20. Bölüm: "Kırgınlıklar ve Telafiler."

Ξεκινήστε από την αρχή
                                    

Araba caddeden döndü ve az sonra tanıdık sokağa girerek yavaşladı. Hazer beni evime götürmemiş, kendi evine getirmişti. Arabaya bindiğimizden beri konuşmamıştık ve bir zamana kadar beni evime götüreceğini sanıyordum. Fakat sokaklar tanıdık gelmeye ve onun evini işaret etmeye başlayınca beni evime götürmediğini anlamıştım. Gariptir ki buna rağmen ağzımı açmamış, neden böyle yaptığını sormamıştım. Evine gitmeyi kabul mü etmiş oluyordum? Evet, sahiden öyleydi ama şimdi çekingenlik duymaya başlamıştım bile. Benim evim soğuktu, yalnızlıkla sarılıydı, karanlıktı... Bu yüzden içinde çok mutlu olamıyordum ama Hazer'in evinde ışıklar yanıyor, yıldızlar görünüyordu. Bu yüzden onu bir gece daha rahatsız etmekten utanç duysam da kendim bir hoşnutsuzluk hissetmiyordum.

Arabanın içini dolduran iki farklı kalp atışı vardı ve bu radyoda çalan şarkıdan daha dinlenilesi bir sesti.

Araba tamamen durduğunda parmaklarımı birbirine geçirdim ve bakışlarımı evinin geniş kapısında gezdirdim. Etrafı geniş duvarlarla çerçevelendiği için evin tamamını göremiyordum ama o evin güvenli olduğunu biliyordum. Ona bakmaya çekindim ama Hazer arabadan inmediği için onunla beraber arabada kalmaya devam ettim.

Gece Yarısı Güneşi, bu dağın üzerindeki tüm karı eritiyorsun.

Cümlesi bir kez daha zihnimde kendini tekrarladı ve yüzüme adeta ateş bastı. Dağın üzerindeki karı erittiğimi söylüyordu ama ben daha kendimi bile ısıtamamıştım ki. "Beni neden evime götürmedin?" Diye sorarak sessizliği ilk bölen ben oldum ve heyecanla bir cevap vermesini bekledim.

Hazer benim yaptığım gibi kucağına koyduğu parmaklarıyla oynarken, "Götüremedim ki," dedi ve bunu takiben burnundan derin bir nefes verdi. "Yanıma baktığımda seni görmeyi istedim, bu yüzden arabayı hiç evine süremedim. İstersen bana kızabilirsin, kız yani bence..."

Acaba böyle bir durumda kızmak mı gerekirdi? İyi de hiç kızasım yoktu ki. Kelimeleri karıştırmaktan korktuğum için biraz sustum ve sonrasında, "Ben insanlara hiç kızamam," dedim ve kendimde devam etme gücü bularak konuştum. "Hele sana hiç kızamam."

"Yaa..."

Bakışları bana döndüğünde, benim de gözlerimin ona dönmesini istediğini hissettim. Ürküyor da olsam başımı omzumun üzerinden çevirdim ve amber renkli gözleriyle kesiştim. Sanki ruhumu kaybetsem ilk o bulurmuş gibi... Kendimi kaybetsem onun yanında ararmışım gibi... "Gri ne güzel renkmiş," dedi gözlerime uzun uzun bakarken. "Safir, gri çok güzel renkmiş."

Bir an onunda aynı şeyi seviyor olduğumuz gerçeği heyecanımı tetikledi ve dudaklarımdan, "Ben çok severim," kelimeleri döküldü. "Sen de sever misin?"

"Şu saatten sonra bir sevesim geldi, daha da gitmez..."

Bir an çocuk gibi ellerimi çırpacak oldum ama kendimi durdurmayı başararak ellerimi birbirine sıkıca kenetledim. Griyi seviyordu, tıpkı benim gibi. Hazer bu gereksiz heyecanımı fark etmiş olmalı ki, dudağının kenarını ısırıp gülüşünü kaldırdı. "Ayrıca sen gri takım elbise giyiyorsun ya," dedim, kelimeleri düşünmeden söyleyerek. "O zaman dönüp dönüp sana bakasım geliyor."

Hazer'in gözbebekleri büyüdü ve dudakları aralık kaldı. Bu sefer yaptığım pervasızlığa şaşıramadım, sadece kendime kızdım. Cidden, bazen ağzımı tutmasını hiç bilemiyordum. Kanın yanaklarıma hücum etmesiyle beraber önüme dönerken, "Safir," dedi Hazer, boğuk ses tınısıyla.

KİMSESİZLER MATEMİ.Όπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα