VERA İLE VAHA

By kariabenam

7.1M 338K 154K

"Geçmişin bana ait," dedi ve kulağıma yaklaşarak fısıldadı. "İstesen de beni unutamazsın." Geçmiş can yakar... More

Giriş
1: "Yeni Yaşam"
2: "Günışığı Yanarken"
3: "Sarsıntı"
4: "Kavga"
5: "Beni Rahat Bırak"
6: "Hata"
7: "Sorgu"
8: "Müzik, Ses ve Dans"
9: "Yorgunluk"
11:"Geri Çevirmek"
12: "Asansör"
13: "Yakınlık"
14: "Gecenin Pençesi"
15: "Uzaklaşma"
16: "Plaj"
17: "Uğursuz Gece"
18: "Aidiyet"
19: "Telefondaki Adam"
20: "Karanlığa Açılan Zaman"
21: "Gök Gürültüsü"
22: "Umutsuz Bir Kaçış"
23: "Geçmişin Keskin Ucu"
24: "Geçmişin Kör Ucu"
25: "Film Gecesi"
26: "Bir İlk Daha"
27: "Geleceğe Açılan İlk Kapı"
28: "Teslimiyet'"
29: "Karmakarışık"
30: "Uyarı"
31: "Hediye"
32: "Doğum Günü"
33: "Yüzleşme"
34: "Yarım Gerçek"
35: "Dönüm Noktası"
36: "Kırık Dökük Ev, Hatıralar"
37: "Kopan İlk Fırtına"
38: "Yılların Sürgünü"
39: "Yenilikler"
40: "Kamp"
41: "Gerçeğin Öteki Yansıması"
42: "Yaraların Tortusu"
43: "Bocalamak"
44: "Tene Dökülen Ruh"
45: "Varlığın Başlangıcı"
46: "Paslanmaya Başlayan Zincir"
47: "Fazla Mutluluk Acı Getirir"
48: "Ayrılığın İnce Toprağı"
49: "Istırabın Hafızası"
50: "Keder Gibi Kader"
51: "Beyaz Sayfa"
52: "İntikam"
53: "Yakamoz"
54: "Kazanılanlar ve Kaybedilenler"
55: "Soluk Dün, Parlak Yarın"
56: "Kırlangıçdönümü"
57: "Işıkların Altında"
"Geçmiş"
58: "Final"
Özel Bölüm

10: "Karanlık"

115K 6.3K 3.5K
By kariabenam

Oy verip yorum yapmayı unutmayın çiçeklerim. ❤️

Bölüm 10: “Karanlık”

Daha önce bayıldıysanız ne demek olduğunu bilirdiniz. Aslında ne demek olmadığını bilirdiniz. Sonsuz bir karanlık… Düşerken bir yere çarpmadıysanız uykudan farksızdı. Sadece çok ani gelişirdi.

Kaşımın kenarında bir sızı vardı, sol dizimde de. Gözlerimi açmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Buram buram iyodoform kokuyordu. Bu tanıdık koku hastanede olduğumu fark ettirdi ve göz kapaklarımı acele etmesi için zorladım. Tepedeki ışıklar beni kör edecek sandım. Yüzümü buruşturdum ve lambalara bakmamaya çalıştım. Kafamı eğdiğimde bir hastanenin acil servis kanadında olduğumu anladım. Kolumu hareket ettirdiğimde acı hissettim. Kafamı yana çevirdim ve koluma baktım. Serum bağlandığında görünce derin bir nefes verdim. Kafam yastığa geri düştü, sağıma baktığımda Atalay’ı gördüm. Etrafındaki çoğu kişiden uzundu ve kaslı olmasına rağmen ince yapılıydı.

Atalay’ın burada ne işi vardı? Ve daha önemlisi Özgür neredeydi? Diğer kolumun dirseği üzerinde doğruldum ve gözlerim büyük salonun içinde Özgür’ü aradı. “Nasıl hissediyorsun kendini?”

Sağıma dönüp yatağımın kenarında dikilen Atalay’a baktım. “Özgür nerede?” diye sorduğumda derin bir nefes vererek kaşlarını kaldırdı.

Kafasını yana eğip, “Önemli bir toplantısının olduğunu söyledi ve benden yanına gelmemi istedi,” dedi.

“Yalan söyleme,” dedim hırçın bir tavırla.

