VERA İLE VAHA

By kariabenam

7M 336K 154K

"Geçmişin bana ait," dedi ve kulağıma yaklaşarak fısıldadı. "İstesen de beni unutamazsın." Geçmiş can yakar... More

Giriş
1: "Yeni Yaşam"
3: "Sarsıntı"
4: "Kavga"
5: "Beni Rahat Bırak"
6: "Hata"
7: "Sorgu"
8: "Müzik, Ses ve Dans"
9: "Yorgunluk"
10: "Karanlık"
11:"Geri Çevirmek"
12: "Asansör"
13: "Yakınlık"
14: "Gecenin Pençesi"
15: "Uzaklaşma"
16: "Plaj"
17: "Uğursuz Gece"
18: "Aidiyet"
19: "Telefondaki Adam"
20: "Karanlığa Açılan Zaman"
21: "Gök Gürültüsü"
22: "Umutsuz Bir Kaçış"
23: "Geçmişin Keskin Ucu"
24: "Geçmişin Kör Ucu"
25: "Film Gecesi"
26: "Bir İlk Daha"
27: "Geleceğe Açılan İlk Kapı"
28: "Teslimiyet'"
29: "Karmakarışık"
30: "Uyarı"
31: "Hediye"
32: "Doğum Günü"
33: "Yüzleşme"
34: "Yarım Gerçek"
35: "Dönüm Noktası"
36: "Kırık Dökük Ev, Hatıralar"
37: "Kopan İlk Fırtına"
38: "Yılların Sürgünü"
39: "Yenilikler"
40: "Kamp"
41: "Gerçeğin Öteki Yansıması"
42: "Yaraların Tortusu"
43: "Bocalamak"
44: "Tene Dökülen Ruh"
45: "Varlığın Başlangıcı"
46: "Paslanmaya Başlayan Zincir"
47: "Fazla Mutluluk Acı Getirir"
48: "Ayrılığın İnce Toprağı"
49: "Istırabın Hafızası"
50: "Keder Gibi Kader"
51: "Beyaz Sayfa"
52: "İntikam"
53: "Yakamoz"
54: "Kazanılanlar ve Kaybedilenler"
55: "Soluk Dün, Parlak Yarın"
56: "Kırlangıçdönümü"
57: "Işıkların Altında"
"Geçmiş"
58: "Final"
Özel Bölüm

2: "Günışığı Yanarken"

167K 7.5K 4.8K
By kariabenam

Bölüm 2: “Günışığı Yanarken” 

Benim gibiyseniz ve şanslıysanız, bazı geceler içiniz rahat uyurdunuz. Benim için hiç alışıldık bir durum değildi elbette. Gecelerini kabusların zehirlediği biri için karanlık her zaman boğucudur. Devasa bir beton yığını üzerinize düşüyormuş gibi çaresiz ve kaçışı olmayan bir noktadaymış gibi uyanırdınız. Terler içinde kalkar, nefes almaya çalışır ve hemen sonra ağlama nöbetleri geçirirdiniz. Güneş doğmaya başladığında ise yorgunluğu tüm bedeninizde hissederdiniz. Gizli bir elektrik akımı saatler boyunca bedeninize akıtılmış gibi bir surat sizi aynada beklerdi.

O korkunç suratı kapatmak işin en kolay kısmıydı.

Fakat artık abartmaya başladığımı düşünüyordum. Sonuçta her şey yoluna girmişti. Değil mi?

En azından ben öyle düşünüyordum.

Makyaj malzemelerimi makyaj çantama koyduktan sonra kendime aynada son kez baktım. Bugün iş başı yapıyordum, ilk gün resmi giyinip sonraki günler oradaki insanların durumuna göre giyinecektim. Çünkü lanet olası resmiyet hayatta en nefret ettiğim şeylerden sadece biriydi. Tabi siz beyaz gömleğin altına giyilmiş kloş eteğe resmi derseniz…

Kendimi sıfır makyajsız düşünemiyordum. Gözaltları mosmor, açık renk tenim, koyu renk saç ve gözlerimle vampire dönüşürdüm. Makyaj demişken, elbette aklınızda canlanan cemiyet makyajlı kadınlar gibi ikinci bir kimliğe de bürünmüyordum.

Kapım tıklatılınca kafamı kaldırıp sol tarafıma döndüm. “Gir,” diye seslenince Özgür muzipçe gülümseyen yüzünü kapının arasından çıkarttı.

Güldüm ve oturduğum taburede tamamen ona döndüm. “Nasıl uyudun?” diye sordu içeriye girmeden hemen önce.

Dudak büzdüm. “Yer yadırgadığımı biliyorsun. Ama buna rağmen oldukça iyi uyudum.”

Özgür tam karşımda durup saçımı okşadı. Kafamı yana eğip gözlerinin içine bakarak gülümsedim. Sessizlik içerisinde akıp giden birkaç saniye sonra, “Sevindim,” dedi. “İşin için heyecanlı olmalısın.”

Göz devirdim. “Hem de nasıl. Sanki gideceğim yerde insanlar değil de canavarlar varmış gibi. Çok saçma,” dediğimde zayıf gülüşünü işittim.

“Emin ol normal insanlar da senin gibi hissederdi.”

Tabureyi iterek ayağa kalktım. “Bazen anormal bir insan olmak istiyorum.”

Özgür kaşlarını çatıp, “Nasıl yani?” diye sordu.

“Yani,” diyip derin bir nefes verdim. “Hiçbir şey hissetmemek isterdim.”

“Anormal insanlar hiçbir şey hissetmez mi?” Özgür’ün yüzünde gördüğüm ifadeden kaçındım.

“Üzgünüm,” dedim yanağına hafifçe dokunarak. “Bugün içi boş felsefi konuşmalar yapacak kadar gevşek bir ruh halinde değilim.”

Kahkaha attı. “Ah, elbette. O zaman hadi kahvaltıya gidelim.”

Dün tüm gün evdeydik ve azıcık da olsa ailesine alışmıştım. Ama hala geriliyordum ve bu yüzden dişlerimi gıcırdatmaya başlamıştım bile. Merdivenleri inmeye başladığımızda ailesini sofrada gördüm. “Dişlerini gıcırdatma. Hala mı gerginsin?”

Dudaklarımı kıpırdatmamaya özen göstererek ve bana bakan anne babasına gülümsemeye çalışarak, “Tabi ki hala gerginim,” dedim.

“Günaydın,” dedim merdivenleri tamamen indiğimizde.

Hepsi bize bakıp kısaca karşılık verdiler. Özgür yanıma oturdu, karşımdaysa Kerim vardı. “Geç gelince bir an ağabeyimi de alıp kaçtığını sandım yenge.”

Özgür’ün babası Adnan amca, oğluna susmasını söylercesine yandan bir bakış attı. Bense gülerek karşılık verdim. “Özür dilerim.”

Emine teyze, “Sen onun patavatsızlığına bakma,” dedi sanki alınmışım gibi gereksiz aklama çabalarına girişerek.

“Sorun değil,” derken sesimle gerçekten de sorun olmadığını belli ederek.

“Ee, heyecanlı mısın?” Bu sorunun Firuze teyzeden gelmesi beni şaşırttı.

Cevap vereceğim sırada Özgür, “Raziye sultan!” diye seslendi. Hızlıca dikkatimi toparlayıp kadına cevap verdim. “Evet, epey heyecanlıyım,” dedim aynı zamanda gülümseyerek.

“Aferin ağabey, kedi olalı bir fare tutmuşsun. Gülerken gözlerinin içi gülen hatunlara bayılıyorum.” Özgür masanın üzerinden uzanıp Kerim’in kafasına yapıştırdı.

Emine teyze, “Şımarma,” dedi öfkeyle. “Sözlerine dikkat et.”

Alt tarafı bir çocuktu. “Ne dedim şimdi ya?” Ne dediğini bilmeyen afacan bir veletti ama çok sevimliydi. Ben kafamı iki yana sallayıp gülmekten başka bir şey yapmadım.

Raziye teyze gelip masanın kenarından Özgür’le konuştu. “Efendim oğlum?”

“Raziye sultan bundan sonra kahvaltılarda filtre kahve de getirir misin? Eylül ağır bir kahvekoliktir,” dediğinde gözlerimi kocaman açarak Özgür’e baktım ama o beni hiç umursamadı. Bu da ne demekti şimdi? Allah’ım iğrenç hissediyordum. Daha evlerine geleli iki gün olmuşken, Özgür nasıl böyle bir şey yapardı? Kendimi rezil bir konumda hissediyordum.

