"Kendini bu kadar önemseme Vaha, sen benim için artık ölüsün," dedim ve hemen ekledim. "Yoksa Atalay mı demeliydim?"

Öfkeden çakmak çakmak olan gözleri, beni olduğum yerde eritmek istercesine bakıyordu. Tek istediğim şey, özgürce ağlayabilmekti. "O zaman burada ne halt ediyorsun?" dedi sıkılı dişlerinin arasından.

Birkaç adım yaklaştım. "Görmeyeli epey aptallaşmışsın. Özgür'ün yanına geldiğimi söylediğimi hatırlıyorum."

Hızla üzerime geldi ve bileğimi tuttu. Elinin değdiği yer alev aldı, çekmeye çalıştım ama parmaklarını bileğime kenetlemişti. "Özgür seni işe falan aldıysa söyleyeyim, ben asla böyle bir şeye müsaade etmem."

Diğer elimi göğsüne koydum ve tüm gücümle ittim. Parmakları açıldı ve bileğimi bıraktı. "O iğrenç ellerini bir daha üzerime sürme, midem bulanıyor." Gözlerinin içine bakınca uzayın sonsuz boşluğuna sürükleniyormuş gibi hissediyordum. Lanet olsun, başım dönüyordu. Midem bulanıyordu ama gerçekten de bileğimi tuttuğu için değildi. "Sen beni hala aciz bir kız olarak mı görüyorsun?"

"Seni hiçbir şey olarak gördüğüm yok, sadece hemen buradan git." Artan öfkesini net bir şekilde hissedebiliyordum.

Dizlerimin beni taşıması ciddi bir mucizeydi. Bayılacağımı zannettim, tutunmak için bir yer aradım ama koltuk çok uzak göründü. Kalbimin cılız bir mum ışığı gibi titrediğini hissediyordum. "Beni bıraktığın zamanki gibisin. Hala kapkara bir kalbin var."

Odanın içinde aşağı yukarı yürümeye başladı. Kendinde bu gücü görebiliyor muydu gerçekten? Gerçi, onluk hiçbir sorun yoktu. Onun değil, benim karşımda hayatımı mahveden adam duruyordu. Derin bir nefes aldım. Bu odada onunla daha fazla yalnız kalmaya tahammül edemiyordum. "Özgür nerede?" diye tane tane, yüksek sesle sorumu yineledim.

Durdu ve yine o bakışlarını bana çevirdi. "Nereden bileyim ben?" dedi ve dilini ısırdı. Küfür edecekken sustuğunu anladım. Ceketinin ucunu kenara itti ve elini beline yasladı. Bir ayağını diğerinin yanına çaprazlama attı. Diğer uçtaki masaya yaslanmış halde bana bakmaya devam ediyordu.

Bittiğini sanıyordum, her şeyin geçtiğini, hayatımın düzeldiğini, yoluna girdiğini... Bu nasıl bir acımasızlıktı bilmiyordum ama benim dayanacak gücüm yoktu. Tüm gücümü zaten kullanmıştım. Göğsümden yukarıya doğru tırmanan adını koyamadığım bir şeyler boğazıma kadar geldi.

Nefes alamıyordum.

Elimi boğazıma koydum ve nefes almaya çalıştım. Odanın camlarına gözüm takıldı, hepsi kapalıydı. Oksijen çok yetersizdi. Atalay'ın kaşları yavaşça çatıldı, sonra bana doğru geldi. Tam bana dokunacakken geri çekildim. O da durdu.

"Otur," dedi ne yapacağını bilemez halde. Aptal nöbetim tutmasa güzel gidiyordu, onu umursamadığımı göstermiştim ama kahretsin ki krizim gelmişti.

Atalay'ın tok ayak seslerini duydum. Az sonra sırtıma hafif bir rüzgar değdi. Kapı açıldı, Atalay sekreterine, "Bir su, çabuk," dedi.

Az sonra elindeki suyu bana uzattı. O tanıdık, beni geçmişime sürükleyen kokusunu aldığımda gözlerimin de dolmaya başladığını hissettim. Titreyen elimle suyu aldım. Bir dikişte içtim. Sanki içimde bir kor yanıyordu ve su az da olsa söndürüyordu. "Su," diye zar zor konuştum. Tekrar su getirdi. Onu içtiğim sırada Özgür'ün odanın kapısından girdiğini gördüm. Beni görünce yüzü endişeyle kasıldı ve yanıma koştu. Ayaklarımın dibine çöktü. Saçlarımı okşadı. "Ne oldu? Asansörde mi kaldın yine?"

VERA İLE VAHA  Where stories live. Discover now