15.Bölüm - Han Nehri

236 12 0
                                    

Jung Min, yavaş adımlarla odasının önüne gelmişti. Titreyen elleriyle kapıyı açtı, odaya girdi. Ağrıyan vücuduna aldırış etmiyordu, hiçbir şey kalbindeki acı kadar can yakamazdı. Boğazında sürekli bir düğüm, ağlamamak için kendini tutarsın ya, acır hani. Yutkunamazsın. Gözlerin dolar, titrer.

Hayatını adadığı, kalbini verdiği, tek sevdiği Jiyeon’un terk edişinden sonra bir Hyung Jun vardı. Ama artık o da yoktu. İnanılmaz derecede bir suçluluk duygusu hâkimdi kalbinde. Direksiyon başına geçmemiş olmayı, zamanı geri almayı diliyordu ama geçti. Biliyordu, annesiyle babasının kendisiyle ilgilenmesi birkaç gün sürecekti. Belki de Japonya’ya ya da Amerika’ya biletleri almışlardı ha?

Az sonra balkona çıkmıştı. Hava hafiften esiyordu, rüzgârı hissediyordu. Rüzgârı hissetmek… Rüzgârı severdi. Özgürlüğü temsil ederdi. Biraz huzur, biraz mutluluk… Öylece balkondan manzaraya bakıyordu. Yüksekten hiç korkmazdı. Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. Gözyaşları sakince akıp gidiyordu yanaklarından. Hava temizdi, kuşlar henüz göç etmemişti başka diyarlara… Cıvıltısını işitebiliyordu. Bunlar bir insan için mutluluğu, huzuru, rahatlığı ifade ederdi. Başka bir insan için de ‘’ölümü.’’

Ai Lin, duş aldıktan sonra dolabının kapağını açtı. Daha önce hiç giymediği yeşil mini elbisesini giydi. Neden bunu giymek istediğini de bilmiyordu. Annesinin aldığı elbiseleri giyerek ona hakaret etmeye hakkı yoktu. Neden hakaret edecekti ki? Normalde hep annesinin aldığı kıyafetleri giyerdi. Aynanın karşısına geçti. Saçlarını kuruttuktan sonra pembe tarağıyla taradı. Açık kahverengi ve düz saçları güneş ışığıyla parlıyordu. Önce yüzündeki yaraları kapatmak için pudra sürdü. Hoş, tamamen kapanmadı ya, neyse… Yine de iyi hissediyordu. Kahverengi göz kalemiyle gözüne hafiften kuyruk çekti. Pembe renkli dudak parlatıcısını da sürdü. Makyajı tamamdı. Neden makyaj yapmıştı? Neden böyle özenerek giyinmişti? Daha önce hiç bu kadar özenmemişti kendisine.

En son güzel kokular süründü. Çiçek kokuyordu. Tam istediği gibi.

Yanına taksi parası alarak evden çıktı.

So Min, Jung Min’in kapısını tıklattı. Ses seda çıkmamıştı. Yavaşça odaya girdi. Jung Min, kanepede uyuyakalmıştı. So Min, rüzgâr çarpmasın diye balkonun kapısını kapattı. Jung Min’in saçlarını okşadıktan sonra yanağına küçük bir öpücük kondurup odadan çıktı. Jung Min gözlerini açtı, uyumuyordu. Yattığı yerden yavaşça kalktı. Dolabından açık mavi bir gömlek ve siyah pantolon çıkardı. Giyindikten sonra aynanın karşısına geçti. Saçlarını fırçayla tarayıp havaya dikerek rampa modeli yaptı. Ne yapsa zaten yakışıklı görünürdü. En sevdiği saatini taktı, gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırdı. Son olarak parfümünden bir kez sıktı. Aynada öylece kendisine bakıyordu. Hareketleri oldukça yavaş, yüzü oldukça solgundu.

Kimseye fark ettirmeden evden çıkmayı başarmıştı. Direksiyon başına tekrar geçemezdi, bunu yapamazdı. Taksiye bindi. Oldukça sakin bir ses tonuyla gideceği yeri söyledi.

‘’Han Nehri’ne.’’

Yalnız Kalpler Sütunu (외로운 마음 열)Where stories live. Discover now