“Hayır,” diye hararetle itiraz etmeye çalıştım. “Gerek yok, evin düzeni nasılsa öyle devam etsin.”

Özgür sinirle bana baktı. “Sonra da gün boyunca migrenle uğraş, değil mi?”

“Tamam oğlum.” Raziye teyze gittiğinde öfkeyle Özgür’e baktım, o da tabağına.

Koca bir omlet parçasına ağzına attığını gördüğüm Kerim, “Senin de mi migrenin var?” diye sordu.

Evet, ne var yani? “Maalesef.”

“Annemin de migreni var,” dediğinde dönüp Emine teyzeye baktım. “Aynı zamanda romatizması, şekeri ve kolesterolü de var. Babam ona bozuk karpuz diyor.”

Firuze teyze kahkahasını tutamadı. Emine teyze ve ben hariç herkes güldü. Emine teyze Kerim’e bağırırken ben de dudaklarımı bastırıp gülmemeye çalıştım. Bozuk karpuz da neyin nesiydi? “Senin o koca göbekli baban benim karpuz değil, insan olduğumu unutuyor,” diyip öfkeyle kocasına baktı. Adnan amca ses çıkarmadan, sarsılarak gülüyordu. “Beni kendi türüyle karıştırıyor.”

Özgür gülüşlerinin arasından derin bir nefes verdi. “Bugünlük bu kadar yeter,” dedi ve sandalyesini itip ayağa kalktı. “Bizim artık gitmemiz gerek.”

Ben de ayağa kalktım ve herkesin işimle ilgili bulundukları güzel dileklere teşekkür ettim. Özgür’ün arabasına binerken, “Raziye teyzeye niye öyle bir şey dedin?” diye sordum o anı hatırlayınca kabaran utancımla.

“Ne var bunda Eylül?” dedi anahtarı kontağa takarken.

Emniyet kemerimi taktım. “Onlar senin ailen; çekinmemen, utanmaman çok doğal ama benim için aynı şeyin geçerli olmadığını bilerek hareket et.”

“Tamam,” dedi boşta kalan elini havaya kaldırarak. “Düşünemedim, üzgünüm.”

Öfkem anında yatıştı ve yandan Özgür’e baktım. Biraz fazla yüklendiğimi hissedince pişman oldum ve gönlünü almak için yanağını sıktım. Dudakları öne doğru uzayınca ikimiz de kahkaha attık. Koltuğa sırtımı tekrar yasladım.

Evin bahçe kapısında çıkarken Özgür, “Harika,” dedi dişlerinin arasından. “Atalay beyimiz dönmüş.” Özgür’ün penceresinden parlak siyah, lüks araca baktım ama içinde kimseyi göremedim.

“Selam vermen gerekmez mi? Uzun süredir Ankara’dasın ve görüşemediniz.”

“Ankara’da olmanın en güzel tarafı Atalay’ı görmemekti. Ciddiyim, seni görmekten bile daha güzel bir şeydi bu.”

Yol boyunca Özgür’le konuştuk. Yaklaştıkça beni daraltmaya başlayan korkumu azaltmaya ve dişlerimi bastırmamı engellemeye çalıştı. Yol kenarındaki dükkandan kahve aldık. Sonunda yayınevinin önüne geldiğimizde hem istekli hem de isteksiz bir hareketle arabadan indim. “Hadi ama, benim işim gibi kötü geçmeyecek,” dedi Özgür güneşin ışığından korunmak için gözlerini kısarak.

“Ailenin şirketinde çalışmanın rahat olduğunu düşünürdüm. En azından kitaplarda böyledir,” dedim eteğimi ve kısa kollu gömleğimi düzeltirken. Özgür’ün üzerinde hiçbir zaman büyük bir baskı kurmadıklarını biliyordum. Sadece Emine teyzenin ara sıra çok çalışıp Atalay’ın yerine, Özgür’ün yönetici olması için bunaltıcı nasihatler verdiğini biliyordum.

“Öğlen egosuyla uğraşacağın bir kuzenin yok en azından.” Gözlerimi yayınevinin binasından çekip Özgür’e yönelttim.

