49.Bölüm - Not: Seni Seviyorum

158 9 0
                                    

Jung Min anahtarıyla yavaşça kapıyı açıp içeri girdi. Jung Min’in sesini duyan hizmetçiler ve uşak Bay Yong, önüne dizilmişlerdi.

‘’Hoşgeldiniz efendim.’’

‘’Odama çıkıyorum, anneme geldiğimi söylemeyin.’’

‘’Bay Yong kalın sesiyle cevapladı.

‘’Şey, anneniz yok efendim. Japonya’ya gitmek üzere havaalanına doğru yola çıktı. Sizinle vedalaşmak istedi fakat onunla konuşmayacağınızı düşündü. Size not bıraktı, odanızda duruyor.’’

‘’Sizin de biletiniz var mı Bay Yong?’’

Uşak meraklı bakışlarla Jung Min’e bakıyordu. Hizmetçiler de şaşırmıştı.

‘’Şey… Niçin?’’

‘’Hayır yani yoksa ben alabilirim. Bir tanıdığım var, uçaklardan birinde hemen size yer bulabilir. Annemi yalnız bırakmanız beni şaşırttı.’’

‘’Efendim ben-‘’

‘’Boşver gitsin.’’

Jung Min meraklı bakışlara aldırış etmeden merdivenleri ağır ağır çıkarak odasına girmişti. Yatağının üstündeki kağıdı yavaşça aldı. Annesi So Min’in güzel el yazısıyla yazılmış bir mektubuydu bu. Okumadan yırtıp atacaktı ama bir yerde annesiydi. Nasılsa bir şey kaybetmem diyerek okumaya başladı.

‘’Jung Min, oğlum... Bu mektubu aldığında belki uçağa binmiş olurum. Çalışanlar söylemiştir, ben Japonya’ya gidiyorum. Ama bu seferki gidişim başka. Yong’la ayrıldık. Senin için değil, ikimiz de bu koşullar altında yapamazdık. Onunla ilişkim sadece yalnızlığımı atmak içindi. Senden ve babandan göremediğim sevginin birazını görmek içindi. Ama sorarsan tabii ki de sizinkini tutmaz…

O günkü tokat için gerçekten çok üzgünüm. Ben sana bugüne kadar hiç vurmamıştım. Ama o an sinirlerime hakim olamadım. Ve sen çekip gidince saatlerce ağladım. Büyürken seninle birlikte olamadım. Sana yemek yediremedim, seni uyutamadım, elinden tutup parka götüremedim. Belki sevgimi de tam veremedim… Ama yine de ben senin annenim. Senin saçının bir teline zarar gelse benim içim yanar. Şuan ne tür bir üzüntü içinde olduğunu biliyorum. Jiyeon’la ayrıldığınız günden beri yüzün hiç gülmüyor. Bir daha şansınız yok gibi sanırsam… Ama yine de bu yaşamana engel değil. Sağlıklısın ve paramız var. Günün birinde belki daha güzel ve daha iyi kalpli bir kızla evlenebilirsin. Ama o zamana kadar lütfen sağlığına dikkat et. Ve yaşamayı unutma. Bu yaşların bir daha geri gelmeyecek.

Jung Min… Ben Japonya’ya çok uzun bir süre için gidiyorum. 1 yıl, belki daha fazla… Aramızı belki düzeltebiliriz. Ama sen bana ne söylersen söyle ben sana hiç kırılmam. Sen bana küssen bile ben sana küsmem. Eğer olur da beni özlersen ya bana telefon aç ya da ilk uçakla gel. Ben her zaman telefonun başında olacağım. Her zaman kaldığım yerde seni bekliyor olacağım. Ama bu uzun gidiş için lütfen bana kızma. Bunu yapmam gerekiyordu.

