50. Bölüm: "Yirmi Gün."

En başından başla
                                    

Neşelendi, onu neşelendirmek için birkaç güzel kelime veya iltifat kâfiydi. Tütü eteğini düzelterek sahnenin çıkışına ilerlemeye başladığında, yüzümü astım. Bir anda içime nedeni bilinmez, nedenini kabul edemediğim bir keder çöreklendi; ayrılma vakti kalbime bunu yaptı.

Ben de seyirci koltuğundan doğrulup kravatımı çekiştirdim ve ona doğru ilerlerken, Mila'nın bileğindeki kurdelenin kayıp düştüğünü görünce mutlu oldum. Mila, ilkinde olduğu gibi bu sefer de bunu hiç fark etmeden ilerleyip koltuğa bıraktığı suyuna uzandı. O su şişesini almak için eğilirken arkasında kaldım ve bir anda eğilip kurdeleyi kaptım, derhal ceketimin cebine attım. Doğrulup geriye adımlarken, Mila'da içtiği su şişesiyle beraber bana dönüp şişeyi indirdi ve gereksiz olsa da, "Affedersin," dedi. Birinin karşısında ağzına pet şişe dayamak bile onun için kabalıktı.

Ve ben sinir hastasıydım.

Sen affedersin, bir kurdelen daha eksildi.

"Suyunu içmeye devam et lütfen," dedim ona yaraşır bir kibarlıkla.

Suyun kalanını da küçük yudumlarla içti. Babası öğretmiş ona suyun üç yudumda içildiğini.

Dudağının kenarından akan su damlasını gözlerimle takip ettim.

Yapmamalı, onu bu şekilde düşünmemeliydim ama engel olamıyordum. Mila'yı o şekilde düşünüyordum, neredeyse hiçbir kadını düşünmediğim şekilde. Dudaklarını görüyordum ve onları düşünüyordum. Ellerini görüyordum ve bana uzandıklarını düşünüyordum. Gülüşünü görüyordum ve benim için güldüğünü düşünüyordum. Kalbini görüyordum ve benim için atabilme ihtimalini düşünüyordum.

Birinin kalbini kazanmayı hiç istememiştim.

"Siz de ister misiniz?" Diyerek pet şişesinin ağzını bir selpakla sildi ve sırf nezaket olsun diye sordu.

Hemen atıldım. "Susamıştım."

Yoo.

Su şişesini benimle paylaşmaktan hafif bir utanç yaşadı ve ben suyu içerken, elinin tersiyle kızarık yanağını sildi. Şirin, tatlı, sevimli kelimeleriyle birlikte yürüyüp hayatımın içine öylece girmişti ve ben tüm bunların hayran bir seyircisiydim. Şişeyi geri indirip ona uzattığımda parmaklarıma dokunmamak için fazladan dikkat ederek şişesini geri aldı.

Temasa girmekten çok fazla ürküyordu ama neden?

"Ben çıkayım o halde, sahafa geç kalmayayım." Hafifçe tebessüm etti ve reverans yapıp doğruldu. Dizlerini kırıp eğilmesi, nazikçe gülümsemesi, eli, yüzü, dudakları, boynu...

Kendimi ateş emojisi atan sapıklar gibi hissediyordum.

Ama vallahi sapık değilim.

"Ol... Olur." Salaksın oğlum.

Genzimi sertçe temizledim ve onun arkasını dönüp zarif adımlarla uzaklaşmasını izledim. İçeriye girip gözden kaybolduğunda cebimden çıkarıp kırmızı kurdeleyi hafifçe okşadım. Yaptığım hoş değildi ama ne yapayım, o da bu kadar hoş olmasaydı o zaman!

Kurdeleyi özenle katlayıp cebime geri koydum, onun çıkmasını beklerken ellerimi cebimde tutup sabırsızlıkla dolandım. Onu izleyince sıcak basmıştı, sanki ceketim dar geliyordu. Sayısız kere yutkundum, telefonumun kamerasını açıp nasıl göründüğüme baktım. "Fena değilsin Ankaralı."

Telefonu cebime geri koyarken kapı sesini duydum, hızlanan kalp atışlarımı hissettim ve başımı ona çevirdim. Pantolonunu, bluzunu ve montunu giymiş, saçlarını açmıştı. İnce, zarif, hassastı. Buradan bile görüyordum o hassaslığını, uzağındayken bile hissediyordum. Gözüne düşen saçını almak, kulağının arkasına koymak isterken, onun başını eğip etrafa baktığını gördüm. "Bileğimdeydi ama..."

KİMSESİZLER MATEMİ.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin