71

581 25 7
                                    


"Pasta istemediğine gerçekten emin misin?"

"Evet." Dedim bıkkın bir biçimde. "Sadece uyumak istiyorum."

"Umarım saçmaladığının farkındasındır."

"Değilim." Dedim ve pikeyi kafama kadar çekip Hazan'ın gitmesi için dua ettim. Yirminci yaş günüm hiç de hayal ettiğim gibi geçmiyordu. Ailem saat on ikiyi gösterir göstermez beni aramış ve kutlamıştı. Bunda sorun yoktu. Çevremde arkadaşım diyebileceğim herkes kutlamış da olabilirdi. Hatta ve hatta Bora bile kutlamıştı ama Hazar yazmamıştı.

İnternetinin çekmediğinin farkındaydım ama yine de onunda kutlamasını istiyordum. Bu fazla saçma ve çelişkili olsa da elimde değildi. Şimdiyse Hazan tepemde dikilip aldığı pastayı yedirtmeye çalışıyordu. Demiştim; halim gerçekten içler acısıydı.

"Finaller başlamadan önce kalori deposuna yumulmalıyız anlamıyor musun?" diye homurdandı Hazan. Sanki tepemden gitmemeye yemin etmiş gibiydi. Pikenin altında da olsam gözlerimi devirdim.

"Rahat bıraksan ya beni?"

"Olmaz," dedi gülerek. "Aç şu pikeyi ve salona gel."

"Hayır." Dedim boğuk bir biçimde. Hazan birkaç şey daha söyledi ama onu daha fazla dinlemedim. Sonunda pes edip gittiğinde pikeyi kafamdan indirip derin bir nefes aldım. Sıcaktan bunalmıştım. Ayrıca doğum günüm iğrenç geçiyordu ve finaller kapıdaydı. Hayatım daha ne kadar saçma ilerleyebilirdi ki?

Boş duvara dakikalarca baktım. Sonra bir ara telefonumdan Hazar'ın fotoğraflarına baktım ve olmayan sevgilimin özlemini çeker gibi acı çektim. Ardından da yirminci yaşımın bana getireceği güzellikleri listelemeye karar verdim. Elime kağıt ve kalemi aldıktan sonraysa ilk işim düşünmek oldu. Dakikalar geçti ve benim düşünmem bir türlü bitmedi. Bana katacağı en güzel şey; ikinci sınıfa geçecek olmamdı sanırım. Eh bu da o kadar güzel sayılmazdı.

Zilin çalmasıyla kaşlarım çatıldı. Hazan aptal bir parti falan düşünmemişti değil mi? Umarım öyle bir şey yoktu çünkü üzerimde komik sayılabilecek bir pijama takımı vardı. Üzerinde minyonları tema almış şekiller falan filan. Ah, yirmi yaşıma girmiştim ben değil mi?

"Sen kimsin be?" dedi Hazan adeta cırlayarak. Kapının önündeki her kimse Hazan'a karşı fazlasıyla sakin konuşuyordu. Merak duygusuyla odamdan çıkıp kapıya yaklaştığımda benim yaşlarımda genç bir çocukla karşı karşıya geldim. Sarımtırak saçları var gibiydi ama tam emin de olamıyordum çünkü asker tıraşıydı.

"Hazan Abla açıklamama izin verecek misin?" dedi çocuk dikkatle. "Adım Alperen ve beni Hazar Ağabey yolladı."

"Hazar Ağabey mi?" dedi Hazan sanki çocuğun üçüncü bir gözü çıkmış gibi tepki vererek. "O nasıl ağabey olabiliyor ki?"

"Üst dönemim bakın bu olayın başka açıklaması. Müsaadeniz varsa eğer ben Hazar Ağabey'in bana ulaştırdığı hediyeyi getirmeye geldim."

"Hazar ile mi görüştün sen?" dedim kaşlarım çatılırken. Hazar bir haftayı aşkındır benim hiçbir mesajıma cevap bile vermemişken bu çocukla konuşması gururumu incitmişti.

"Evet." Dedi büyük bir ciddiyetle. Robot gibi ne yapması gerekiyorsa onu yapmaya kodlanmışa benziyordu. "İdil Abla sensin değil mi?"

"Ay bayılacağım şimdi." Diye araya girdi Hazan. "Abla ne evladım? Manyak mısın sen? Yaşın kaç senin ya?"

