42.Bölüm - Mücadele

179 7 0
                                    

Seul’de sabah ışıkları her yeri aydınlatıyordu. Yine ağır, hareketli bir geceyi misafir edip dünyanın başka yerine yolcu etmişti şehir… Sonbahara doğru ilerlerken artık geceler soğuktu. Gündüzler kısalıyordu.

Ai Lin yavaşça gözlerini açtı. Güneş ışıkları odayı dolduruyordu. Gece geç yatmış olmanın verdiği yorgunlukla yattığı yerden doğruldu. Yavaşça yatağından kalkıp terliklerini giydikten sonra banyoya girdi ve yüzünü yıkadı. Odasına tekrar geri döndü, aynanın karşısına dikildi. İmkansız olmayabilirdi belki ama zordu, çok zordu. Çok mücadele etmeliydi. Yine tüm hüzünlerinden sonra bir sabaha daha uyanmıştı işte. Buruk bir gülümseme sergiledi kendisine. Her şey yolunda… Bir sorun yok.

Kendisini mi kandırıyordu? Belki. Bir ihtimal. Ama yine de engel değildi ya mücadelesine… Bunları Ai Lin mi düşünüyordu şimdi? Öncesinde defalarca intihara kalkışmış, ölmeyi her şeyden çok istemiş Chen Ai Lin mi?

Saçlarını taradıktan sonra dolabını açtı. Çamaşır yıkaması gerektiğini fark etti. Neyse, temiz kıyafeti vardı. Siyah, dar paça bir pantolon ve kırmızı bir bluz seçtikten sonra giyindi ve saçlarını atkuyruğu yaptı. En son, güzel kokmak için çiçek kokusu süründü.

Yavaşça odadan çıktı. Adımları sessizdi, Jung Min’in sesi çıkmadığına göre hala uyuyor olmalı diye düşündü. Ona bakmak için salona geldi ama kanepenin üstünde toplanmış bir halde yastığı, pikeyi buldu. Jung Min yoktu. Cep numarası da yoktu, nerede olduğunu merak etti. İyi de neden merak ediyordu ki? Nedensizce ona alışmıştı.

Pikeyi ve yastığı odasına götürdükten sonra anahtarla kapının açıldığını gördü. Doğru ya, anahtar bıraktığı yerde yoktu. Meraklı gözlerle bir köşeye sinip kapının açılmasını bekledi. Jung Min gelmişti. Elinde anahtarı vardı. Jung Min, Ai Lin’i görünce kısa bir gülümsedi. 

‘’Uyandın mı? Üzgünüm, anahtarını almak zorunda kaldım. Kapıyı çalarak seni uyandırmak istemedim.’’

‘’Ah yok… Önemli değil. Nerdeydin?’’

‘’Markete gittim.’’

‘’Ha… Şey… İyi uyudun mu? O kadar ısrar etmeme rağmen yatağımı istemedin de, alışkın değilsindir kanepede uyumaya.’’

‘’Odamdaki kanepeden daha rahat. Bir sorun yaşamadım. Hadi kahvaltı hazırlayalım.’’

Ai Lin yine o şaşkın ifadesini sergiliyordu. Kimdi bu adam? Aynı evde ne işleri vardı? Jung Min, Ai Lin’in bu ifadesini görünce gülmeye başladı. Ai Lin sordu.

‘’Neden gülüyorsun?’’

‘’Bu suratın hoşuma gidiyor. Sürekli böylesin. Küçük bir kız çocuğu gibi.’’

So Min, elinde peçete ile öylece salondaki kanepede oturuyordu. Bir gözü kapıdaydı. Tüm gece ağlamaktan helak olmuştu. Az sonra evin uşağı Bay Yong gelmişti.

‘’Efendim, iyi misiniz?’’

‘’Neden bana efendim diyorsun ki?’’

‘’Şey, oğlunuz…’’

‘’Bu hiçbir şeye engel değil Yong. Öğrenmiş olabilir ama… Engel değil.’’

‘’Peki, nasıl istiyorsan öyle olsun. Ama dinlenmelisin, hastalanacaksın.’’

‘’Jung Min’i aradım. Çok aradım. Telefonlarıma cevap vermiyor. Nerede olduğunu bile bilmiyorum, eve gelmedi.’’

‘’Endişelenme, mutlaka gelecektir.’’

So Min birden doğrulmuştu. Gözleri korkudan kocaman açılmıştı, sesi endişeli bir hal almıştı.

‘’Yong! Tanrım… Kendisine bir şey yapmış olmasın sakın? Ya yine intihara kalkışırsa? Ne yaparım ben…’’

‘’Şşş sakin ol, konuşma böyle. Kafasını dinlemek için bir yerlere gitmiş olabilir. Hemen aklına kötü şeyler getirme.’’

‘’Daha önce olanları bilmiyormuş gibi konuşma. Tanrım… Dayanacak güce ihtiyacım var. Konuşmasın benimle, nefret etsin tamam. Ama en azından iyi olduğunu bilmek istiyorum.’’

Az sonra kapı açılmıştı. Jung Min, kapıyı açtıktan sonra anahtarı cebine koyup kapıyı kapattı. Yong’un ve So Min’in bakışları Jung Min’deydi. Jung Min az sonra onları fark etmişti. Sinirli ve yorgun bir bakış attıktan sonra odasına gitmek üzere merdivenlere yöneldi, So Min arkasından seslenip yanına koşmuştu. Jung Min’in kolundan tuttu.

‘’Oğlum, neredeydin? Öldüm meraktan, tüm gece seni bekledim.’’

Jung Min cevap vermeden gitmek istedi ama So Min, daha sıkı kavramıştı kolunu.

‘’Jung Min nolur yapma. En azından neredeydin onu söyle bari.’’

‘’Bunu sen mi soruyorsun? Sevgilinle birlikte mi bekliyordun beni? Yapma…’’

‘’Konuşma böyle…’’

‘’Tamam, bir arkadaşımda kaldım. Rahatladın mı? Hem üstümü değiştirip dışarı çıkacağım.’’

Jung Min, ani bir hareketle So Min’den kurtulup odasına çıktı. Kapıyı kapattıktan sonra başını kapıya dayadı. Düşünceler… Düşünceler sürekli içini kemiriyordu. Ai Lin’den neden yardım istemişti ki? Nedensizdi her şey. Ve bir o kadar ani. İyi mi yapıyordu, kötü mü yapıyordu bilmiyordu. Ama bundan sonra hayatı çok değişik yönlere sapacaktı. Derin bir nefes alıp dolabının önüne geçti. Beyaz bir pantolon ve lacivert tişört alıp üstüne de bordo bir hırka aldıktan sonra aynanın karşısına geçti. Bu yorgun yüz… 24 yaşında olmasına rağmen yaşının iki katı yorgunluklar…

‘’Hala hayatta olduğuma göre güzel şeyler yaşayabilirim.’’

Bu gizemli kız, birden güç kaynağı olmuştu. En azından mücadele etmeyi deneyebilirdi. Zaten kaybedecek bir şeyi yoktu canından başka. Ya da var mıydı?

Bu iki insan birbirinin yaralarını sarabilirdi.

Çekmecesinden tarak çıkarıp saçlarına şekil verdi. Hafiften havaya dikince zaten yakışıklı olan yüzü, daha bir başka olurdu. Kahverengi saatini takıp, parfüm sıktıktan sonra yavaşça odasından çıktı. So Min hala salondaydı. Jung Min’i gördü ama daha fazla karışmak istemediğinden sesini çıkarmadı. Jung Min telefonunu, cüzdanını ve arabasının anahtarlarını alıp evden çıkmıştı bile.

Yalnız Kalpler Sütunu (외로운 마음 열)Where stories live. Discover now