Atalay’ın kaşları çatıldı. “Neden yalan söyleyeyim?”

İsmini bile neden yalan söylediysen o yüzden. “Özgür ne olursa olsun gelirdi.”

Dudak büzdü. “Nişanlını yeterince tanıyamamışsın,” dedi yine ‘nişanlın’ derken alay ederek. “Bu toplantı onun için çok önemli. Yöneticiliği elimden alabilir ve bunu kaçırmaz. Annesi onu doğrar,” dedi ve güldü.

Gözlerimi önüme çevirdim. Anlayamıyordum. Bu mümkün olabilir miydi? Kalbimin kırıldığını en yoğun haliyle hissettim. Tekrar ve tekrar, bir kez daha. “Ama çok istiyorsan arayıp buraya gelmesi için ısrar edebilirim.”

Yüzüne bakmadan, “Gerek yok, hatta sen de gidebilirsin,” dedim.

Güldü. “Tabi. Sen de Alaaddin’in sihirli halısına binip bize gelirsin.”

Ters ters yüzüne baktım ama cevap vermedim. Bir de şu yemek işi vardı. Oysa şu an istediğim tek şey eve gidip kafamı dinlemekti.

Atalay yatağın etrafından dönüp diğer tarafıma geldiğinde gözlerimle onu takip ettim. Serumun kapatıp açma kısmındaki aparatı çevirdi. Serum bitmişti. “Çıkabiliriz artık,” diyip yatağın kenarına yaslandı, kollarını gövdesinde birleştirdi. Takım elbisesinin üzerinde olmasına bakılırsa şirketten buraya gelmişti. Aklıma Özgür’ün, Atalay’ın kirli işlerde de parmağı olduğunu söylediği geldi. Yandan şöyle bir ona baktım. Tipi de elverişliydi açıkçası. Kaşları çatıldığında insan kaçacak delik arardı.

“Senin toplantın yok muydu?” diye sordum ifadesiz bir sesle.

“Vardı, Özgür’le aynı toplantıda olmamız gerekiyordu.” Hemşire yanımıza geldiğinde benden çok Atalay’a baktığına yemin edebilirdim.

“Hastamız düzgün beslenmiyor, vücudu halsiz kalmış. Üzüntü de en büyük tetikçisi tabi,” dedi sanki benim hayatım hakkında fikirleri varmış gibi. “Bu yüzden bayılmış.”

Bunları Atalay’a bakarak anlatması sinirlerimi gevşetti. “Bahsettiğin hasta burada.” Hemşireye oturduğum yerden el salladım. Stajyer olduğu belliydi. İşine bak, erkeklerle uğraşma, demek kaba kaçardı elbette.

“Görebiliyorum,” dediğinde hem hemşire hem de Atalay gülmüştü. Hemşire serumun bağlandığı noktaya pamuk bastırırken, “Çok komik,” diye söylendim.

Kendimi yatağın üzerinden attım, hızlı kalktığım için başım döndü. Atalay beni tutmaya yeltendiğinde durdurdum. “Bırak.”

Aklım hala Özgür’deydi. Ne olursa olsun beni yalnız bırakmazdı, hele ki toplantı için, asla. Ankara’dayken benim için toplantılarını iptal ettiğini biliyordum. Elbette iptal etmek zorunda değildi ama şimdiye kadar yapmadığı bir şeyi şimdi yapması ağrıma gitmişti. Üstelik de hastanede olduğumu bile bile. Özellikle Atalay toplantıdan çıkıp gelirken onun gelmemesi beni üzmüştü.

Hastanede önden yürürken onun arkamdan gelen ayak seslerini duyabiliyordum. Acil servis her zamanki gibi kalabalıktı. Bir bebek ağlıyordu, ileride bir çocuk koridorda koşuşturuyor, annesi de durması için ona bağırıyordu. Birileri de servisten getirdikleri hastanın tekerlekli sandalyesinin başında sıralarının gelmesini bekliyordu.

Çıkış kapısına doğru ilerledim. Tertemiz havanın beni karşılaması gevşememe sebep oldu. “İlk önce eve mi gitmek istersin, yoksa bize mi?”

“Kovduğun eve gelmek en son isteğim ama Özgür için yapıyorum bunu. Umarım yeniden kovmak gibi bir düşüncen yoktur?”

Göz devirdi. “O evde ikimiz kalamazdık. Bunu en iyi sen biliyorsun.”

