44

646 25 1
                                    

Multi: Hazar Acar

Ihlamur, meyan kökü, zencefil... Alırken bile yüzümü buruşturmama neden olacak yığınla şeyi taşıdığım poşetle eve girdiğimde Hazar'ı koltukta uyuklar halde buldum. Yüzünü koltuğun yastığına gömmüştü. Nefes almakta zorlandığı burnundan çıkan sesten anlaşılıyordu. Neyse ki gelirken eczaneye de uğrayıp burun spreyi, soğuk algınlığı ilacı almıştım.

Bitki çayını demlemeye bıraktığımda Hazar'a vereceğim ilaçları da hazırladım. Bira bardağını andıran devasa bardağa da su doldurup yanına gittim. "Hazar..." dedim fısıldayarak ama uyanmadı.

"Hazar." Dedim bu defa biraz daha yüksek bir sesle. İnlemeye benzer bir ses çıkarttı ve zorla da olsa gözlerini araladı.

"Uyumam lazım."

"Şunları içmen gerekiyor." Dememle başını yastıktan biraz daha kaldırıp avcumdaki hapa baktı. "Bu ne?"

"İlaç." Dedim düz bir sesle.

"Onu görüyorum ama ne ilacı?"

"Soğuk algınlığı için eczaneden aldım. Hadi bak içmen lazım."

Beni şaşırttı ve toparlanıp ilacı zorluk çıkartmadan içti. Burun spreyini de uzattığımda gözleri parıldadı. "İşte bu."

Spreyi burnuna sıktıktan sonra başını geriye doğru yatırıp bir süre bekledi. "Allah'ım şükürler olsun nefes alabiliyorum."

Gülümsedim. "Çay da yaptım sana. Onu iç sonrasında yatarsın olur mu?"

Kızarmış yeşil gözleri ocağın üzerindeki demliğe kaydı. "İdil... Beni gerçekten mahcup ediyorsun."

"Şuan bunu düşünmenin sırası değil. Hemen hazırlayıp geliyorum."

Hazar bir şey demedi ama bakışlarını üzerimde hissediyordum. Fincana doldurduğum bitki çayının içine bir kaşık bal da eklediğimde memnun bir ifadeyle Hazar'ın yanına döndüm. İri ellerinin arasında ufacık kalan fincana bakarken yüzünü buruşturdu.

"Kötü kokuyor."

"İç hadi." Derken köşede duran sandalyelerden birin karşısına çekip oturdum. Neyse ki Hazar huysuzlanma işini erken bıraktı ve içmeye koyuldu. Her yudumda yüzünü buruşturdukça buruşturdu ama fincanın dibini gördüğünde zafere ulaşmış bir asker gibi bana baktı.

"Teşekkür ederim."

"Hadi uyu şimdi." Dememle beni onayladı ve koltuğa boylu boyunca uzanıp bacaklarını kendine doğru çekti. Odasına gidip dün gece üzerime örttüğüm battaniyeyle geri döndüğümde boşluğa baktığını gördüm.

Canının yandığını kendi canım yanıyormuşçasına hissediyordum. Bu nasıl bir şeydi? Hazar'ın üzerine bıraktığım battaniyenin ardından mutfağa geri döndüm ve yüzümü görmeyeceği biçimde beklemeye başladım.

Benim de canım yanıyordu.

Boğazımda öyle bir yumru vardı ki yutkunurken de nefes alırken de varlığını bir şekilde hissettiriyordu. Ellerimi tezgâha yaslamış halde beklerken zaman geçtikçe geçti. Hazan'ın nerede olduğunu bile bilmiyordum ama gitmem gerektiğinin farkındaydım. Bir yanım da Hazar'ın yanında durmam gerektiğini söyleyip duruyordu. Bu ne biçim bir ikilemdi?

Omzumun üzerinden arkama baktığımda Hazar'ı uyuklar halde gördüm. Sızmıştı. Yanına gittim ve ateşine baktım. Neyse ki ateşi yoktu; bir de onu düşürmekle uğraşmak zor olabilirdi. Bir an karşımdaki manzaranın güzelliğine kapılıp boş sandalyeye oturdum ve Hazar'ı izlemeye koyuldum.

Yapmamam gerektiğini bile bile...

İzledikçe kalbim acıdı; boğazım düğümlendi. Ağlama hissimi yutmaya çalıştım, olmadı. Aklından geçenleri bilseydim; dün gece o hale düşecek kadar kötü olmamasını dilerdim. Hazar'ın gerçekten mutlu olmasını isterdim.

• • •

"İdil?" ses uzaktan gelse de netti. Gözlerimi araladığımda karşımda Hazar'ı görmek beklediğim son manzaraymış gibi sıçramama neden oldu. "Hih!" dedim korkuyla ve geriye doğru sıçradım. Altımdaki sandalye kaydı ve sert zeminle saniyeler içinde buluştum.

"Ah!"

"Siktir!" Hazar korkuyla bana yaklaştığında sırtımı tutuyordum. "İyiyim."

Değildim.

"İdil kalk hadi." Elini bana uzattı ve kalkmama yardımcı oldu. Belimdeki acıyı unutmaya çalışsam da başarılı değildim. "Özür dilerim seni korkutmak istemedim ama sandalyenin tepesinde uyuduğunu görünce de..."

"Uyuyakalmışım." Dedim yüzümü buruşturarak konuşurken. Koltuğa oturduğumda sırtımı ovuşturuyordum. Hazar biraz daha toparlanmış bir halde yanıma oturduğunda toparlanmaya çalıştım.

"Hazan aradı. Ben de ona uyandım." Diye durumu açıkladığında merakla ona baktım çünkü Hazan olmadan gidemeyecektim buradan.

"Ne diyor?"

"Bugün Ataşehir tarafında bir sempozyum mu ne varmış sabah acele bir şekilde ona gitmiş ve işi biraz uzamış. Senin tek başına dönüp dönemeyeceğini sordu."

Sıkıntıyla yüzümü ovuşturdum. "Başımın çaresine bakarım."

Tuzla'dan nasıl döneceğim hakkında tek bir fikrim bile yoktu.

"Ben bırakırım seni." Dedi Hazar sanki iç sesimi duyuyormuş gibi. Ona kaçamak bir şekilde baktım. "Hastasın, buna gerek yok."

"Sayende daha iyi hissediyorum."

Memnun bir biçimde gülümsedim. "Gerek yok gerçekten Hazar. İstirahat et, daha iyi ol benim senden istediğim şey bu."

"Seni buradan tek başına yollamayacağımı biliyorsun değil mi?"

Şüpheyle yüzüne baktım. "Hayır desem de dinlemeyeceksin değil mi?"

"Evet." Dediğinde güldüm.

"Teşekkür ederim."

"Asıl ben teşekkür ederim."

Yüzündeki ifadeye rağmen bir şey söylemedim. Ona hiçbir şey sormadım çünkü durumunu körüklemek istemedim. Ama biliyordum ki daha fazla sükûnetimi koruyamayacaktım.

AYNI KIYIDAN BAKALIM [ TAMAMLANDI ]Where stories live. Discover now