KİMSESİZLER MATEMİ.

By matmazelhayalleri

13.3M 880K 3.1M

Safir Mila Safkan, şu an olduğu yaşından çok daha ufakken, hayatının taşlarını yerinden oynatan bir olay yaşa... More

KİMSESİZLER MATEMİ.
1. Bölüm: "Hüzünlü Bir Matem."
2. Bölüm: "Bir Avuç Şekerleme."
3. Bölüm: "Kasırga."
4. Bölüm: "Çığlık."
5. Bölüm: "Çirkin Kalpler."
6. Bölüm: "Bir Küçük Hediye."
7. Bölüm: "Dilek."
8.Bölüm: "Kimsesizlik."
9. Bölüm: "Not."
10. Bölüm: "Işıklar Sönerse Diye Korkmak."
11. Bölüm: "Söz."
12. Bölüm: "Sadece Hazer."
13. Bölüm: "Senorita Ve Süper Kahraman."
14. Bölüm: "Müziğin Sesi."
15. Bölüm: "Balo."
16. Bölüm: "Mesafe."
17. Bölüm: "Gelmek..."
18. Bölüm: "Dudaktan Kalbe."
19. Bölüm: "Gece Yarısı Güneşi Ve Üstüne Kar Düşmüş Dağ."
20. Bölüm: "Kırgınlıklar ve Telafiler."
21. Bölüm: "Acıyı Resmetmek."
22. Bölüm: "Gemideki Kaptan ve Güvertedeki Kız."
23. Bölüm: "Kara Ay Güneşe Kavuşursa..."
24. Bölüm: "Mutluluk Balonu."
25. Bölüm: "İlham Perisi."
26. Bölüm: "Evin İçine Düşen Bomba."
27. Bölüm: "Yerle Bir."
28. Bölüm: "Hayal Kırıklığı."
29. Bölüm: "Reddediliş."
30. Bölüm: "Ay Güneşe Tutuldu."
31. Bölüm: "Müzikal."
32. Bölüm: "Bir Şehir Bin Gülüş."
Gazel & Behram.
33. Bölüm: "Işıklar Söndü."
34. Bölüm: "Fırtınada Çiçek Dikmek."
35. Bölüm: "Elmas Kalpler."
36. Bölüm: "Güzel Çiçekler ve Zehirli Bitkiler."
37. Bölüm: "Ölümcül Gerçekler ve Parçalanmış Kalpler."
38. Bölüm: "Perişanlıklar ve Bedeller."
40. Bölüm: "Ateşin Etrafında Uçuşan Kelebek."
41. Bölüm: "Kana Karışan Aşklar."
42. Bölüm: "Kalpteki Avare Kelebekler."
43. Bölüm: "Geçmişin Davası."
44. Bölüm: "Kaderdeki Aşklar ve Lunaparktaki Işıklar."
45. Bölüm: "Mutluluk Ya Çok Yakınında Ya Çok Uzağında."
46. Bölüm: "Kırmızı Kurdele."
47. Bölüm: "Sevgi Ölmez Sen ve Ben Katil Olmak İstemezsek."
SEZON FİNALİ: KUZEY IŞIKLARI.
49. Bölüm: "Kuzey Işıkları."
50. Bölüm: "Yirmi Gün."
51. Bölüm: "Eve Dönüş."
52. Bölüm: "Umut Etmek Veya Mağlup Etmek."
53. Bölüm: "Aile."
54. Bölüm: "Oyun."
55. Bölüm: "Yıkımın Ardındaki Gürültü."
56. Bölüm: "Sevginin Kıymeti."
57. Bölüm: "Beyaz Pointler."
RAFLARINIZDA BİZİM İÇİN YER AÇAR MISINIZ?
58. Bölüm: "Kışın Güneşi, Baharın Çiçeği."
59. Bölüm: "Bahar Çiçeği Büyüyor."
KİMSESİZLER MATEMİ KİTAP KAPAĞIMIZ.
60. Bölüm: "Melek Kanatları."
61. Bölüm: "İlk Kalp Atışları."
62. Bölüm: "Islak Kirpiklerin."
63. Bölüm: "Rüya."
64. Bölüm: "An."
FİNAL.

39. Bölüm: "Artık Üzemezler Bebeğimi."

286K 15.1K 87.6K
By matmazelhayalleri

Multimedya:

La Vie En Rose.

Merhaba parlayanlarım!

Aşağıda uzunca bir bölüm sizi bekliyor. Biraz geçiş bölümü gibi oldu, ilginizi çekmeyen detaylar olabilir ama umarım sıkılmazsınIZ canımın içleri. Tadını çıkararak, oy ve yorumlarınızı eksik etmeden keyifle okuyun. ♥️

Ve elbette yıldızlarımızı bırakalım. ✨✨

39. Bölüm: "ARTIK ÜZEMEZLER BEBEĞİMİ."

Gazel'in kalbi hep göğsünün içindeydi ama ilk kez yerini bu kadar hissediyordu.

Eli sol göğsünün üzerindeydi. Saydı. Kalbi bir dakikada tam doksan kez atmıştı.

Sol tarafına dönmek, Behram'a bakmak istiyordu ama çekiniyordu. Elini kalbinden indirdi, içinde oldukları araba yavaşlayıp ardından durduğunda, Gazel nefesini bırakarak Behram'a kaçamak bir bakış attı. Bir saatten uzun süredir arabanın içindelerdi, akşam trafiğine yakalandıkları için eve varmaları epey vakitlerini almıştı. Bugün, bir rüya gibi yaşanmıştı ve hâlâ daha evli olduklarına inanamıyordu. Dizinin üzerinde bir nikâh defteri vardı, Behram'ın ani kararıyla resmi nikâhları da kıyılmıştı ama... daha hâlâ birbirlerine sarılmıyorlardı.

Behram'ın ellerini direksiyondan çektiğini gördüğünde bakışlarını kaçırdı ve onun gibi araba kapısına uzandı. Dışarıya adımını atarken gelinliğinin eteğini topladı ve doğrulup kapıyı örttükten sonra gözlerini Behram'a çevirdi. Arkasını dönmüş, bahçe kapısına yürüyordu. Gazel Behram'ın soğukluğuna alışkındı, ilk kez olmuyordu ama artık buna tahammül edemiyordu. Omuzları dikleşti ve onun ardından bahçe kapısından içeriye geçti. İkisinin de ağzını bıçak açmıyordu, öyle ki rüzgârın sesini bile duyabiliyorlardı. Behram kravatını gevşeterek bahçe boyunca yürüdü ve tek katlı, geniş evlerinin kapısını açmak üzere anahtarını cebinden çıkardı.

Gazel bir adım kadar arkasında onu bekledi.

Bir adımı istemiyordu. Hemen yanında olmak için her şeyini verirdi.

Çantasını sıktı ve Behram kapıyı açıp içeriye girdiğinde Gazel eğilip topuklu ayakkabılarını çıkardı. Yorulmuştu, oysa ki nikâh sırasında çok mutlu olmuştu ama Behram yine aynıydı, kendisinden tarafa bile bakmıyordu. Doğrulurken, Behram'ın ceketini ve ayakkabılarını portmantoya koyup yine kendisine bile bakmadan banyoya doğru ilerlediğini gördü. Ağzını açmak, bir şeyler demek istiyordu ama her şeyi daha da batırmaktan korkuyordu. Çantasıyla ayakkabılarını portmantoya bıraktı ve kollarını kendine sararak yatak odalarına ilerledi.

Gazel yüzsüz olduğunu düşünüyordu.

Çünkü Behram'a kendisiyle uyumasını istediğini defalarca kez utanmadan söylemişti.

Odadan içeriye girip odanın ortasında dikildi ve etrafına bakındı. Birkaç saat öncesinde dünyanın en mutlu insanıydı ama şimdi öylesine yorgun ve mutsuz hissediyordu ki... Bu sadece Behramla ilgili de değildi, Gazel içindeki duygu karmaşasında boğuluyordu. Bir ağlamak istiyordu, bir gülmek... Bir ağlıyordu, bir gülüyordu. Ellerini yüzüne kapattı, derin derin soluklandıktan sonra kıyafet dolabına ilerledi. Üzerinde Behram'ın ona aldığı gelinlik vardı ama... Behram'ın o gelinliği üzerinden çıkarmayacağını biliyordu. Ağlamamak için dişlerini sıkıp dolaptan kendine pijama takımı çıkardı ve tekrardan yatağa ilerledi.

"Belki gelinliğimi çıkarmak onun için önemli bir ayrıntı değildir, belki bedenimin değerli olduğunu bile düşünmüyordur... Defalarca kez Galiple birlikte oldum," diye fısıldadı, pijamayı yatağın kenarına bırakıp doğrulurken. Biliyordu, yaşadığı hayat Behram için çok uygunsuzdu. Camdan dışarıya bakarken, Galip'i hatırlamaktan rahatsızlık duyarak elini gelinliğinin arkasına, fermuarına uzattı. Tutamadığı birkaç gözyaşı yanaklarına düşerken, odada kendine ait olmayan bir başka nefes sesi de duyarak duraksadı.

"Bırak," dedi Behram ve ardından odanın içinde adım sesleri duyuldu. Gazel nefesimi tuttu, ilk an neyi bırakması gerektiğini anlayamadı ama sonra fermuardan bahsettiğini düşünerek ellerini yavaşça aşağıya indirdi. Behram'ın belli belirsiz siluetini camda seçti, genç adam kendisine doğru yaklaşarak ellerini gelinliğin fermuarına uzattı. Gazel'in duyguları alabora oldu ve titreyen elleriyle gelinliğin eteklerine yapıştı. Behram elbisenin fermuarını indirdi ve ellerini yavaşça sırtına koyup, çıplak kalan sırtından içeriye kaydırdı. "Bir daha Galip'in adını ağzına almanı istemiyorum Gazel."

"Ben..."

Behram karısının, camın üzerine düşen siluetini izledi. "Çok güzel olmuşsun bugün, bir daha olmasın."

Gazel ondan böyle bir içtenlik, iltifat beklemediği için heyecanlandı. "Eşin olarak sözlerini dinlemeli miyim artık?"

"Evliliklerde eşler birbirinin sözlerine kulak asmalı tabii."

"Yaa," dedi Gazel düşünceli şekilde. Galiple normal bir ilişkileri olmamıştı, çoğu şey çıkar üzerindeydi ve genel de Galip Gazel'in düşüncelerini önemsemezdi. Behram öyle yapmazdı, böyle diyorsa kendi düşüncelerini önemserdi.

"Gazel... Bedenin hakkında, düşündüğümü düşündüğün şeyleri düşünmüyorum."

Gazel irkilerek nefesini tuttu ve Behram'ın sıcak ellerinin yaşattığı hisle gözlerini yumdu. Yumuşak, nazik, ürkek şekilde dokunuyordu ve Gazel az öncekinin aksine, bu dokunuşlarla bedeninin değerli olduğunu hissetmişti. Sanki Behram'da sırf bunu göstermek için böyle kibar dokunuyordu sırtına. Gözleri bu kez mutluluktan doldu ve acele içinde, "Galip umurumda değil," dedi tüm dürüstlüğüyle. "Ben... senin benim hakkında kötü şeyler düşünüyor olmana katlanamıyorum."

"Hakkında ne düşündüğümü bilmiyorsun," dedi Behram ve titreyen ellerini çekingen bir tavırla Gazel'in karnına kaydırarak onun sırtını göğsüne yasladı. Gazel'in kollarının arasında titrediğini hissetti ve yanağını onun saçlarına yaslayarak iç çekti. "Mesela... seni o adamdan çok kıskanıyorum, bu yüzden adının geçmesini, senin onu anmanı istemiyorum."

Gazel, Behram'ın duygularını ilk kez böyle şeffaf şekilde duyduğuna inanamayarak gözlerini tekrardan açtı ve camdaki silüetlerine bakarak yutkundu. Onun kendisini kıskanacağını hiç düşünmemişti. Kıskanmasına gerek yoktu, Galip'e nefret bile hissetmiyordu. Başını hızlı hızlı sallarken, "Hiç anmayacağım," dedi telaş içinde. "Lütfen artık benimle konuş Behram, yüzüme bak."

Behram bir elini yavaşça genç kadının karnından çekti ve uzatıp yüzüne dokundu, yaşları sildi. "Bugün ilk kez ve son kez bu konuyu konuşacağız ve bundan sonra asla onun adını anmayacağız." Gazel kollarının arasında bir daha titredi ve Behram ilk kez bir kadına dokunmamın tecrübesizliğiyle, elini karnında asla kıpırdatamadan saçlarına bir öpücük bıraktı. "Bana yetimhaneden ayrıldıktan sonra başına gelen her şeyi anlat."

Gazel şaşırmadan edemedi, Behram kendisinden ilk kez bunu istiyordu. Gerçekleri öğrendiğinden beri onunla çok az şey konuşmuş, neler olduğunu anlatmasını istememişti. Belki konuşarak her şeyi yerine koyabilirlerdi. Bu sebepten heyecanlanıp, "Anlatacağım," dedi, tekrardan mutlu hissediyordu kendini. "Anlattıktan sonra... affedecek misin beni? Artık... koltukta değil, benimle uyuyacaksın değil mi? Her şeyi çözmüş olacağız."

"Ben onunla senin fotoğrafını cüzdanımda taşıdım, abin olduğunu sanarak." Behram'ın kurduğu bu cümle Gazel'in sırtına binlerce kilo ağırlığında bir yük gibi oturdu ve yüzü kızardı. Behram'ın eli yüzünden aşağıya kaydı. "Aşamıyorum, duygularımı önemsememeni aşamıyorum... Ama anlatırsan, seni anlarsam, daha kolay olur."

Gazel bencilliğinden utandı. "Peki."

Behram yavaşça arkasından çekilip önüne yürüdüğünde, Gazel yüzünü yukarıya kaldırarak ıslak gözleriyle ona baktı. Behram'ın bir eli sırtında, diğeri yüzündeydi ve yüzünde hafif bir kırmızılık vardı. Gazel, Behram'ın yakınlıklarından utandığını anladı ve elinde olmadan gülümsedi. Onun dokunuşları titrekti ama... Gazel'i çok heyecanlandırıyordu. Galiple böyle olmazdı, onunla, sanki sırf onu memnun etmek için birlikte olurdu ama Behramla... her anın tadını çıkarıyordu.

"Önce şunu çıkaralım," dedi Behram ve sırtındaki elini omzuna kaydırıp elbisenin sol yakasını yavaşça aşağıya indirdi. Gazel, ondan gelen bu beklenmedik atakla beraber nefesini tuttu ve Behram gözlerini gözlerinden ayırmadan elbisenin diğer tarafını da aşağıya kaydırdı. Kalbi sıkışıyordu, bu yakınlığın kendisini böyle dağıtacağını düşünmemişti. Elbise göğüslerinden aşağıya inip vücudundan kaydı ve ayaklarının ucuna düştüğünde, Gazel beyaz çamaşırlarıyla kaldı. Utandığını hissederek kollarını göğüslerinin üzerinde kavuşturduğunda, "Ben de utanıyorum biraz," dedi Behram ve evlendiklerinden beri ilk kez Gazel'e gülümsedi.

Gazel o gülümsemenin içinde yaşadı.

Konuşamadı, çekindi ve Behram uzanıp yatağın üzerindeki pijamayı alırken başını önüne eğdi. İlk kez bir erkek onu bu şekilde görmüyordu ama ilk kez aşık olduğunun karşısında yarı çıplaktı. Behram'ın yutkunduğunu duydu ve üst pijamayı başından indirdiğinde, Gazel kolaylık sağlamak için kollarını kaldırdı. Pijama kollarını da örtüp vücuduna yerleştiğinde, Behram alt pijamasını alarak dizlerinin üzerinde eğildi ve genzini temizleyerek, "Ayağını kaldır," dedi yumuşak bir sesle.

Gazel dudaklarını dişledi ve nabzı coşup deli bir şekilde atarken, önce sağ, sonra da sol ayağını kaldırıp pijamadan içeriye soktu. Behram'ın kendisiyle bu şekilde ilgilenmesi karşısında hem şaşkın, hem mutluydu. Behram pijamayı yukarıya doğru çekip aynı zamanda kendisi de doğruldu ve tekrardan yüz yüze geldiklerinde, ikisinin de suratları kızardı. Behram kendisini giydirmişti, çıplak görüp sırtını okşamıştı. Gazel ellerini kaldırdı ve gözlerinin içine bakarak Behram'ın göğsüne yerleştirdi. Bu temasla birlikte Behram'ın gözlerini yumduğunu gördü ve parmaklarını gömleğinin düğmelerine götürdü. "Behram?"

"Hımm?"

"Senin kasların var."

"Aaa." Behram bu cümleye ne karşılık vereceğini bilemeyerek duraksadı ve Gazel tüm düğmelerini çözüp gömleği üzerinden çıkardığında ensesini kaşıdı. Gazel'in elleri yumuşak, küçük ve ürperticiydi. O ellerin sırtına doğru kaydığını hissettiğinde, o da elini Gazel'in sırtına koyarak tekrar gözlerine baktı. "Lise yıllarında bir abimizin yanında, inşaat işlerinde çalıştım. Maksat anneme yardımcı olmak, harçlığımı çıkarmaktı. Vücudum... o dönemde biraz gelişti."

Gazel, Behram'ın babasını tanımıyordu, doğrusu yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordu. Aile içinde kimse babasından söz etmiyordu ve araları bozuk olduğu için Gazel'de sormaya çekinmişti. Anlayışlı şekilde başını salladığında, Behram onun elini tuttu ve yavaşça yatağa oturttu. Sonra kendisi de yanına oturduğunda ellerini kucaklarına koyup yere baktılar. Gelinlikte gömlekte yerdeydi. Gazel Behram'dan yayılan o kokuyu içine doğru çekerken, "Anlatmaya başlayayım mı?" Diye sordu, sessizce.

