VERA İLE VAHA

By kariabenam

7.1M 338K 154K

"Geçmişin bana ait," dedi ve kulağıma yaklaşarak fısıldadı. "İstesen de beni unutamazsın." Geçmiş can yakar... More

Giriş
1: "Yeni Yaşam"
2: "Günışığı Yanarken"
3: "Sarsıntı"
4: "Kavga"
5: "Beni Rahat Bırak"
6: "Hata"
8: "Müzik, Ses ve Dans"
9: "Yorgunluk"
10: "Karanlık"
11:"Geri Çevirmek"
12: "Asansör"
13: "Yakınlık"
14: "Gecenin Pençesi"
15: "Uzaklaşma"
16: "Plaj"
17: "Uğursuz Gece"
18: "Aidiyet"
19: "Telefondaki Adam"
20: "Karanlığa Açılan Zaman"
21: "Gök Gürültüsü"
22: "Umutsuz Bir Kaçış"
23: "Geçmişin Keskin Ucu"
24: "Geçmişin Kör Ucu"
25: "Film Gecesi"
26: "Bir İlk Daha"
27: "Geleceğe Açılan İlk Kapı"
28: "Teslimiyet'"
29: "Karmakarışık"
30: "Uyarı"
31: "Hediye"
32: "Doğum Günü"
33: "Yüzleşme"
34: "Yarım Gerçek"
35: "Dönüm Noktası"
36: "Kırık Dökük Ev, Hatıralar"
37: "Kopan İlk Fırtına"
38: "Yılların Sürgünü"
39: "Yenilikler"
40: "Kamp"
41: "Gerçeğin Öteki Yansıması"
42: "Yaraların Tortusu"
43: "Bocalamak"
44: "Tene Dökülen Ruh"
45: "Varlığın Başlangıcı"
46: "Paslanmaya Başlayan Zincir"
47: "Fazla Mutluluk Acı Getirir"
48: "Ayrılığın İnce Toprağı"
49: "Istırabın Hafızası"
50: "Keder Gibi Kader"
51: "Beyaz Sayfa"
52: "İntikam"
53: "Yakamoz"
54: "Kazanılanlar ve Kaybedilenler"
55: "Soluk Dün, Parlak Yarın"
56: "Kırlangıçdönümü"
57: "Işıkların Altında"
"Geçmiş"
58: "Final"
Özel Bölüm

7: "Sorgu"

122K 6.5K 2.3K
By kariabenam

Bölüm 7: “Sorgu”

Aklınıza takılan birinden veya bir şeyden uzaklaşmak kalıcı bir çözüm müydü? Bana kalırsa geçici bir çözüm bile değildi. Çekip gitmek, öldürmek, yok etmek bile bir çözüm değildi. Bir şey aklınıza çöreklenmişse, onu oradan ancak kaderin planı çekip alabilirdi. Ama oturup bunu bekleyemezdim. En azından vicdanımı rahat tutmak istiyordum. O evde Atalay’la birlikte kalırsam, Özgür’e ihanet ediyormuş gibi hissedecektim. Bu duygu patlamalarının arasında bir de bunu eklemek istiyordum. Bu hem Özgür’e hem de kendime yaptığım bir iyilikti.

Belki de şuan tek ihtiyacım olan şey dünyayı yeniden renklendirecek sihirli bir gözlüktü. Tekrar tozpembe ruh haline girebilmek için böyle sihirli bir şeye ihtiyacım vardı. Beni bu iğrenç durumdan çekip alacak birine ihtiyacım vardı. Ve böyle birinin olmayışı hiddetlenmeme sebep oluyordu.

“Dişlerini gıcırdatma.” Boş odanın içinde eşya varmış gibi duvarları seyretmeyi kesip adamın salon olarak gösterdiği odadan çıktım. Amerikan mutfağı tarzındaydı ve bu benim epey hoşuma gitmişti. Yatak odasına gittik. İdeal boyutta bir odaydı. Tuvalet ve banyoda yüzüne bakılacak gibi bir haldeydi. Kirası da fazlasıyla uygundu. Esasen benim için en önemli şey binayı koruyan bir güvenliğin olmasıydı. O da olduğuna göre bu evi tutmamak için hiçbir sebep yoktu.

Emlakçıya istediğim evi anlattığımda bizi buraya yönlendirmişti ve işte, gösterilen ilk evi seçmiştim bile. Kira sözleşmesini de imzaladıktan sonra Özgür adamla bir şeyler konuştu. Ben balkona çıkmış dışarıya bakıyordum. Beşinci kattaydı fakat manzaranın pek de güzel olduğunu söyleyemezdim. Zaten İstanbul’da Özgürler gibi çok zengin değilseniz, manzaranız hep beton yığınları olurdu. “Evini beğendin mi bakalım?”

