48.Bölüm - Bir Hayat

150 10 0
                                    

Ai Lin, Gyuri ve Jung Min öylece adliyenin bahçesindeki banklardan birinde oturuyorlardı. Hafifçe esen rüzgâr, sessizliğe karışıyordu. Hepsinin ifadesi donuktu. Ai Lin… Her şey bitmişti işte. Kurduğu tüm hayaller… Kısacık hayatında bir kez olsun umut etmeyi öğrenmişti. Kendisi için bir şey yapmıştı. Ama birkaç saat sonra babası Kang Hwan’ın eve gelişiyle her şey eskiye dönecekti.

Gözlerinden birkaç damla yaş süzülürken düşünmedi değil o gün işini bitirmeyi. Neden yaşaması gereken bir hayatının olduğuna inandırmıştı ki kendisini? Asla kendisine ait bir hayatı olmayacaktı işte.

Bu hüzünlü sessizliği Gyuri bozdu. 

‘’Ai Lin? Yemek yemeye gidelim mi?’’

Ai Lin konuşmuyordu. Tepkisizdi. Yalnız Jung Min de hiç konuşmuyordu. Üstelik adliyeye geldiğinden beri duruşmada da ağzını bıçak açmamıştı. Sürekli düşünüyordu.

‘’Yeter ama yapmayın böyle. İkiniz de konuşmuyorsunuz. Hadi Ai Lin tamam, sana ne oldu Jung Min? Neden duruşmada konuşmadın? Madem geldin, o zaman Ai Lin’in lehine konuşman gerekmez miydi?’’

Jung Min kafasını yavaşça Gyuri’ye çevirdi. Oldukça düşük bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

‘’Sen gerçekten adaletin olduğuna inanıyor musun?’’

‘’Neden inanmayayım? İnanmamam için bir sebep mi var?’’

‘’Yaşaması gereken insanlar ölüyor. Yaşamaması gerekenler ise çok rahat bir şekilde yaşıyor. Bu sence adaletsizlik değil de ne? Buna cevap bulduğun zaman neden konuşmadığımı da anlarsın.’’

O sırada Ai Lin gözünden akan yaşlara aldırış etmeden konuşmaya başladı. Sesi sanki can veriyormuş gibi iniltiliydi.

‘’Bana ne olacak?’’

‘’Saçmalama Linnie, hiçbir şey olmayacak. Bir daha dava açacaksın, itiraz edeceksin.’’

‘’Gyuri benim kendime ait bir yaşamım olamayacak mı? Ben hiç mi hak etmiyorum mutlu olmayı? Tam her şey yoluna girecekken… Ben hayatımda ilk defa umut ettim. Umut etmek nasıl bir duygu hep merak ederdim. Çok güzelmiş. Güzelmiş ama sonuçları hayal kırıklığından ibaret. Benim yaşamaya hakkım var mı ki? Ben de insanım, ben de eziyet görmeden, kendime ait bir alanda yaşamak istiyorum.’’

Gyuri, birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayan Ai Lin’e sıkı sıkı sarıldı. Ai Lin’de Gyuri’nin hırkasını sıkı sıkı tutmuş ağlıyordu. Jung Min oldukça donuk bir ifadeyle iki arkadaşa bakıyordu. Az sonra Gyuri, Ai Lin’i bırakmadan Jung Min’e döndü. Buruk bir gülümsemeyle bir kolunu da ona açtı. Jung Min de bir o kadar buruk gülümsemesiyle kızlara sarıldı. Bu üç insan belki birbirlerine destek olabilirdi. Ama şartlar bundan sonra daha da zorlaşacaktı.

Akşamüstü saat 16.00 civarlarıydı. Ai Lin, koltukta öylece oturuyordu. Ağlamaktan yorgun düşmüştü. Gözyaşları daha yanağında kurumamıştı. Oldukça gergindi, kalbinin acı acı atışlarını kulaklarının dibinde duyuyordu. O kadar yalnız hissediyordu ki…

Az sonra zil çaldı. İşte, babası gelmişti. Kapıyı açmasam mı diye düşündü. Ne fayda… Her halükarda baba eziyeti gerçeğiyle karşı karşıyaydı. Kaderine boyun eğmekten başka çaresi yoktu. Bir daha umut etmeyecekti. Sonu hayal kırıklığı… Mücadele edecek gücü en başından beri zaten yoktu.

Kapıyı korkak tavırlarla açtı. Titreyen elleri her şeyi anlatıyordu aslında. İşte, Kang Hwan.

O sinirli ve Ai Lin’i her zaman korkutan, kabus dolu bakışlar… Hala yerindeydi. Hatta üç kat artmıştı. Ai Lin bakışlarını yere çevirdi. Yiyeceği dayağı biliyordu. Yine fazla pudra sürmek zorunda kalacaktı ya.

Kang Hwan yavaş adımlarla salona geçti. Bu yavaş adımlar bile evdeki ürkütücü sessizliği daha bir fazla yapıyordu.

Ai Lin kapının eşiğinde yere bakan bir vaziyette konuşmaya başladı. Sesi titriyordu.

‘’Hoş geldin baba…’’

Kang Hwan, cebinden bir sigara çıkarıp yaktıktan sonra Ai Lin’e döndü. Ai Lin bunun anlamını biliyordu.

‘’Hoş geldin… Hoş geldin… Sen bunu hala söyleyebiliyor musun ha?’’

‘’Baba ben…’’

‘’Sakın. Bana bir daha baba deme. Benim senin gibi bir kızım yok anlıyor musun?’’

‘’Deme böyle.’' 

‘’Bunu benden şikayetçi olmadan önce düşünecektin.’’

‘’Az daha ölüyordum. Keşke ölseydim… Hadi döv beni. Ama bu sefer daha fazla vur. Ölmek istiyorum. Eğer sen yapmazsan ben yapacağım. Biraz birikmiş param var, onunla yurtdışına kaçarsın. Ben de bağırmam, kimse sesimizi duymaz. Kendime ait bir yaşam oluşturmama izin vermedin, intihar etmeme izin vermedin. Bari aramızdaki kan bağını düşün.’’

Kang Hwan, sigarasının dumanını Ai Lin’e doğru üfledikten sonra ona yaklaştı. Ai Lin istemsizce titreyerek geri çekildi.

‘’Hem döv diyorsun hem de kaçıyorsun. Bir kez soracağım, o çocuk kim?’’

‘’Kim kim? Anlayamadım…’’

‘’Mahkemede senin şu o***u arkadaşının yanında duran çocuk.’’

‘’Şey, arkadaşım. Çok yakın değiliz ama iyi biri.’’

‘’Bir daha görüşmeyeceksin.’’

‘’Ne?’’

‘’Sence ben aptal mıyım? Arkadaşmış… Ben bu yaptıklarının hesabını sormaz mıyım sanıyorsun? Öldürmeyeceğim, ölüp kurtulmak yok hanımefendi. Hiçbir şey eskisi gibi de olmayacak. Senin yüzünden ben orada neler yaşadım biliyor musun? Anneni sen öldürdün, ben hem onun hesabını hem de kendi hesabımı soracağım. Bu evden dışarıya adımı atmayacaksın. Ölmene de izin vermiyorum. Madem bana baba diyorsun, aramızda kan bağı var, o halde sen benim himayemdesin ve yaşamana da ölmene de ben karar veririm.’’

Yalnız Kalpler Sütunu (외로운 마음 열)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin