46.Bölüm - Umut

178 9 0
                                    

Gyuri, elinde siyah göz kalemiyle Ai Lin’in göz kapağına kuyruk çekiyordu. Makyajının çoğu bitmişti zaten. En son beyaz cildine uygun tonda bir ruj sürdükten sonra Ai Lin kendisine baktı aynada. Siyah takım elbisesi, beyaz gömleğiyle tam bir iş kadını gibiydi. Kendisini ilk defa böyle görüyordu. Hayatı boyunca en çok istediği şey, bir şirkette çalışmaktı. Ama babası sayesinde bu da olmamıştı ya… En azından iş kıyafetleri üstündeydi. Gyuri’de Ai Lin gibi resmi giyinmişti. Evet, duruşma günü gelmiş çatmıştı. Mahkemeye kot pantolonla çıkamayacakları için resmi kıyafetler giyinmişlerdi. Ai Lin’in yüzünde zoraki bir gülümseme vardı.

Hayatının en zor şeyini yapacaktı. İlk defa kendisi için bir şey yapıyordu ama devamını getirebilir miydi? Bunu yapacak gücü var mıydı?

Gyuri, Ai Lin’in koluna girdikten sonra ikisi birlikte evin önünden taksiye bindiler. Yaklaşık 1 saat sonra Seul Bölge Mahkemesi’ne gelmişlerdi. Ai Lin yavaş ve korkak adımlarla taksiden indi. Orta boy topuklularıyla korkak adımlarla ilerliyordu mahkemenin büyük koridorlarında. Avukatlar cübbeleriyle, ellerinde dosyalarla o salondan bu salona koşuşturuyorlardı. Bekleme alanlarında kendisi gibi hak, adalet bekleyen bir sürü çaresiz insan… Hangileri hak ettiği adaleti bulacaktı?

Gyuri ve Ai Lin, avukatla el sıkıştıktan sonra avukat onları bir koltuğa oturtup dosyalarla bir odaya girdi. O sırada mahkemenin kapısından uzun ve geniş koridora siyah takım elbisesi, beyaz gömleği ve kravatıyla, uzun boylu ve oldukça yakışıklı genç bir adam girdi.

Evet, bahsettiğimiz bu genç adam Jung Min’in ta kendisiydi. Ai Lin ve Gyuri onu görünce şaşırmışlardı. Geleceğini tahmin etmemişlerdi. Az sonra Jung Min, buzları bile eriten sıcak gülümsemesiyle yanlarına geldi. Ai Lin’i ister istemez süzmüştü. Ceketi, eteği, saçlarıyla tam bir iş kadını gibi görünüyordu. Olduğundan daha güzel olduğunu fark etmişti bir daha.

‘’Jung Min! Kendine gel oğlum, neler düşünüyorsun sen böyle?’’

Jung Min bir iki öksürüp toparlandıktan sonra konuşmaya başladı.

‘’Ne zaman başlıyor?’’

Ai Lin, omzuna düşen saçlarını kulağının arkasına alıp konuştu.

‘’Avukat, 15 dakikaya başlar dedi. Ama salona erken girilecekmiş. Bu arada sen…’’

‘’Beklemiyordun değil mi? Arkadaş olduğumuza göre bu zamanında yanında olabilirim diye düşündüm. Sonuçta bugünden sonra hayatın değişecek.’’

Değişim? Ai Lin’e çok yabancı bir sözcüktü bu. Eğer değiştirebilirse Ai Lin hayatında ilk defa bir şey başarmış olacaktı.

‘’Peki ne yapacağım ben? Çok korkuyorum, ya konuşamazsam? Hadi konuştum diyelim, babam hapse girerse ben ne yaparım? Onun yüzünden kazandığım halde üniversiteye gidemedim, iş tecrübem yok, Koreceden başka yabancı dilim yok, dış görünüşüm desen o kadar güzel değil. Ben hayata dair hiçbir şey bilmiyorum.’’

Gyuri elini Ai Lin’in omzuna koydu.

‘’Ben neyim? Sana yardım edeceğim. Zamanla kendini geliştirebilirsin. Hem mücadele edeceğine söz vermiştin. Ne zaman öleceğimizi bilmiyoruz, o yüzden şu kısacık hayatta kendin için bir şey yapacağına söz vermiştin. Şimdi cayma. Düşsen bile yeniden kalkabilirsin. Hem bizim okul önümüzdeki dönem için af çıkarabilir. Üniversite puanın gerçekten iyi. Ayrıca İngilizce öğrenmek sandığın kadar zor değil. Ama bunlar sonraki aşama, sen ilk olarak savunmanı yap.’’

Jung Min’in çekik gözleri öylece Ai Lin’e kilitlenmişti.

‘’Bu kız bunca şeyi nasıl yapacak? Çevresinde insanlar var ama yine de ne kadar yalnız olduğunu, bir yanının eksik olduğunu hissedebiliyorum. Kandırma kendini Jung Min, gülüyorsun ediyorsun ama… Güldükçe kalbine gömüyorsun acını. Gömdükçe daha çok acıyor, daha çok batıyor. Yoksa sen de mi böylesin küçük kız? Hep mi yarımsın?’’

Jung Min bile bilmiyordu neden bunları düşündüğünü.

Az sonra duruşma salonunun büyük kahverengi kapısı açıldı. 30’lu yaşlarındaki uzun boylu bayan görevli duruşma için herkesi içeri çağırıyordu. Az sonra Jung Min, Ai Lin ve Gyuri yerlerini almışlardı. Ai Lin’in elleri titriyordu. Stresten dudaklarını kemirmeye başlamıştı. Yaklaşık 5 dakika sonra iki tane polis memuru, ellerinde kelepçesiyle Kang Hwan’ı getirmişti. Kang Hwan’ın Ai Lin’in önünden geçerkenki bakışları bir daha kazınmıştı Ai Lin’in aklına. Bu baba olamazdı. Babalar için dünyanın en değerli kadını, öz kızından başka kimse olamazdı. Ama bu adam canavardı. Ai Lin daha fazla babasına bakamayarak bakışlarını salona giren hâkime çevirdi. Zabıt kâtipleri de yerlerini almışlardı.

‘’Chen Ai Lin… Bunca yıldır her türlü zorluğa katlandın. Şu kısacık hayatta kendin için bir şey yaptın. Sen büyük bir şey başardın. Artık gücün kalmamış olsa bile… Tüm imkanlarını kullanarak güçlen. Dayanmak zorundasın. Seni güzel bir hayat bekliyor. Tek başınasın. Ama özgürsün. Artık sana dayak atan, sürekli senden hizmet bekleyen canavar bir baban olmayacak. Bundan sonra daha da güçlü olmak zorundasın. Hayatında ilk defa umut ettin, hala et. Bir yerlerde seni bekleyen güzel şeyler vardır ya elbet…’’

‘’Her şey çok güzel olacak.’’

Yalnız Kalpler Sütunu (외로운 마음 열)Where stories live. Discover now