Haklıydı ama kovması çok kaba bir davranıştı. Cevap vermedim, o da arabasını getirmek için açık otoparka yürüdü. Peşinden yürürken, “Sen burada bekle, ben arabayı buraya getiririm,” dedi. Omuz silktim.

Hızlı adımlarla uzaklaşmasını izledim. Gözlerimi yere çevirdim. Yalnız kaldığım an annemin sesi kulaklarımda çınladı. “Onun biri suçu yok. O çok çabaladı.” Sanki sesi zihnimin içinden değil de somut olarak geliyormuş gibi iki elimle kulaklarımı kapattım.

Bu bir bahane olabilir miydi? Bunu öğrenmenin çok da bir şeyi değiştirmediğini fark ettim. Bana anlatabilirdi, bana hiçbir şey demeden annemin isteğini yerine getirmesi neyi değiştiriyordu ki?

Öte yandan anneme hala kızgındım. Kafamı karıştırıyordu çünkü Atalay’ın kendi isteğiyle beni bırakmadığını öğrenmiştim. Kafamın içindeki ses, ‘ama sonuç itibariyle seni bıraktı’ dedi.

Atalay’ın arabası geldiğinde düşüncelerimi kafamdan attım. Arabasının açık penceresinden ona baktım. Önündeki yola dümdüz bakıyordu. Arabanın etrafından dönüp yanındaki koltuğa oturdum. Motoru çalıştırmadan önce radyoyu açtı. Dönüp kısaca yüzüne baktım. Bu şarkıyı değiştirmek istiyordum çünkü onun yokluğunda en çok dinlediğim şarkılardan biriydi. Bana küçük ve kasvetli odamdaki yatağa kıvrılarak ağladığım günlerimi hatırlatıyordu.

Ben öyle birini sevdim ki, balı ve zehri vardı. Kirpiğine düştüğüm gün ölümüm başladı.

Ben öyle birini sevdim ki, bir nevi intihardı.

Geceler kadar karanlık gözleri vardı.

...

Şarkının devam etmesine daha fazla dayanamayıp elimi uzatarak radyo kanalını değiştirdim. Bana dönüp baktı ama tek kelime etmeden önüne döndü. Bir eliyle direksiyonu tutarken diğer elinin dirseğini camın kenarına koymuş, yanağını da eline yaslamıştı. Kolundaki bilekliği fark ettiğimde ağzım şaşkınlıkla açıldı. Bu ona verdiğim bileklikti.

“Onu neden saklıyorsun?” derken kelimeler benden izinsizce çıktı. Dilimi hemen ısırsam da artık çok geçti.

“Seni ilgilendirdiğini sanmıyorum,” dedi öfkeyle. Direksiyonu tutan elinin boğumları bembeyaz kesilmişti.

“Şirine ve Huysuz Şirin’i de masana koymuşsun.” Sesimin alaycı çıkması bilerek yaptığım bir şey değildi.

Gözlerini bana çevirdi. Bakışları değdiği yeri alevlendiriyordu. “Sana seni ilgilendirmediğini söyledim.”

“Öyle mi? Peki beni ne ilgilendirir?” Kollarımı göğsümde birleştirdim.

“Bir tek kendin mi acı çektiğini sanıyorsun? Hadi ama Eylül, kendini acıların kadını olarak görme. Bak,” diyip başıyla parmağımdaki yüzüğü işaret etti. “Hayatının aşkını bulmuşsun.”

“Ne yapmamı beklerdin, ömür boyu yas tutmamı mı?”

“Sana bunu yap demiyorum ama bencilce düşünüyorsun. Sadece kendin,” dedi. Konuşmak için ağzımı açtığımda lafı ağzıma tıkadı. “Konuyu kapat, tamam mı?”

Ağzımı kapatıp kötücül gözlerle yüzüne baktım. Üniversitede ki bir hocamız, insanların arasındaki problemin tek sebebinin iletişim eksikliği olduğunu söylerdi. Bu eksiklik herkesin kendini haklı görmesine yol açar, derdi. Belki de doğruydu. Belki de Atalay benden vazgeçmek zorunda kalmıştı ama iletişimi kesen oydu. Konuşabilirdik. Lanet olsun, iki kelime edebilirdik. Annemin söylediklerini Atalay’la da konuşmak istiyordum. Annemin ona ne dediğini bilmek istiyordum. Ne olursa olsun, bu benim en büyük hakkımdı. Ama şu an bunun sırası değildi.