Uzattığı anahtarı aldım. “Beğendim. Birkaç eşya da aldık mı tamamdır.”

Yorulduysan bugünlük o iş kalsın, sen de bizde kal,” dediğinde anında itiraz ettim. Atalay kovduğu halde gidip kalmak fazla yüzsüzce bir hareket olurdu.

“O zaman tanıdığımız bir mobilyacıya gidelim. Hem eşyalarını bugün getirirler hem de fiyatta yardımcı olurlar.”

Kafamı salladım. “Olur, o halde acele edelim.”

Mobilyacıya vardığımızda öğlen güneşi çökmek üzereydi. Haki yeşili ve krem renkli koltuk takımını seçtim. Bir baza, giysi dolabı, çamaşır makinesi ve ütü, ütü masası aldım. Bir takım mutfak seti de aldıktan sonra bugünlük bu kadarının yeterli olduğuna karar verdim. Diğer ihtiyaçlarımı yavaş yavaş görebilirdim.

Marketten de dolabı dolduracak kadar alışveriş yaptıktan sonra malzemeleri eve bıraktık. “Ben işe dönmek zorundayım,” dedi Özgür sıkıntılı bir ifadeyle.

“Ben de geleceğim,” diye atılınca kaşlarını çattı. “Küpemin tekini düşürmüşüm. Atalay’ın odasında kalmış olmalı.”

“Ben bakarım, sen zahmet etme. Hem eşyaları getirecekler. Yerlerini göstermen gerek.” Doğruydu ama benim bugün mutlaka Atalay’la konuşmam gerekiyordu. Benimle telefonda konuşan ya oydu ya da birini tutmuştu. Yine hayatımı mahvetmeye çalışıyordu, gidip konuşup hesap soracaktım. Bu kadar kötü kalpli bir insanla yolum kesiştiği için ondan bir kez daha nefret ettim. Saf, katıksız bir nefret.

“O küpeyi kaybedemem. Sen bulamazsın, Özgür. Kayıp şeyleri bulmakta çok kötü olduğunu biliyorsun.” Bir kez yüzüğünü kaybetmişti ve banyodaki aynanın önüne bakmak aklına bile gelmemiş, yeni bir yüzük almak zorunda kalmıştı. O gün ne kadar eğlendiğim aklıma geldi. Gün boyu Özgür’le dalga geçmiştim.

Düşünüyormuş gibi bir ifade belirdi suratında. “O zaman ben Ekrem ağabeyi çağırayım hemen. Artık eşyaların yerini beraber hallederiz.”

Kafamı salladım ve şükran dolu bir samimiyetle tebessüm ettim. Beraber asansöre binip aşağıya indik. Anahtarı Ekrem ağabeye vermesi için güvenliğe bıraktık. Özgür sitenin garaj yolundan çıkarken ben kemerimi taktım. İçimde, Atalay’ı göreceğim için bir sıkıntı doğdu. Ne diyecektim, bilemiyordum ama bir şekilde onu uyarmam gerekiyordu. Benimle alay etmeyi kesmek zorundaydı.

Özgür’le olan sohbetimizi hiç hatırlamıyorum. Bana bir şeyler söylüyor, ben de karşılık veriyordum ama içeriğini ve neler dediğimi bilmiyordum. Sonunda şirkete geldiğimizde arabadan indik. Özgür görevliye aracı park etmesi için anahtarı verdi. Kafamı kaldırıp şirkete baktığımda bana tamamen Atalay’ı hatırlatıyordu. Sanki Özgür varislerden biri değilmiş de burası sadece Atalay’a aitmiş gibi. Kalbim hızlandı. Attığım her adımda karşıma çıkacak diye ödüm kopuyordu. İşin ironik kısmıysa zaten onu görmek ve konuşmak için gelmiştim. Kalbime bu kadar hızlı attığı için kızıyordum.

Bir sussana.

Şirkete girdiğimizde birbirine karışmış kadın ve erkek parfümleri migrenimi tetikler gibi oldu. Kokunun beni ne kadar rahatsız ettiğine odaklanmamam gerekiyordu.

Yanımızdan geçen çalışanlar Özgür’e ve bende onun yanında olduğum için bana selam veriyordu. Özgür asansörde çıkacağımız katın düğmesine bastığında ikisinin de odasının aynı katta olduğunu gördüm. İlk gelişimde Özgür’ün odasına gidecek kadar iyi değildim.

Özgür’ün sekreteri, “Yatırımcılar odanızda sizi bekliyor, Özgür Bey,” dediğinde Özgür kararsız kalmış bir şekilde bana baktı.

“Sen git,” diye ısrar ettim. “Ben bakarım. Sonra da seni aşağıda, kafeteryada beklerim.”

Yanağımı öptü. “İyi şanslar,” dediğimde Özgür çoktan odasının kapısını açmıştı bile.

Atalay’ın odasının olduğu tarafa döndüm. Sekreteri olan tesettürlü kız okuduğu kitaptan başını kaldırıp bana baktı. “Buyurun?”

“Ben,” diyip işaret parmağımla Atalay’ın kapısını işaret ettim. “Atalay Bey’le konuşmam gerek.”

Mahcup olmuş gibi bir ifadeyle bana baktı. “Az önce kendisi rahatsız edilmek istemediğini söyledi. Beklerseniz, birazdan odasına girip haber vereyim.”

“Benim o kadar vaktim yok,” dedim. Özgür’ün işinin ne kadar süreceğini bilmiyordum bile. Acilen konuşmam gerekiyordu.

“Üzgünüm,” dedi omuzlarını düşürüp.

“Ben de üzgünüm ama konuşmam gerek,” dedim ve kadın beni durduramadan Atalay’ın kapısını açıp içeriye daldım.

İçeride iki adam vardı ve Atalay’ın karşısındaki koltuklara oturmuşlardı. Kollarını masaya yaslamış halde oturan Atalay’ın kaşları beni görünce çatıldı.

“Ah, özür dilerim,” dedim çabucak ve kapıyı ardımdan kapattım. Sekretere utanarak baktım.

Ama o bunu pek de sorun etmemiş gibi, “Lütfen şurada oturun,” dedi kapının yanındaki kanepeyi işaret ederken.

Kafamı salladım ve oturdum. Bekledikçe içimdeki sıkıntı büyüyordu. Özgür gelirse konuşamazdım. Yarın da gelmek için hiçbir bahanem olmazdı. Ayağımı sallamaya başlamıştım. “Hanımefendi?”

Kafamı kaldırıp sekretere baktım. “Haddime değil ama endişelendim. Dişlerinizi kıracaksınız.” Ağzımı açtım ve kıza yarım yamalak teşekkür ettim.

Atalay’ın kapısı açılınca refleksle yerimden kalktım. “Kusura bakmayın, en yakın zamanda yarım kalan işinizi halledeceğim.”

Hafif göbekli ve orta yaşlı olan adam, “Ne kusuru efendim. Ne zaman müsaitseniz söyleyin, biz geliriz,” dedi.

Adamlar koridorun sonunda gözden kaybolunca Atalay sekretere kısa bir bakış attı ve bana dönüp “Girebilirsin,” dedi kenara çekilerek.

Aydınlık ve ferah odasına adım attığımda kendimi tuhaf bir şekilde kasvetli hissettim. Atalay da arkamdan odaya girdi ve kapıyı kapattı. Yüzünde merak ve şaşkınlığın emaresi vardı. “Otur,” dedi kanepeyi göstererek. Ses etmeden oturdum, başımı ellerimin arasına aldım. Söze nasıl başlamam gerektiğini bilmiyordum. “Kahve ister misin?” diye sordu tereddütle.

Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. “O adamı sen mi tuttun?”

Afallayarak bana baktı. “Ne adamı?” diye sordu kekeleyerek.

“İş yerimdeki telefondan arayıp beni tehdit eden adamı,” dedim dişlerimin arasından. Bir yandan da kendime sabırlı ve sakin olmam gerektiğini söylüyordum.

Atalay yürüdü ve tam karşımda ayakta dikildi. “Seni biri tehdit mi ediyor?”

Sinirden gülerken, “Bilmezliğe mi veriyorsun?” dedim. Ayağa kalkıp karşısına dikildim. “Bak, sana yalvarıyorum. Lütfen artık canımı acıtmaya çalışma.”

Atalay kaşlarını çattı. “Eylül sen ne saçmalıyorsun?” Sesi yüksek çıkmıştı. “Ben kimseyi tutmadım, kimseye de seni tehdit etmesini söylemedim. Gözünde nasıl biri olduğum hakkında bir fikrim yok ama ben böyle bir şey yapmam.” Durup Atalay’a nasıl biri olduğunu anlatmak istedim. Bunca zamandır içimde tuttuğum tüm nefretimi kusmak istedim fakat sırası değildi.