Behram ondan tarafa döndü ve bir süre baktıktan sonra uzanıp Gazel'in başını yavaşça göğsüne koydu. Gazel bunu bekliyormuş gibi hıçkırarak o göğse yerleşti ve kollarını Behram'ın vücuduna dolayarak merhametine sığındı. Sıcacık, şefkatli, iyi... Gazel Behram'a muhtaçtı. Behram'ın parmakları saçlarının arasına dolaşırken, "Böyle anlat," dedi Behram, çekingen ama yumuşak sesiyle. "Ah Gazel... Sen çok kolay olduğunu sanıyorsun değil mi senden uzak durmanın?"

"Değil mi?"

"Kalpleri birbirine ısındıran Allah'tır. Benim kalbimi sana öyle ısındırdı ki... söylediğin yalan bile buza çevirip o sıcaklığı yok edemedi."

"Birbirimize aşık olmamızı Allah mı istedi yani?"

Behram'ın gülümsediğini hissetti. "Allah'ın bizim için muhakkak bir bildiği vardır Gazel."

Gazel aklına gelenlerle gülümsedi. "Safir'de hep böyle derdi biliyor musun? Tanrı'nın benim için bir bildiği vardır der."

Behram Safir'i anımsayarak güldü. "İnançlı birisi."

"Evet, hiç isyan etmez."

"Yetimhanede tanışmıştınız değil mi?" Diye sordu Behram ve bu şekilde, Gazel'in hayatını anlatmasını ümit etti. Gazel'in parmakları çıplak göğsünde minik minik hareket ederken, "Evet," dedi ince bir sesle. "O benden sonra geldi yetimhaneye, orada beraber büyüdük ve birbirimizi o kadar sevdik ki, yetimhaneden sonra da ayrılamadık."

Behram başlı başına, Gazel'in yetimhanede, kimsesiz büyümüş olduğu gerçeğine üzülüyordu; hatta ilk öğrendiğinden beri. Parmaklarını onun geceliğinin üzerinden omzuna koyup aşağıya doğru okşadı. "Seni yetimhaneye... kim bırakmış?"

Gazel duraksadı, yakın zamanda babasının kim olduğunu öğrenmişti ama henüz bunu Behramla paylaşmamıştı. Babasının söylediğine göre annesi doğumda ölünce babası ona bakamamış, yetimhaneye bırakmıştı. "Babam," dedi, en azından bu konuda dürüst davranarak. "Babam bırakmış."

"Yetimhaneden çıktığında ne yaptın?" Diye sordu Behram, yumuşak bir sesle. Bu soruyu sorarken korkmuştu, çünkü incitilmiş olabilirdi.

"Yetimhaneden ayrılırken Müdire Hanım çalışabileceğim birkaç yer önermişti, oralara bakınıp iş aradım," diye anlattı Gazel, dalgın bir sesle. Behram, dışarıdan umursamaz görünüp de içinde fırtınalar kopan kimseyi tanımamıştı Gazel'den başka. "Yetimhaneden ilk çıktığımda serseme dönmüştüm, sanki hayata ilk kez karışıyordum. Ne yapmam gerektiğini, kime güvenip kime güvenmeyeceğimi bilemiyordum. Sudan çıkmış balık gibiydim. Müdire Hanım'ın önerdiği işlere bakındım, geçici olarak hepsinde çalıştım ve bu sırada ev aradım, bir kızla iki odalı bir evde aylarca kaldım."

"Ayaklarının üzerinde durabilmişsin," dedi Behram, karısıyla gurur duyduğunu hissetti ve bu duygu kendisini hazırlıksız yakaladı.

"Duramadım aslında," diye karşılık verdi Gazel, sanki daha da ufalanıp Behram'ın göğsünde küçülüyordu. Behram bir kadına ne iyi gelir, çok da bilmezdi ama karısı onu sevdiğine göre, omzunu okşaması onu teselli ediyor olabilirdi. "Beraber yaşadığımız kız... biraz fazla rahattı, eve sürekli erkek arkadaşlarını getirirdi ve buna çok ses edemiyordum; eve sonradan gelen bendim. Diken üstünde yaşıyordum, geceleri odamın kapısını kilitlemeden uyuyamazdım. Bunlar olurken... bir kafede komi olarak çalışıyordum, Galiple... o şekilde tanıştık."

Behram'ın gözünün önüne, Galip'in Gazel'e kalkan eli geldi ve kalbine bir karanlık çöktü.

"Benim çalıştığım kafeye müşteri olarak geldi, ilk görüşte herhangi bir müşteriden farksız değildi benim için," diye anlatmaya devam etti Gazel, o günleri anımsayarak. Küçüktü, hayatı ve insanları pek tanımıyordu. "Ama sanırım o beni beğenmişti, kafeye sık sık gelip ilgisini belli etti ve bir süre sonra... teklifini kabul ettim. Görüşmeye, buluşmaya başladık. Onun yaşı... benden epey büyüktü ve benim erkeklerle alakalı hiç tecrübem yoktu. Ona hayatımı anlattım, yaşadığım yeri, kimsesiz olduğumu... Bu onu rahatsız etmişti, hissetmiştim o zaman bile ama beni bırakmadı. Beraber yaşamayı teklif ettiğinde on dokuz yaşındaydım, utanmıştım ama ısrar etti ve bir süre sonra beraber yaşamaya başladık."

Behram, onların beraber yaşadığı anıları duymayı istemiyordu ama hayatını öğrenmek için bir kısmını duymaya mecburdu. Gazel'in çekindiğini fark ettiğinde, "Devam et," dedi kulağına doğru. "Son kez konuşuyoruz, ne varsa anlat."

Gazel duyduklarından cesaret alarak kafasını salladı ve parmaklarını Behram'ın karnında dolaştırmaya devam etti. "Galip iyi birisi gibiydi, ona alışmamı beklemişti ama sonra sadece aynı evi paylaşmak ona yetmedi. Daha fazla yakınlaşmak... bir şeyler yaşamak istedi. Başlarda korktum, ürktüm ama sonra... tekrardan kimsesiz kalıp o eve dönmek istemediğim için dediklerini yaptım. Bilmiyorum, belki ucuz davrandım ama... sadece yirmi yaşındaydım ve korkuyordum."

Behram hiç sokakta yaşamamıştı, Behram hiç ailesiz olup kimsesiz kalmamıştı, Behram Gazel'i asla onu yargılayabilecek kadar anlayamazdı. Bu yüzden elindeki en iyi şeyi yaptı, Gazel'i kendisine biraz daha çekip ilk kez saçlarının üzerinden öptü. Karısı, çiçekli duş jeli kokuyordu. "Sonra biz... bizim aramızda bir şeyler yaşanmaya başladı," dedi Gazel, onun sessizliğinde. Bundan bahsetmek onu ürpertiyor, utandırıyordu. "İlk seferde... canımı çok acıtmıştı, özür dilerim bunları duymayı istemezsin belki ama birbirimize karşı şeffaf olalım istiyorum."

"Canını mı acıtmıştı?" Diyebildi Behram, titreyen bir sesle, korkuya kapılarak. Gazel'in böyle pervasız bir hayatın içinde savrulmasına karşı duyduğu acıya bu da eklenmişti.

Gazel'in başı, dudaklarının altında sallandı. "Hiçbir şey zorla olmamıştı ama o... hiç nazik değildi. Ben yaşadığım acının normal olduğunu düşündüm, ilk sefere mahsus olduğunu, bir daha olmayacağını sandım. Ama..." Gazel her şeyi bu kadar detayıyla anlatmaktan utanıyordu ama yaşadığı her şeyi ona söylemek, korkularını paylaşmak istiyordu. Behram'ın onu bırakmasından korkarak vücuduna daha sıkı yapıştı. "... her defasında çok kaba, sert davranıyordu. Bana ne zaman yaklaşsa ürkmeye, kasılmaya başlamıştım ama belli etmemeye çalışıyordum."

Behram derin bir nefes aldı ve boğazına oturan yumruyu ittirmeye çalıştı ama faydasız kaldı. Galip'in ona kaba davranırken Gazel'in hiçbir şey yapamadığını, titrediğini hayal etti ve bu kalbine fazla gelip onu darmadağın etti. Keşke böyle değil de her dosdoğru bir hayat yaşama şansı olsaydı Gazel'in. Yavaşça kadının saçlarını okşadı, bu gece bu mevzuyu sonsuza kadar kapatacaklardı. "Devam et Gazel, sorun yok."

"Bu şekilde yaşamaya devam ettik," dedi Gazel, Behram'a yaslanıp bunları anlatmak kendini inanılmaz güvende hissettirmişti. "Sonra Safir yetimhaneden çıktı, çok mutlu olmuştum. Onu yanıma alacağımı, tekrardan beraber yaşayacağımızı düşündüm ama... Galip karşı çıktı buna. Kız arkadaşımla aynı evde yaşamak zorunda değildi tabi ama... Safir'i eve misafir etmeme bile izin vermiyordu. O sıra büyük kavgalar etmeye başladık, madem öyle, ben de Safirle birlikte bir ev tutarım diye düşünüp bunu ona da söyledim. O an Galip'in gözleri döndü, bana ilk kez... tokat attı."

Behram, vücudunun bir acı dalgasıyla uyuştuğunu hissetti ve neredeyse suratı sızladı. O tokatı kendi yüzünde hissetmesi imkânsızdı ama sanki öyle olmuştu. Kollama, koruma içgüdüsüyle kollarını Gazel'e daha sıkı dolarken, "Ondan sonrasında ayrılmak istediğimi söyledim," diye devam etti Gazel, anlatmaya. "Galip pişman oldu, aflar diledi ama çok korkuyordum ondan. Birkaç kez gitmek istedim ama bağırıp çağırdı, yine şiddete davrandı. Safir'e söylemedim, canımın köşesi... çok üzülürdü. Bana, Safir'e bir şey yapar diye kaçamadım, zaten hayattan ümidimi kesmiştim, oluruna bıraktım. Ama sonra..."

"Ben karşına çıktım."

Gazel, yüzünü göğsüne dayayarak nefeslendi. "Ve sonra senin deyiminle, kalplerimiz birbirine ısındı."

Behram gülümsemek istedi ama duyduklarından sonra gülümseyemedi. Dudaklarını sımsıkı kapattı Gazel'in başına. "Peki... bana neden dürüst davranmadın."

"Planlamamıştım," diye hızlıca savundu Gazel kendini. Yüzünü göğsünden kaldırarak onunla göz göze geldi ve içtenliğiyle konuştu. Behram'ın soluğu, kirpikleri titriyordu. "O gün elim kesildiğinde bize gelmiştiniz ya hani, sormuştunuz Galip kim diye. Bir anda abim deyiverdim, çünkü erkek arkadaşım olduğunu bilirsen beni ayıplarsın, yüzüme bakmazsın sandım. O an öyle bir delilik ettim ve sonra düzeltemedim. Defalarca kez karşına geçip söylemek istedim ama açıklama yapmama izin vermeden hayatımdan çıkıp gideceğini düşündüm. Safir ile Hazer çok ısrar ettiler ama... ben bu sevgiyi kazanmak istedim. Özür dilerim, özür dilerim... Çok kabahatli, bencilce davrandım ama sandığın gibi senin duygularını önemsemiyor değilim. Hatta sen beğen diye sürekli daha iyi omlet yapmaya çalışıyorum ama kıvamı bir türlü istediğin gibi olmuyor galiba."

Behram göğsünün orta yerinde genişçe büyüyen bir duygunun, artık tüm organlarına istila ettiğini hissediyordu. Aşk hakkında bildiği tek şey, Gazel'di. Evet, artık Gazel'i daha iyi anlıyordu. Bastırılmış, incitilmiş, masum bir sevgi hissettiğinde de kaybetmemek için çırpınmıştı. Kendisine umutla bakan gözlere bakarak Gazel'i yavaşça kavradı ve kaldırıp yatağın başına bıraktı. Gazel'in başı yastığa düştü ve gözleri heyecanla açılırken, Behram'da başını onunla aynı yastığa koyarak yönünü ona döndü. İkisi de birbirine temas etmeden, yüzlerini birbirine dönüp yan şekilde uzandı ve karanlık odada gözlerinin içindeki birbirlerine baktılar.

"Sana rastladığım güne şükrediyorum," dedi Gazel ve utandığından olsa gerek gözlerini kapatıp yorgana uzandı. Onun yorganın altına girmesini, heyecanlı soluklar alıp kızarmasını izlerken, Behram'ın kalbi kalıbına sığmadı. Bir şey diyemedi, ikinci kez beraber uyuyacakları için heyecanlıydı. Hayal ettiği gibi Gazel'i özgürce, aralarında kimse yokken izleyebiliyor, saçlarının çiçek kokusunu soluyabiliyordu. İlerleyen dakikalar boyunca Gazel'in saçlarını, çehresini izledi ve Gazel'in solukları düzene girdiğinde çekingen şekilde ona yaklaştı.

Aniden yanağına bir öpücük koydu.

"Yaptığın omletleri seviyorum," diye fısıldayarak geri çekildi ve sanki Gazel onu izliyormuş gibi utanıp gözlerini tavana dikti. Parmaklarını dudaklarına götürdü, ilk kez Gazel'i öpmüştü. Heyecanlandı ve ona kaçamak bir bakış attı; mışıl mışıl uyuyordu. Tekrar önüne döndüğünde, kalbini çepeçevre saran bu güzel hislere inanamadı.

Günler önce kahrından ölüyordu, Allah'ın gücüne gitmesin ama çok acı çekiyordu. Şimdiyse... Tamam, Gazel'e hâlâ çok güvenemiyordu ama ona sarılabilecek kadar güveniyordu. Biliyordu, Gazel'in ayıpları ve günahları vardı; kendisinin tasvip etmediği bir hayat yaşamıştı ama bu sevgiye engel olmamıştı. Kendisi de günahsız değildi nihayetinde, onunda zaafları vardı ve Gazel o zaaflardan birisiydi artık. Hem Gazel'e doğruyu ve yanlışı göstermekten mutluluk duyardı. Elini dudaklarından çekerken gözlerini kapattı ve aynı anda telefonu titrediğinde pantolon cebine uzatıp telefonu çıkardı.

Gönderen: Ankara Keçisi.

Napıyorsun la?

22.24

Behram Hazer'in arsızlığına göz devirdi ve tövbe çekerek bir mesaj yazıyordu ki, ikinci bir mesaj geldi.

Gönderen: Ankara Keçisi.

Benimki de soru... Evlenmişsin, karını alıp evine gitmişsin, napıyor olacaksın... çocuk yapıyorsunuzdur.

Bırak da bari çocuğu önce ben yapayım.

22.26

Behram Hazer'in bu münasebetsiz mesajıyla kızardı ve homurdanıp tuşlara sertçe bastı.

Gönderilen: Ankara Keçisi.

Senin karın yok, evli de değilsin. Muhtemelen çocuğu da senden önce yaparım. Ama üzülme, arada gelip sevebilirsin :)

22. 28

Behram Hazerle çocuk olup ona böyle bir mesaj yazdığı için kendine kızdı. Arsız herifti, onu da kendisine benzetiyordu. Güldüğünden habersizce telefonu bırakıyordu ki Hazer'den yeni bir mesaj geldi.

Gönderen: Ankara Keçisi.

😒😒😒😒😤😤😤😤🤬🤬🤬🤬

22.30

Behram yüzünü yastığa gömüp yüksek sesli gülmemek için direndi ve hızlıca Hazer'e bir mesaj yazdı.

Gönderilen: Ankara Keçisi.

🤲🏻

22.31

Behram Gazel'in su gibi yüzünü izlerken, bir mesaj daha geldi.

Gönderen; Ankara Keçisi.

Bu ne şimdi?

22.33

Behram onun asabı bozulmuş şekilde telefona baktığını düşününce güldü ve derhal yanıt yazdı.

Gönderilen: Ankara Keçisi.

Allah'tan senin için akıl fikir diledim kardeşim.

22.34

Behram Gazel'in kokusunu burnunda hissetti ve bu konu onu çok çabuk cezbetti. Mayıştı ve telefonu kenara bırakıyordu ki, Hazer'den bir yanıt daha geldi.

Gönderen: Ankara Keçisi.

Cuma çıkışı takkeni çalarım, beni sinir etme.

😊

Behram gülerek telefonunu komodine bıraktı, sondaki tebessüm emojisi Hazer'in bir çeşit uyarısıydı. Yanağını yastığa koydu ve Gazel'in bu kadar çabuk uyumasına hayret duyarak düşünceli şekilde iç çekti. Gazelle konuşması gereken çok şey vardı. Yorganı omuzlarına çekti ve Gazel'e bakarken dakikalar içinde uykuya daldı.

Gazel, sabaha karşı, rahatsız bir duyguyla gözlerini açtığında ilk an telaş içinde etrafına baktı ve Behram'ın yanında kıpırtısız şekilde uyuyor olduğunu gördü. Ama ses... Kapı çalıyordu. Başındaki ağrıyı hissetti ve Behram'ı uyandırmamak için hızla yataktan doğruldu. Sabahın bu saatinde kimin geldiğini düşünerek üzerine çeki düzen verdi ve sessizce odadan ayrıldı. Deliksiz uyumuş, güzel rüyalar görmüştü ve kapıya baktıktan sonra Behram için bir kahvaltı hazırlayacaktı. Gece konuşmuş, nihayet biraz anlaşabilmişlerdi.