Bana adresi sormadan evimi buldu. Karanlıkta gelmesine rağmen evimin yerini hatırlıyordu.

Atalay görüp görebileceğiniz en kuvvetli hafızaya sahipti. Hiçbir şeyi kolay kolay unutmazdı. Onunla birlikte olduğumuz zamanlar bunun ona zarar verdiğini düşünürdüm. Her şeyi hatırlamak onu çok yoruyordu.

Arabayı durdurdu. “Bana bir kahve yapacak kadar nazik olmamana şaşırıyorum. Sonuçta sevgili nişanlının kuzeniyim, değil mi?” Durup boş boş yüzüne baktım. “Özgür duysa ne kadar üzülür,” dedi eğlenerek.

Tek kelime etmeden yürümeye başladığımda arkamdan geldiğini duydum. “Evinden kovduğun birinin evine gelmek ne kadar da onurlu bir hareket,” dedim bu kez ben alay ederek.

“Onurlu olmak kimin umurunda ki? Düzgün bir adam gibi davrandığımda bile yalancılıkla, karaktersizlikle suçlanıyorum. Bu yüzden artık canımın istediğini yapmaya karar verdim, başkalarınınkini değil.” Hafif duraksar gibi olduysam da yoluma devam ettim. Söylediklerine bir anlam veremedim. Üzerinde durup düşünecek de değildim.

Daha dün onu evde görmeye tahammül edemezken, kararlığımı ne güzel koruyordum öyle(!) Ama buna alışmam gerekiyordu değil mi? Sonuçta Atalay’ı sık sık görecektim. Bundan kaçmamın hiçbir yolu yoktu. Durumun normalleşmesi gerekiyordu.

Asansörde ben bir kenarda dururken o da diğer kenarda durdu ve ikimiz de asansör kapısına baktık. Dairenin kapısını açıp geriye çekildim. İçeriye adım atıp etrafa baktı. “Salona geçebilirsin,” dedim mırıltıyla. Etraftaki eşyalara baktı.

“Eşyaları yerleştirebilirim?” diye seslendiğinde mutfaktan bağırdım.

“Gerek yok, Özgür’le halledeceğiz.” Başka bir şey dediğini de duymadım. Su kaynayana kadar başında bekledim. Onunla oturup iki lafın belini kıracak halim yoktu. Su kaynadığında kahvesini yapıp odaya götürdüm. Koltuğa oturmuş ayak bileğini diğer ayağının üzerine atmıştı. Kolunu da koltuğun arkasına atmıştı. Gömleği gerilmişti ve altındaki kaslarının şekli belli oluyordu. Kahvesini uzattığımda, “Teşekkür ederim,” dedi. Cevap vermeden yatak odama girdim ve arkamdan kapıyı kilitledim. Ne olur ne olmaz.

Çiçekli elbisemi üzerime geçirdiğim gibi hazır sayılırdım. Diz kapağımdaki ve kaşımın kenarında yara bandı çirkin dursa da yapacak bir şey yoktu. Yaranın gözükmesi daha kötü olurdu. Elbisenin içindeki pembe çiçeklerle uyumlu pembe babetlerimi çıkarıp giyindim. Kıyafetlerimin ve ayakkabılarım ortalama sayıdaydı ama hiçbirisi marka değildi. Markadan anlamayan bir avuç insandan biri olduğumu düşünüyordum çünkü çevremdeki insanların çoğu marka takılırdı. Buna Özgür’de dahildi.

Saçımı açıp taradım ve tekrar atkuyruğu yaptım. Parlak tozpembe rujumu da sürdükten sonra hazırdım. Şu hazırlanma evresinden epey sıkılmaya başlamıştım. Neden her yere pijama ile gidemiyorduk?

Parfümümü de sıktım ve tüm bunları yaparken yan odada Atalay’ın koltukta oturduğunu hatırlamamaya çalıştım çünkü aptal bir heyecanla doluyordum. Kapıyı yavaşça açtım ve salona, onun yanına gitmeden önce derin bir nefes aldım. Söveye yaslanıp Atalay’a baktım. Kafasını bana çevirdi ve yavaşça beni süzdü. Gözleri bacaklarımda takılı kaldığında rahatsızca yerimde kıpırdandım.

