21: "Gök Gürültüsü"

En başından başla
                                    

“Burada ne işin var?”

“Beni içeriye davet etmeyecek misin?” Kot pantolonu, mavi tişörtü ve geriye doğru özenle taranmış saçlarıyla yataktan kalkmışa benzemiyordu.

Elindeki market poşetlerine ve bilgisayar çantasına baktım. Kaşlarım daha da çatıldı. “Sen ciddi misin?”

Kafasını yana eğip gülümseyerek bana baktı. “Fazlasıyla.” Sonra daha fazla beni beklemeden içeriye girdi.

Göz devirerek kapıyı kapattım. “Çok kibarsın,” dedim imayla. “Keşke önce bir izin alsaydın.”

Mutfaktaki masanın üzerine poşetleri bıraktı. Bana bir saniyeliğine dönüp baktıktan sonra, “İzin aldım ama senden ses çıkmadı.”

Hayretle Atalay’a döndüm. “Ah,” dedim ama ne diyeceğimi şaşırdım.

“Hem bu ilk adım, değil mi?” Bana dönerek karşıma geldi. Kafamı kaldırıp siyaha çalan gözlerine gözlerimi diktim. “Her ne kadar Özgür seni öpmüş olsa da.”

Benim bir şey dememe müsaade etmeden su ısıtıcısında kaynamış olan suya doğru gitti. Yavaşça arkamı dönüp sırtına baktım. “Bardaklar nerede?” Ben cevap vermeyince alttaki çekmeceyi açıp bardağı buldu. “Tamam, buradaymış işte. Neyse, zamanla her şeyin yerini öğreneceğim.”

Daha fazla dayanamadım ve sinirden kahkaha attım. “Bunlar bir şaka?” Bu da neydi böyle?

Sıcak suyu bardağına döktü. “Hayır,” dedi sanki bariz olan bir şeyi açıklıyormuş gibi. “Seni tekrar tavlamanın ilk adımı.” Kahve bardağını bana uzattı ama almadım. “Ama rica ediyorum, bir daha Özgür’ün onu yapmasına izin verme.”

“Ah, peki tamam,” dedim tamamen dalga geçerek. “Atalay sana soracak değilim.” Anlayabilmesi için tane tane konuştum.

“Bazı şeyleri seni kırmamak için açıklamak istemiyorum ama beni zorluyorsun, Eylül.” Az evvelki tavrından eser kalmamıştı. Kaşlarını çatmış, hafiften sinirlenmişti.

“İyi, anlat o zaman. Senin şu yalanlarından bıktım.” Acımasızca konuştuğumu biliyordum fakat kendimi durduramıyordum. “Kendini temize çıkarmak için birilerine leke sürmeye çalışma, çirkinleşiyorsun.”

Saniyeler boyunca yüzüme baktı. Gözlerindeki ifade dümdüz, siyah bir ekrana benziyordu. Sonra tezgaha doğru tekrar döndü ve kendine kahve hazırladı. Bir şimşek çaktı ama bu kez korkmadım. “Atalay burada ne işin var?” dedim sabrımın son kırıntılarıyla.

Derin bir nefes verdi. “Gök gürültüsünden korktuğunu biliyorum.”

Bir an afallasam da, “Sen olmadan da bununla başa çıkabilirim,” dedim.

“Buna şüphem yok,” dedi ve oturma odasına doğru yürüdü. Lambayı açıp koltuklardan birine rahatça oturdu. Yüzümdeki şaşkınlık okunmuyorsa, ben de bir şey bilmiyordum. “Kahveni getir de soğutma.”

Onun dediğini yapmadan çaprazındaki kanepeye oturdum. Kafamı eğip elimle yüzümü örttüm. Sakin olmalıydım.

İtiraf et, şimdi gök gürültüsünden korkmuyorsun.

“Bana bir keresinde gök gürültüsünden ne kadar korktuğunu anlatmıştın.” Bakışlarını üzerimde hissediyordum. “Bulutların üzerindeki bir canavarın kızdığını sanıyordun.”

“Aptal olduğum zamanlarda, kendimle ilgili anlattığım şeylerden sadece biri,” dedim kafamı kaldırıp ona bakarak. Dudaklarına götürdüğü bardak hareketsiz kaldı. Bakışlarımız birbirine kelepçelenmişti.

VERA İLE VAHA  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin