59. Bölüm - ''Ben aslında iyi biriydim.''

156 8 2
                                    

Min Ho, Jung Min’in çalan telefonunu alıp revirin önüne çıktı. Arayan Ai Lin’di. 

‘’Alo?’’

‘’Alo? Kiminle görüşüyorum?’’ 

‘’Ben Song Min Ho, Jung Min’in arkadaşıyım. Siz kimsiniz?’’

‘’Adım Chen Ai Lin. Jung Min nerede acaba?’’ 

‘’Ah şey… Rahatsızlandı biraz…’’

Ai Lin nedensizce telaşlanmıştı. 

‘’Ne? Neyi var?’’

‘’Önemli bir şey değil, sadece tansiyonu düştü. Şuan şirketin revirindeyiz.’’ 

‘’O gerçekten iyi mi? Telefonu o değil, siz açtınız.’’

‘’Evet çünkü uyuyor.’’ 

‘’Peki, ben daha sonra ararım onu.’’

Ai Lin’in içine bir kurt düştü. Gördüğü rüyanın etkisinden midir bilinmez, hemen telefona sarılıp onu aramıştı. Bir an için görmek istedi. Görmezse içi rahat etmeyecekti. Yoksa… Bir şeyler oluyordu galiba. 

Jung Min yavaşça gözlerini açtı. Babası hemen yatağın yanına oturdu

‘’İyi misin?’’ 

Jung Min’in sesi iniltiliydi, sanki can veriyordu. Yarı baygın bakan çekik gözlerini babasına dikmişti.

‘’Baba… Ne oldu bana? Neden buradayız?’’ 

‘’Korkma, önemli bir şey değil. Biraz dinlenmen gerek sadece.’’

‘’En son… Dosya getirdim ben… Sonrası...’’ 

Min Ho lafa girdi.

‘’Birden bayıldın. Sonra buraya geldik işte… İyi misin şimdi?’’ 

‘’İyiyim… Ama üşüyorum. Çok soğuk burası.’’

Babası elini Jung Min’in yanaklarına değdirdi. 

‘’Ateşin var ondan üşüyorsun. Serum bitince daha iyi hissedersin.’’

‘’Üzgünüm. İşe yarar bir şey bulamadım.’’ 

‘’Düşünme bunları, uyu hadi.’’

‘’Hayır. Ai Lin… Az önce… Buradaydı o.’’ 

Min Ho, Ai Lin’i duyunca garip ve meraklı bakışlarını Jung Min’e dikmişti. Bir iki öksürdükten sonra konuşmaya başladı.

‘’Ai Lin mi? Az önce seni aradı, ben açtım telefonu. Sesi telaşlı geliyordu. Sahi, kim o?’’

Jung Min’in babası meraklı gözlerle bir Min Ho’ya bir de oğluna bakıyordu. Ses tonu ve yüz ifadesi yine otoriterliğini takınmıştı. Kravatını hafifçe genişleterek Jung Min’e döndü. 

‘’Ai Lin kim?’’

‘’Ha? Şey… Arkadaşım…’’ 

‘’Bu arada buraya bizden başka kimse gelmedi. Demin onun için buradaydı dedin de. Rüya gördün herhalde.’’

… 

Siyah takım elbiseli, uzun boylu çalışan dar koridorlarda hızlıca yürüyordu. Kundura ayakkabılarının çıkardığı ses dışında şirkette en ufak çıt yoktu. Az sonra büyük kahverengi kapılı odaya girmişti. Elindeki dosyayı yavaşça masaya bıraktıktan sonra ceketinin iki düğmesini ilikleyip konuşmaya başladı.

‘’Efendim, galiba anladı. Çünkü neredeyse üç gündür hiç eve gitmedi. Sadece bu sabah çok kısa bir süre için eve gitti.’’ 

Seung Hyun, arkasını döndüğü adamına doğru yüzünü çevirdi. Yüzünde yine bir katili andıran soğukluk hakimdi. Ve acımasızca yakışıklı… Kötü adam gibi.

Kalın sesiyle kendinden emin bir şekilde cevapladı.

‘’Takibi bırakmayın. Yediğinden, içtiğinden, gittiği yerlerden kısacası her şeyinden haberim olacak. Bu arada diğer adamlar gözünü Jiyeon’dan ayırmasın. Özellikle Jung Min’in yanına gidip gitmediğini kontrol edin. Hatta ona bakan erkekleri bile kontrol edin.’’ 

‘’Efendim, yanlış anlamayın ama zaten ihaleleri aldık, onları maddi kayba uğrattık. Neden hala takip etmemizi istiyorsunuz?’’

Seung Hyun’un bakışları iyice acımasızlaşmıştı. Adam bile ondan korkmaya başlamıştı. Bir insan bu kadar kötü, bu kadar donuk bakamazdı… Ama buna rağmen sakindi. Yavaşça koltuğuna oturdu. Derin bir nefes aldıktan sonra çekik gözlerini masasının üstünde duran dosyaya dikerek konuşmaya başladı. 

‘’Neden mi? Bunu baştan ben de bilmiyordum. 25 yaşındayım, üniversiteden mezun olalı 3 yıl kadar oldu. O yıllarda sadece okula gidip geliyordum. Aynı zamanda burada babamın yardımcısıydım. Şimdiki pozisyonum hakkında eğitirdi beni. Beni her konuda eğitirdi. Onunla arkadaş gibiydik. Ama bir gün… Canına kıydı. Neden belirtmeden… Hiçbir şey söylemeden… O yıl annem de ben de çökmüştük. Hayatı yolunda olan, parası olan biri neden intihar eder ki? Psikiyatri tedavim bittikten sonra her şeye yeniden başlayarak araştırmaya başladım. Gecelerce çalıştım, her şeyi araştırdım. Ve bir gün öğrendiğim bir bilgi sayesinde her şey yerine oturdu. PR Group. Park… Park Han Chul ve kendi gibi adi oğlu Park Jung Min. Bu iki adam hayatımı mahvetti. Şirketimiz Park Han Chul yüzünden o yıllarda batmış ve bir dünya borcun altına girmiş. Bu şirketi bugünlere getiren kişi benim. Doğru düzgün deneyimim olmadığı halde toparlanıp şirketin başına geçtim ve her şeyi düzene soktum. Kimseyi evine yollamadım, sabahlara kadar çalıştırdım!’’

Odadaki gergin hava iliklere kadar hissedilebilirdi. Seung Hyun ayağa kalkıp pencerenin yanına gitti. Ses tonu alçalmıştı. 

‘’Şirketlerimiz hep rakipti. Onları mahvedersem… Babamın intikamını almış olacağım. Jung Min’in yaşadığını, nefes aldığını bilmek bile dokunuyor! Üstelik ben aşık oldum. Onun sevdiği kızı elinden aldım, en zayıf noktasından vurdum. Jiyeon… Jiyeon sadece beni seviyor. Sadece kafası karışık, ama beni seviyor. O Jung Min sevdiğime bakamaz ki zaten. O sadece kendini düşünen, babası gibi adi biri. Ama bunlar daha başlangıç. Doğanın kanunu budur, hayatta kalmak istiyorsan acımasız olacaksın.’’

‘’Ben aslında iyi biriydim.’’ 

Jung Min gözlerini yavaşça açtı. Babasıyla Min Ho odada değillerdi. Üstünde hala bir halsizlik vardı ama öğlenkinden daha iyi hissediyordu. Zaten serum bitmişti. Yavaşça yattığı yerden doğruldu, büyük siyah telefonuna uzandı. Saat 17.00’ydi. Serumu kolundan çıkartıp ayağa kalktığında yorgunluğunu daha çok hissetmişti. Ama ne yaptığını kendi de bilmiyordu, sadece şirketten çıkmalıydı. Arabasının anahtarını cebine koymuştu, iyi bir şey. En azından yukarı çıkmazdı, üstelik babasına yakalanabilirdi.

Az sonra otoparka inmişti. Yavaş adımlarla arabasına gelip şoför koltuğuna geçmişti bile. Nedensizce gitmek istediği tek bir yer vardı; Ai Lin’in yanı.

Yalnız Kalpler Sütunu (외로운 마음 열)Where stories live. Discover now