“Ne demek sen değilsin?” Gözlerine baktım. Allah’ım, kafam çatlıyordu. Dayanamayacağım bir noktaya doğru hızla sürükleniyordum.

“Ben değilim,” dedi sabırla.

Elimi kalbimin üzerine koydum. Gözüm pencereye takıldı, hava almaya ihtiyacım vardı. “Sana ne dedi?” diye sordu Atalay.

Pencereye yürüyüp camı açtım ve yüzüme değen havayı içime çektim. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Daha buraya geleli dört gün olmuşken, şimdiden bu olanları kaldıramıyordum. “İkimizin geçmişini kimin bilip bilmediğini sordu,” dedim titreyen sesimle.

“Siktir ya,” dedi dişlerinin arasından. Yanımda duruyordu, göz ucuyla ellerini saçlarının arasından geçirdiğini gördüm.

Kafamı gökyüzüne çevirdim. Dolan gözlerim görüş alanımı bulanıklaştırdı. İki elimi de pencerenin pervazına dayadım. En sonunda kafamı yere eğdim. Gözümden akan tek damla yaş yanağıma bile değmeden yere düştü. “Öğrenilirse her şey mahvolur,” dedikten sonra dudaklarımı sımsıkı kapattım. Vaha’nın Atalay olduğu orta çıkarsa Özgür bile benden vazgeçebilirdi.

Dudaklarımın arasından kaçan hıçkırığa lanet okudum. Kolumun üstünde Atalay’ın elini hissedince geri çekilip gözlerine baktım. Yüzünde endişe ve hüzün vardı. Gözleri hızla yüzümde dolaştı. Çenesini sıvazladı ve arkasını döndü. Bir şeyler düşünüyordu. Tekrar bana döndüğünde gözleri durgun ama kararlıydı. “Tamam, sakin ol,” dedi dikkatle.

“Senin için kolay tabi, kaybedeceğin hiçbir şey yok.” Sesimin seviyesi öfke ve korkudan dolayı artmıştı. 

“Ağlama,” dedi gözlerini kaçırarak. Derin bir nefes bırakıp ekledi. “Bak, kimin yaptığını öğreneceğim. Söz veriyorum sana zarar gelmeyecek.” İsterik bir kahkaha attım. Bu adam ne saçmalıyordu? Ona güveneceğimi mi zannediyordu?

İç sesim ben onu bastıramadan konuştu: Şu an sana Atalay’dan başkası yardım edemez. Güvenmekten başka çaren yok.

“Özgür Bey.” Sekreterin kapının ardından gelen sesi ikimizi de kendine getirdi. Ben yanaklarımı ve gözlerimi nemli kalmayacak şekilde hızla sildim. Atalay koltuğuna geçip oturdu. Sekreter bir şeyler daha söyledi ama anlayamadım. Kapı yavaşça açıldı ve Özgür içeriye girdi.

“Selam,” dedi Atalay’a. Ardından bana döndü. “Kafeteryaya indim ama yoktun. Tekrar buraya çıktım. Küpeni bulabildin mi?” Kafamı olumsuz anlamda salladım. Atalay beni bozuntuya vermeden kafasını önündeki dosyaya çevirdi.

“Gidelim mi?” dedim Özgür’e sesimin normal çıkmasına özen göstererek.

“Bence kuzenim, sen ve ben kahve içebiliriz.” Atalay Özgür’ün bu sözlerine karşılık yavaşça kafasını kaldırdı. Kaşları çatılmıştı. “Tabi kabul edersen. İşlerin acelesi yok sonuçta.”

Atalay’ın gözü bana kaydı ama hemen çevirdi. “Aslında,” dediği gibi Özgür lafını kesti. “Huysuzluk etme kuzen.”

Durduk yere bu kadar samimi konuşması beni olduğu kadar Atalay’ı da şaşırtmışa benziyordu. “Tamam,” dedi tereddütle ve üçümüze de kahve istedi. Karşı tarafı kısaca dinledi. “İki sade,” deyip Özgür’e baktı. “Sen nasıl istersin?”

“Orta şekerli,” dediğinde Atalay telefondaki kişiye iletti. Telefonu kapatıp arkasına yaslandı.

“Sen Eylül’ün sade kahve içtiğini nereden biliyorsun?” Ağzım aralandı. Ne diyeceğimi bilemedim.

Atalay hemen toparladı. “Geçen gün geldiğinde öyle istemişti,” diye bir yalan söylediğinde Özgür kafasını salladı. Derin bir nefes aldım. Neredeyse elimi göğsüme koyacaktım ama bu dikkat çekerdi.

