Cevap vermeden masanın çevresinden dolaşıp yerime oturdum. Annem bana çorba koyarken ağabeyim, “Onun kafası basmıyor,” dedi.

“Çok komik,” dedim göz devirip.

“Komik tabi, itirazın mı var?” Derin bir nefes aldıktan sonra kaşığımı elime alıp çorbamı içtim. Bazen tabaklara değen kaşık sesleri bana huzur verirdi. Ama bu çoğunlukla ağabeyimle babam evde olmadığındaki zamanlardı.

“Ee, okulun nasıl, profesör olabilecek misin?” Babam çorbasını bitirmiş tabağının dolmasını bekliyordu. Bu dalga geçmelerine alışmıştım. Yani, bir insan susmayı bilmiyorsa, durdan sustan anlamıyorsa ne yapabilirdiniz ki?

“Keşke bana birazcık destek olup gurur duysan,” dedim babamın yüzüne değil, rakıdan şişmiş göbeğine bakarak. Onun yüzüne bakıp konuşmuşluğum yoktu. Nedenini bilmesem de küçüklükten beri babamın yüzüne bakamıyordum. Belki de yaptıkları yüzündendi.

“Neyine destek olacağım lan?” dedi oldukça yavaş fakat yüksek bir sesle. Annem bana yalvarır gibi baktı. Susmamı istiyordu yoksa iş hiç iyi yerlere gitmeyecekti. “Herkes benim arkamdan neler diyor. Sen benim yüzümü yere eğdin.” 

Dilimi ısırdım ve annemi üzmemek için çenemi kapattım. İşte böyle bir mahallede yaşıyorduk. Neolitik çağdan kalma, kalın kafalı insanların hepsini buraya yığmışlardı. Bunlardan biri de babam ve ağabeyimdi. “Merak etme, baba. Gözüm onun üzerinde,” dediğinde kaşlarımı çatarak ağabeyime baktım.

Ağzımı açmıştım ki annem eliyle masanın altından beni dürttü. Sözümü yutup yavaşça masadan kalktım. “Ben doydum, afiyet olsun.”

“Çabuk o masaya otur.” Olduğum yerde kaldım.

“Ben doydum, siz yiyin,” diye yalvarır gibi bir sesle konuştum. Ne olur beni rahat bırak, demek istesem de sustum.

Babam kaşığının arkasını masaya gürültüyle vurdu. Annem bakışlarını masaya dikti. Kız kardeşim irkildi ve sırtını sandalyeye yasladı. Ağabeyim duraksadı. “Bırak, baba,” dedi ağabeyim. “Yemek istemiyorsa zorlama.” Ağabeyim bazen anlayışlı olurdu ama bu o kadar nadir olurdu ki ben çoğu iyiliğini unuturdum.

“Sen karışma,” diye kükredi ağzından tükürükler saçarak.

Gerisin geri masaya döndüm ve yemek yemesem bile orada boş boş oturdum. Sık sık bu evden kaçıp gitmenin hayalini kurardım. Annem, kız kardeşim ve ben. Sırf bu hayal uğruna sabahlara kadar ders çalıştığım bile oluyordu. Daha üniversite birinci sınıftan derslerimi sıkı tutmuştum. Ve şimdi, ikinci sınıf da bitmek üzereyken ortalamam çok iyiydi. Fakat hala bölüm birincisi olamamıştım.

Akşam iyice çöktüğünde Vaha ile buluşacak olmanın verdiği huzurla babamı çok umursamadım. Bugün benim doğum günümdü. Elbette ailemden kimse hatırlamamıştı. Annem bile çünkü kadın da akıl bırakmamıştı babam. Annem ve babam severek evlenmiş ve şimdi çok pişman. Bize de hep dikkatli olmamızı, hayatımızı karartacak seçimler yapmamızı söylerdi.

Nihayet yemekler yendiğinde ayağa kalktım ve masayı toparladım. Annemle beraber bulaşıkları da yıkadıktan sonra odama girdim. Kısa kollu tişörtümü ve eşofmanımı çıkardıktan sonra dolabımdaki en güzel yazlık elbisemi giyindim. En güzel olmasının sebebi elbise namına başka bir kıyafetimin olmamasıydı. Babam görse beni öldürürdü.

VERA İLE VAHA  Where stories live. Discover now