VERA İLE VAHA

By kariabenam

7M 336K 154K

"Geçmişin bana ait," dedi ve kulağıma yaklaşarak fısıldadı. "İstesen de beni unutamazsın." Geçmiş can yakar... More

Giriş
1: "Yeni Yaşam"
2: "Günışığı Yanarken"
3: "Sarsıntı"
4: "Kavga"
5: "Beni Rahat Bırak"
6: "Hata"
7: "Sorgu"
8: "Müzik, Ses ve Dans"
10: "Karanlık"
11:"Geri Çevirmek"
12: "Asansör"
13: "Yakınlık"
14: "Gecenin Pençesi"
15: "Uzaklaşma"
16: "Plaj"
17: "Uğursuz Gece"
18: "Aidiyet"
19: "Telefondaki Adam"
20: "Karanlığa Açılan Zaman"
21: "Gök Gürültüsü"
22: "Umutsuz Bir Kaçış"
23: "Geçmişin Keskin Ucu"
24: "Geçmişin Kör Ucu"
25: "Film Gecesi"
26: "Bir İlk Daha"
27: "Geleceğe Açılan İlk Kapı"
28: "Teslimiyet'"
29: "Karmakarışık"
30: "Uyarı"
31: "Hediye"
32: "Doğum Günü"
33: "Yüzleşme"
34: "Yarım Gerçek"
35: "Dönüm Noktası"
36: "Kırık Dökük Ev, Hatıralar"
37: "Kopan İlk Fırtına"
38: "Yılların Sürgünü"
39: "Yenilikler"
40: "Kamp"
41: "Gerçeğin Öteki Yansıması"
42: "Yaraların Tortusu"
43: "Bocalamak"
44: "Tene Dökülen Ruh"
45: "Varlığın Başlangıcı"
46: "Paslanmaya Başlayan Zincir"
47: "Fazla Mutluluk Acı Getirir"
48: "Ayrılığın İnce Toprağı"
49: "Istırabın Hafızası"
50: "Keder Gibi Kader"
51: "Beyaz Sayfa"
52: "İntikam"
53: "Yakamoz"
54: "Kazanılanlar ve Kaybedilenler"
55: "Soluk Dün, Parlak Yarın"
56: "Kırlangıçdönümü"
57: "Işıkların Altında"
"Geçmiş"
58: "Final"
Özel Bölüm

9: "Yorgunluk"

118K 6K 2.6K
By kariabenam

Selamm. Bölüm karışık geldiği zamanlarda kütüphanenizden çıkarıp tekrar ekleyin. Wattpad hatası.

Bölüm 9: "Yorgunluk"

Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. Beş yıl önceki gibi arabasında oturmuş, beni evime götürmesini beklerken aklıma geçmişi getirmemeye çalıştım fakat insan sarhoşken iradesine hakim olamıyordu. Arabaya dolan koku eski kokusuydu, yanımda oturan aynı kişiydi. Tek farklı olan şey hislerimizdeki ıstırap yüklü kara bulutlardı. O zamanlar onunla birlikte arabadaysak ben radyoyu açar şarkıya eşlik ederdim. O da benim o hallerime gülerek yoldan bakışlarını ayırmazdı.

Şimdiyse arabanın içinde ne bir müzik sesi, ne de neşe vardı. İkimiz de birbirimize bakmaktan kaçınıyorduk. Ben ağlamamak için direniyordum. Göz ucuyla gördüğüm kadarıyla Atalay da iki eliyle direksiyonu sımsıkı kavramıştı. Siyah koltuğa daha çok sindim. Pencereyi açmak istiyordum ama sanki hareket edersem, konuşmak zorunda olacakmışız gibi geliyordu.

"Gözlerini kapat ve kolunu uzat, Vaha." Yüzüne hem güneş, hem de ağacın gölgesi birlikte vuruyordu. Bu ışığın altında gözleri kızıl kahve gözüküyordu. Dediğimi yaptığında çantamın içinden ona aldığım şeyi çıkardım ve dizlerimin üstüne çöktüm. Çıplak bacağım onun bacağına değiyordu. Onun için aldığım deri görünümlü ince bilekliği koluna taktım ve ipini bağladım.

