52

596 26 3
                                    

Multi: İdil Öncü

Vize notları sandığımdan daha erken açıklanmaya başladı. Sonuçlar açıklandıkça tahmin ettiğimin notların daha yukarısında aldığımı görüyor; büyük bir mutluluk seline kapılıp gidiyordum. Tabletimi köşeye bırakırken heyecanla kıkırdadım ve telefona uzanıp babama notumu belirten bir mesaj attım. En azından iyi halde olduğumu kanıtlamaya yeter de artardı değil mi?

Odamdan çıkıp mutfağa geçtiğimde Hazan evde değildi. Bu sıralar o kadar sık dışarı çıkıyordu ki; evde tek yaşıyormuş gibi hissediyordum. Yine bir Cuma akşamıydı ve ben tek başımaydım. Onu her defasında dışarı çıkarken reddettiğim için de; artık giderken beni davet etmiyordu. Sahi etse bile ne değişecekti ki? Doruk ile takılıyorlardı. Hazar bu durumu bir nebze olsun sindirebildiği için Hazan ne yapmak isterse yapabilecekmiş gibi hissediyordu. Ki bu konuda pek de haksız sayılmazdı. Hazar, Begüm'den sonra gerçekten her şeyden elini eteğini çekmiş durumdaydı. Arada sırada benimle görüşüyorsa görüşüyor; geri kalanında ondan haber alamıyordum.

Mutfak tezgâhının üzerindeki kavanozlardan birine uzandım ve içindeki un kurabiyelerinden tekini ağzıma attım. Dolaptan çıkardığım soğuk sütü de içerken akşam yemeği yemediğim için zerre pişmanlık duymuyordum. Yeme düzenim Hazan ile birlikte tamamen uçup gitmişti. Zaten yiyen bir insan değildim; Hazan'ın dışarı gezmeleri bana bahane olmuştu.

Ben elimdeki un kurabiyesiyle birlikte odama geçecekken evin kapısı açıldı ve eşikte Hazan göründü. Yorgun görünüyordu. Ayakkabılarını dalgın bir şekilde çıkarttı ve montunu askılığın üzerine attı. Beni görmesiyle irkilip başparmağıyla damağına baskı yaptı. "Beni korkuttun."

"Üzgünüm." Diyebildim sadece. Hazan gözlerini ovuşturdu ve arabasının anahtarını portmantonun üzerindeki kasenin içine attı. "Sen niye uyanıksın?"

"Saat henüz on." Dememle kaşları havalandı. "Gerçekten mi?"

"Sen kaç sanıyorsun ki?"

"Bilmiyorum... Tuzla'dan ancak dönebildim. Bir de trafik saatine denk geldim." Anında duraksadı ve bana dikkatle baktı. "Begüm ile Hazar'ın ayrıldığını biliyor muydun?"

Dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım. Ona yalan söylemek istemiyordum ama Hazar'ı da ikimiz arasında bırakmaya da gönlüm razı değildi. Sessizliğim Hazan'ın yüzünü buruşturmasına neden oldu.

"İyi de neden?" dedi ciddi bir şekilde. "Neden bunu benden sakladın?"

"Çünkü..." diye giriş yaptım ama doğru cümleyi bulamadım.

"Çünkü?"

"Bunu onun söylemesi gerek diye düşündüm."

"İdil sen benim arkadaşımsın." Dedi ciddiyetini koruyarak. "Hazar da benim kardeşim. Yani o... Bayağı kötü ve ben bunu daha yeni öğreniyorum."

"Üzgünüm." Diyebildim sadece. Bakışlarımı ondan kaçırmaya çalıştıysam da başaramadım. Kahverengi gözleri bana kilitlenmiş gibiydi.

"Neden bunu sakladın?"

"Neyi?"

"Neden Hazar için bir şeyler yapıyorsun?"

"Ne?" afalladım. "Neden bahsediyorsun sen?"

"Hazar ile aranızdan su sızmıyor ve bu durum beni gerçekten rahatsız etmeye başladı. Sana bu konuda ne düşündüğümü söylemiştim biliyorsun değil mi?"

"Hazan bence şuan susman gerekiyor."

"Hayır." Dedi sertçe. "Beni aptal yerine koyuyorsunuz. Sonra konuşunca da susmam mı gerekiyor?"

"Hazan..." dedim titreyen sesimle. Korktuğum an gelmiş miydi yoksa? Hem de hiç ummadığım bir zamanda.

"Bana öyle bir kazık atmadın değil mi?"

"Bak öfkelisin anlıyorum ama bana saldırmayı bırak."

"Saldırmıyorum ki." O kadar irite bir şekilde konuşuyordu ki ondan korkmadan edemedim. Holün ortasında dikilmek de bu durumuma artı olarak dönüyordu. "Sadece bir cevap istiyorum."

"Nereden varıyorsun bu kanıya?"

"Çünkü ikizimin halini ben bilmezken sen biliyorsun! Hazar ne zamandan beri benden önce seni koydu ki?"

"Hazan..." dedim gözlerimin yanmasını es geçerek. Adını kukumav kuşu gibi tekrarlayıp duruyordum çünkü başka ne demem gerektiğini bilmiyordum. Her bir cümlesi beni daha fazla yaralıyordu. "Lütfen."

"Aranızda bir şey mi var?"

"Hayır!" diye bağırdım tiz bir şekilde. "Allah aşkına ne diyorsun sen!"

"Ben... Ben bilmiyorum. Bak bu olanlar çok saçma. Bugün onun o halini gördükten sonra onu üzecek herkesi harcarım."

"Hazan, ben onu üzmüyorum."

İşaret parmağını bana doğrulttu. "Hazar'dan uzak dur İdil."

"Saçmalıyorsun!"

"Hayır, sadece uyarıyorum." Parmağını indirmeden benimle konuşmaya devam etti. "Arkadaşlığımız zarar görür."

"Hazar'a bilerek zarar verecek bir insan değilim!" sesim öyle güçsüzdü ki bağırmama rağmen etkili gelmiyordu kulağa.

"Ona karşı hislerin var değil mi?" dedi histerik bir şekilde gülerken. "Hazar'a karşı hislerin var."

Gözlerim irice açılırken karşımdaki insanı tanımaya çalışıyordum. Hazan değildi bu. Üç dört aydır hayatımda olan o tatlı kız değildi.

"Siktir ya!" elleriyle saçlarını geriye itti. "İnanamıyorum sana. Beni ayakta mı uyutuyordun sen? Yoksa Begüm ile onları da sen mi ayırdın?"

Bir yaş süzüldü yanağımdan. Hazan'ın ağzından çıkan her bir kelime beni geri dönülmez bir yola sokuyordu. Kalbim öylesine kırılmıştı ki; acısını fiziksel olarak da hissediyordum. Titreyen ellerim arasındaki kurabiye yere düştüğünde bir hıçkırık yükseldi dudaklarımdan.

"Ben hiçbir şey yapmadım."

Begüm'e karşı olan öfkesini bile yutup bana nasıl saldırmıştı? Bu soru aklımın duvarlarına çarpıp deprem etkisi yarattı. Hazan'ın gözlerindeki öfke bir saniye olsun azalmadan bana baktı.

"Sana artık güvenemem." Dedi.

Bir hıçkırık daha döküldü dudaklarımdan. Burada daha fazla duramazdım. Askılığa gittim ve pijamalarımla olmama rağmen montumu üzerime geçirip kendimi dışarı attım.

Yoksa her şey düzeltilemez bir hale gelecekti. Sahi daha neyi düzeltebilirdik ki?

AYNI KIYIDAN BAKALIM [ TAMAMLANDI ]Where stories live. Discover now