Hem belki bu sefer omleti güzel yapardı...

Sokak kapısına yürüdü ve kapı deliğinden baktığında, büyük bir şaşkınlık yaşayarak kulpa uzandı. Sabahın bu erken saatinde, Müdire Serap'ın burada olmasına bir anlam veremedi ve kapıyı açıp onu gördüğünde, şaşkınlıktan konuşamadı. Kadın, temiz ve şık kıyafetlerinin içinde, çantasını sımsıkı tutmuş, önünde dikiliyordu. Gazel onu yıllardan sonra ilk kez geçen hafta görmüştü. Babasının Hüseyin olduğunu öğrendiğinde, haberinin olup olmadığını sormak için Müdire Hanım'ı aramış, onunla görüşmüş, bilip bilmediğini sormuştu. Müdire Serap bu olaya şaşırmış, haberinin olmadığını söylemiş, şaşkınlıktan pek de konuşamamıştı.

Ve şimdi evinin kapısındaydı.

"Merhaba Gazel."

Serap Müdire konuştuğunda, Gazel şaşkın ifadesinden kurtulmaya çalışarak, "Merhaba," dedi, afallamış vaziyettte. "Burada ne işiniz var? Yaşadığım yeri nereden biliyorsunuz?"

"Geçen hafta, sen benimle buluştuğunda seni takip ettim," dedi Serap Müdire, sesi titriyordu.

Gazel, sabahın bu vaktinde yaşadığı olaya anlam veremeyerek, "İyi ama neden?" Diye sordu.

"Gazel." Serap Müdire'nin yüzünde pişmanlık, acı ve utanç gördüğüne yemin edebilirdi. Sabahın soğuğu yüzüne yüzüne çarparken, Gazel beklenti içinde karşısındaki müdireye baktı. Kendisini takip etmesinin de şu an burada olmasının da bir açıklamasını duymak istiyordu. Çok geçmedi ki, Serap Müdire'nin dudaklarından dökülenler onun dünyasını alt üst etti. "Geçen hafta buluştuğumuzda bana... Hüseyin'in baban olduğunu söyledin. Buna o kadar şaşırdım ki, bilmen gereken şeyi söylemedim. Doğrusu Safir'in bunu sana neden söylemediğini anlamıyorum ama... ben artık yaşadığımız utanca dayanamıyorum. Hüseyin... sandığın gibi bir adam değil! Yetimhane yıllarında Safir'i yıllarca ta... taciz etti ve ben de buna göz yumdum..."

🌘

Onun ölmesini istedim.

Ama Gazel'in katil olması fikrinden nefret ettim.

Başımda bir dönme, ellerimde deli titreme, vücudumda ateş, bakışlarımda pus, göğsümde sanki yirmi santimetrelik keskin bir bıçak ve daha derine, daha derine iniyor!

Ormanın içinde ölümcül bir sessizlik peyda olmuştu. Hiçbirimiz çıt çıkaramıyor, Hüseyin'in vücudundaki bıçağa bakıyor, ağır ağır nefes alıyorduk. Kaç dakika veya saniyenin geçtiğini bilmiyordum. Ağaç yaprakları hışırdıyor, rüzgâr suratıma biniyor, ormanın içindeki bir hayalet halimize gülüyor gibiydi. Zihnime, bu olanları açıklamak için birkaç saniye daha kıpırtısız kaldım ve ardından ıslak gözlerimi yavaşça Gazel'in yüzüne çevirdim.

Hâlâ, Hüseyin'in göğsüne geçirdiği bıçağı tutuyordu.

Beynimin ortasında bir ışık yanmış ve düşüncelerim aydınlanmış gibi hissederek bir çığlık attım ve dehşetle dizlerimin üzerine, Gazel'in yanına oturarak onun kafasını tuttum. Titreyen yüzünü kendime doğru çevirdim ve bu korku dolu anın üstesinden gelmeye çalışarak, "Sakin ol," dedim ama ben de hiç sakin değildim. Gazel'in suratı buz gibi olmuştu, gözlerinden sicimle yaş akıyordu. "Kendine gel canımın köşesi, kendine gel. Şoktasın, birazdan geçecek. Hadi, seni kaldırmama izin ver."

"Çok utanıyorum," diye bir fısıltı Gazel'in dudaklarından çıktı ve gözleri, bu gerçekliğe dayanamıyormuş gibi çaresizlikle örtüldü. "Çok utanıyorum."

"Gazel..." beynim durmuş gibiydi, ne yapacağımı düşünemiyordum. Başını alıp göğsüme yasladım ve kendime düşünmek için bir dakika verdim. Gazel bir şekilde gerçekleri öğrenmiş, buna dayanamadığı için Hüseyin'ı bıçaklamıştı. Hüseyin'e ne olacağı zerre umurumda değildi ama Gazel'in katil olmasına göz yumamazdım. Böyle şerefsiz, uğursuz, baştan aşağıya ayıp bir adamın Gazel'in hayatını karartmasına izin veremezdim. Bunu yapacağıma inanamıyordum ama Hüseyin'i hastaneye yetiştirmeliydik, eğer burada ölürse... Gazel'in hayatı kayardı.

Şu an, en mantıklı görünen kararı vererek başımı yavaşça Hüseyin'e çevirdim ve onun suratına baktığım an öğürme isteği midemi tekrardan tetikledi. Gözleri kapalıydı, belki... ölmüş bile olabilirdi ama emin olmalıydım. Bıçak göğsündeydi, kan yavaşça akıyor, onu kırmızıya boyuyordu. Gazel göğsümde hıçkırıklara boğulurken, çaresizlikle başımı Hazer'e çevirdim. Hem kendimden, hem de ondan çok zor bir şey isteyecektim. Hazer... kilitlenmiş Hüseyin'e bakıyordu ve idrak etmeye çalıştığı, korkunç gerçekle yüzleştiği açıktı. Yüzü bembeyaz kesilmişti, ter damlaları akıyordu ve aldığı her nefeste burun delikleri genişliyordu. Benim bakışlarımı fark ederek kocaman açılan gözlerini bana çevirdi ve bana doğru sersem bir adım attı. "Bu o..."

"Hazer..." Hazer'in sol gözü seğirdi ve yüzünü buruşturarak elini midesine götürdü. Onun da benim gibi hissettiğini, kalbinde yığınla acı olduğunu, nefes alamadığını fark ettim. Hazırlıksız yakalandığı bu karşılaşma yüzünden dehşetteydi. "Hastaneye... Onu hastaneye götürmeliyiz."

"Aklım almıyor, Gazel onu bıçakladı... ama neden şimdi? Bıçakladı... Bırak, gebersin!" Hazer'in gözleri tekrardan Hüseyin'e döndü ve suratında tiksinti dolu bir öfke belirdi. Burnundan daha hızlı soludu ve elleri iki yanında sımsıkı yumruk oldu. "Bu kadar kolay bir ölüm olmasını istemezdim ama... madem bıçakladı, geberip silinsin dünyadan!"

"Hüseyin Gazel'in babası," deyiverdim ve Gazel'in boğazından güçlü bir bağrış koptuğunda, Hazer'in başı ağır çekimde bana döndü. Dudakları aralıklı kaldı ve gözyaşlarım yüzümden akıp gitti. "Ben de... yeni öğrendim. Sana söylemek için fırsatını kolluyordum. Gazel... beni kimin ta... taciz ettiğini bilmiyordu, babasının Hüseyin olduğunu da yakın zamanda öğrendi. Tacizi... onun yaptığını söylememiştim ama öğrenmiş. Hazer, yalvarırım bir dakika mantıklı düşün. Gazel, katil mi olsun istiyorsun? Olmaz... Gazel, senin sandığından da kötü. Yalvarırım... eğilip nabzına bak ve bir ambulans çağır."

Hazer donmuş gibi ilk birkaç saniye suratıma baktı ve ardından kahkaha atmaya başladı. Ellerini saçlarının arasına katıp sinir bozukluğuyla kahkahalar attı ve bana arkasını dönüp sertçe ilerideki ağacı tekmeledi. Gazel'in başını göğsüme daha sıkı bastırırken, onun yaşadığı bu acı ve öfkeyi anlayarak sadece sustum. Öğrendiği gerçek ağır geliyordu, şimdi ölmemesi için Hüseyin'e yardım etmek onu kahrediyordu. Çok üzgünüm, onu ve kendimi böyle bir duruma soktuğum için çok üzgündüm ama Gazel'in katil olmasını izleyemezdim. Kendinde bile değildi, kollarımın arasında yarı baygın şekilde yatıyordu ve o benim için bu deliliği göze aldıysa, ben de onu kurtarmayı göze alacaktım.

"Han..."

"Benden onu kurtarmamı istiyorsun! Seni defalarca öldüren birini!"

Avazı çıkana kadar bağırdı ve dehşetle bana dönüp yapma der gibi gözlerimin içine baktı. Tanrım, bu ikileme düştüğüm için çok üzgündüm ama yapacak başka şey yoktu. Ben de sindiremiyordum onu kurtarmayı ama mesele Gazel'i kurtarmaktı. Başımı çaresizce iki yana salladığımda, "Yapma," dedi Hazer, aynı yalvarır gözlerle bakarak. Toprağın üzerinde bana doğru bir adım atarken, çenesi titredi. "Yalvarırım, benden onu kurtarmamı isteme! Ölsün, ölsün de bitsin bu kâbus! N'olur aşkım, isteme benden bunu..."

"Gazel katil mi olsun istiyorsun? Behram nasıl kah... kahrolur, düşünsene."

"Lan!" Elinin içiyle alnına defalarca kez vurarak bir sinir krizinin eşiğinde bağırdı ve onu böyle görmek yüreğimi parçalarına böldü. Ona bunu yaşattığım için kendimi affetmeyecektim ama başka mantıklı seçenek gelmiyordu aklıma. Hazer belki suçu üstelenecek birileri bulurdu ama Gazel katil etiketinin altında yaşayamazdı. Her şeyin hukuki şekilde ilerlemesi en mantıklısıydı. Gözyaşlarımı çarçabucak sildim ve Hazer ellerini iki yanına indirip tekrardan bana döndüğünde, "Özür dilerim," diye fısıldadım ona yaşattığım bu zor şey için. "Özür dilerim aşkım."

Hazer çenesini sıktı, elleriyle yüzünü ovaladı ve ardından Hüseyin'e doğru yürümeye başladı. Hüseyin'den tarafa bakmıyordum, yüzünü bir daha görürsem kusmaktan korkuyordum. Hazer dizinin üzerinde yere eğilmeden önce yumruğunu açıp gevşetti ve onun yanına oturup titreyen elini nabzını uzattığında, yüzünü tiksintiyle buruşturdu. "Tabii ki yaşıyor..."

Gazel'e daha sıkı sarıldım ve Hazer üzerindeki tişörtü çıkarıp sertçe Hüseyin'in yarasına bastırdığında, başımı önüme çevirdim. Bıçağı çıkarıp kenara fırlattığını göz ucuyla gördüm. Hüseyin hâlâ kıpırtısız, sessizdi. Hazer elindeki tişörtü, olması gerekenden daha sert şekilde onun yarasına bastırıp kanın akış hızını durdururken, telefonunu cebinden çıkarıp 112'yi tuşladı. Soluklarını dişlerinin arasından öfkeyle bırakıyor, ona bakmaya tahammül edemiyordu. "Alo," diye açılan telefonu cevapladı ve sert bir sesle, direkt konuştu. "Kilyos'ta, denize bakan ormanın içinde bir kaza yaşandı. Hızlı şekilde... bir sağlık ekibi gönderirseniz sevinirim."

Gazel'in omuzlarının sert şekilde yükselip indiğini, ağlamaktan konuşmaya dermanı kalmadığını anladım ve saçlarından öptüm. "Evet, telefonun olduğu konumda. Evet, evet... Arabam var ama onu arabama alıp hastaneye falan götürmeyeceğim! Siz gelene kadar yaşarsa yaşar, yaşamazsa da si..." sustu ve etrafta tekrar derin bir sessizlik oldu. "Bekliyoruz."

Telefonu kapattı. Onun yaşaması için mücadele verdiğimiz inanamıyordum ama hayat gerçekten garip bir maceraydı ve ne yaşayacağınızı kestiremiyordunuz. Telefonu kucağına bıraktı ve yumruğunu onun yarasına bastırırken, doğrudan ileriye baktı. Tamam, ambulans zamanında gelirse kurtulurdu ve Gazel katil olmazdı. Polise her şeyi anlatacaktım, zaten Hazer'in avukatı da olan biteni biliyordu. Dava açılacaktı ve her şey hukuki yolla çözülecekti.

"Gazel." Adını fısıldadım ve yüzünü kaldırmak istedim ama Gazel itiraz edecek yüzünü göğsüme daha sıkı bastırarak iç çekişlerle ağlamaya devam etti. Şok devam ediyordu, bu yüzden üstüne varmadım ve bu sefer bakışlarımı Hazer'e diktim. Sinirle gerilmiş suratıyla tam karşısına, ormanın derinliğine bakıyor, gözlerini bile kırpmıyordu. Çenesi yüzünün altında titrerken, boştaki eli de yerdeki toprağın içine gömülmüştü. Üstü çıplaktı, soğuk hava tenine çarpıyordu ve Hüseyin'i tutan eli... kan gölüne dönmüştü.

"Hazer..."

"Bunu asla unutmayacağım Mila."

Ben de. Seni asla unutmayacağım gibi.

Büyük bir kabahat işlemiş gibi utançla başımı eğerken, "Benim için de çok zor," dedim anlamasını ümit ederek. "Beni defalarca öldürmüş birini kurtarmak..."

"Bırak, ölsün," diye sayıkladığını duydum Gazel'in, kendini kaybetmiş görünüyordu. "Bırak, ölsün..."

"İlk kez sana katılıyorum Gazel," dedi Hazer, hâlâ aynı şekilde ormanın derinliğine bakarak. Tekrar ona baktım, acıyı bedeninin her yerinde görebiliyordum sanki. Omuzları çaresizce titriyordu. "Onun seninle aynı yerde soluk aldığına... onu kendi ellerimle kurtardığıma inanamıyorum Mila. Sen... ya da aşkın, bana neler yaptırıyor!"

"Beni çok seviyorsun," diye fısıldadım aniden, duygu yoğunluğuyla

Dudaklarını sertçe ısırdı. "Şapşal."

Keder içinde gülümseyerek yüzümü eğdim ve Gazel'e bakmaya çalıştım. Gözleri kapalıydı, baygın gibiydi ama hâlâ dudakları titriyordu. Sormak istediklerim vardı ama şu an üzerine varmak istemiyordum. Onu sıkıca sararken, "Daha başka bilmediğim ne var?" Diye sordu Hazer, sesi çatlıyordu. Gözlerimi, aşık olduğum yüzüne çevirdim. "Bu şerefsiz... nasıl onun babası olur?"

"Gazel'e göz kulak olmak için o yetimhanede bekçi olarak çalışmaya başlamış," dedim, bu gerçekle bir daha mahvolarak. Onlara yardım etmek istiyordum ama... ben de çok kötüydüm. "Gazel bir süredir ailesini arıyordu, öğrenmiş babasının Hüseyin olduğunu. Geçen sabah... gelip sevinçle bana anlattı ama ona söylemedim, kendisine bir şey yapmasından korktum. Gazel... senin heykellerini yıkmadan önceki gün benim tacize uğradığımı öğrenmiş, yıkılmıştı ama kimin yaptığını bilmiyordu. Söyleyemedim ona, çok korktum bir delilik yapacak diye... Yaptı da zaten."

"İyi yaptı," dedi Hazer, sesi karmaşa ve perişanlık içindeydi. Göğsü sertçe yükseliyordu, kendini sıktığından kaynaklı kızarmıştı. "Neden söylemedin de babası olarak bilmesine izin verdin Mila? Bunu saklamanın kime ne faydası vardı?"

"Gazel, kişilik bozukluğu hastası."

"Sinirlerim bozuldu," diyerek gülmeye başladı Hazer ve bu yeni bilgiyi hazmetmeye çalıştı. Ona hak veriyordum, bir anda çok fazla yıkıcı şey öğrenmişti ve sinirleri büyük oranda bozulmuştu. Elini alnına dayadı ve şakağını kaşırken gözlerini Gazel'e, ardından bana çevirdi. Sinirli gülüşleri yerini kahredici sessizliğe bıraktı ve alt dudağını ezerek sertçe yutkundu. "Hasta olduğu için... kendine bir şey yapmasından korktun?"

"Çok korktum Hazer..."

"Bırakın ölsün," diye sayıkladı Gazel bir kez daha ve gözyaşları göğsüme düştü. Saçlarını hassas şekilde okşarken, "Behram biliyor mu?" Diye fısıldadı Hazer, yıkılmış bir sesle. "Mahvolacak."

"Gazel'in hastalığı... Sanırım şok edici şeyler öğrendiğinde kendini belli ediyor ve diğer kişiliği devreye giriyor. Onun haricindeki zamanlarda mutlu gibi aslında... Behram... Sahi, onu aramalısın Hazer."

Hazer başını önüne çevirirken, "Ağlama," diye fısıldadı ve ardından tekrar pantolon cebinden telefonunu çıkardı. Fakat hayır, Behram'ı bir türlü arayamadı.

Onu, yüzündeki acıyı, yaşadığımız çaresizliği kalbimin her atışında hissettim ve sancılı geçen dakikalardan sonra ambulans sirenlerini duydum. Ondan sonraki her şey hızlı gelişti. Ambulansın varması, ilk yardım ekibinin ormana inmesi, Hüseyin'in kaldırılıp sedyeye konulması, birden fazla çalışan yardımıyla ambulansa taşınması, Hazer'in sağlık durumu hakkında bilgiler edinmesi... Hepsi, gözlerimin önünde, ben Gazel'e sarılırken oldu ve sağlık çalışanları ambulansa binip uzaklaşırken, bunun bıçak yarası olduğunu söyleyip, durumun polise bildirdiklerini söylediler. Ayrıca burada kalmamız gerektiğini de eklediler.

Ambulans uzaklaşıp gerisinde tekrar bir sessizlik bıraktığında, hepimiz bir süre oturduğumuz yerde hareketsiz kaldık. Gazel bayılmış gibiydi, onu arabaya taşımak, eve götürmek istiyordum. Hazer ellerini yere yaslayıp doğruldu ve bir numara tuşladı. Elinde, o canavarın kanı olmasına tahammül edemiyordum. Elini yıkamak, temizlemek istiyordum. Telefonu kulağına yasladı ve yumruğunu sıkıp gevşetirken, "Behram," dedi çatlak bir sesle. Âdem elması titriyordu. "Eve geç, konuşmamız gereken şeyler var."

Çok konuşmadılar, Hazer bir iki şey daha söyleyerek telefonu kapattı ve ardından açıp ellerine baktı. Bir elinde kan varken diğer elinde çamur vardı. Oysa ki bunları hak etmiyordu, en güzel şeylere layıktı. Ben onun ellerinin güzelliğini bile ölçemezken o ellerdeki kan ve çamur... Hazer ellerini indirip sertçe pantolonuna sürttü ve yerdeki tişörtüne tiksinti dolu bir bakış atarak bize yaklaştı. O yanıma geldiği için heyecanlandım ve Hazer gözlerimin içine bakarak dizinin üzerine eğildiğinde, "Üzgünüm," diye tekrarladım bir daha. "Seni incitmek istemedim, benim için de çok zordu Han... Aşkım, lütfen yüzüme bak."

"Şşt, tamam. Buraya gel."

Yüzümü tutmak için ellerini kaldırdı ama kirli olduklarını hatırlayıp aşağıya indirdi. Elleriyle değil, alnıyla dokundu bana. Alınlarımızı birleştirdi ve dudaklarını burnuma bastırarak gözlerini yumdu. Yakınlığına, merhametine şükrederek elimle yakasına tutundum. Hazer'in dudakları titreyerek yanağıma kaydı ve derin bir nefesi içine çekti. "Polisler buraya gelmeden Gazel'i alıp geçelim."

Hazer yanağım bir küçük öpücük bırakıp uzaklaştığında, "Polisler," dedim sordum korkuya kapılıp. "Gazel'i mi alacaklar?"

"Eve gidelim, ne yapmamız gerektiğini konuşalım Balerin'im."

Hızlı hızlı kafamı salladım. Hazer akıllıydı ve şu durumda dediklerine uymalıydım. Yüzümü Gazel'e çevirdim ve Hazer bana izin ister gibi baktığında başımı sallayarak Gazel'i ona bıraktım. Hazer baygın halde yatıp sayıklayan Gazel'i kucakladı ve onunla beraber doğrulduğunda, ben de peşisıra yerden kalktım. Hazer omzunun üzerinden bana dönüp nasıl olduğuma baktığında, koluna girerek, "İyiyim," dedim yumuşak bir sesle. "Kaygılanma hayatım."

"Bana tutun, düşme sakın."

Başımı hızlıca sallayarak parmaklarımı çıplak koluna doladım ve Hazer Gazel'i taşıyarak ilerlerken, "İlaç falan almış olabilir mi?" Diye sordum Gazel'in yüzüne bakarak. Başı Hazer'in koluna yaslanmıştı ve yüzünde hâlâ yaşlar parlıyordu. "Kendinden geçti ama hâlâ sayıklıyor."

"Dediğin gibi hastaysa bir takım ilaçlar alıyordur Safir, ilaçların ve dehşetin etkisi olabilir."

Sakince baş salladım ve Hazer'e tutunarak yürüdüm. Sakinliğimi koruyordum, Hüseyin'i görmüş olsam da bu durumun üstesinden gelip sevdiklerimi koruyacaktım. Yola çıktığımızda uzanıp acele içinde arabanın arka kapısını açtım ve Hazer Gazel'i sarsmadan koltuğa bırakıp kapıyı kapattı. Ardından elimi tutup ön koltuk kapısını da benim için açtığında doğrudan koltuğa yerleştim ve Hazer'de vakit kaybetmeden şoför koltuğuna geçti. Polis gelebilirdi ama polisler gelmeden önce kafa kafaya verip neler yapacağımızı konuşmalıydık. Bu yüzden buradan hızla ayrılıyorduk, ambulans görevlileri bıçak yaralanmasını gördükleri an polise haber vermişlerdi ama yarası ağır olduğu için bekleyememişlerdi. Hazer ellerini direksiyona dayadıktan sonra bana döndü ve kalbimden geçenler dudaklarımdan döküldü. "Teşekkür ederim, teşekkür ederim... Te quiero." *Seni seviyorum*

"Bunun seni seviyorum, anlamına geldiğini biliyorum," diyerek buruk şekilde gülümsedi ve bana dokunamıyor olmanın verdiği acıyla gözlerini yumup önüne döndü.

Akabinde arabayı çalıştırıp yola atıldığında omzumun üzerinden Gazel'e doğru döndüm ve iki büklüm olduğunu gördüm. Canımın köşesi, nasıl öğrenmişti acaba. Tekrar önüme döndüğümde, torpidonun üzerindeki ıslak mendili görerek uzanıp aldım. İçerisinden bir tane çekip çıkardım ve daha sonrasında Hazer'in dizinde duran, kanlı eline uzandım. İrkildi, elleri buz kesmişti. İçim acıdı, elini silmek için davranırken, "Dur," diyip elini hızla çekti. Titredim ve üzgünce ona baktım. "Onun... kanına bile dokunmanı istiyorum."

"Canım benim..." şefkatle gülümseyip bir kez daha eline uzandım ve onun çattığı kaşlarından bile öpmeyi düşünürken, ıslak mendille elini sildim. "Senin elin böyleyken ben durabilir miyim hiç, dur da temizleyeyim. Ben senin ellerinin güzelliğini bile ölçemiyorken... şu hale bak."

Nazikçe elinin üzerindeki kurumuş kan lekelerini sildim ve ilerleyen dakikalar boyunca elini tuttum. Hazer bana, beni kendine aşık eden o bakışlarını atarak arabayı kullandı ve bir sürenin ardından şehir kalabalığına karışıp eve ilerledik. Behram bir kere aramış, geldiğini söylemişti. Gazel yol boyunca sayıklamış, beni kaygılandırmıştı. Her an diğer kişiliğinin çıkmasından korktum ama çok şükür ki böyle bir şey yaşanmadı.

Sokağa girdik ve Hazer arabayı kaldırım kenarına park ettiğinde, arkama dönerek elimi Gazel'in omzuna koydum. Birkaç kez gözlerini açmıştı ama şimdi yine uyuyordu. "Canımın köşesi, uyan hadi."

Gözleri yavaşça açıldı ve ıslak bakışları etrafta gezindi. Arabada olduğumuzun, eve geldiğimizin farkındaydı ama hareketleri tutuktu, tepki veremiyordu. Doğrulduğunda Hazer arabayı park etti ve ikimiz de arabadan indik. Direkt arka kapıyı açtım ve elimi Gazel'e uzatıp inmesine yardımcı oldum. "Kendindesin değil mi Gazel?"

"Bırakmalıydın, ölmeliydi," dedi Gazel, kıpkırmızı gözlerini gözlerime dikerek. "Kalbine hedef almalıydım!"

"Alfa," dedi Hazer, takdir dolu bakışlarla Gazel'e bakarak.

"Buraya gel Gazel," diye fısıldadım ve onun arabadan çıkmasına yardımcı oldum. Hazer arabayı kilitledi ve bahçe kapısına yürürken, ben de Gazel'in koluna girerek onu sıkıca tuttum. Bir elimle saçlarını düzelttim. "Behram içeride... Sakin ol tamam mı? Birazdan her şeyden haberi olacak ama sakın endişe etme, seni anlayacaktır."

Gazel korku dolu bakışlarını bana çevirdi ve yüzüme uzun uzun baktıktan sonra tekrar önüne dönerek ellerini silmeye çalıştı. Konuştuğunda sesi darmadumandı. "Anlamasa bile fark etmez. Bir daha olsa bir daha yapardım."

"Gazel," dedim, yüreğim sevgiyle dolup taşarken. "Nasıl öğrendin?"

Hazer'in açtığı kapıdan içeriye girdiğimizde, Gazel başını bir kez daha bana çevirerek burnunu sertçe çekti. "Serap Müdire geldi, o de... dedi."

Ağzım açık kaldı ve vücudum kendini bilmez şekilde eve ilerledi. Onların görüşmeye devam ettiklerini bile bilmiyordum. Hazer sokak kapısını açarken, bahçede üçümüze de ait olmayan adım sesleri duyuldu ve gözlerimi arkaya çevirdiğimde Kerem'in yanımıza yürüdüğünü gördüm. "Bu ne ya?" Dedi bizdeki perişanlığı görerek. "Aldatılan benim, acı çeken benim, teselliye ihtiyacı olan benim... Aa, kan mı o?"

Kerem Gazel'in elindeki kan lekelerini görüp şaşkınlığa uğradığında, Hazer ona ciddi bir bakış attı ve içeriye geçti. Kerem bununla beraber sus pus oldu ve sırasıyla içeriye geçerek portmantoya bile uğramadan oturma odasına geçtik. Behram'ı kahverengi koltukta, ellerini çenesine dayamış halde bulduk ve o kafasını kaldırıp bize baktığında, Gazel kolumun altında titredi.

"Şükürler olsun, Gazel!"

Behram heyecanla koltuktan fırladı ve bize doğru bir adım attı ama sonra Gazel'in elindeki kan lekesini görerek olduğu yerde kaldı. "Elin mi kanıyor senin!"

"Sakin ol imanlı kekim," dedi Kerem, endişeli bir sesle.

"Safir, sen Gazel'e banyoya kadar eşlik et, ellerini yıkasın."

Hazer'in kurduğu cümleye karşılık başımı salladım ve Hazer koltuğun etrafını dolanıp şaşkınca dikilen Behram'ın yanına ilerlerken, Gazel'i merdivenlere yönlendirdim. Behram'ın telaşla konuştuğunu duyarken, basamakları çıkarak üst kattaki banyoya ulaştık. Canım benim, hâlâ kendinde sayılmazdı. Bugün burada, hepimiz her şeyi konuşup sorunları halledecektik. Lavaboya yaklaştığımızda suyu açtım ve ellerini tutup akan suyun altına götürdüm. Omuzları ufak ufak sarsılıyor, dudakları titriyordu. "Canımın köşesi," dedim onun ellerini nazikçe ovalarken. "Kendim için onu öldürmem ama... biri sana bunu yapsaydı onu öldürmek isterdim. Bu yüzden, bugün benim için yaptığın şeyi anlıyorum ve seni çok seviyorum."

"Delirdim Safir," dedi Gazel, yüzünü bana çevirirken. Hıçkırıklar titreyen dudaklarından çıktı ve kafasını iki yana salladı. "Yer kaydı sanki ayaklarımın altından, senin hep bahsettiğin o karanlığı hissettim. Onu öldürmesem yaşayamayacaktım sanki! Neden... neden kurtardın Safir?"

Ellerindeki kan lavaboya sıçrayıp giderden aktı. "Onu değil, seni kurtardım ben."

Başını omzuma yasladığında gözyaşlarımı tuttum ve ellerine sabun sıkarak bir kez daha yıkadım. Hali kalmamıştı, babasının beni yıllarca taciz ettiğini öğrenmek haklı olarak onu mahvetmişti.

"Yüzünü yıkayayım canım." Gazel başını omuzumdan kaldırdığında ıslak ellerimi yüzüne koydum ve yavaşça yüzündeki yaşı, kiri temizledim. "İyisin değil mi?"

"Ut... utanıyorum," diyerek bakışlarını kaçırdı.

"Rica ederim saçmalama," diyerek onu azarladım ve yüzünü bir kez daha yıkadıktan sonra havluyla sildim. Ellerini önünde bağlamış, başını öne eğmişti. "Ben bugün senin cesaretinle gurur duydum!"

"Yaa?" Dedi gözlerini tekrar bana kaldırırken.

"Yaa tabi."

Havluyu kenara bırakıp kızarmış, acı içindeki yüzünü kavradım ve alnımı alnına yaslayarak gülümsedim. "Doğruyu söyle, Behram'a değil de bana mı aşıksın yoksa?"

"Yaa, salak."

Onu biraz olsun güldürmekten duyduğum anlık mutlulukla omzuna sarıldım ve onunla beraber banyodan çıktım. Beraber basamakları indik ve ona yüzleşme için güç dilerken, oturma odasına geçtik. Hazer ile Behram yan yana oturmuş, dikkatle bize bakıyorlardı. Kerem'se... Fıstık'ı kafesinden çıkarmış, ona sana mecburum ama geri dönemem Leyla, diyordu. Fıstık'sa... Garip bakışlarla ona bakıyordu.

Hazer ve Behram'ın karşısındaki koltuğa oturduğumuzda etrafı derin bir sessizlik kapladı ve Behram'ın bakışları önce Gazel'in ellerini, ardından yüzünü buldu. Yerinde güçlükle duruyordu, hep an kalkıp buraya gelecek gibiydi. Hazer dirseklerini dizlerine yaslayarak ellerini önünde bağladı ve yorgun bir iç çekerek, "Bugün kimin, birbirimizi etkileyecek bir sırrı, anlatması gereken önemli bir şeyi varsa dökülsün," dedi ve gözlerini bana kaldırdı. "Özellikle kız arkadaşım... sen!"

Bakışlarımı kaçırdım, bir şeyler gizlediğim için kabahatli olduğumu biliyordum ama işte, böyle delilikler yaşanmaması için gizlemiştim. Genzimi temizledim, Hazer ve Gazel yaşanılanları biliyordu ve Behram ile Kerem'in öğrenmesinde bir sakınca yoktu. Gazel'in elini tutarak anlatmaya başladım. "Beş yaşında babam öldükten ve annem psikolojik hastalıkları yüzünden hastaneye kapatıldıktan sonra yetimhanede yaşamaya başlamıştım." Psikolojik hastalık... Gazel'in yüzüne baktım. "Orada... Yetimhanenin bekçisi tarafından uzun yıllar boyunca ta... tacize uğradım."

Tüm nefes alış sesleri kesildi ve gözlerim yavaşça Hazer'e doğru kaydı. Bana bakmıyordu, yüzünü önüne eğmiş, perperişan halde ellerini izliyordu. Ellerini birbirine bağlamıştı ve o kadar sıkıyordu ki, parmak boğumları bembeyaz olmuştu. Gazel'in elini yüzünü kapatıp hıçkırdığını gördüm ve devam ettim. "Taciz ettiğini fark etmiyordum, büyüdüğümde bir şeyleri kavradım. O zamanlar, o yetimhanenin müdiresi olan kadın... bu tacizleri fark etti ama sustu, susurdu. Ben... Ben... sizi üzmek istemiyorum, sadece şu an ki olayla ilişkili olduğu için anlatıyorum."

"O yüzden yetimhaneyi yaktın!" Behram'ın dudaklarından dökülen bu haykırış dolu cümle benle beraber Gazel'in de bakışlarının karşıya dönmesine sebep oldu. Behram Hazer'e bakıyordu, biz de ona baktık. "Burada bir cinayet işlendi dedin... Kalbini tuttun, canım acıyor dedin, yetimhaneyi küle çevirdin."

Duydularımın şokuyla, "Ne?" Dedim ve hayretler içinde Hazer'in eğik başına baktım. "Elin orada mı yanmıştı, sigara külü düştüğünü söylemiştin!"

"Sigara külü düştü," dedi Hazer, başını hızla kaldırıp kocaman açtığı gözleriyle bana bakarken. Gözlerinin içi gölgelendi. "Yemin ederim yalan söylemedim, yemin ederim!"

"Sigara külü düştü," diye onu onayladı Behram, alabora olmuş bir sesle.

Dudaklarımı birbirine bastırarak bir yığın cümleyi yuttum ve ümitsizlik içinde Han'a baktım. O yetimhane iki yıl kadar önce boşalmış, kullanılmaz olmuştu ve ben etimle kemiğimle oradan nefret etmiştim. Bir mülkü yakmak benim davranış biçimim olamazdı ama... rahatsız hissetmedim kendimi. Hatta, onun gözlerini döndüren bir aşka sahip olduğumuzu düşündüm. Hastalıklıydı.

"Ben... geçtiğimiz ay babamı bulmuştum," diyerek büyülü, yoğun bakışmamızı böldü Gazel ve tüm bakışlar kendisine döndü. Elime sıkıca yapışmış, sanki benden güç alıyordu.

"Bana söylemedin," dedi Behram, sesinde hayal kırıklığı vardı. "Üstelik bunun ne alakası var?"

"Üzgünüm, dün geceye kadar doğru dürüst konuşmuyorduk," diyerek kendini savundu Gazel. Başını kaldırıp Behram'a bakamadı, durmadan ağlıyordu. "Babam... Bekçi Hüseyin'miş."

"Allah'ım!" Behram'ın dudaklarından bir inanamazlık haliyle döküldü kelimeler. "Safir... Safir'i taciz eden o mahlukat mı senin..."

"Evet," diyerek hıçkırıklarını serbest bıraktı Gazel. Tırnakları ellerime batıyordu ama sorun değildi. "Safir bana yaşadığı tacizi anlatmıştı ama kimin yaptığını... söylememişti. O yüzden onun babam olduğunu öğrendiğimde hayatımın içine almakta sorun görmedim. Ben... bir süredir zaten ailemi arıyordum, o şerefsiz de bana... beni gözetlemek için yetimhanede bekçilik yaptığını söyleyince inandım!"

"Sen o tacizci şerefsizle mi görüştün?" Dedi Behram, gözleri dönmüş halde. Koltuğundan kalktı ve kendi etrafında çaresizce bir tur attı. "Sana da zarar verebilirdi! Hem... babam olduğu ne belli, yalansa?"

"DNA testi pozitif çıkmış," dedim, bu gerçekten tiksinerek.

Hazer'in omuzları biraz daha çöktü.

Behram bizden tarafa döndü ve ilk kez gözlerime gerçek anlamda baktı. Ben de gerçekten ilk kez gözlerini gördüm, duygularını. Hazer bana o gün erkek olmaktan utandım, demişti ya, şu an Behram'ın da gözleri bunu dedi. Bakışlarını benden yavaşça çekerek birkaç adımda yanımıza geldi ve Gazel'in diğer tarafına oturarak onun elini tuttu. "O yaşlarda yanınızda olup sizi korumayı çok isterdim," dedi.

Hazer'de buna benzer bir şey söylemişti. Gülümsedim.

"O adamı öldürmek istiyorum," dedi Behram, ki onun inançları arasında öldürmenin olmadığını düşünüyordum. Ama işte, bazen insanlar inanç ve doğrularınızı bile sarsıyordu.

"O işe karın baktı," dedi Hazer, yüzü hâlâ önüne eğikti.

"Ne?"

Hazer daha bir şey demeden Gazel Behram'a döndü ve muhtaç gözlerle ona bakarak, "Evliliğimizi ilk gününden batırdığım için üzgünüm," dedi, sesi nasıl da yıpranmıştı. "Ama pişman değilim, yine olsa yine yapardım!"

"Fıstık, sen duyma bunları," diyerek Fıstık'ın kulaklarını kapattı Kerem ve Fıstık konuştu: "Leyla, sana mecburum ama geri dönemem."

Hazer kafasını çevirip Keremle Fıstık'a bir bakış attı ve ikisi de sus pus oldu.

"Sen... ne yaptın Gazel?"

"Hüseyin'i bıçakladım!"

Behram'ın yüzünde hayret dolu bir ifade belirdi ve hepimiz soluğumuzu tutup ondan bir yanıt bekledik. Bu bilgiyi sindirdikten sonra gözlerini yumdu ve omuzlarını çaresizlikle düşürdü. "Öldü mü?"

"Ölür mü hiç? Kurtardık! Yarasına kumaş bile bastırdım geberip gitmesin diye!"

Hazer'in çıkışıyla tüm gözler ona döndü ama ben Gazel'in ellerine bakmaya devam ettim. Onu kurtarmamı istediği için bana kırgındı, onu kurtardığı için kendine öfkeliydi, bu ikileme düştüğümüz için sinirinden ölüyordu. Dediği gibi, bunu asla unutmayacaktı.

"Niye kurtardınız?" Dedi Behram, elini Gazel'in omzuna sardı. "Geberseydi ya!"

"Gazel katil olurdu," dedim, onun da böyle düşündüğüne inanamayarak.

"Benim için katil sayılmazdı. Kıyasa kıyas yaptığı şey," dedi Behram ve yüzünü çevirip tekrar Gazel'e baktıktan sonra eliyle yüzündeki saçları geriye itti. Gazel nutku tutulmuş gibi ona bakıyordu.

"Adalet için katil sayılırdı ama," dedim, bu gerçeği görenin sadece ben olduğuma inanamıyordum. "Hapse girerdi."

"Girmezdi," dedi Behram ve bir anda sesi duruldu, üzüntü dolu hal aldı. Gazel'in saçlarını yavaşça okşadı. "Kimse onu alamaz, Gazel'in mazeretleri var. Girmezdi işte hapse falan."

Mazeret?

Dudaklarım aralandı ve bir farkındalık yaşayarak Behram'ın üzüntü dolu bakışlarına kilitlendim. Biliyordu, Behram Gazel'in psikolojik hastalığının farkındaydı. Ama nasıl öğrenmişti? Psikiyatrist arayıp konuşmuş olabilirdi. Tabi, Gazel ikinci kimliğinin farkında değilse psikiyatrist Gazel'e göz kulak olması için Behramla mutlaka konuşmuş olmalıydı. Üzerimden bir yük kalktı ve Behram'ın zaten bunu biliyor olduğu gerçeğiyle rahatladım. Hazer de benim fark ettiğimi fark etmiş olmalı ki bir şey sormadı ama Gazel şaşkın vaziyette Behram'a baktı. "Ne mazeretim varmış benim? Neden hapse girmezmişim?"

"Sen de biliyorsun," diye bir fısıltı çıktı dudaklarımdan ve Behram Gazel'i omzuna doğru yaslarken bana şaşkınca bakalaldı. O da benim bildiğimi fark etti ve bakışlarını çekerek çenesini Gazel'in başına yasladı. Gazel'e hiçbir cevap veremedik, sanırım o da Behram'ın sarılmasıyla bunu unuttu ve odayı tekrardan derin bir sessizlik kapladı.

"Sana mecburum ama geri dönemem Leyla. Sana mecburum ama geri dönemem Leyla..."

"Ağlıyoruz şurada, dur sen de Fıstık," diyerek Fıstık'ı azarladı Kerem, sanki bunu Fıstık'a öğreten kendisi değilmiş gibi.

İlahi Kerem.

Birkaç cümlenin sığabileceği sessizlik yaşandıktan sonra, "Avukatı çağırdım, birazdan burada olur," dedi Hazer ve sesine duyduğum aşkla birlikte bakışlarım onu buldu. Hâlâ, bir utancı varmış gibi başı önüne eğikti ve bileğindeki siyah beyaz bileklikleri çeviriyordu. Elim boynuma ulaştı, balerin kolyesini tuttu. "Gazel Hüseyin'i ormanda bıçaklamış, ambulansı aradığımda durumun ormanda yaşanmış bir kaza olduğunu söyledim ki polislere haber vermesinler. Ama gelip bıçak yarasını gördüklerinde polislere haber verdiler, Hüseyin'in durumu kritik olmasa başımızda da beklerlerdi ama bekleyemediler. Vakit kazanmamız lazımdı, polislere nasıl bir açıklama yapacağımıza dair. Araba plakamdan birazdan ulaşırlar bana."

Evet, tıpkı böyle olmuştu. Ağız birliği yapmamız, Gazel'i korumamız için vakit kazanmıştı. İçin şefkat ve sevgiyle dolup gözlerimden taştı. "Teşekkür ederim," dedi Gazel, o da Hazer gibi önüne bakıyordu. "Onu vurduğum için hiç suçlu hissetmiyorum."

Hazer mırıldandı. "Sana kanka diyebilir miyim?"

Bir anlık sessizlik oluştu ve ardından Kerem'in gülme sesi duyuldu. Hemen kendine çeki düzen verip gülüşünü bastırırken, benim de dudaklarım kıvrılmıştı. Gazel gözyaşlarını silerken buruk şekilde gülümsedi. "Artık beni seviyor musun?"

Hazer kafasını salladı. "Onu bıçakladın ya... bir yakınlaştık biz seninle."

"Bir sen eksiksin Leyla'm," dedi Kerem ve derin bir iç çekti. "Bir saniye... ben Leyla'yı unutmuş gibi yapıyordum..."

Gülümseyerek Kerem'e bir bakış attım ve o da dertli dertli bana baktı. Leyla ile konuşacaktım, aklımdaydı. Fıstık gagasıyla Kerem'e vurduğunda Kerem ondan tarafa döndü ve ben de başımı önüme çevirdim. "Peki, polislere ne anlatacağız?" Diyerek önemli soruyu sordu Behram.

"Doğru olan her şeyi," dedim omuzlarımı dikleştirip kendimden emin şekilde. Korkma, burası sessiz değil ve kimse elini ağzına kapatmıyor. "Polislere... tacizi anlatacağım."

Nefes kesici bir sessizlikten sonra, "İstemiyorsan yapmak zorunda değilsin," dedi Hazer, bana bakıyor muydu, bilmiyordum. "Kendini kötü hissedeceksin, biliyorum... Hazır hissedene kadar bekleyebilirsin."

"Hayır, suç duyurusunda bulunacağım," dedim Gazel'in elini sıkarak. Daha fazla susmayacaktım. "Zaten Serap Müdire şahit olacağını söylemişti, olan biteni Gazel'e anlattığına göre sözünün arkasındadır." Gazelle göz göze geldik, gülümsedim. "Hapse girecek, bir daha çıkamayacak."

"Serap Müdire... O müdire mi?"

"Evet," dedi Gazel, Behram'a doğru döndü. "Ben yetimhaneden ayrıldıktan sonra onunla bağımı koparmamıştım, nadiren araşırdık böyle kötü birisi olduğunu bilmediğim için. Hüseyin'in babam olup olmadığını kendisine sordum, o da bilmiyormuş. Zaten... bu sabah gerçekleri de kendisi anlattı bana."

"O kadının da Hüseyin'den farkı yok benim için," dedi Hazer, tükürür gibi.

Benim için de öyleydi, o da susmamı söyleyip bunlara göz yummuştu. Pişman olması bana çocukluğumu gerip verip travmalarımı silmeyecekti. Gazel ve Behram onu onaylayarak başını salladıktan sonra, "Ya ben?" Dedi Gazel, sesi biraz daha iyiydi ama hâlâ yaşadıklarının etkisi altındaydı. "Ben... onun kızı olduğumu kimsenin bilmesini istemiyorum, bu utançla yaşayamam. Bir tacizcinin kızı! Zaten bizden başka kimse bilmiyor, polislere söylememize gerek yok."

"DNA testi yaptırmışsın," dedi Behram, yorgun bir sesle. "Polisler bunu öğrenir."

"Evet," diye onayladı Hazer, sesi bezgin, yorgun, bitkindi. Hâlâ ona bakamıyordum, sanki yüzünü görsem... yanına koşup sarılacaktım. "Bunu polislerden saklayamayız ama haricindeki kimseye de söylemeyiz. Şu an önemli olan senin polislere nasıl bir ifade vereceğin."

"Ben doktorla konuşur, rapor çıkarırım, emniyete veririz," dedi Behram, hem Hazer'e hem de bana bir bakış atarak. Psikiyatristin vereceği rapordan bahsediyordu.

Gazel huzursuzlandı. "Ne raporu?"

"Anlatacağım Gazel ama şu an değil. Gel, gel de şu darmadağın olmuş saçlarını düzelteyim."

Gazel Behram'a duyduğu güvenden dolayı sanırım üstelemedi ve başını sallayarak ondan tarafa döndü. Behram Gazelle ilgilenirken ben de başımı Hazer'den tarafa çevirdim ve bembeyaz kesilen ellerine, yüzünün altında titreyen çenesine baktım. Son birkaç gündür yaşanılanlar onu çok incitmiş, kalbini kırıp dökmüştü. Keşke yedek bir kalbim olsa, yemin ederim kendi kırık kalbim için değil onun için kullanırdım.

Behram Gazelle ilgilenmeye devam ederken, yerimden kalktım ve sakince yanına ilerledim. Kafasını kaldırıp bana bakmadı, ki bu hassas kalbimi üzdü. Yanına yerleşip ellerine uzandım ve tombul parmaklarım iri ellerinin arasına kayarken, "Canın acıdığında kalbini mi tuttun sen?" Dedim, Behram'ın dediğini hatırlayarak. Yalnızca onun duyacağı ses tonuyla konuşmuştum. "Ne kadar da bana benziyorsun aşkım."

"Elim acımıştı," dedi kısık, duygusal bir sesle.

"O kadar özel bir adamsın ki," dedim duygu yoğunluğuyla. Beni tutan, okşayan, dokunan parmaklarını naifçe okşadım. "Bazen küçücük bir çocuk gibisin, bazen tam yaşında bir adam... Bazen de yaşından büyük, her şeyi görüp geçirmiş, her acıyı tatmış olgun bir adamsın. Ama hepsi olurken o kadar iyi, incesin ki... Bin kalbim olsa binini de sana veririm."

Dudağının kenarına yorgun, tatlı bir gülüş saklandı ve ansızın elimi kavrayarak avucuna hapsetti. "Bin kalbin olsa binini de ben alırım zaten, birini bile başka birine vermene izin vermem. Başka birine niye veresin yani, verdirtmem!"

"Unuttun mu? Benim için sadece Hazer var." Elimi çekmeye çalıştım ama bırakmadı, gülümsedim. "Hazer, Hazer, Hazer..."

"Bayılıyorum şöyle demene," dedi yüzünü bana çevirip burnunu saçlarıma sürterken. Yüzünü, gözlerini görmeye fırsat bulamadım ama sesindeki o tını... vücudumdan aşağıya güçlü bir ürperti akımı yolladı. "Seni şimdi odamıza götürmek isterdim."

Kendime yalnız olmadığımızı hatırlattım ama bir şey fayda etmedi. Yoğun sesi gözlerimin kapanmasını sağladı ve burnunu saçlarıma sürterek kulağımın arkasına dayadı. Tam o noktaya dokunmasıyla öyle ürperdim ki... "Han..."

"Hımm, kurdelen düşmüş, düzelteyim..."

Elinin saçlarıma karıştığını hissettim ve nefesimi toparlamaya çalışırken, Hazer gri kurdeleyi çözerek avucunun içine aldı. Benden hafifçe uzaklaştığında iki elimle birden eline yapıştım ve Hazer kurdeleyi kot pantolonunun cebine koyarken ona onaylamaz bakışlar attım. Bu bakışlarımdan etkilenmeden bana göz kırptı ve ardından ellerimi kaldırıp her ikisinin üzerine de yumuşacık, tatlı öpücükler bıraktı. "Sen var ya sen... On üzerinden bir milyon falansın."

Bileğini, bileklikleri okşadım ve bir teşekkür mırıldanarak başımı eğdim. Açık kahve saçlarım yüzümün iki yanına düştü ve Hazer bana öyle içi giderek baktı ki, yemin ederim ellerini yüzüme koyacak, beni öpecek sandım.

Bunların hiçbiri olmadan kapı çaldı ve başım sokak kapısına çevrilirken, Keremle Fıstık'ın bizi izleyip dedikodumuzu yaptığını gördüm.

Kerem yakalandığını fark etti ve hızla yerinden kalkıp sokak kapısına koştu. Sokak kapısı bakış açımda değildi, sadece bir hanımefendinin sesini duydum. Çok geçmedi ki o hanımefendi aramıza katıldı ve telefonda konuştuğumuz avukat olduğunu anladım. Otuzlu yaşlarının sonunda görünen, ciddi kıyafetleri içinde, nazikçe gülümseyen birisiydi. Hepimizle selamlaştıktan sonra oturdu ve olan biten her şeyi baştan tekrar konuştuk.

Daha sonrasında polisler bize ulaşmadan emniyete gitmemizin daha iyi olacağını söylediği için evden ayrıldık ve Gazel Behram'ın arabasına binerken, biz de Hazer'in arabasına yerleştik.

Yol boyunca kendimi hazırlamaya çalıştım. Güvendiğim insanlara anlatmak kolaydı ama tanımadığım insanlara... Yine de konuştukça, anlattıkça hafifliyordum. Hazer gerginliğimin farkında olarak yol esnasında kafamı dağıtmak için elimi tuttu ve benimle parmak güreşi yaptı. Gülümsedim, çünkü üçe iki oyunu ben kazandım.

Emniyete ulaştığımızda psikiyatristin de burada olduğunu söyledi Behram, üstelik istediğimiz raporla birlikte. Bu yüzden rahatladım ve hepimiz önlü arkalı içeriye girip yukarıya çıktık. Hazer Emniyet müdürüyle konuştu, müdür de önce Gazel'i sorgu odasına aldı ve Behram onunla birlikte üst kata çıktı. Psikiyatristte yanlarındaydı ve Gazel onun neden burada olduğunu hâlâ anlamamıştı.

Hazer, Emniyet müdürüne benim de şikâyetçi olduğumu söylediğinde şikâyet dilekçesini yazmak için odaya bir polis memuru geldi. Odada ben, Hazer, Emniyet müdürü ve bir de polis hanım vardı. Aklım Gazel'deydi, hem ona neler olacağını düşünüyor hem de Hüseyin'e ne olduğunu merak ediyordum. Ölmüş müydü? Ölse Gazel'e ne olurdu? Hazer mutlaka ki onun durumundan haberdardır ama bana bahsetmiyordu. Sadece onun Gazel'den şikâyetçi olamayacağını söylemişti.

Aslında o bu kadar yüzsüzdü ama Hazer onu korkutarak şikâyetçi olmasını engelleyecekti.

Hazer hemen yanımdaydı, dizlerimiz birbirine sürtünüyordu ve eli sıkıca elimi tutuyordu. Konuşmak, her şeyi anlatmak için bekledim ve ardından kendime ve onlara en az acı verici şekilde yaşadıklarımı anlattım. Tacizi, defalarca olduğunu, kandırıldığımı, müdirenin buna göz yumduğunu ama pişmanlık duyduğu için şahit olacağını... Anlattıkça açıldım, hafifledim ama sanki ben hafifledikçe Hazer ağırlaştı, katılaştı, aramızdan kaybolup gitti. Polis, şikâyet dilekçemi yazarken bir ara eli titredi, üzgün gözlerle bana baktı, emniyet müdürü sık sık iç çekti ve son cümlemi kurduktan sonra odada derin sessizlik oluştu.

Bir erkeğin ayıbı, bir dünyanın ayıbı oluveriyordu bazen.

Konuşan Emniyet müdürü oldu ve bu dilekçeyle beraber dava açılacağını söyledi. Serap müdire şahitlik eder, kanıt ileriye sürerse Hüseyin'in hapse atılabileceğini ama aksi halde yasaların şahitsiz bir şey yapamayacağını söyledi. Kafamı salladım, tüm kalbimle işlerin yolunda gitmesini diledim. Dilekçeme imzamı attım ve Hazerle beraber odadan çıktığımızda, kendimi özgür ve rahat hissederek ondan tarafa döndüm.

Ben zincirlerimden ne kadar kurutup özgür kalıyorsam, o daha çok bağlanıyor sanki benim geçmişime.

Bu bağın gün gelip de ikimizden birinin boğazına dolanmasından korkuyordum.

Onunla birlikte, el ele, emniyetin koridorunda yürürken ağzımı açacak, bir şey diyecek oldum ama yakınımdan sesler duyarak başımı ileriye çevirdim. Hazer'de koyu bakışlarını benimle beraber ileriye çevirdi. Gazel koridorun sonundaki koltuklardaydı ve ilgiyle sorgu odasının kapısına bakıyordu. Ben içeriye girerken o çoktan içeriye girmiş, sorguya alınmıştı ama sanırım görünen o ki, bitmişti. Behram yoktu, psikiyatristte. Hazerle onun yanına ilerledik ve Gazel fark edip bize döndüğünde, yavaşça onun yanındaki koltuğa ilerledim. Hazerle ellerimiz ayrıldı ve o sırtını duvara yaslayıp karşısıdaki duvara bakarken Gazel'e döndüm. "Ne oldu?"

Yüzünde yorgun, karmaşık bir ifade vardı. Saçları dolaşmış, kabarmıştı. Omuzlarını silktikten sonra, "Her şeyi anlattım," dedi düşünceli bir sesle. "Bittikten sonra psikiyatrist ve Behram polislerle bire bir görüşmek istedi. Behram... psikolojimin iyi olmamasının lehimize olabileceğini söyledi. Yani... psikolojik olarak rahatsız olduğum için tedavi görürmüşüm, hapse girmezmişim, psikiyatristte bunun için konuşuyor ama... Benim, teşhisi konulmuş bir hastalığım yok ki."

Var.

Gazel'in psikolojisi çok hassastı, bu durumda tedavi olması gerekecekti ve muhtemelen doktor gözetimi altında serbest kalacaktı. Psikiyatristin, ona hastalığını ne kadarını anlattığını bilmiyordum ama şu an bir şey çaktırmamam gerektiğini farkındaydım. "Tatlım, doktor ve polisler doğrusunu bilir," dedim ve iyi olması için gülümsedim. "Teşhisi konulmamış olsa bile psikolojin iyi değil, tedavi gerekçesiyle serbest olacaksın."

Kafası çok karışmış görünüyordu, ona hak veriyordum. Başını önüne eğip düşünceli şekilde nefeslendiğinde, saçlarını yüzünden çekerek Han'a döndüm. Kollarını göğsünün üzerinde kavuşturmuş, dik dik duvara bakıyordu. Ben hafifledikçe o ağırlaşıyordu. Aşması zaman alacaktı ama benim korkum... Ya hiç aşamazsa diyeydi?

Üç ay sonra azalacak demiştim. Ya azalmazsa?

Kapı sesiyle karanlık düşüncelerim bölündü ve başım önüme döndü. Behramla psikiyatristin, ardından da bir polis memurunun dışarıya çıktığını gördüm. Gazel heyecanlanıp doğruldu ve Behram ona bir bakış attıktan sonra polis memuruna dönüp el sıkıştı. Psikiyatrist ve polis memuru sessizce konuşurken Behram onlara kulak verdi. Gazel'in elini tuttum, Hazer'in elimdeki sıcaklığı çoktan soğumuştu. Polis memuru konuşmayı bitirip hepimize başıyla selam verdi ve uzaklaştığında, Behramla psikiyatrist bu tarafa doğru yürüdü.

"N'oldu?" Diyerek yerinden fırladı Gazel.

"Şimdilik serbestsiniz Gazel Hanım," dedi psikiyatrist. Otuzlu yaşlarında görünen, başında tek tel saçı olmayan, ciddi görünümlü bir adamdı. Behram psikiyatriste tuhaf... galiba kıskanç bir bakış atarak Gazel'e döndü ve devam etti. "Psikiyatrist Bey, emniyete senin durumunla alakalı gelişmeleri bildirecek. Tedavi olman gerektiği için serbest kaldın. O adam... şu an ameliyattaymış, kendine gelene kadar gözetim altında olacaksın. Şikâyetçi olamaz, izin vermeyiz, bu yüzden Safir'in anlattıkları ve senin rahatsızlığın doğrultusunda hapse girmeyeceksin diye düşünüyorum."

Şükürler olsun, onu kurtarabilmiştim. Eğer Hüseyin'e yardım edip de Gazel'i kurtaramazsak... yıkılırdım. Vücudum, gevşedi ama Gazel benim kadar rahatlamış görünmüyordu. Behram'a dönerek başını kaldırdı ve gözyaşları boncuk boncuk dökülürken, "Benim neyim var?" Diye sordu, isterik şekilde omuzları titremeye başladı. "Neyi gizliyorsunuz? Bir şeyim var, belli! Neyi saklıyorsunuz?"

"Sakinleş," dedi Behram yatıştırıcı şekilde ve ellerini onun kollarıma koyarak gözlerinin içine baktı. Gazel Behram'ın gözlerinde ne gördü bilmiyorum ama derin bir iç çekti ve uysalca başını salladı. "Daha dün, iyi günde ve kötü günde diye söz verdim. Şu an bilmen gereken tek şey de bu. İyi günde ve kötü günde... Yanındayım."

"Korkuyorum, utanıyorum, mahcubum, bir şeylerle boğuşuyorum..." Gazel hıçkırarak yüzünü Behram'ın göğsüne yasladığında Behram bizden tarafa bir bakış attı ve ardından Gazel'in sırtını yavaşça okşadı. Araları daha iyi görünüyordu ama hâlâ mesafeleri vardı. Gazel'in içinde yaşadıklarını bilemezdim ama bu tedavi süreci boyunca hepimiz onun yanında olacaktık.

Hep beraber binadan ayrıldığımızda Kerem'i merdivenlerde sigara içerken buldum ve koşarak onun yanına gittim. Hazer ellerini cebine koyu bizi izlerken, Kerem'in koluna girip ona aptal birkaç esprimden yaptım. Gülümsemeye çalıştı ve o da bana daha saçma birkaç espri yaptı. Sonuçta ikimiz de gülmeden arabanın yanına kadar yürüdük.

Hazer yanımızda bittiğinde oturmam için arka kapıyı açtı. Fakat hayır, ben Gazelle kalmak, ona yardımcı olmak istiyordum. Bana ihtiyacı vardı, benim için göze aldığı şeylerden sonra onu yalnız bırakamazdım. Hazer arabaya binmediğim için tek kaşını kaldırarak bana baktığında, "Bu geceyi Gazelle geçireyim," dedim, onunla konuşurken farkında olmadan inceliyordu sesim. "Kendimde değil, yardımcı olayım ona."

Hazer'in bakışları omzumun üzerinden arkaya, bu tarafa doğru yürüyen Gazel ve Behram'a kaydı. Gözleri bir parça daha üzgün baktı ve dudağı memnuniyetsiz şekilde büküldü. "Behram ona yardımcı olur," dedi, beni paylaşmak istemeyerek.

"Tabi olur," dedim itirazsızca. "Ama bugün yaşanılanlar... En çok Gazelle benim aramda yaşandı. Birbirimizle konuşmaya ihtiyacımız var."

"Ve merak ediyorum, Gazel değil de onu ben vurmuş olsaydım bana aynı merhametle yaklaşır mıydın?"

Bu cümle, aramızda bir fırtına kadar gürültü oluşturdu ama ölümcül bir sessizlik dudaklarımızı çoktan esir almıştı. Beni şaşkınlığa uğrattı ve gözlerimin içine öylece baktığı saniyelerden sonra parmakları çenemi kavradı, yüzümü kaldırdı. "Hoşça kal," dedi sessizce ve elini çekip arkasını döndü.

İlk kez hoş kalamadım.

O arabanın koltuğuna yerleşip kapıyı kapattığında bir hayali izler gibi onu izledim ve Gazelle Behram bu tarafa geldiğinde, onlardan tarafa döndüm. Gazel'e sarılıp evlerine gelmeyi istediğimi söylediğimde çok mutlu oldu ve bu gözlerinden döküldü. Buruk şekilde gülümsedim ve ona sarılıp Behram'ın arabasına doğru yürüdük.

Ben Behram'ın arabasının koltuğuna binerken, Han'ın arabası bahçeden yavaşça ayrıldı.

Gazelle arka koltukta, Behram'ın sürdüğü arabada seyahat ederken neredeyse hiç konuşmadım. Zaten hepimiz yorgunduk, mecal bulamadık. Kısa sürede Behram'ın yaşadığı lojmana ulaştık ve hep beraber eve geçtik. Caminin de içinde olduğu kocaman bir yeşilliğin ortasındaydı evleri. Tek katlı, büyük ve ferah bir evdi. Behram bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını sorduktan sonra bizi yalnız bırakarak bahçeye çıktı ve ben de Gazel'e banyo yapması için yardımcı oldum.

Çok şükür eli ayağı tutuyordu, kendi de banyo yapabilirdi ama şefkate, iyiliğe ihtiyacı olduğunu bildiğim için onunla ilgilenmek istemiştim. Banyo yapmasına yardımcı olduktan sonra beraber odaya geçtik ve ona, akşam serinliğinde onu üşütmeyecek pijamalar verdim. Onu giydirdikten sonraysa yatağa yatmasını söyledim ve yiyecek bir şeyler hazırlamak için mutfağa geçtim.

Geniş, ferah mutfaktaki dolabı açıp içerisindeki tencerelere baktım ve dünden kalmış çorbayı görerek dışarıya çıkardım. Behram bahçedeki masada oturmuş, başını ellerinin arasına almış, düşünceli şekilde ileriye bakıyordu. Çorbayı ısıtırken dertli dertli ona baktım. Elimden daha fazla şeyin gelmesini isterdim ama gelmiyordu.

Hazırladığım tepsiyle beraber odaya geri döndüğümde Gazel'in sırtını yatağa dayamış, öylece oturduğunu gördüm ve ben de yatağın kenarına oturarak tepsiyi kucağıma koydum. Saçları hâlâ nemliydi, gözleri dalgın bakıyor ve gözlerinde sürekli soru işaretleri görünüyordu. Ona gülümseyerek kaşığı önümdeki kaseye daldırdım. "Mercimek çorbası... Kim yaptı bakayım? Sen mi Behram mı?"

"Behram'a yapmıştım, evlenmeden önceki gece."

"Hımm," diyerek kaşığı ağzına yönlendirdim ve Gazel ona çocuk gibi davrandığım için sızlanırken gülümsedim. "Evlenmeden önceki gece çorba içtiniz demek. Peki... evlendiğiniz gece?"

Kaşlarını kaldırdı. "Evlendiğimiz gece çorba içmedik."

Gülüşümü serbest bırakarak, "Onu sormadım," dedim ve kaş göz yaptım. "Hani... evliliklerin ilk gecesinde... bir takım münasebetler olur ya..."

"Keşke olsa," dedi Gazel, yanaklarını şişirerek. "Ama tık yok!"

Onun edepsizliğine gülerek eline bir tane vurduğumda omzunu silkerek kapıya bir göz attı. Çorbadan birkaç kaşık daha vererek, "Aranız iyi görünüyor," dedim mutluluk duyarak. "İtiraf edeyim, Behram'ın senin için anlık bir heves olduğunu düşündüğüm zamanlar olmuştu. Kırılma lütfen, onun yaşantısını ilgi çekici bulduğun için onunla olmayı istediğini düşünmüştüm ama... sevgin gerçek, görebiliyorum."

"Kırılmıyorum," dedi, parmaklarıyla üzerine örttüğüm pikeyi kavrayıp omuzlarını aşağıya bıraktı. "Ben neye kırılıyorum biliyor musun?"

"Neye?" Dedim korkarak.

Bulutlar mavi gözlerine tekrardan toplandı. "Bana gerçekleri anlatmayışına kırgınım. Bir yalana savrulup sürüklenmeme göz yummana kırgınım, ona baba dememe izin verdiğin için arkadaşlığımıza kırgınım."

Haklıydı ama yemin ederim benim de gerekçelerim vardı. Kendisine veya Hüseyin'e bir şey yapıp kendisini riske atmasından korkmuştum, öyle de olmuştu. Tepsiyi yatağın başındaki komodin üzerine bırakarak ellerine uzandım ve sımsıkı tuttum çocukluğumu, arkadaşımı, kardeşimi... "Yemin ederim anlatacaktım, sadece doğru anı bekliyordum. Ona bir şey yapmadan korkmuştum ve korktuğum başıma geldi."

"Allah aşkına, onu hâlâ öldürmek istiyorum," dedi öfke tufanı içinde. Gözlerindeki yaşlar yerini bir dünya nefrete bıraktı ve ellerimi daha sıkı kavradı. "O ölseydi hapiste de yaşardım, merak etme. Sen buna değerdin, dünyadan bir pislik temizlemiş olurdum işte! Defalarca kez ışığını çaldığını söyledin ve ben... bunu yapanın kendi öz ba... babam olduğunu öğrendim. Bu gerçek beni o kadar yıktı ki, hapiste yaşamak koymazdı bana!"

Ona koymazdı ama bana çok koyardı, ölürdüm de dayanamazdım. Onun ölmesini ben istemez miydim? Ama eceliyle ölsün, kimseye kirini bulaştırmasın isterdim. "Kâbus gibi, biliyorum," dedim onunla aynı duyguları paylaşarak. "Nasıl bir kirli tesadüf, nasıl bir kader... Hayal kırıklığını, acını anlıyorum. Aileni arayıp durdun ve bulduğunda... korkunç şeylerle yüzleştin. Hissettiklerini kalbimde hissediyorum ama sana yemin ederim tüm bunlar geçecek. Bu utanç senin değil ve ben seni çok seviyorum."

"Onun kızı olmak, bu utanç bana yeter de artar."

Tekrar hıçkırıklara boğulduğunda onu kendime çekip sarıldım. Gerçekten anlıyor, kendimi onun yerine koyduğumda resmen boğuluyordum. Babamın, en yakın arkadaşıma böyle bir şey yapması... Yemin ederim tüm bu hıçkırıklarını anlıyordum. Fakat onun ayıbı değildi, bu ayıbı temizlemek için kendini bile gözden çıkarmıştı. Onu çok seviyordum ve sonsuza kadar bu sevgi eksilmeyecekti.

Gazel'e içmesi gereken ilaçlarını içirdim ve bir süre sonra omzumda uyuyakaldığında, saçlarını okşayarak Hazer'i düşündüm. Çoktan eve varmış olmalıydı, bugün hiçbir şey yememişti ve bu saatten sonra da yiyeceğini sanmıyordum. Odasına çıkıp yatağına uzanmış olabilirdi, ya da bir şeyler içiyordur. Sakinleştirici aldığına emindim ve onu bu eğiliminden vazgeçirmek istiyordum. Bir süredir onsuz uyumuyordum, bu yüzden bu gece biraz tuhaf hissettim. Kalbim... hızlı atmıyordu. Onu arasam, yemek yemesini söylesem...

Bana söylediği şey... Evet, Gazel'e kızmıyordum, çünkü durumlar çok farklıydı. Ama öyle bir durumda, gidip Hüseyin'i bıçaklayan Hazer olsa... Bu, çıkışını bulamadığım bir düşünceydi; beni karanlığa doğru çekiyordu.

Ne zaman uyuyakaldığımı hatırlamıyorum ama vücudumda bir titreme hissederek gözlerimi açtım ve karanlıktan ürkerek hızla doğruldum. Yatağın ucunda uyuyakaldığımı fark ettiğimde biraz olsun rahatladım ama içerisinin karanlığı beni yutuyordu. Gözlerimi kırpıştırıp bacaklarımı yataktan aşağıya bıraktım ve Gazel'e göz attım. Pikenin altında uyuyordu. Esnedim ve vücudumdaki titreme bir daha hissedildiğinde, bunun telefonum olduğunu anladım. Pantolonumun cebine uzanıp telefonu çıkardım ve bir anda elimde tuttuğum şey, kalbim oluverdi.

Gönderen: Sadece Hazer ♡

Kapının önündeyim.

21.04

Henüz bu mesajın idrakına varamadan, atmış olduğu birkaç mesaj daha olduğunu görerek onlara baktım.

Gönderen: Sadece Hazer ♡

Selam kız arkadaşşım

20.49

Mesajıma neden cevap vermiyorsun?

20.52

Küs müyüz? Alfalığım geliyor bak, şu mesajlarıma cevap ver.

20.55

Verir misin demek istedim yani....

20.56

Pes Mila! Pes! Uyudun mu sen? Bensiz uyuyabildin mi?

21.02

Ah, birçok mesaj atmıştı ve son mesajında kapının önünde olduğu yazıyordu. Şaşkınlığa uğradım ama bir gülümseme çoktan okşamıştı dudaklarımı. Yerimden heyecanla doğrulurken Gazel'in üzerini örttüm ve karanlıktan kurtulmak üzere hemen koridora çıktım. Hazer'in neden içeriye girmediğini anlamamıştım, herkes yorgunken rahatsız etmek istemiyor olabilirdi. Telefonu avucumda tutarak saçlarımı düzelttim ve mutfak kapısından kafamı uzatarak bahçeye baktım. Behram'ı seçmek birkaç saniyemi aldı, orada oturuyordu hâlâ.

"Behram?" Diye seslendim.

Başını omzunun üzerinden bana çevirdi ama karanlık olduğu için ne ben onun yüzünü tam görebildim ne de o benim yüzümü. "Safir?"

"Hazer gelmiş," dedim direkt, yüzü biraz daha seçilebilir olduğunda. "Kapının önündeymiş, beni bekliyor. Gazel'e ilacını verdim, mışıl mışıl uyuyor. Yarın yine uğrarım ben tamam mı?"

"Ankaralı'ya bak, dayanamamış bir gece," diye homurdandı Behram ve ardından görebildiğim kadarıyla başını salladı. "Aklın kalmasın, Gazelle ilgilenirim. Allah'a emanet olun."

"Hoşça kal."

Kapıyı çekip mutfaktan ayrıldım ve heyecanla sokak kapısına yürüdüm. Kapıyı açıp dışarıya çıktığımda ılık bahar akşamı bedenimi kucakladı ve saçlarım rüzgârda dağıldı. Kurdelemi Hazer bugün almıştı başımdan. Bahçe boyu yürürken, demir kapının dışında, farlarıyla karanlık sokağı aydınlatan arabadan çekemiyordum gözlerimi. Daha buradayken, onu görmeden bile tenim ısındı, kanım hızlandı, kulaklarımın arkasından yüzüme doğru bir ateş bastı. Alt dudağımı ısırdım ve titreyen dizlerimle arabaya koştum.

Şoför koltuğunda Hazer'in olduğunu bildiğim için yanındaki koltuğun kapısını açtım ve ona bir an baktıktan sonra yavaşça koltuğa yerleştim. Arabanın tavan lambası yanıyordu, dakikalardan sonra ışığa ve dahası ona kavuşmak beni inanılmaz rahatlattı. Bacaklarımı güzelce yerleştirip yüzümü ona döndüğümde, doğrudan gözleriyle karşılaştım ve bakışından etkilenip ellerimi koyacak yer aradım. "Hola," dedim heyecanla titreşen bir sesle.

Gözleri ufak bir an için, aralanan dudaklarıma indi ve orada oyalanarak, "Merhaba," dedi oldukça iç gıdıklayan bir sesle.

Dudaklarımı kıvırdım ve kursağıma biriken yumruları ittirirken, aramızdaki o gergin çekimi hissederek konuştum. "Ben... sabah gelecektim aslında, neden zahmet ettin?"

Gözlerini nihayet dudaklarımdan çekti ve tekrar bakışlarıma dikti ama bu kez gözleri daha koyu, nefesi daha sesliydi. "Uyuyamadım," diye fısıldadı ve önüne dönerek ellerini direksiyona sardı.

Uyuyamadım.

"Uykun gelmemiştir," diye bir pervasızlık yaptım. Ah, o bensiz uyuyamadığımı söylemişken benim şu yaptığıma bakın! Ben kendime kızarken Hazer'in içini çektiğini, ardından gülümsediğini görüp ona katıldım.

Motoru çalıştırıp yola koyulduğunda, ellerimi dizlerimin üzerine koyarak yanağımı koltuğa yasladım ve gözlerimi kırpmadan onu izledim. Benim içimdeki imkânsızlıkları gerçekleştiren, erkekler hakkındaki ön yargılarımı kırıp bana hayatın başka yönlerini de gösteren aşkım, Aşkım... Bu kelimeyi hep duydum; dışarıda, kalabalıklar arasında ama bir gün en içimden gelerek söyleyeceğimi hiç düşünmemiştim.

Durduramıyorum, içimde bir şeyler süratle ona doğru gidiyor ama bu kadar süratle... kaza olmaz mı? Kazalar ölümle sonuçlanmaz mı?

Ellerime sanki sayısız karınca bastı, ona dokunma arzusu parmaklarımı kaşındırdı. Onu izlemeye o kadar daldım ki, dünya kendisinden ibaret oldu. Farkındaydım, belki bazen saftım ama aptal değildim. Her gün daha da büyüyordu, engel olamıyordum. Göz kapağının kenarındaki iki çizgiyi izledim, o gözlerden dökülen yaşları anımsadığımda kalbim kasıldı ve tam o esnada Hazer'in sesi kulaklarımı doldurdu. "Çok dikkatli bakıyorsun, bir şey mi diyecektin?"

"Senin bana verdiğin o güzel hisleri düşünüyorum," dedim, kalbim sesini duyunca kelebeğe dönüverdi. "Sence söylenmemiş kaç tane aşk sözcüğü vardır Hazer? Belki hepsi söylenmiştir, belki aşk üzerine söylenmemiş hiçbir şey kalmamıştır ama kaldıysa... ben hepsini sana ithaf ediyorum."

"Mi... Mila." Sesi titredi, sesi titredi ya hani, aşkım çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Ön camdaki gözleri yavaşça bana döndü ve yüzünde hayranlık dolu bir ifadeyle, çocuksu bir masumiyet gözüktü. "Söylenmemiş aşk kelimelerinin tümü... sensin."

"Hazer..."

"Senin."

Hazer, benim.

Beni duygudan duyguya sürükledi ve sanki kalbine hapsedip üzerine bir kilit vurdu. Gülümsedim ve Hazer elini dizime koyup parmaklarıyla okşarken, kendimi yığılır gibi koltuğun arkasına bırakarak peş peşe yutkundum. Evimize varana kadar o şekilde durduk ve o beni okşarken, aslında beni yuttuğunu düşündüm.

Araba, bahçe kapısının önünde durduğunda elini yavaşça dizimden çekti ve ikimiz de sakince kapılarımızı açıp dışarıya çıktık. Hazer bahçe kapısının önünde beni beklerken, parmak uçlarımda yanına koşmaya başladım ve o sırada bir kısık ses duyarak duraksadım. Hazer'de başını benimle beraber sol tarafa çevirdiğinde, az ileride, evin bahçe duvarına yaslanmış bir köpeğin olduğunu gördüm. İlk an karanlıkta seçmek zaman aldı ama bir iki adım attığımda, bunun daha önce tanışmış olduğum o köpek olduğunu anlayarak dizlerimin üzerine çöktüm. "Merhaba küçük dostum."

"Mila..."

Köpek birkaç halsiz adımda önüme yürürken Hazer'e baktım. Ellerini belinin iki yanına koymuş, bariz bir rahatsızlıkla bana bakıyordu. Gülümsedim. "Şuna bak, ne tatlı!"

"Evet, dişleri muhtemelen seni ısırmak için bekliyordur."

Onun, köpeklere karşı olan bu anlaşılmazlığına üzülerek, "Beni ısıran tek dişler seninkiler," dedim ve önüme dönerek tatlı köpeğe gülümsedim. Isırdığı, hatta havladığı bile yoktu. Sadece yorgun şekilde bana bakıyordu. Tüylerini düzeltirken, "Aç mısın?" Dedim üzülerek. Evden, hemen onun için bir şeyler getirecektim. "Yoksa susadın mı?"

"Memene bakıyor!"

Duyduğum cümleyle beraber dudaklarım aralıklı kaldı ve yüzüm yavaşça Hazer'e döndü. Ne dediğini yeni fark etmiş gibi kızarıp dudaklarını sıktı ve köpeğe son bir rahatsız bakış atarak bahçe kapısından içeriye girdi. "Eve geç Mila, rica ederim."

Omuzlarımı düşürdüm ve köpeğe bir daha baktım. Canım benim, keşke Hazer rahatsız olmasa da onu içeriye alsaydım. Neden rahatsız olduğunu öğrenmeyi istiyordum. Köpeğin patisini kolumda hissederken, şefkatle yüzünü okşadım ve doğruldum. "Sana yemek ve su getireceğim, burada kal tatlım."

Doğrulup bahçe kapısından içeriye girdiğimde, Hazer'in sokak kapısı önünde beni beklediğini görerek parmak uçlarımda yanına ilerlemeye başladım. Bahçede, ikimize ait olmayan adım sesleri duyduğumdaysa başımı çevirdim ve Kerem'in yanımıza yürüdüğünü gördüm. Onu görünce içim neşeyle doldu ve orta yolda buluştuğumuzda, Kerem uzanıp beni omzunun altına çekti. "Hoş geldin Safirciğim."

"Hoş buldum Keremciğim."

Hazer ikimize de tip tip baktı.

Önüne dönüp sokak kapısından içeriye girdiğinde, Kerem'e döndüm ve onun omzunun altındayken abime sarılıyormuş gibi hissettim. Bu duygu beni gafil avladı ve gözlerim dolarken, "Kapının önünde bir köpek var," dedim, onun yorgun gözlerine bakarak. "O köpeği gizlice bahçeye alabilir misin?"

Hazer'den tarafa bir bakış atarak bana döndü ve kısık sesle konuştu. "Ben kovulduktan sonra maaşımı sen ödeyeceksen olur."

Hazer Kerem'i asla kovmayacaktı. Şirin bir şekilde gülümsemeye çalıştığımda Kerem omuzlarını düşürerek kafasını salladı. "Garibanın yüzü güler mi hiç."

"İlahi Kerem..."

"Ne konuşuyorsunuz siz?"

Hazer aniden bizden tarafa döndüğünde ikimiz de sus pus olduk ve ellerimizi masumum, der gibi yukarıya kaldırdık.

"Safir'e namaz vakitlerini sordum," dedi Kerem konuyu geçiştirerek. "Çok masum şeylerden bahsediyoruz. Doğru Safirciğim... Tabi, akşam namazı beş rekattı."

Hazer tek kaşını kaldırdı. "Ne diyon la?"

Kerem derin bir iç çekti. "Safirle içsel bir konuşma yapıyoruz Hazer Bey. Şu an Safirle molekül ve duyularımız aynı algıda toplanmış. İkimiz de maneviyatın o derin, kutsal topraklarına adım adım yaklaşı..."

"Safir'in molekülleri bir tek benimle birleşebilir!"

Ben gülmemek için boğuşurken, Kerem sus pus oldu ve Hazer ona tehlikeli bir bakış atarak tekrardan arkasını döndü. Ağzının içinde homurdanıyordu. Keremle son kez göz göze geldik ve ben ona teşekkürler bakışımı atarken, o da bana ne demek kanka bakışını attı.

Kerem'in köpekle ilgileneceğini bilerek rahatlamış şekilde içeriye girdim ve ona el sallayarak kapıyı kapattım. Hazer eşyalarını koymuş, merdivenlere doğru ilerliyordu. Her şeyi o kapının dışında bırakarak onun arkasından parmak uçlarımda koştum. Hazer dönüp omzunun üzerinden bana bir bakış attı. Dudağımı ısırarak gözlerimi kırpıştırdığımda, alt dudağını yalayarak tekrardan önüne döndü. Bir anlık, nereden geldiğini anlayamadığım iç güdüyle cebime uzanıp telefonu çıkardım ve kameraya girerek Hazer'i videoya almaya başladım. Neden yaptım bilmiyorum, sanırım ara ara açıp izlemek istiyordum.

Hazer birkaç adım önümden koridora çıktığında ışığı yaktı ve etraf aydınlandı. Telefonumla oynuyormuş gibi yapıyor, onu kayda aldığımı çaktırmıyordum. Hazer yatak odasının kapısını açıp içeriye girdi ve aynı şekilde buranın da ışığını yaktı. Hepsi kayda geçiyordu, tam bu an. Hazer yatağının ucuna kadar ilerlediğinde, ben de kapıdan içeriye girerek arkasından onu çektim ve sırıtarak ekrana baktım.

"N'apıyorsun sen?"

Yakalandık.

Telefonu acele etmeden, gayet sakin şekilde yüzümün hizasından indirdim ama kayıda devam ettim. Omzunun üzerinden bana dönmüş, elimdeki telefona bakıyordu. Bir an inkâr etmeyi düşündüm ama sonrasında bunun lüzumsuz olduğunu düşünerek, "Seni videoya alıyorum," dedim yumuşak bir sesle. "Hadi, bir şeyler yap."

Dudağının kenarını kıvırdı ve ben telefonu tekrardan kaldırarak onun yüzünü kadraja aldığımda, ellerini belinin iki yanına koydu. "Ne yapmamı bekliyorsun bebeğim? Sağa mı kıvırayım sola mı?"

Yanaklarımdaki sıcaklığı hissederken kıkırdadım. "Bilmem. İçinden ne geliyorsa, bu sadece... bir hatıra olacak."

Dilini alt dudağında gezdirerek elini saçlarına attı ve dalgalı saçlarını yavaşça düzeltti. "Yakışıklı çıkıyor muyum?"

Oyunbozan şekilde kafamı iki yana salladım. "Hayır."

Suratını astı. "Çekme o zaman!"

Bir kez daha kıkırdadım, sayesinde sesli gülmeye alışmıştım. Kafamı iki yana salladığımda, Hazer bak sen, dercesine kaşlarını kaldırdı ve yavaşça üzerime yürümeye başladı. Yakışıklı suratını, gri tişörtle kaplı göğsünü videoya alırken ben de duvara kadar gerileyerek ondan kaçtım. Hazer hiç etkilenmeden, gayet sakin şekilde üzerime gelmeye devam ederken, sırtım duvarla bütünleşti ve Hazer'in yüzü kamerayı tamamen kapladı. Gözlerini tam kameraya odakladı ve ben ekrandan ona bakarken, "Seni seviyorum," diye fısıldadı her harfin üzerine basarak. Gözleri aşkla baktı. Sonra ekledi. "Hiç kimseyi sevmediğim kadar."

Ve kalbim patladı.

Kayıt kapandı.

Gözlerim ekrandan yavaşça yukarıya, onun yüzüne kaydığında, Hazer'de kameraya eğdiği başını kaldırarak benimle yüz yüze geldi. Bir şiir okurken takılıp kaldığım bize dize gibiydi gözleri. Beni sevdiğini elbette biliyordum ama bunu kelimelerle duymak paha biçilemezdi. Sesi kendinden o kadar emindi ki, hiçbir ispata gerek kalmıyordu. Duvarın köşesinde usul usul titrerken, elini uzatıp yanağıma koydu ve göz kapaklarım aşağıya düştü. "Gece Yarısı Güneş'im, Mila..."

"Han..."

"Senin yüzüne ne zaman eğilsem, Hazer değil de Han diyorsun," diye fısıldadı, nefesi yüzümü bir rüzgâr gibi okşadı. "Nefesin Hazer demeye yetmiyor mu?"

"Han..."

Gülümsediğini hissettim.

Nefes alışverişlerimiz karşılıklı olarak hızlandı ve Hazer yüzüme alçalıp elini yavaşça aşağıya kaydırdı. Kendimde güç bulamayarak ellerimle tişörtünün uçlarına tutunduğumda, Hazer'in baş parmağı dudağımın üstünü okşadı. Kalp atışlarım güm güm oldu ve dudaklarım beklenti içinde aralandı. Aman Tanrım, bu neden bu kadar iyi hissettiriyordu? Hazer'in dudaklarından bir inleme döküldü ve baş parmağı üst dudağımı çok yavaşça okşadı. "Ben de seni videoya almak istiyorum Mila."

Gözlerim kapalı şekilde, heyecanla gülümsedim. "Tabi alabilirsin, senin için dans eder..."

"Çıplak."

Duraksadım ve gözlerimi yavaşça açtım. Yüzümün hemen karşısında, temkinli ama istekli şekilde bana bakıyordu. Yanaklarındaki kızarıklığı gördüğümde doğru duyduğumu anlayarak yutkundum. "Afedersin, yanlış anladıysam düzelt ama... beni çıplak şekilde mi videoya almak istiyorsun?"

Yanakları bir miktar daha kızardı ve gözlerinde utanç belirdi, fakat hâlâ istekliydi. Başını yavaşça sallarken, dudağımın üstünü kışkırtıcı şekilde okşadı. Karnım kasıldı. "Özür dilerim," dedi boğuk bir fısıltıyla. Bakışlarını küçük bir an kaçırıp tekrar gözlerime isabetledi. "Bu sana benim hakkımda ne düşündürür bilmiyorum, bunu söyleme cesareti gösterdiğime de inanamıyorum... Edepsiz olduğumu mu düşünüyorsun bilmiyorum ama bir an hayal ettim işte. Sen gerçekten masumiyet timsalisin ama... seninle ilgili hayallerimi durduramıyorum."

Bakışlarımı kaçırdım ve tişörtünü avuçlarımın içine hapsederek iç geçirdim. Hazer yetişkin bir adamdı, gerçekten masum duygulara sahipti ama bu yaştaki bir adamın sadece masum duyguları da olmazdı. Çıplaklık benim için çok mahremdi ama... söyledikleri, bu edepsiz hayali beni rahatsız etmemişti. Kulağımın hemen yanında endişeli bir soluk alıp, "Bir şey söyle," dedi, yalvarırcasına. "Por favor... Üzgünüm, yanlış anlamandan çok korkuyorum. Ama tabi çamaşırların olur, çırıl... çıplak değil. Sadece o an nasıl görüneceğini merak ediyorum. Utanıp kızardığını, kameraya bakamayıp kaçmak isteyişini... Sen her şekilde çekmek istiyorum ama özel olarak bir de böyle çekmek istiyorum."

"Ya telefon, video birinin eline geçerse?" Diye soruverdim endişeyle.