“O kadar mı ya?” diye sordum umutsuz bir ses tonuyla. Özgür yalnızca derin bir nefes verdi. Evet, bu gereken cevabı almam için yeterliydi.

“Seninle içeriye gelmemi ister misin?” Açık tuttuğu arabanın kapısına elini koydu.

“Hayır, gerek yok,” dedim ve gergin bir tebessüm gönderdim.

“O zaman,” diyip avuçlarını gökyüzüne çevirdi. “Bol şanslar.”

Topuklu ayakkabılarım asfaltta boğukça takırdadı. Özgür’ün yanağını öpüp girişe doğru yöneldim. Merdivenleri çıkıp döner kapıya geldiğimde arkamı dönüp baktım. Hala bana bakan Özgür’e el sallayıp içeriye girdim.

Gerekli belgeleri teslim ettim. Elbette hemen işe başlamak saçmalığı masa başı çoğu işte olmadığı gibi burada da yoktu. İşle ve sistemle ilgili bir aylık eğitim sürecinin ardından işimi yapmaya başlayacaktım. Sandığım gibi korkunç geçmemişti. Benimle birlikte birçok kişi daha vardı. Oval masada yan yana denk geldiğimiz Azra ile arkadaşlık kurdum. Beş sene sonraki ilk dostluğumu da kurduğuma göre, iyileşmiş sayılırdım.

Bir ay boyunca işten erken çıkacaktık, bunun iyi mi yoksa kötü bir haber olduğuna karar veremedim. Yandan asmalı ufak çantamın içinden telefonumu çıkarıp Özgür’ü aradım. “Alo?” dedi dalgın bir sesle. Dosya yığınlarının arasında olduğunu tahmin edebiliyordum.

Kaldırımda dikildim. “İş erken bitti,” dedim ensemi kaşıyarak.

“Tamam, şoför göndereyim, seni alıp eve götürsün o zaman?”

“Hayır hayır,” dedim hemen. “Ben senin yanına gelmek istiyorum.” Henüz ailesi ile baş başa kalabilecek duruma gelmemiştim.

“Seninle ilgilenecek bir durumda değilim ama.” Özgür’ün tereddütte çıkan sesine karşılık gülümsedim.

“Sorun değil.” Bu sevecen çıkan sesime Özgür bayılırdı. Her ne kadar ben öyle düşünmesem de o çok şirin olduğunu düşünüyordu. “Ben de seni izlerim.”

Telefonun arkasından güldüğünü duydum. “O zaman seni aldırtayım.”

“Aslında buradan geçen bir otobüse falan da binebilirim,” dedim aynı zamanda etrafı tarayarak. Aksilik şu ki görünürde durak yoktu.

“Ah, tabi. İki üç aktarmayla gelirsin. Zaten geldiğinde de akşam olmuş olur. Evden çıkıp seni almaya gelirim.” Elimi ağzıma kapatıp güldüm. İstanbul’un nasıl bir yer olduğunu unutmuş olmalıydım. “Bekle, bir yere girip kahve falan iç. Ben birini gönderiyorum.” Öğlen olmasına rağmen hala çalışması haksızlıktı. Ama elbette benim karışmaya hakkım yoktu, işinin gereğini yapıyordu.

Özgür’ün dediğini yaparak bir kafeye girdim ve çanta kitabımı çıkarıp okudum. Bir kitabın en heyecanlı yerinde bölünmesi geleneği bozulmadı. Özgür şoförün geldiğini söyleyince hemen ayaklandım. Arabada kitap okuyabilen seçilmiş insanlardan biri olmadığımdan yolu seyrettim.

Arabadan çıktığımda elbette gökdelen büyüklüğünde bir şirket beni beklemiyordu. Ama oldukça yüksek ve geniş bir bina olduğunu inkar edemezdim. Bu şirket yalnızca Özgürlerin değildi. Aynı zamanda başka ortakları vardı. Atalay’ın babası Hakkı amca da bunlardan biriydi. O kadar kişinin varisinin içerisinde yönetici Atalay’dı.

Siyah camdan ibaret binanın ihtişamı başımı döndürünce önüme döndüm ve binaya girdim. Yoğun güvenlik taramasının ardından girişteki danışmaya Özgür’ün odasını sordum. Beni bekleteceğini söyleyip Özgür’ü aradı.

