11.Bölüm - Kayıp

251 14 3
                                    

Sabah olmuştu. Saat 08.00 civarlarıydı. Güneş ışıkları odayı dolduruyordu. Yeni gün, yeni umutlar… Güneşin doğması Ai Lin için tek güzel olan şeydi. Karanlık dünyasındaki tek ışık, sabah doğan güneşin ışıklarıydı. Ai Lin uyandığından beri hiç uyumamıştı. Ağrıyan vücuduna rağmen ayağa kalktı. Serumunu eline alıp pencerenin yanına geldi. Han Nehri’nin manzarası sabah ışıklarıyla muazzamdı. Sabah sporuna çıkan insanlar, elinde kitaplarla oradan oraya koşuşturan kurs öğrencileri, işe gidenler… Şehir yine yüklü bir geceyi ağırlamıştı. Ama yorgun değildi, akıp gidiyordu. Ai Lin, pencereden bir süre dışarıyı izledikten sonra serumunu alıp koridora çıktı. Lavaboya gitti. Aynada uzun uzun kendisine baktı…

Saçları dağılmıştı. Elleriyle saçlarını düzelttikten sonra yüzünü yıkadı. Yüzünde yara bantları vardı, kolları morluk içindeydi. Kollarına bakarken gözleri dolmuştu, çenesi titriyordu. Ama ağlamayacaktı. Güvendeydi. Yavaş adımlarla alt kata indi. Etrafına bakınırken oturma yerinde uyuyakalmış olan So Min’i gördü. Ne tesadüf, Jung Min’le aynı hastanedelerdi. Ai Lin, So Min’i bir yerlerden hatırlıyordu. Evet, ünlü bir borsa şirketinin genel patronlarından biri olduğu için televizyonda görmüş olmalıydı. Az sonra hemşirelerden biri So Min’i uyandırdı, So Min heyecanlı bir şekilde acile girdi. Ai Lin bir süre durduktan sonra bahçeye çıktı. Uzun bir aradan sonra ilk defa dışarıdaydı. 

So Min, Jung Min’in başındaydı. Jung Min gözlerini çok az aralamıştı, annesine bakıyordu.

‘’Jung Min? Tanrım şükürler olsun, iyisin.’’

‘’Anne? Gerçekten sen misin?’’

‘’Benim, buradayım bebeğim. İyileşeceksin.’’

Jung Min bir an duraksadı. O acı soru gelmişti.

‘’Hyung Jun nerede?’’

So Min’in gözleri dolmuştu. Çenesi titriyordu. Ama şuan için söyleyemezdi, ne yapacağını bilemedi.

‘’Susadın mı? Su vereyim mi sana? Ya da aç mısın, bir şeyler alalım.’’

Jung Min’in ses tonu yükselmişti.

‘’Hyung Jun nerede dedim!’’

So Min, Jung Min’in elinden sıkıca tutmuştu.

‘’Jung Min, sakin ol. Daha yeni uyandın. Ne büyük bir kaza atlattığının farkında mısın?’’

Jung Min, elini hızlıca çekerek doğruldu. Serumu çıkarmaya çalışıyordu, adeta delirmiş gibiydi. So Min, oğlunu durdurmaya çalışıyordu.

‘’Jung Min ne yapıyorsun sen! Kafayı mı yedin? Yeni uyandın daha yaralarını açmak mı istiyorsun? Sakin ol!’’

‘’Bana ne yapacağımı söyleme sakın! Bir şey oldu. Bana söylemiyorsun. Bak, ne olduğunu söyle duracağım tamam mı?’’

Hemşireler bağırma seslerine koşup gelmişlerdi.

‘’Beyefendi ne yapıyorsunuz siz? Hastanede olduğunuzu unutmayın lütfen, ses tonunuza dikkat edin. Ayrıca daha yeni uyandınız, bu şekilde hareket etmemelisiniz.’’

‘’O zaman arkadaşıma ne olduğunu söyleyin.’’

Hemşirelerden biri gidip doktoru çağırmıştı.

‘’Uyandınız demek. Nasıl hissediyorsunuz?’’

‘’Arkadaşıma ne oldu? Kötü bir şey var ve bana kimse bir şey söylemiyor.’’

‘’Onun en yakını sizdiniz. O yüzden bilmeniz gereken bir şey var. Öncelikle bu kazadan sağ kurtulmanız bir mucize. Emniyet kemeri sizi kurtardı. Fakat arkadaşınızın emniyet kemeri kaza anında takılı değilmiş, ön camdan dışarı fırlamış. Buraya getirildiğinde şuuru kapalıydı. Biz elimizden geleni yaptık, fakat… Üzgünüm. Kurtaramadık. Başınız sağolsun.’’

Yalnız Kalpler Sütunu (외로운 마음 열)Where stories live. Discover now