“Gidelim artık,” diyip dış kapıya doğru yürüdüm.

Kapıyı açtığımda yanıma geldi. “Ne kadar da misafirperversin,” dedi imayla.

“Ne bekliyordun acaba?” diye sordum dik dik. Bakışları bu kez dudaklarıma kayınca ağzımı sımsıkı yumdum ve dışarı çıkması için kaşımla işaret ettim. Gözlerini oymak o an için mükemmel bir fikir gibi göründü.

“Karşılıklı kahve içmeyi?” Böyle tanıdıkmışız gibi, sanki geçmişte hiçbir şey yaşamamışız gibi konuşması beni çileden çıkarıyordu. Konuyu benim büyüttüğümü hiç sanmıyordum. Anormal olan oydu.

Asansörde az önceki pozisyonumuzu değiştirmeden indik. Asansörün kapısını tuttu ve bana bakmadan geçmem için tuttu. Bunu yaparken neredeyse göz devirecekmiş gibi duruyordu. Aptal herif, ben mi tut dedim?

Araba almam artık şart olmuştu ama şu eşyaların borcunu tamamlayana kadar bu mümkün görünmüyordu. Arabaya bindik. Bir ara, “O adamı bulabildin mi?” diye sordum cılız bir sesle.

Yüzünde sıkıntılı bir ifade belirdi. Radyoyu bu kez açmaması beni rahatlattı. Kim bilir yine hangi şarkı şansıma denk gelecekti. “Hayır, birkaç kişiyle görüştüm ama bir şey çıkmadı. Yayınevine gelip hatlar arası geçiş için izin istemeliyim.”

Ne yani, yayınevine mi gelecekti? Bu kadar mız mız olma, Eylül, diye uyardım kendimi. Çeneni kapat çünkü o adam her kimse bulunması gerekiyordu. “O her kimse, bulduğumda ağzına sıçacağım.” Yüzündeki sakin ifade beni şaşırttı. Dengesiz pislik, diye içimden söylendim.

Özgürlerin deniz kenarındaki evlerine, galiba yalı deniliyordu, geldiğimizde arabadan hızlıca indim ve Atalay’ın arabayı park edip yanıma gelmesini beklemeden kapının zilini çaldım. Bu ev epey iyi bir güvenlik sistemine sahipti.

Raziye teyze kapıyı açıp beni gördüğünde gülümsedi. “Hoş geldin, kızım,” dedi adeta şakıyarak.

Ben de gülümsedim ve aynı şekilde karşılık verdim. Bu konuda başarılı olan insanlardan değildim. ‘Soğuk’ diye tabir edilen kesimdendim.

Salona girdiğimde şaşkınlıkla yerimde kaldım. Özgür ailesi ile oturup ayak ayaküstüne atmış, Türk kahvesi içerek gülüşüyordu. Mantıklı bir açıklaması vardı, olmalıydı, değil mi? Çünkü sebep yokken bunu yapacak bir insan değildi o.

Beni gördüğünde yüzü donuklaştı ve hemen yanıma geldi. “İyi misin?” diye sordu endişeyle. “Seni evden almaya gelecektim ama Atalay gerek olmadığını, seni kendisinin getirebileceğini söyledi.”

“Neden hastaneye gelmedin?” diye sordum sessizce.

“Durumun ciddi değilmiş, önemli bir toplantıydı,” dedi gözlerime af dilercesine bakıp. Ama Atalay ‘önemli toplantıyı’ bıraktı.

Sustum ve başımı anlayışlı bir şekilde salladım. Trip atacak değildim elbette. Ama Özgür’ün değişmiş olabilmesi beni korkutuyordu.

Gülümseyerek gözlerine bakarken içimden yalvardım: Lütfen hep tanıdığım adam olarak kal, Özgür. Lütfen.

Continue Reading

You'll Also Like

2.2M 89.6K 64
Ve Arden Ayman.. O gece sadece sokağıma değil, tüm yaşantıma atmıştı adımını.
5.3M 289K 30
Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar topar kaçan Kayra, birlikte old...
3.4M 126K 70
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
44.6K 2.9K 51
TANITIM~ BİLGİLENDİRME!! Göğsünde milyonlarca sim parçasını barındıran kadifemsi gökyüzünün altında ölümün kollarına koşarken başladı her şey. Bu baş...