İkisi işten konuşmaya başladıklarında benim gözlerim Atalay’ın masasındaki Şirine ve Huysuz Şirin’e takıldı. Biri benim aldığım figürdü. Onu son görüşümde vermiştim bunu. Ama bana verdiği Şirine’yi ona ne zaman ve nerede geri verdiğimi hatırlamıyordum.

Bakma, diye uyardım kendimi. Geçmişi hatırlama.

“Sen ne düşünüyorsun?” Özgür’e baktım. Sonradan da Atalay’a.

“Ne hakkında ne düşünüyorum,” dedim yeniden Özgür’e bakarak.

“Ortak arkadaşlarımızla bara gidelim diyoruz,” dediğinde şaşırdım. İkisinin ortak arkadaşı mı vardı? “İkimizin de en yakın arkadaşları,” diye ikinci bir açıklama getirdiğinde daha da şaşırdım.

“Bilmiyorum,” dedim tereddütle. Eğer Atalay gelmeyecekse giderdim.

“Bensiz evindeki eşyaları yerine koyamazsın zaten. İşin de yok.” Israrcı bakışlarına maruz kaldım.

“Tamam,” derken bir yandan da Atalay’ın gelmemesi için dua etmeye başladım.

“Harika.” Keyifle ayak ayak üstüne baktı. Atalay’a baktığımda göz devirdiğini gördüm.

Kapı çalındı ve kahvelerimiz getirildi. Kahveyi elime aldığımda ellerimin titrediğini gördüm. Özgür’ün görmemesi için kahveyi önümdeki sehpaya bıraktım. Nereye bakacağımı, nasıl oturacağımı bilemiyordum. Sanki diken üstündeymişim gibiydim.

Hayatın mizah seviyesi bu kadar üstün müydü? Geçmişimdeki adam ve şimdi nişanlı olduğum adam. Ve arada sıkışıp kalmış bir ben. Ne harika!

Kahveyi elime aldım ve tek yudumda bitirdim. İkisi de çatılmış kaşlarla kafasını bana çevirdi. ‘Ne?’ dercesine yüzlerine baktım.

“Ağzını yakmamışsındır umarım,” diyen Atalay’a cevap vermedim. Sana ne, demek isterdim oysaki.

“Kahve krizin mi tuttu?”

“Galiba,” dedim Özgür’e tebessüm ederken. Daha şimdiden akşamı düşünmeye başlamıştım bile. Kendime bile katlanamaz olmuştum. Alt tarafı bir bara gidecektik. O da kenarda otururdu, sonuçta benim onunla bir ilgim yoktu. Muhatap olmazdım, olur biterdi.

“Gidelim mi artık?” dedim artık patlama noktasına geldiğimde. İkisiyle birlikte oturmak beni mental olarak fazlasıyla yormuştu.

“Sen iyi misin?” diye sordu Özgür kuşkuyla bana bakarak.

“İyiyim, sadece sıkıldım,” dedim inandırıcı olamaya çabalayarak.

Özgür ayaklanınca rahatladım. “Kolay gelsin, Atalay” diyip önden yürüdü. Ben tek kelime etmeden çıkarken sırtımda Atalay’ın acı veren bakışlarını hissediyordum. Gözlerinin değdiği yer neredeyse sızlıyordu.

Özgür’ün odasına arkasından girip kapıyı kapattım. Özgür yanağıma dokundu. “Bugün huysuz bir kız olmuşsun,” dedi gülümseyerek. Yeşil gözlerine bakıp gülümsedim.

Dudaklarımı öpmek için eğildiğinde içim acıyla kavruldu. Sebebini bilmiyordum, hemen geri çekildim. “Özgür,” diye mırıldandım.

Kafasını salladı. “Tamam, zamanı değil,” dedi iki elini havaya kaldırarak.

O esnada ofisin camından karşıdaki odayı gördüm. Atalay masada oturan bir adamın bilgisayarına eğilmişti.

Ama bilgisayara değil, bize bakıyordu.

Yorum yapıp oy vermeyi unutmayın. 😍

İnstagram; nn.okuyucu

Continue Reading

You'll Also Like

Haz By 🍀

Romance

359K 5.4K 19
Çocukluktan beri Karan Avcıoğlu'na karşı hisleri olan Efsun Alakurt'un hikayesidir. Sevdiği adamla birlikte olduklarından sonra her şeyin farklı ola...
1.5M 49K 39
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...
47.6K 2.2K 4
"Sor hadi, terörist misin de." Cam parçaları dağıldı, paramparça olan yürekler, hiçbir zaman anlayamayacakları acılara şahit oldu. "Sor bana, dağda a...