"Benim için mi?" dedi garip bir şaşkınlıkla.

Otuz iki diş sırıttım. "Evet, senin için." Gözleriyle yüzümün her zerresini ezberlemek istiyormuş gibi inceledi. Elini boynumun arkasına yerleştirip beni kendine çekti. İlkbahar gelmişti ve yerde yapraklar vardı. Alnımdaki sıcacık dudaklarını hissettiğimde gözlerimi usulca kapattım.

"Seni seviyorum," diye fısıldamıştı. Ve ben de ona inanmıştım. Gözünün önünü göremeyen, kendini gelip geçici bir rüzgara kaptırmış bir aptal gibi güvenmiştim.

Kafam önüme düştü. Ağladığımı o sırada anladım. Sanki günlerdir tuttuğum ağlama isteği bir anda boğazımdan firar etmişti. Sonra gözlerimi yavaşça açtığımda yine aynı şey oldu. Üstelik bu kez sarhoş kafamla daha gerçekçi gözüküyordu. Bacaklarımın arasından kan şiddetle süzülüyordu. Kanın çıkış noktasını, önümü, elimle tuttum. Ve istemsizce çığlık attım. Öyle şiddetli ağlıyordum ki nefesimi düzenli alamıyordum. Arabanın sertçe frene basıldığını hissettim. Araba tamamen durduğunda kendimi dışarı attım. Atalay dolaşıp önüme geldi. Yüzünde ne yapacağını bilmeyen bir insana ait ifade vardı. Gözyaşlarının bulanıklaştırdığı yüzüne baktım. "Neden?" diye bağırdım. Yanaklarımdan aşağıya süzülen ılık ılık yaşları hissettim.

"Eylül," diye fısıldadı Atalay tereddütte kalarak. Ama onun konuşmasına izin vermeyecektim. Yıllarca içime atıp bu sözleri yutmuştum.

Söylediğime bir yanım pişman olacak olsa da, diğer yanımın üzerinden bir yük kalkacaktı. "Neden kalbimi öyle kırdın? Kalbim yokmuş gibi davrandın." Öyle aceleci bir iç çektim ki, nefessiz kalmış gibiydim. "Her gün seni bekledim. Tüm o acının içinde bile seni bekledim. Beni kurtaracağını, her şeyin geçtiğini söyleyeceğini sandım. Oysa sen kalbini çoktan kilometrelerce uzağa götürmüştün bile." Yoldan arabalar hızla geçse de etraf ıssızdı. Gecenin ilerleyen saatlerine özgü tuhaf bir sessizlik vardı. Sanki zaman hızla ilerliyordu da biz yetişemiyormuşuz gibiydi.

Sesin ve kokun hep benimle kaldı, diyemedim. "Senden sonra buz gibi biri olmak istedim. Kalbimi öyle parçaladın ki herkese karşı nefret beslemek istedim. Ama sadece kendimden nefret edebildim. İçi boş sözlerine inandığım için, sana kendimi teslim ettiğim için, ilkimi sana verdiğim için kendimden nefret ettim."

Her banyo yapışımda vücudumu yara olana kadar liflediğimi hatırladım. Sıcak suyun sızlattığı her yer sanki şimdi bile sızlıyordu.

Gözlerime üzüntü dolu bir ifadeyle baktı ama bu da yalandı. O en büyük yalancıydı, hırsızın tekiydi. "Şimdi her şey geçti. Ailemin yaptıkları, yediğim dayakların izleri... Hepsi geçti ama senin bana açtığın yara geçmedi. Çünkü ne ağabeyimin yaptıkları ne de babamın yaptıkları seninki gibi acıtmadı. En çok sana güvenmiştim."

"Eylül," diye mırıldandığında sesimi yükselttim.

