bir yüzle bize bakan Atalay'a kaydı. Fakat ben bakınca Atalay hemen önüne dönerek filme odaklandı.

Güneş'in telefonu çalana kadar herkes sessizce filmi izliyordu ama benim dikkatim dağılmıştı. Özgür'ün çıplak kolunun çıplak enseme, omuzlarıma değmesi beni huzursuz ediyordu. Kıpırdayamıyordum bile.

Güneş telefonuna baktığından ayağa fırladı. "İşte," dedi Atalay'a. "Sürpriz geldi."

Emre filmi kesintiye uğrattığı yönünde yakarışlarda bulunsa da Güneş zerre kadar umursamayarak koşar adım odadan çıktı. Benim içime derin bir sıkıntı çöktü. Kafamın içinde az çok bir fikir vardı ve fikir halinde olması bile beni deli ediyordu.

Filmi izlemeye çalıştım ama hiçbir şey anlamıyordum. Bomboş gözlerle, dopdolu bir zihinle yalnızca bakıyordum, görmüyordum.

Az sonra, bana aradan asırlar geçmiş gibi gelmişti, odanın kapısı açıldığında bakışlarımı hızla oraya çevirdim. Sadece ben değil, herkes dönmüştü fakat ben hariç herkes şaşkınlıkla kalakalmıştı. Atalay arkasını döndüğünden onun yüz ifadesini göremiyordum. Atalay, "Açelya," diye filmin sessiz olduğu bir noktaya denk getirerek fısıldadığında, sarı, küt saçlı ve kocaman gülümseyen kızın isminin Açelya olduğunu öğrendim.

Kalbimin tam ortasına ne olduğunu bilemediğim bir ağırlık çöktü ve kalbim bu ağırlığın altında patlamak noktasına geldi.

Continue Reading

You'll Also Like

2.2M 89.6K 64
Ve Arden Ayman.. O gece sadece sokağıma değil, tüm yaşantıma atmıştı adımını.
1.5M 49K 39
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...
691K 28.8K 46
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
GÖLGE By Aybike

Mystery / Thriller

499K 21.8K 44
Avuç içi duvara değdiğinde zaman acıya karıştı. Elini duvara sürterken yavaş adımlar attı. En az tanık olduğu gece kadar siyaha boyanmış saçları, bel...