54.Bölüm - Özlemeye Alışmak

130 7 0
                                    

Kang Hwan’ın gaddarlığı her zamanki gibi üzerindeydi. Yine tüm gece ağlamaktan yorgun düşmüş Ai Lin’i ayağıyla sertçe dürterek uyandırmıştı. Ai Lin alışkındı artık. Zaten en zor olanı da bu değil miydi? Acıya alışmak. 

‘’Ne uyuşuksun sen.’’

‘’Üzgünüm baba, yorgunum da…’’ 

‘’Hanımefendi sanki bir iş yapmış gibi yorulmuşmuş… Sen dur sen dur… Bunlar daha iyi günlerin. Bundan sonrasını hayal bile edemezsin. Şimdi git bana marketten ramen al.’’

Kang Hwan, kendisine öylece bakan uyku sersemi Ai Lin’i kolundan tutup odanın dışına doğru tartakladı. 

‘’Ne bakıyorsun? Gitsene!’’

Ai Lin biçare, elini yüzünü yıkamak için banyoya girdi. 

Jung Min erkenden kalkmıştı. Yine en güzel şekilde giyinip aşağıya indi. Tam o sırada hizmetçilerden biri elinde telefon, telaşla salonda koşuşturuyordu. Jung Min merakla hizmetçiye bakarken hizmetçi telefonu Jung Min’e getirdi. 

‘’Efendim, babanız arıyor. Sizinle çok acil görüşmesi gerekiyormuş.’’

Jung Min çekik gözlerini hizmetçiye dikmişti. Telefonu yavaşça aldı ve kulağına götürdü. Babasının sesi tüm salonda yankılanıyordu. Jung Min bu sinirin nedenini anlayamamıştı. 

‘’Ne oldu baba?’’

‘’Bir de soruyor musun? Ben burada benim oğlum genç yaşında şirketimizi biz yokken en iyi şekilde yönetir, müdürlüğü çok iyi yapar diye geçineyim ama senin yaptığına bak!’’ 

‘’Ne olduğunu söyler misin artık? Ne yapmışım ben?’’

‘’’Garip bir şekilde ihalelerimizin yarısı elimizden çıkmış!’’ 

Jung Min öylece kalakalmıştı. Tamam ruh hali pek iyi değildi ama yine de bu halinde bile şirkette en ufak bir aksaklık yaşatmazdı, en ufak bir hata yapmazdı.

‘’Ne? Ne diyorsun sen baba? Bu mümkün değil, ben o belgeleri-‘’ 

‘’Kes! Ben seni şirkete boş boş oturasın diye göndermiyorum Jung Min efendi. Üzüldün, moralin bozuldu ama yeter! Dön artık gerçek hayata! Yönetmen gereken bir şirket var!’’

‘’Bağırma bana! Çocuk yok karşında senin! Neler yaşadığımı en iyi sen biliyorsun! Bu halimde bile şirketin işlerini aksatmadım, hata yapmadım. Bu işin içinde başka bir şey var ve beni bundan dolayı suçlayamazsın!’’ 

‘’Ses tonuna dikkat et Jung Min! Babanım ben senin! Sen artık çok oldun, afran tafran bitmedi! En erken uçakla Kore’ye geliyorum. Seninle o zaman görüşeceğiz.’’

Babası telefonu yüzüne kapatmıştı. Kendi derdi kendine yetmiyormuş gibi bir de bununla uğraşacaktı. Dertlerden kurtuldum derken yenisi ekleniyordu sanki. Ya da hiç kurtulmuyordu… 

Saat 12.00 civarlarıydı. Jung Min şirketteki odasında öylece oturuyordu. Başını ellerine dayamıştı, kara kara düşünüyordu. Bir yanda şirketin başına gelenler, bir yanda Ai Lin… İşin içinden çıkamaz haldeydi, oldukça gergindi. O kadar dalmıştı ki kapıyı defalarca çalan ve ses gelmeyince içeri giren sekreter kızı fark etmemişti. Kız kendisini fark ettirmek için bir iki kere öksürdü, Jung Min kafasını kaldırıp kıza döndü. 

‘’Babanız az önce haber yolladı, uçaktan inmiş. 1 saate kalmadan burada olurmuş.’’

‘’Bu kadar çabuk mu ya…’’ 

‘’Bu arada size söylememi istedi, ihalelerle ilgili ne kadar dosya varsa hepsini çıkarıp gözden geçirecekmişsiniz.’’

‘’Ne! Hepsini mi? Bir oda dolusu dosya var hepsini nasıl gözden geçireyim?’’

‘’Efendim, çok sinirli bir ses tonu vardı. İhalelerin elimizden çıkması onu çok sinirlendirdi. Nedenini bizzat sizin bulmanızı istiyor.’’ 

‘’Peki sizin bununla ilgili bir bilginiz var mı? Dosya kayıtlarını siz tutuyorsunuz.’’

‘’Evet ben tutuyorum ama ters giden bir şey görünmüyor. Tabi siz daha iyi bilirsiniz, 15 dakika içinde hepsini size fakslarım.’’ 

Ai Lin yorgun bedenini zorlayarak babasına yemek hazırlamıştı. Az sonra tabakları önüne koydu. İçinden o kadar çok kızıyordu ki… Ama belli etmemeye çalışırken kalbi acıyordu.

Tabakları yerleştirdikten sonra işinin bittiğini düşünüp odasına doğru gidecekken babası Kang Hwan acımasız ses tonuyla Ai Lin’e bağırdı. Ai Lin artık alışkındı, hiçbir şey ona tesir etmiyordu. 

‘’Şşşt! Nereye?’’

‘’Yemek istedin, hazırladım. İşim bitti ve odama gidiyorum.’’ 

‘’Sen bana laf mı sokmaya çalışıyorsun?’’

‘’Öyle bir amacım yok.’’ 

‘’Ne bu peki? Bu yemek ne? Utanmıyor musun bana böyle yemek getirmeye ha?’’

‘’Benden bunu istedin.’’ 

‘’Ama beceremedin. Ben seni ne diye besliyorum ki burada? Annen olsaydı o güzel yemek yapardı. Ona hiç çekmemişsin…’’

Anne… Ai Lin annesinin yemeklerini yemeyeli yıllar oluyordu. O zamandan beri çok iyi beslenemiyordu, iyice zayıflamıştı. Ve annesine dair en çok özlediği şeylerden biri yemekleriydi. Gerçi onun şefkati en başta olmak üzere her şeyini özlemek acıtıyordu… 

‘’Her geçen gün içime sensizlik doluyor. Nefes alamıyorum.’’

‘’Ben annem gibi yemek yapamam ki… O çok güzel yemek yapardı.’’ 

‘’Onu öldürmeseydin o yemeklerden yiyor olacaktık.’’

Ai Lin’in gözyaşları sessizce akıp gidiyordu. Zoruna gidiyordu, zaten canı acıyordu. Bir de buna dayanamazdı. Bazen şüpheye de düşmüyor değildi. 

‘’Onu ben öldürmedim, o kanserden öldü. Kabul et artık.’’

Kang Hwan sandalyeyi yere fırlatarak bir hışımla yerinden kalktı. Ai Lin titriyordu ama artık alışmıştı. Lafını esirgemeyecekti. Dayanmak için güçlü olmak zorundaydı, çünkü biliyordu gene ölmesine izin yoktu. 

‘’Etmiyorum var mı? Onu sen öldürdün, katilsin sen! Seni evlatlıktan reddedeli yıllar oldu, en son beni hapishaneye de düşürdün ya… Gözümden iyice düştün. Seni dövmüyorum diye kurtuldun sanma, sana dayaktan daha fazlasını yapacağım.’’

Nitekim yapıyordu da. 

Yalnız Kalpler Sütunu (외로운 마음 열)Where stories live. Discover now