27.Bölüm - Acıyı Paylaşmak

221 11 0
                                    

Multimedyadaki fon müziğini açarak okursanız daha güzel olur :)

Jung Min, odada banyonun önünde Ai Lin’i bekliyordu. Ai Lin banyodaki aynada öylece kendisine bakıyordu. 

‘’Ben neden buradayım? Bu adamla neden geldim buraya? Sadece onu görmek için mi?’’

Yüzünü yıkayıp banyodan çıktı. Jung Min duvara yaslanarak konuşmaya başladı.

‘’Evet, kahvaltımızı yaptık. Şimdi nereye gidiyorsak gidelim.’’

Saat 11.00 civarlarıydı. Jung Min direksiyonu Ai Lin’in tarif ettiği yere çevirmişti. Yaklaşık 15 dakika sonra gelmişlerdi. Burası... Mezarlıktı. Güneş, en tepeden tüm sıcaklığını veriyordu. Mezarlık dışında hiçbir yerde bir tane bile ağaç yoktu. Jung Min şaşırmıştı ve meraklanmıştı. Az sonra arabadan indiler. Ai Lin’in elleri titremeye başlamıştı. Yavaşça kapıyı kapattı. Gelmeyeli yıllar olmuştu. Evet, annesine gelmişlerdi. En son onu toprağa verirken buradaydı. 4 yıldır toprağına bile dokunamamıştı zavallı annesinin…

Çenesi titriyordu. Adımları gidemedi annesine. Gözleri hemen su çanağına dönmüştü, gözyaşları sessizce akıp gidiyordu.

Jung Min sadece Ai Lin’i izliyordu.

Az sonra mezarlığın tahta kapısını açıp içeri girdiler. Jung Min mezarları görünce kötü hissetti. Hyung Jun da böyle bir mezardaydı… Bir an için mezarı açıp içine girmek istedi. Hiç tanımadığı biriyle yan yana yatabilirdi.

Az sonra mezarın yanına gelmişlerdi. Ai Lin yavaşça yere çöktü. Titreyen elleri annesinin mezar taşına 4 yıl aradan sonra dokunuyordu. Sevinse mi üzülse mi… Jung Min anlamıştı, Ai Lin’in annesine geldiklerini.

Chen Feng Lei, 1975 – 2010

Ai Lin istemsizce akıp giden gözyaşlarını titreyen elleriyle silerek konuşmaya başladı. O kadar çok acıyordu ki canı… Kelimelerle anlatılamayacak kadar. Sesi titriyordu, boğazı acıyordu. Jung Min öylece dikiliyordu Ai Lin’in arkasında.

‘’Anne. Ben geldim. Beni özlemiş olmalısın. En son 4 sene önce görüşmüştük hatırlıyorsun. Sonra gelemedim işte… Seul buraya uzak. Ah söylemeyi unuttum, 3 yıldır Seul’de yaşıyoruz. Sen hep bana orayı anlatırdın. Gerçekten dediğin kadar güzelmiş. Senin dediğin her şey güzel…

Biliyor musun aslında mutluyum. Çünkü sen hastayken çok acı çekerdin. Ama artık çekmiyorsun. Çekmiyorsun ama ben çekiyorum. Seni çok özlüyorum. Gelip saçımı taramanı istiyorum. Her sabah kalkıp ben tarıyorum. Babam hiç taramıyor saçımı anne. Tam tersi onları yoluyor…

Onu anlatarak seni üzmek istemem ama büyük ihtimalle neler olduğunu görüyorsundur. Ama canım acımıyor, ilaçlarımı kullanıyorum. Sen de kullanırdın, iyileşemedin…

Aman ya boşver, kırk yılın başında gelebildim onda da üzülecek miyiz? Bak bu Jung Min. Arkadaşım sayılır. Sağolsun beni kırmadı, getirdi buraya. ‘’

Ai Lin, Jung Min anlamasın diye Çince konuşmaya başladı.

‘’Yakışıklı değil mi? Ama o anlamda değil yanlış anlama. İyi biri.’’

Jung Min az çok anlamıştı ne dediğini, Çince biliyordu. :) Gülmeye başladı. :)

Ai Lin kısa ama oldukça buruk ve can yakıcı bir şekilde kahkaha attıktan sonra Korece olarak devam etti.

‘’Anne. Bunu söyleyip te seni üzmek istemezdim ama hala gidişine alışamadım. Senden sonra çok çalıştım. Seul’ün en iyi üniversitesinde Tıp kazandım. Ama babam yollamadı. Senden sonra babamın bana destek olacağını düşünmüştüm. Ama olmadı. Hayatta her şey umduğumuz gibi olsaydı, bu dünya daha yaşanır bir hale gelirdi. Ama bu da bir kanun olsa gerek…’’

Ai Lin’in gözyaşları istemsizce akıp gidiyordu. Yutkunurken boğazı acıyordu. En acı olan şey ise, içindeki hüzüne rağmen gülmeye çalışmasıydı. Az sonra titreyen ellerini annesinin toprağında gezdirmeye başladı. Gözyaşları mezarın taşına düşüyordu. Jung Min oldukça donuk bir ifadeyle Ai Lin’e bakıyordu. Arada bir gözlerini ondan kaçırıyordu.

‘’Anne, senden ayrılmak istemezdim ama gitmeliyim. Bir daha ne zaman gelebilirim bilmiyorum. Seni özlüyorum ama en azından senden bana kalan hatıralarla avunmayı öğrendim. Çünkü başka çarem yok. Seni üzmemek için güçlü olup yaşamak zorundayım. Seni seviyorum anne.’’

Ai Lin yavaşça eğilerek mezar taşına küçük bir öpücük kondurdu. Son kez elini toprağa bastırdıktan sonra ayağa kalktı. Mezarlığın önüne geldiklerinde Ai Lin olduğu yerde kaldı. Ayakları yere kenetlenmişti. Jung Min, Ai Lin’in arkada kaldığını fark etti, ona döndü. Ai Lin geride bıraktığı annesine bakıyordu. Ne olduysa o anda oldu, Ai Lin hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kalbindeki acıyı daha fazla gizleyemezdi. Jung Min bir süre olduğu yerde durduktan sonra Ai Lin’e yaklaştı. Elini Ai Lin’in omzuna koyacaktı ama eli gitmedi, havada kaldı. Bir an için adından ve hayatının bir bölümünden başka hiçbir şeyini bilmediği bu kızın acısını paylaşmak istemişti.

Yalnız Kalpler Sütunu (외로운 마음 열)Where stories live. Discover now