"Beni zerre kadar umursamadığını, hayatına güle oynaya devam ettiğini kendime hep hatırlattım. Her gün, her akşam kendimle bunları konuştum. Başardım da." Sustum ve kalan tek gücümle, "Senden nefret ediyorum, Atalay," diye fısıldadım. Geriye gittim ve sırtım arabaya değdiğinde yere çöktüm. Benimle birlikte Atalay'da yere çöktü.

Hıçkırıklarım ve iç çekişlerim birbirine karıştı. Atalay güçlü kollarını bedenime sardığını hissettiğimde itmeye çalıştım fakat kollarını öyle kuvvetli kenetlemişti ki dakikalar sonra yorulup itmeyi bıraktım. Saçlarımın bir kısmı yüzüme düşmüştü. Çenemi koyduğum omzundan ağlayarak yolu seyrettim.

"Üzgünüm." Kısık sesi kulağıma usulca değdiğinde neredeyse gerçekten üzgün çıktığını sandım. Ama ben onun kelimelerine yalancı duygularını nasıl sakladığını çok iyi öğrenmiştim. Elini saçımda hissettim. "Yemin ederim çok üzgünüm, bunları sana yapmak istemedim."

Bu sözleri gücümü yerine getirmiş gibi hışımla geri ittim. "Ne yaptığını bilmiyorsun bile."

"Anlat bana, Eylül. İçine atma o zaman," dediğinde gerçek bir nefretle yüzüne baktım. Bu konuyu açmak istemiyordum. Bilmesinin ne önemi vardı? Kaybettiklerimi geri getirebilecek miydi? Artık Atalay'ın hiçbir önemi yoktu.

"Sana hiçbir şeyimi anlatmam. Benden uzak dur," diye tekrarladım. Aradan dakikalar geçmişti, belki de bir saat. Bilmiyordum, tek bildiğim evime gitmekti. Bu işkenceye bir an önce son vermekti.

Arabanın için binip kafamı camdan dışarıya, dümdüz uzanan yola çevirdim. Biraz sonra Atalay arabaya bindi ve kapıyı gürültüyle örttü. Hafif sigarasının kokusunu aldım. Telefondan navigasyonu çalıştırdı ve yola devam ettik.

Navigasyon olması gereken yerden önce vardığımızı söyleyince "Burası değil," dedim. "Şu siteler."

Yüzüme bakmaktan kaçınarak kafasını salladı ve sitenin girişine doğru ilerledi. Kapıyı açması için güvenliğe sitede oturduğumu söyledim ve anahtarı gösterdim. Blok numaramı da söylediğimde Atalay arabayı park etti.

Ben teşekkür bile etmeden arabadan çıktığımda peşimden indi. Arkamı dönüp tek kaşımı kaldırarak yüzüne baktım. "Bu halde seni bırakamam. Kahve yapayım, iç. Sonra da giderim."

"Hayır," dedim kesin bir sesle. Onun evimde olduğu düşüncesine bile katlanamıyordum. "Senden kahve isteyen yok."

Tam önüme dönüp yürümüşken konuştu. "Eylül inat etme. Bir şey yapmam merak etme," dedi alayla.

Ciddiyetimi bozmadan omzumun üzerinden ona baktım. "Tabi ki bana bir şey yapamazsın. Korktuğum için değil, yüzünü görmeye tahammül edemediğim için istemiyorum." Yine o anlamını çözemediğim garip ifadesiyle baktı. Hiçbir şey demeden arabasına bindi ve tekerlekler asfaltın üzerinde çığlık atarak sürtündü. Güvenlik ses yaptığı için Atalay'a kızdı fakat adam ağzını kapatmadan Atalay çoktan siteden çıkmıştı bile.

Arkasından bakmayı kesip yavaşça binaya girdim. Asansörde bile zor ayakta durabildim. Ayaklarımın ruhu yokmuş gibi titriyordu. Anahtarı kapıya zorlukla soktum, arkamdan kapıyı kilitleyip poşetlerin içindeki banyo malzemelerini de aldıktan sonra banyoya girdim.

Kıyafetlerimi çıkardım ve saatlerce soğuk suyun altında bekledim. İşin tuhaf tarafı ağlama isteğime rağmen tek damla yaş bile dökülmüyordu. Dışarıdan bakılınca oldukça durgun ve hissiz gözüküyordum ama içimde kasırgalar kopuyordu.

Banyodan çıktığımda gün ağarıyordu. Hemen su kaynatıp kendime kahve yaptım. Bir parça çikolatayı ağzıma atıp zonklayan başım için güçlü bir ağrı kesici içtim. Uyumak için üç saatim vardı. Kahvemi de hızlıca içtikten sonra yatağa girdim. Ama uyku tutmadı. Kabusun içindeymişim gibi gözlerimi kapattığım an onun yüzü beliriyordu. Uyku tuttuğu anda da arabanın yanında dokunduğu gibi elini saçlarımda hissediyordum ve dalamadığım uykudan sıçrayarak kalkıyordum.

Her şey o kadar hayal gibiydi ki, yatağımdan doğrulup bir süre düşününce gerçekliğini kavrıyordum. Telefondaki alarm çaldığında başımdaki ağrı dinmişti. Hazırlanırken ısıtıcıya su koydum. Dar kot pantolonumu ve göbeğimi açıkta bırakan, üstüme tamamen yapışan ipli kol bluzumu da giydikten sonra hala hafif nemli olan saçlarımı tepeden atkuyruğu yaptım. Makyajla uğraşacak enerjim yoktu, yalnızca morarmış gözaltlarımı kapattım. Odanın ortasına öylesine koyulmuş koltuklardan birine oturmuş, Özgür'ün aramasını beklerken günün ikinci kahvesini içiyordum.

Dün geceki görüntüler silik silik de olsa aklıma geliyordu ve kendime kızıyordum. Özgür'e sürtünerek dans ettiğimi hatırlayınca midem bulandı. Ve tabi Atalay'ın kollarına kendimi attığımı hatırlayınca da. Ürperdiğimi hissettim ve deve kuşu gibi kafamı bir yerlere gömmek istedim.

Telefonum çaldığında irkildim. Özgür'ün yorgun sesini işittim. "Günaydın, hazırsan seni aşağıda bekliyorum."

"Günaydın," dedim yerimden kalkarken. "Hemen geliyorum."

Çantamı alıp Converse ayakkabıları da ayağıma geçirdikten sonra evden dışarıya attım kendimi.

Arabaya bindiğimde Özgür şakaklarını ovuşturuyordu. "Berbat görünüyorsun," dedim gülerek. Gözlerinin etrafı mosmordu. "Göz etrafına kapatıcı sürmemi ister misin?"

Araba hareket ettiği anda, "Tabi neden olmasın? Şu gözünün üstüne sürdüğün renkli şeylerden de isterim ama," diye dalga geçti. Ardından konuyu değiştirdi. "Korkunç bir sabah. Keşke bu planı hafta sonu yapmış olsaydık."

Kesinlikle onunla hemfikirdim. Yatağımda kıvrılıp uyumak için nelerimi vermezdim. "Neyse ki Atalay akıllıca davrandı da kendini kaybetmedi. Yoksa barda sabahlardık." Bana kısa bir bakış attı. "Evi kolayca bulabildi mi?"

"Ah, evet. Navigasyondan buldu."

Gözlerini tekrar yola çevirdi. "Bizi almakta biraz gecikti."

Dudak büktüm. "Bilmem," derken yolda durduğumuzda olanlar aklıma geldi. "Beni hemen bırakıp gitti."

Kafasını olumlu anlamda salladı. "Bara gelip kaçamak yapmıştır. O tek gecelik ilişkileri sever," dediğinde ilgilenmedim. Hayır, tek gecelik ilişki yaşamadı çünkü benim yanımdaydı.

"Belki de." Hafifçe öksürdüm. "Ee, bugün bana gelecek misin?"

"Gelirim, şu eşya işini halledelim de eve tamamen yerleş artık."

"Ne yemek istersin?" dedim kendimi gülümsemeye zorlayarak.

"Vay," dedi kelimeyi uzatarak. "Sen ciddi misin?"

"Tabi ki," dedim kaşlarımı çatarak.

