67. Bölüm - ''Sen olmazsan ne yaparım?''

132 6 2
                                    

Multimedya resim: Jung Min & Ai Lin (anime ver.)

Bölüm şarkısı: Park Jung Min - Softly

Jung Min, ellerini sıkı sıkı yumruk yapmıştı, parmakları kırılacaktı. Doğrusu, şimdi gidip Seung Hyun’u gebertebilirdi.

Kalbindeki his anlatılamazdı ya.

Eun Cha titreyen sesiyle devam etti. 

‘’Jiyeon’u unut, kendin için.’’ 

‘’Ben Jiyeon’u zaten unuttum. O benim kalbimden çıkıp gitti. Zamanında beni hiç düşünmeden gitti hem de… Ondan sonra yaralarımı sarıp devam ettim. Fakat neden şimdi çıkıp beni düşünüyor? Bu işin altında başka bir şey varsa seni de onunla birlikte gebertirim.’’

‘’Jung Min ah ciddiyetin farkında değil misin? Böyle bir şey için iş mi çevireceğiz bir de? Hayatın tehlikede diyorum, Jiyeon seni kurtarmaya çalışıyor. Bunu tekrar seninle birlikte olmak için yapmıyor, sadece senin için endişeli. Kendi için de endişeli. Seung Hyun baştan böyle değildi. Senden ayrıldıktan sonra ilk zamanlar çok iyi anlaşırlardı. Hatta Seung Hyun, evlenme teklifi bile etti. Jiyeon ona aşık olduğunu söyleyip dururdu. Ama sonra… Sonra o çok değişti. Jiyeon’u dövmeye başladı. Onu saplantı haline getirdi, kendisinden başka hiçbir erkek ona bakmasın diye evden dışarı çıkartmıyor. Çıksa da peşinde bir sürü adamı… Her hareketi takip altında. Özellikle seninle bir derdi var, ama ne bilmiyorum… Jiyeon şuan bunu öğrenmeye çalışıyor. Benden tek isteği sana ulaşmamdı. Lütfen beni dinle, ayrıntılar için benden haber bekle. Kendini biraz olsun seviyorsan Jiyeon meselesini bir kenara bırakıp beni dinlersin. Olay sizin attığınız nişan gibi değil. Jiyeon’un en yakını ve seni de uzun zamandır tanıyan biri olarak söylüyorum. Şimdi gitmem gerek. Eğer peşine birilerini taktıysa dikkat çekmeyelim. Ben tekrar sana ulaşacağım. Lütfen dediklerimi düşün.’’ 

 

İki tane siyah takım elbiseli, zebellah gibi adam Jiyeon’u kolundan tutarak şirketin koridorlarında sürüklüyordu. Jiyeon ikisinden de kurtulmaya çalışıyordu ama kız başına gücü ne kadar yeterdi ki…

Az sonra Jiyeon’u bağırta bağırta Seung Hyun’un odasına getirmişlerdi. Seung Hyun, pencereye dönüktü. 

‘’Geldik efendim. Hanımefendiyi fotoğrafçıdan çıkıp emniyete giderken yakaladık.’’

Seung Hyun, sigarasını camın önündeki küllükte söndürüp dumanını üfledikten sonra Jiyeon’a döndü. Adamlara işaret etti, odada sadece ikisi kalmıştı.

Jiyeon kesik kesik soluk alıyordu. Seung Hyun kendisine yaklaştıkça geri geri yürüyordu.

‘’Neden boşuna para harcıyorsun? İnsanlar parayı kolay kazanmıyor.’’ 

‘’Yaklaşma.’’ 

‘’Korkma bebeğim, insan sevgilisinden korkar mı hiç?’’

‘’Sen benim sevgilim falan değilsin! Canavarsın! Eski Seung Hyun değilsin sen…’’ 

‘’Kırıyorsun. Dur tahmin edeyim, önce fotoğrafçıya gidip fotoğraf çektirdin ve ardından da pasaport için randevu aldın değil mi?’’