Sarışın kız gülümseyerek, “Özgür Bey Atalay Bey’in odasındaymış. Sizi de orada bekliyor. 22. katta, şu asansörden indiğinizde sol tarafınızda kalacak,” dedi arka taraftaki asansörü işaret parmağıyla gösterip.

Teşekkür edip asansöre bindim. Hızla çıkan asansör tedirginliğime pek de yardımcı olmuyordu. Özgür Atalay’dan öyle bahsediyordu ki, gözümde seri katil gibi canlanıyordu. Kısacık bir zil, basılan kata geldiğimizi belirtmek için çaldı. Adımımı dışarıya attım. Binanın dışı gibi içi de parlak siyah ve zümrüt yeşili renklerle kaplıydı. Sol tarafıma döndüm ve kapısının yanındaki tabelada Atalay Baysal yazan odanın kapısını tıklattım. Kendi odasından çıkan sekreter elindeki kahveyi masasına koydu ve tebessümle, “Bir yere kadar gittiler, siz içeride bekleyin. Hemen gelirler,” dedi.

Teşekkür ettim ve odaya girdim. Odanın büyüklüğü önceden yaşadığım gecekondunun tamamı boyutundaydı. Sağ taraftaki başta büyük, siyah deriyle kaplı bir masa vardı. Karşısında ise dört kanepe. Odanın sol köşesinde ise yuvarlak bir toplantı masası vardı. Orta ise boştu, bu da odanın ferah gözükmesine neden oluyordu. Ayakkabılarım cam fayansta tok sesler çıkardı, bu sesten ciddi anlamda rahatsız oluyordum. Bir süre sonra oturmaktan sıkılınca masanın üzerinde gördüğüm şirine figürünü elime aldım.

Kalbimde yine o küçük baskıyı hissettiğimde elimdekini elektrik çarpmış gibi masaya geri bıraktım ve etrafa gergin bakışlar fırlattım. Yerime oturduğum sırada az önceki kızın sesini duydum. “Atalay Bey içeride misafiriniz var.” Karşı taraftan ses gelmedi. Ayakta beklemenin daha uygun olacağına karar verdim. Sonuçta yeni tanışacaktım ve ilk izlenim önemliydi. Kapı hızlıca açıldı.

Kalbim ritminin atışını kaybetti. Elimdeki çanta yere düştü. Bir anda buz kestim. Ellerim, eksi derecenin altında kalmış gibi beyazlamıştı. Yüzümün de aynı görüntüyü verdiğinde yemin edebilirdim. Ayaklarım beni zorlukla taşıyordum. Dışarıdan nasıl görünüyordum bilmiyordum ama içim zangır zangır titriyordu.

Aslında fark ettim ki geçmişi unutmaya çalışmak yıldızları elimize almaya çalışmaya benziyordu. Hayal dünyanızda, elinizi gökyüzüne uzatıp tek gözünüzü kapattığınızda yıldızı parmaklarınızın arasında sanırdınız. Fakat kolunuz aşağı düşüp kapattığınız gözünüzü açtığınızda gerçek oradaydı. Sizinle alay eder gibi gökyüzünde tüm ihtişamıyla parlardı.

İşte Atalay’ı gördüğümde, kaçmaya çalıştığım geçmişim bir kez daha üzerime yıkıldı.

Vaha tam karşımda duruyordu.

Oy verip yorum yapmayı unutmayınız. ❤️

İnstagram; nn.okuyucu

Continue Reading

You'll Also Like

498K 29.6K 51
Sosyal medya temalı bir güzellik yarışmasına girme kararı alan Nil kazanmak için her şeyi yapacak kadar hırslıdır. Tacı almak kadar; yarışmanın ünlü...
6.7K 2.2K 49
Aşk maviydi. Aşk umuttu. Sevipte sevilmeyi ummaktı aşk. Aşk siyahtı. Aşk imkansızdı. Kanı kırmızı akan kalbin aralarına siyahın bulanmasıydı. İstesen...
1.4M 44.3K 38
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...
419K 19.4K 36
2018 HİKAYE USTALARI WATTYS KAZANANI Ruhum ruhuna çengelli bir iğne gibi batıyor, her ilmesini nakış eden bir terzinin, parmaklarındaki nasır olurken...