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Hazan'ın tepkileri Alperen denilen çocuğu da şaşırtmış olmalı ki kaşlarını çatmakla yetindi. "On dokuz." Dedi ciddiyetle.

"İdil Abla dediğin bu kız senden hepi topu bir yaş büyük. O da bugünden itibaren."

Çocuk ifadesizce yüzümüze baktı. "Tamam, Hazan Abla. Söylediklerin bittiyse bunu vereyim de ben gideyim."

"Ay sen beni delirtecek misin Alperen?" diye cırladı Hazan. "Kapımıza dayanıp bir paket veriyorsun ve aylardır denizde olan kardeşimden olduğunu söylüyorsun. Kafamı buluyorsun sen?"

"Hayır," dedi Alperen ciddi bir biçimde. "Hazar Ağabey-"

"Ay hala ağabey diyor!"

"Hazar Ağabey," dedi Alperen bastırırcasına. Sinirlendiği belliydi. "Beni aradı ve bana gönderdiği kargoyu İdil Abla'ya ulaştırmamı söyledi. Adresi de kendisi verdi zaten."

"Şunu alabilir miyim?" dedim anlık bir heyecanla. Alperen sonunda istediği şeye ulaşmış gibi kutuyu bana verdi ve asansöre doğru ilerledi.

"Bu arada doğum günün kutlu olsun İdil Abla." Dedi ve bana cevap fırsatı tanımadan gözden kayboldu. Kapıda dikilen ben ve Hazan birbirimize öylece baktık.

"Bu neydi şimdi?" dedi Hazan kaşlarını çatarken. "Hazar yine neyin peşinde?"

"Göreceğiz. İçeri geç." Dedim ve elimdeki –epey hafif- kutuyla salona geçtim. Kurdeleyle sarılmış ufak kutuyu masanın üzerine koydum. Az önce üzerime çöken o kasvetten tamamen kurtulmuştum. Öyle ki arkamda konuşan Hazan'ın bile ne dediğini tam anlamıyla duymuyordum.

Kutuyu açmam birlikte gözüme çarpan şey siyah kapaklı bir kitap oldu. Merakla kitabı elime aldım ve evire çevire etrafına baktım. Bir an aldığım nefesim ciğerimi sıkıştırdığını hissettim. Ellerim titrerken gözlerim buğulandı. Bu gerçek miydi?

"Bu ne?" dedi Hazan merakla. Ona dolu gözlerimle baktığımda küçük dilini yutacak gibi bana baktı.

"Sen neye ağlıyorsun?"

"Bu... Godfather'ın ilk basımı. Orijinal dilinde ve..."

"Ve?" dedi Hazan anlamamış gibi.

"Hazan bu çok pahalı. Bu dehşetin ötesinde pahalı bir şey."

"Neden bahsediyorsun ya sen?" dedi Hazan korkuyla.

"Anlamıyorsun. Bu gördüğün kitap beş bin dolar civarı." dedim korkuyla. "Şu an elimde on binlerce lira tutuyorum."

"Ne?" diye bağırdı Hazan. "Hazar sana bunu mu almış?"

"İnanamıyorum." Dedim titreyen sesimle. "Gerçekten inanamıyorum."

Nefesim yakıcıydı. Ellerim titriyor ve nefesim kesiliyordu. Hazar bunu gerçekten yapmış mıydı? Bu benim asla erişemeyeceğimi düşündüğüm bir şeydi. Kitabı bir altınmış gibi dikkatle yere koyduğumda kutunun içine bakındım ve ufak bir zarf buldum. Ufak dikdörtgen bir kağıda yazılmış çıktı yazısıydı ama Hazar'a aitti. Bu bile onu değerli kılmaya yeterdi.

Hayatın boyunca yaşayacağın bütün mutluluklarda birinci basım kitaplar kadar değerli ve özel olsun. Doğum günün kutlu olsun güzel kız. İyi ki hayatıma dokunmuşsun, iyi ki kalbine dokunmuşum.

Hazar ACAR

Bir hıçkırık döküldü dudaklarımdan. "İyi ki..." dedim fısıldayarak. "İyi ki Hazar."

AYNI KIYIDAN BAKALIM [ TAMAMLANDI ]Where stories live. Discover now