21: "Gök Gürültüsü"

Start from the beginning
                                    

“O zamanlar aptal değildin,” dedi inatlaşır gibi.

“Öyleydim. Yani, yaşadıklarımızın ne kadar büyük bir hata olduğunu göremiyor musun?” Yüzümü buruşturdum, yaşadığım acıların ağırlığı devasa bir yük gibi kalbime çöreklendi. O an, acıdan fazlası değilmişim gibi hissettim. Ben ona yıllarca kalbimle bağırmıştım, bir umut duyar diye kapıyı hiç örtmemiştim. Ama kapıdan giren Atalay olmamıştı. Belki de canımı en çok acıtan da buydu.

Sessiz çığlıklarımı neden hiç duymadın, Atalay? Oysaki çığlığım yürek yakacak kadar korkunçtu.

“Yaşadıklarımız hata değildi,” dedi az önceki tavrıyla itiraz ederek.

Nefretle yüzüne baktım. “Tabi ki senin için bir hata olmaz. Arkana bakmadan çekip gittin ve kendini başka kadınların kollarına attın,” dediğimde beni sert bir üslupla durdurdu.

“Orada dur, Eylül. Kendimi kimsenin koluna atmadım. Evet, ilk zamanlar arkama bakmadım çünkü en kolay yol buydu. Fakat daha sonra seni görmeye geldim. Yoktun, günlerce Ankara’da kaldım. Saatlerce evinizin yakınında durarak seni görmeye çalıştım ama yoktun. Baban, ağabeyin eve giriyor çıkıyordu, senden eser yoktu. Bir gün baban ve ağabeyin evde olmadığında eve gidip annene seni sordum ve artık burada olmadığını söyledi.” Öfkeyle, tek solukta konuşmuştu.

Neden orada olmadığımı söylemek istemedim. İkimizde geçmişi konuşmak için hazır değildik. Geçmiş benim için öylesine karanlıktı ki anlatmak bile çok zor geliyordu. Henüz buna hazır değildim.

Söylediklerini hazmetmeye çalıştım. İnanmak istemedim, söylediklerini düşünmek istemedim. “Sen yalancıydın,” dedim konudan konuya atlayarak. “Soyadını bile yalan söyledin. İsmini yalan söylememiş olman bir şeyi değiştirmedi.”

Keyiften yoksun, ışığı gözlerine ulaşmayan bir kahkaha attı. “İlk tanıştığımız zamanlarda şirket sahibi genç varisler için neler dediğini unuttun mu? Nasıl aşağılayıp alay ettiğini?” Sustu ve söylediklerinin etkisini görebilmek için gözlerime baktı. “Seni kaybetmemek için yalan söyledim. Soyadımı söylediğimde öğrenirdin.”

“Bu senin için geçerli değildi,” dedim inanamayarak yüzüne bakıp.

“Nereden bilseydim bana özel olmadığını?” dedi bir çırpıda. “Bazen beni şaşırtıyorsun.” Parmaklarını saçının arasından gergince geçirdi. “Ben kendini iyi göstermek için kılı kırk yaran o adamlardan değilim, Eylül. Öyle laf cambazlığını beceremem de. Ben sadece olan neyse onu söylüyorum. İnansan da inanmasan da gerçek bu.”

Geçmişin kırık dökük kapısı açıldığında ortama çöken o sessizlik tedirgin ediciydi. İkimizin de sormak istediği onlarca soru vardı ama bundan korkuyorduk. Ben de, Atalay da. Annemin ne dediğini sormadım, o da bana ne yaşadığımı sormadı. Aradan dakikalar geçmişti. Gök gürültüsü durmuşa benziyordu. Havada söylenmemiş sözlerin derin ıstırabı vardı. Kara bir bulut gibi ikimizin üzerine çöken keder, yok sayamayacağımız kadar keskindi. İçim çalkalanıyordu, sanki organlarımın bir yerlerinde işler ters gidiyormuş gibi bir ağrı vardı fakat bunun fiziksel olmadığını da biliyordum.

Bulutların çırpınıp bağırmalarının asıl sebebi sonunda gün yüzüne çıktı. Camları döven yağmur damlalarının sesini işittim.

“Hiçbir şey yalanı geçerli kılamaz.” Suratına değil, halıya dikmiştim gözlerimi.

Tuhaf bir şekilde onun da bakışları halıdaydı. Sanki saatlerce sürmüş bir kavgadan çıkmıştık. “Ne yaparsam yapayım bana inanmayacaksın. Ama dedim ya, sen bilirsin.”

VERA İLE VAHA  Where stories live. Discover now