Jiyeon başını öne eğmişti. Seung Hyun gülerek Jiyeon’un önüne cebinden çıkardığı pasaportu fırlattı.

‘’Al.’’

‘’Neden bunu yapıyorsun? Ne istiyorsun ha?’’

‘’Ne mi istiyorum? Sadece sen.’’

‘’Yalancı! Beni sevsen, beni istesen böyle mi yaparsın? Bana bak, ya açık açık her şeyi anlatırsın… Ya da evi terk ederim. Değil adamların, sen gelsen kafama silah dayasan yine de giderim. Bunu gerçekten yaparım!’’

‘’Pasaportunu almayacak mısın? Almayacaksan çekmeceme koyarım, gideceğin zaman alırsın. Düşündüm de pasaportuna el koymam çok saçmaydı. Nasılsa Jung Min’le gidemeyeceksin veya ona kaçamayacaksın.’’

‘’Öyle bir niyetimin olmadığını anlaman için daha ne yapmalıyım ha?’’

‘’Senin bir şey yapmana gerek yok. Sadece o hayatta olduğu sürece bu ihtimali düşünmek zorundayım.’’

‘’Ne demek bu şimdi? Jung Min’e bir şey mi yapacaksın…’’

‘’Her şey insanlar için değil mi? Tanrı bize yarına çıkacağımızın garantisini vermez. Bir sabah kalkmışsın, Jung Min yok. Puf! Gitmiş. Hahaha!’’

‘’Senden iğreniyorum Choi Seung Hyun.’’

‘’Ama ben iğrenmiyorum ne yapacağız? Bana bak, gülüyorum diye ciddi olmadığımı falan düşünme. Sen de onun gibi olacakları göreceksin. Bilmediğin şeylere de burnunu sokma, Jung Min’le olan meselemde konu sadece sen değilsin anladın mı?’’ 

‘’Ne o zaman ne! Bu kadar acımasız olmanı gerektirecek şey ne! Ne istiyorsun!’’

‘’Yemek yemeye çıkalım mı?’’

 

Ai Lin çekingen çekingen yatağında oturuyordu. Bir misafir odasına oranla oldukça lüks bir odaydı. Az sonra Jung Min, kapıyı tıklatıp içeri girdi. Rengi atmıştı. 

‘’Jung Min ah? Merak ettim… Rengin atmış. Ne oldu?’’ 

Jung Min, Ai Lin’in elini kendi elleri arasına aldı. Ai Lin’in kalbi heyecandan hızlı hızlı atmaya başlamıştı.

‘’Bana bir söz vermeni istiyorum. Ne olursa olsun yaşayacaksın tamam mı?’’ 

‘’Bu nasıl söz? Neden böyle-‘’

‘’Ai Lin söz ver.’’

Rüyasını hatırladı birden.

‘’Neler oluyor? Bilmek istiyorum…’’ 

Jung Min gözlerinden süzülen yaşlara aldırmadan ani bir hareketle Ai Lin’e yaklaştı.

Dudağına küçük bir öpücük kondurmuştu.

‘’Kore’den gideceğiz. İkimiz gideceğiz. Ben seninle her yere geleceğim fakat… Fakat bana bir şey olursa, yanında olamazsam eğer, ne olursa olsun yaşayacaksın tamam mı?’’ 

Ai Lin sessiz hıçkırıklarla ağlamaya başlamıştı. Az sonra kollarını Jung Min’e dolamıştı. Başını onun sıcak göğsüne gömerken gözyaşları, Jung Min’in kazağını ıslatıyordu.

‘’Neden böyle konuşuyorsun? Sen olmazsan ben ne yaparım? Beni bırakacak mısın?’’

Büyük, sessiz odada Ai Lin’in sessiz hıçkırıklarının arasına karışan kesik kesik soluklardan başka ses yoktu.

Yalnız Kalpler Sütunu (외로운 마음 열)Where stories live. Discover now