Bu arada hayatımda ilk defa senin için yemek yaptım. Bilirsin, ben yemek yapmayı beceremem. Ama çok üzgün görünüyordun. Belki bu seni mutlu eder diye düşündüm. Lütfen onu ye tamam mı? Bir de uyurken üstünü açma, çıkarken iyi giyin. Seul bu hafta soğuk geçecekmiş. Artık sonbahar da geldi… Sonbaharda Han Nehri çok güzeldir. Lütfen oraya yaşamı seyretmeye git.

Not: Seni seviyorum oğlum.’’

Jung Min’in gözlerinden mektuba bir damla yaş düşmüştü. Evet, kızdığı annesi için ilk defa gözyaşı döküyordu… Mektubu yavaşça kalbine götürdü, annesinin kokusunu hiç bilmezdi ama evde en son dokunduğu eşya olan bu mektuba sahip çıkıyordu.

Annesini parkta kaybeden savunmasız bir çocuk gibi.

...

Ai Lin eli yüzünde yerde yatıyordu. Yine aynı dayak, yine aynı acılar… Sessizce ağlıyordu bu sefer. Babasının daha çok dövmesini istiyordu, tek istediği şey ölümdü. Ya da komaya girip tüm dünyadan habersizce uyumaktı.

‘’Kalk ayağa! Kalk dedim! Benden kolayca kurtulamazsın! Senin yüzünden hapse girdim ben be! Aşağılık muamelesi yaptılar bana orada! Kang Hwan’ım lan ben! Kimse bana aşağılık gibi davranamaz! Hele sen hiç!’’

Kang Hwan, Ai Lin’in karnına tekme attı. Ai Lin’in canı ölesiye acıyordu ama yine de sesini çıkarmıyordu.

‘’Bağıramıyorsun değil mi? Hah! Mecbur kaldın dayağıma tabi… Sadece dayakla olmaz bu iş hanımefendi.’’

‘’Baba yapma. Odama gitmek istiyorum.’’

‘’Şimdi de yapma mı? Git git, bunlar daha iyi günlerin. Sen hele bundan sonrasını gör. Git odana gözüm görmesin!’’

Ai Lin ağrıyan vücudunu yavaşça odasına götürdü. Ağlayarak yatağına uzandı. Karnı acıyordu. Sessiz hıçkırıklarla sadece ağlıyordu. Sarılacak bir omuza o kadar çok ihtiyacı vardı ki…

Bay Yong, Jung Min’in odasına yavaş adımlarla girdi. Jung Min elinde annesinin mektubuyla koltukta uyuyakalmıştı. Bay Yong, usulca mektubu alıp yatağa koydu. Fısıltıyla konuşmaya başladı.

‘’Siz bana hanımefendinin emanetisiniz. Sevdiğim kadının… O yüzden size iyi bakmak zorundayım. Onu ne zaman görürüm bilemem ama… Ondan geriye kalan tek şey sizsiniz. Anneniz hep sizi düşünüyor, sizi çok seviyor. Bunu size söylememi istedi…’’

Uşak, yavaşça odadan çıktı.

Akşam saat 20.00 civarlarıydı. Seul’e yine çökmüştü karanlık. Yine hareketli bir gece, yine değişik insanlar değişik hayatlar…

Ai Lin başucunda çalan telefonla uyandı. Uyanır uyanmaz yine acıyan vücudunu hissetti.

Arayan Jung Min’di.

‘’Jung Min ah?’’

‘’Ai Lin… Nasılsın?’’

‘’Bilmiyorum. Sen?’’

‘’Ben de bilmiyorum. Ama aşağı inersen buna karar verebilirsin.’’

‘’Ne? Aşağıda mısın?’’

Ai Lin ağrılarına aldırış etmeden heyecanla pencereye koştu.

‘’Bekle, geleceğim.’’

Ai Lin telefonu kapatıp odasından çıktı. Babası televizyonun karşısında uyuyordu. Bunu fırsat bilerek gizlice evden çıktı. 

Yalnız Kalpler Sütunu (외로운 마음 열)Where stories live. Discover now