"O zaman başka bir gün yemek yap çünkü annem bu akşam gelip bizde yemek yemen için ısrar etti." Yüzümdeki gülümseme dondu.

Atalay beni kovduğuna kendimi aşağılanmış gibi hissetmiştim ve evdekilerin yüzüne de bakmaya utanıyordum. "Bilemiyorum."

"Hadi, Eylül," dedi Özgür ısrarla. "Gelmezsen ayıp etmiş olursun. Annem çok gücenir."

Bahane aramaya çalışsam da zaten Özgür planımın olmadığını biliyordu. Bir şey üretirsem bunun bahane olduğu çok belli olurdu. Derin bir nefes aldım ve sesimin bıkkın çıkmamasına dikkat ettim. "Peki o zaman."

"Annem kabul etmene çok sevinecek." Özgür'e baktım. Üzerinde bir tuhaflık vardı.

"Özgür?" diye sordum kaşlarımı çatıp yüzünün yan profilini inceleyerek.

"Hım?" Dikiz aynasından yola baktı ve aracı sol şeride çekti.

"Sen iyi misin, bir sorun mu var?"

Şaşırmış gibi göründü ama hemen toparlandı. "Hayır, sorun yok. Dünden kalmayım. O kadar içki içmemeliydim."

Kafamı sallayıp önüme döndüm. Hiç konuşmadan iş yerine gittik. Yol boyunca başka bir şey konuşmamamız beni tedirgin etti. "Hoşça kal," dedim arabadan inmeden önce. Sadece gülümsedi.

Bozulmamaya çalışarak yayınevine girdim. Azra ile kahve içtik ve yarım günlük eğitimi tamamladık. Üç saat bile beni pert etmişti. O kadar uykum vardı ki.

Öğle olduğunda Azra ile yayınevinden çıktık. O dolmuşlara doğru yürürken ben Özgür'ün şoförünü bekliyordum. Telefondan saat baktım. Tam çantama geri koyacakken telefon titredi. Annem arıyordu. Yine.

Elim ayağıma dolaştı ve telefonu açtıktan sonra yere düşürdüm. Hızlıca eğilip aldım, kulağıma götürdüm. "Anne," dedim endişeli bir sesle.

"Yavrum," diye mırıldandı.

"İyi misin, nasılsın?" diye sordum dünü hatırlayarak. "Babam yakaladı mı seni?"

"Yok kızım, yakalamadan kapattım telefonu." Derin bir iç çekti. "Sana bir şey diyeceğim."

"Babam evdeyse kapat, anne. Duyarsa seni öldürür," dedim hüzünle. Keşke yanımda olabilseydi. Onun kucağına yatıp ağladığım zamanlar acılarım diniyordu.

"Evde değil, defolup gitti bir yere." Sesi tiksinir gibi çıktı. "Kızım," demesinin ardından uzun bir dakika geçti. Merakla ne söyleyeceğini bekledim. Muhtemelen küçük bir şeydi. Annem elimize iğne batsa kendini suçlar, bizden özür dilerdi. O kadar yufka yürekliydi ki komşular bile kalbini kırsa kimseye gıkını çıkarmaz, gücenmez gibi davranırdı. Küçükken annemin süper güçlerinin olduğunu düşünürdüm. Babama karşı demir kadın, bize karşı şifacıydı. O hayatımda gördüğüm tek güçlü kadındı.

"Vaha'nın seni bırakmasının sebebi benim," dediğinde beynimden vurulmuşa döndüm. Bir an zaman ve mekan kavramını kaybettim. Hava beni bunalttı. Tutunacak hiçbir yer bulamayınca kaldırıma çöktüm.

"Ne demek bu?" dedim titreyen sesimle. İkisinin ne ilgisi olabilirdi ki?

"Birini sonsuza dek benim yüzümden suçlamana dayanamam. Ondan sonra da olanlar benim yüzümdendi." Sertçe yutkundum ve nefes alabilmek için yoğun bir çaba sarf ettim. "Kızım," dediğinde ağlamaya başlamıştı bile. "Sonradan başına gelecekleri bilseydim, hiç sizi ayırır mıydım?"

Hızlandırılmış bir filmi seyreder gibi yaşadıklarım gözlerimin önünden geçti. Vaha olsaydı hiçbir şeyin öyle olmayacağını bilirken, o hiç gelmemişti. O lanet günün sabahı onu aradığımda telefonu açmamıştı. Açsaydı ona olanları anlatacaktım. Lütfen, beni kurtar, diye yalvaracaktım. Çünkü beni ondan başkası kurtaramazdı ama telefonu açmamış, mesaj bile atmamıştı.

O korkunç günün yaşandığı akşam, sokağın başındaki kaldırımda otururken onu umutsuzca tekrar aradığımı hatırladım. Numarasının değiştiğini görünce canım çıkacakmış hissini şimdiki gibi hissettim.

"Neden?" dedim anneme. Ağlayamıyordum bile. Sebebini bilmesem de korku hissediyordum. Tepeden tırnağa titriyordum.

"Baban duyar diye, yanlış şeyler yaparsın diye," dedi burnunu çekerek.

Yanlış şeyler, dediği şeyi zaten yapmıştım. Üstelik bedelini en ağır şekilde de ödemiştim.

"O çocuğun suçu yoktu, kızım. Ona ben yalvardım, beni ikna etmeye de çalıştı, o kadar dil de döktü ama babanın asla kabul etmeyeceğini biliyorsun." Sanki benim ters bir şey söyleyeceğimden korkar gibi hızlı hızlı konuşuyordu. "Baban gururlu köpeğin tekidir. Öyle zengin birini kabul etmezdi. Ağabeyin de baban da seni öldürürdü. Allah şahidim olsun sonradan olacakları bilsem çocukla konuşmazdım."

Midem bulanıyordu. Vaha'nın son söylediklerini tekrar duyar gibi oldum. "Bizim olmamamız daha hayırlı."

"Neden bana şimdi anlatıyorsun, anne?" dedim dişlerimi bastırarak. "Neden? Sevdiğim bir adamla nişanlanmış ve eskiye perde çekmişken neden bana bunları söylüyorsun?" Keşke anlatmasaydı, diye düşündüm. Keşke hep onu kötü bilseydim. Ama şimdi taşlar yerine oturuyordu.

"Bilmen gerekiyordu, kızım. Ben kimseye iftira atamam," dediğinde annemin yüzüne telefonu kapattım.

Keşke benim için sussaydın, anne. Bu vicdan azabıyla yaşamayı göze alsaydın. İlk kez annemin ne kadar bencil olduğunu düşündüm. İçine rahatlatmak için beni allak bullak etmişti. Derimi soyuyorlarmış gibi müthiş bir acı içime işliyordu.

"Hanımefendi, iyi misiniz?" Orta yaşlı adama kafamı kaldırıp kalktım ve ağzımda bir şeyler geveledim. Ayağı kalkmaya çalıştım ama yer ayaklarımın altından kaydı, etraf karanlığa büründü. Sonrası ise koca bir hiçlik.

💔

İnstagram; nn.okuyucu

Continue Reading

You'll Also Like

5.9M 4 1
Kalplerinde "sevdayı" taşıyanların hikâyesi: Kış Masalı Kar Şarkıları 2 Hayat akıp giderken azalır mı sevda, yoksa geçen zaman daha mı sevdirir âşık...
6.8M 318K 89
Pelin İzmir'de yaşayan yarı Alman yarı Türk bir kızdır. Dedesiyle büyümüş, ne intihar eden annesini ne de Alman babasını tanıyabilmiştir. Bir gün baş...
1.5M 5K 3
Gözlerinde boğuldum, yüreğinde paramparça oldum, kalbinde son nefesimi verdim... © Tüm hakları bana aittir. Benim iznim olmadan alıntı yapılamaz ve...
47.5K 2.2K 4
"Sor hadi, terörist misin de." Cam parçaları dağıldı, paramparça olan yürekler, hiçbir zaman anlayamayacakları acılara şahit oldu. "Sor bana, dağda a...