"Sen..." Hazer'in soluğu şaşkın şekilde dudaklarından döküldü ve elini çeneme kaydırarak yüzümü yavaşça kaldırdı. Dudakları kıvrılmıştı, gülümsüyordu. "Yani... sen izin verirsen... Benden başka kim görebilir Allah aşkına? Hem kamerama kaydederim, telefona değil Mila. Bu bizim yaramaz, küçük, edepsiz bir sırrımız olarak kalacak."

Heyecanla nefesimi tuttuğumda, çenemi tatlı şekilde okşadı ve bana göz kırptı. Hem utancı, hem tutkuyu, hem aşkı bir arada hissediyordum. Aralıklı dudaklarımız yavaşça birbirine çekilirken, Hazer hevesle benden bir cevap aradı. "Mila?"

"Olur," deyiverdim ve cesaretle gözlerine tutundum. "Seninle bu küçük yaramazlığa varım ama... ben, hazır hissettiğimde..."

Bakışları ilk birkaç saniye inanamazlıkla büyüdü ve ardından başını hızla salladı. Zaptedemedi, gülümsemesi dudaklarında büyüyüp çoğaldı. "Tabi... sen ne zaman hazır hissedersin."

Bir şey diyemedim, bu durumda ne denirdi ki? Gerçekten edepli bir şey istemiyordu, çıplaklıkta benim için özel bir meseleydi ama Hazer'e güveniyordum. Hayatımda hiç çılgınlık yapmamıştım, bu yüzden şaşkındım. Belki ileride bir gün, bunu yapacak cesarete kavuşurdum. O Hazer'di ve isteklerini mümkün kılmak elimdeyse yapardım. Yanağımı kaşıyarak kızarıklığımı gizlemeye çalışırken, "Sen gerçekten akrep kadınısın," diye fısıldadı, sesi imalarla doluydu. "Mila?"

Sakin kalmaya çalıştım. "Si?"

"O gün... çıplak olacaksın ama kurdelen saçlarında olsun."

Gözlerim tekrar kapandı ve dudaklarımı son kez okşayıp elini yavaşça yüzümden çekti. Ağzımı açıp bir şey diyemedim, nefesimi tuttum ve Hazer adım adım benden uzaklaştı. Bu duygu yoğunluğu, bu karanlık duygular, bunca arzu... Vücudumun, benliğimin neresinde gizliydi? Başımı duvara yasladım ve kendime olan hayretimle beraber gözlerimi yavaşça açtım. Han dolabın önündeydi ve kendine muhtemelen yeni bir tişört seçiyordu. Sırtımı duvardan ayırdım ve soğuk ellerimi yanaklarıma bastırarak odanın çıkışına ilerledim. Bu duyguları hazmetmem gerekiyordu ama düşündükçe daha da utanıyordum. Yüzümü serinletmek için koridordaki banyoya ilerlerken, "Güzelim," diye seslendiğini duydum, sesi tedirgindi.

"Geliyorum hayatım," diyerek ona bakamadan cevapladım ve banyonun kapısını açarak içeriye sızdım. Aynanın önüne geçip kendime bakarken yüzüme birkaç kez su serptim. Hazerle birbirinden ayrı duygular keşfetmeye başlamıştım, alışmak zaman alacak gibiydi. Tarif edemiyordum. Sadece... Hazer'di ve bildiğim tek şey, yaşanacak ne varsa sadece onunla yaşanırdı. Elimin tersiyle yüzümden akan suyu silerken, telefonum cebimde titredi ve elim cebime uzandı. Ekrana baktım.

Gönderen: 05** *** ** **

Bana hâlâ bir yanıt vermedin.

22.22

Ah, bu da nereden çıkmıştı? Tekrardan Nazım'dı. Mesajı... En son attığı mesajı kastediyordu. Hissettiğim o güzel duyguları tek bir mesajla bozduğu için ona sitem duydum ve ilk kez ona yanıt yazdım.

Gönderilen: 05** *** ** **

Benden ne istiyorsun?

22.24

Onunla bu şekilde mesajlaşmak bile yakışıkalmayan bir şey yapıyormuşum gibi hissettiriyordu. Keşke hiç karşılaşmasaydık, bana bir şeyler hissetmeseydi. Dudaklarımı kemirirken telefon titredi.

Gönderen: 05** *** ** **

Benim için dans etmeni istiyorum.

Eğer bunu kabul edersen Hazer'le ilgili belgeleri sana vereceğim ve ondan hiçbir şey istemeyeceğim.

Benim için dans et.

22.26

Sabit şekilde ekrana bakakaldım. Dans etmek, bir başka erkek için dans etmek... Bu, yapacağımı düşündüğüm bir şey asla olamazdı. Tanrı aşkına, bu işe bulaşmamalıydım. Fakat... sadece birkaç dakika dans edip bu belayı Hazer'in başından da savurmak istemiyor değildim. Ona bir cevap vermeden telefonu cebime koydum ve gözlerimi kapattım. "Doğru olanı yap Mila, doğru olanı."

Banyodan çıktığımda odaya ilerleyecek oldum ama aşağıdan sesler geldiğinde, Hazer'in salona indiğini düşünerek basamaklara yöneldim. Aşağıya inerken Hazer'in salondaki abajuru yakıp tekli koltuğa yerleştiğini, eline bir kadeh aldığını gördüm. Salonda, sevdiğim o loş ortam vardı. Bacaklarını rahatça açmış, elindeki kadehi sallayarak düşünceli şekilde ileriye bakıyordu. Son basamağı da indim ve yavaşça salona geçip, salonun ortasında durdum. Gözleri yavaşça yüzüme çıktığında oturuşunu düzeltti. Ellerimi sıkarak, "Nazım," dedim tek solukta. "Nazım bana mesaj attı."

Yüzü, ilerleyen saniyeler boyunca sabit kaldı ve ben nefesimi tuttum. Önce gözlerini yumdu, nefes alırken burun delikleri genişledi ve dudakları birleşip tek bir çizgi halini aldı. Bardağı tutan parmakları sıkılaşırken, "Ne zaman?" Diye sordu, sesi bir anda korkunç derece de katılaşmıştı. Koltukta dikleşti ama gözlerini açmadı. "Ne yazdı?"

Tamam, bu konuşmayı sakin şekilde ilerletebilirdik. Genzimi temizleyerek alnımı ovaladım. "Seni aradığı gün... Birkaç dakika sonrasında bana mesaj gelmişti ya, oydu."

"Bu adam senin numaranı nereden biliyor?" Sorusunu... tüylerimi ürpertecek kadar yavaş şekilde sormuştu ama aramızdaki havanın gerginleştiğini, bir anda şimşeklerin çakacağını hissediyordum. Ona doğru bir adım attım ve gözleri aniden açıldı. Bakışları... bu bakışları benim için olsa oturup ağlardım, öylesine öfkeliydi. "Ona numaranı sen vermezsin?"

Doğru tespitine gülümseyerek başımı salladıktan sonra, "Meliha Hanım'dan almış sanırım," dedim.

Gözlerini yavaşça benden çekti ve elindeki kadehe dikerek başını salladı. Diğer eliyle de kadehine sarılarak daha sert nefesler almaya başladığında, "Sana ne yazdı?" Diye sordu sabit öfkesiyle.

"Sana şantaj yapıyordu ya," dedim doğru kelimeleri seçmeye çalışarak. Sert şekilde yükselen omuzlarına bakıyordum. "Bunu ikimiz arasında halledebileceğimizi..."

"İkiniz mi?" Diyerek bir anda yerinden fırladığında, geriye doğru sıçradım. Gözleri korkunç derecede büyümüştü. "Anca cesedimi çiğnemesi gerekir!"

Hiçbir şey demedim, susarak gözlerinin içine baktım, baktım, baktım... Hazer duruldu, bir adım kadar geriledi, gözlerini kırpıştırdı. Sessiz olmaktan başka ne yapacağım öğretilmemişti bana. Sakin olmaya çalışıyordum ama o... çok kıskançtı.

"Başka ne dedi Mila?"

Sesinin bir tık olsun daha anlayışlı olduğunu fark edip buna tutundum ve bakışlarımı ellerime indirdim. Neye ne tepki vereceğini kestiremiyordum, bu yüzden doğru kelimeler seçmeye çalışıyordum. Hırıltılı solukları beni daha da gererken, "Benden onun için dans etmemi istedi," dedim tek solukta ve sanki odada ölümcül bir peyda oldu.

Bu sessizlik, işkence gibi gelen saniyeler boyunca sürdü ve ikimizden de çıt çıkmadı. Bunun bir tartışmaya dönüşmesini istemiyordum, bu yüzden korkuyordum. Gözlerimi ağır çekimde yukarıya kaldırdığımda, tam yüzüme bakıyor halde buldum onu. Üzerime doğru bir adım attı ve sinirden kızaran yüzüne daha yakından bakmama sebep oldu. Sol gözü seğiriyordu ve dudaklarına mıhlanmış olan sessizlikte bir dünya bağırtının olduğunu hissedebiliyordum. Sakinleşmek için sanırım derin bir nefes aldıktan sonra, "Senin dansın bir sanat, şantaj malzemesi değil," dedi her kelimeyi vurgulayarak. Çenesini sıkıyordu. "Ve senin şahsi olarak, özel şekilde dans edebileceğin tek erkekte ben olabilirim. Öyle olmasa zaten sevgili olmazdık Mila. Rica ederim, sana edilen bu hakaretin cezasını bana bırak ve o numarayı hemen şimdi engelle."

Evet, ben bu dansa aşığım ve yalnızca kendim istediğimde edebilirim. Doğru, öyleydi. Fakat onu onaylayamadım, ağzımı açıp tek kelime edemedim. Bu gerginlik dolu anı en az hasarla atlatmak için itiraz etmeden başımı salladım. Hazer onu onayladığımı gördüğünde bana arkasını dönüp cama doğru ilerledi ve kadehi ağzına kaldırıp kalan içkiyi tek dikişte bitirerek bardağı sertçe koltuğa fırlattı. Kadeh yumuşak koltuktan yavaşça kayıp yere düştü ve parkelerin üzerinde yuvarlanarak ufak sesler çıkardı.

Hazer yumruklarını cama yaslayarak bahçeyi izledi.

Ne demem, ne yapmam gerektiğini bilemeyerek kollarımı göğsümde kavuşturdum ve sessizce onu izledim. Bahçede bir koruma kalmıştı, Kerem'in sigara içtiğini görebiliyordum, siyah köpekte hemen dizinin dibindeydi. Tamam, bu meseleyi konuşup halletmiştim ama bundan sonrasında ne yapacağını merak ediyordum. Üşüdüğümü hissettim ama evin sıcak olduğunu biliyordum. Ondan bir ses, bir nefes beklerken Hazer omzunun üzerinden bana döndü ve gözlerimin içine baktı. "Dans eder misin benim için?" Dedi aniden, sesi arzuluydu. "Benim için, sadece benim için."

Dans etmeyi nasıl delice özlediğimi bir kez daha hissederek gülümsedim. Onu yatıştırmak benim elimdeyse bunu seve seve yapardım. Yavaşça başımı salladığımda Hazer tamamen benden tarafa dönerek yaklaştı ve gözlerini üzerimden ayırmadan koltuğa yerleşti. Kolunu koltuğun arkasına atarak gözlerini gözlerime diktiğinde, ellerimi pantolonuma sürterek etrafa bakındım ve yer açmak için sehpayı geriye ittim.

Doğrulup tekrar ona döndüğümde aynı sabit ifadesiyle bakıştım ve bir adım gerileyip rahatça hareket edebileceğim yere geçtikten sonra omuzlarımı dikleştirdim. Hazer'in gözleri beklentiyle açıldı ve bakışları kısıldı. Kasılan vücudumu rahat bırakarak, "Birazdan gözlerinden ateş çıkacak," diye fısıldadım cesaretle ve gülümseyerek bir elimi yukarıya kaldırdım. "Ben ne zaman dans etsem öyle oluyor."

"Dans ettiğinde... Vücudumun, mümkün kılınabilecek tüm parçalarında sıcaklık oluşturduğun doğru."

"Ben... son derece masum duygularımla dans ediyorum."

Dudaklarında sersem bir gülümseme görünüp kayboldu.

Onun bu gülümsemesinden, bana hissettiği duygulardan ve dansa olan aşkımdan güç ve ilham alarak parmak uçlarıma yükseldim. İçimden geldiği gibi, yavaşça dans edecektim. Hazer'in bakışları ilgili şekilde hareketlerimi takip ederken, parmak uçlarımda, kalçalarımı kıvırarak kendi etrafımda bir dönüş yaptım ve tekrar ona döndüğümde, bakışlarının vücudumda olduğunu gördüm.

Bunun akabinde bir elimi başımın üzerinde tutup saçlarımla oynarken, diğer elimi kalçama koydum ve sol ayağımı parkenin üzerinde ileriye kaydırarak yavaşça yere doğru alçaldım. Hazer nefesini tuttu ve benim kalçam yavaşça yere yerleştiğinde, boynumu kırarak başımı arkaya yatırdım. Boynum, gerdanım açıldı ve ışığın altında parladı. Saçlarım bu pozisyonumda parkeye sürünürken vücudumda o zorlanmayı, bacaklarımdaysa yanmayı hissettim. Gülümseyerek gözlerimi kapattım ve başımı tamamen belime doğru kıvırarak ellerimi yere yasladım. Hareketi takiben kalçamı yerden kaldırdım ve ayaklarımla ellerimin üzerinde durarak saçlarımı salladım.

"Mi... Mila?"

Gülümsedim. "Bir şey mi diyeceksin aşkım?"

"Off..."

Dudağımın kenarını ısırarak başımı doğrulttum ve yavaşça dizlerimin üzerine oturarak ellerimi arkama denk gelen ayak bileklerime yaslayarak başımı sol tarafa yatırdım. Tam karşısındaydım, içimden geldiği gibi, usulca dans ediyordum ve Tanrım... İşte orada, gözlerindeki ateş. O gözlere bakarken, Hazer tepeden tırnağa, içer gibi beni izledi ve ellerimden birini ayağımdan çekip karnıma koyduğumda, Hazer'de elimi takip etti. Saçlarım sırtımda ve omuzumda salınırken, elimi karnımdan yukarıya yavaşça kaydırdım ve göğüslerimin arasından yukarıya çıkararak parmak uçlarımı adem elmama yasladım.

Gırtlağımdaki çıkıntıya dokunduğumda onun ısırığını hissettim ve Hazer'de bunu hissederek elini kendi gırlağındaki çıkıntıya, adem elmasına götürdü.

Gözleri karardı ve onun bakışlarıyla doğru orantıda kendimden geçtim. Dudağımı daha sert kavrayarak elimi boynumdan indirdim ve yere yaslayıp hiç acele etmeden dizlerimin üzerinden kalktım. Hazer hareketlerimin her birini, asla kaçırmadan izlerken, tamamen doğrulup sağ ayağımın parmak uçlarında yükseldim ve kendi etrafımda üç kez, hevesle döndüm.

"Rüyalarıma gireceksin ama sen şimdi," diye fısıldadığını duydum Hazer'in. Sanki... biraz merhamet istiyordu sesi. Üçüncü dönüşümü de tamamlayıp tabanlarımı yere bastım ve başımı dramatik şekilde sol omzuma çevirip ellerimi iki yanımda açtım ve bir kuşun kanatları gibi ellerimi aşağıya yukarıya hareket ettirerek parmak uçlarımda ona doğru birkaç adım attım. Ellerim hızlandı ve adeta bir kuğu gibi iki yanımda süzüldü. Dansın o büyüsüne kapılıp bir kez daha, yavaşça alçaldım ve kalçamın üzerine oturup bacaklarımdan birini ileriye, diğerini arkaya uzattım. Vücudum uyum içerisinde, birbirini takip etmeye devam etti ve belim bir kez daha arkaya kıvrıldı. Kollarımı geriye atıp ellerimi yere yasladım ve adeta iki büklüm olup vücudumdaki her parçayla bu tutkuma hizmet ettim.

"Ellerimi kendime saklamam lazım, ellerimi kendime saklamam lazım..." Hazer'in kendine ettiği telkinleri duydum ve saçlarım yavaşça salınırken göğüslerimin üzerinden ona baktım. Bu pozisyonda durmaya alışkındım ama gözlerine bakarken her an yere yapışacak gibi hissediyordum. Çok sıcak bir andı, ikimizde ağır ağır soluklanıyorduk. Hazer koltukta öne doğru kaydığında, sertçe yutkundum ve Hazer'in bakışları boğazımdaki çıkıntıya kaydığında hırlayarak yerinden atıldı. "Siktir."

Ben daha kendimi hazırlamadan ellerini uzattı ve beni belimin iki yanından tutup doğrulttu. Başımla beraber vücudumda öne eğildi ve Hazer beni kendine çekip yavaşça dizine oturttu. Elim tutunma ihtiyacıyla boynuna sarılırken, yan şekilde dizine yerleştim ve bacaklarım onun iki bacağının arasına sıkıştı. Nefesimi tutup bir diğer elimi de ensesine koyduğumda, bir elini belimde sabit tuttu ve diğerini sıcak yüzüme koyarak gözlerime tutuldu.

"Han..."

"Senin."

Nefes nefese gülümsediğimde bu yakın, fazla samimi oturuşun verdiği tutukluk kayboldu ve Hazer koltukta gerileyip başını arkaya yasladı. Kalçam sıcak dizindeydi ve parmağı sıyrılmış bluzumdan çıplak tenimi okşuyordu. Saçlarımı omuzlarımdan aşağıya bırakırken, "Meleğim," diye fısıldadı ama sesinde karanlık bir renk vardı. "Angel sin alas." *Kanatsız meleğim*

"Neden bana böyle diyorsun?" Diye sordum boynunda, hızla atan nabzı okşayarak.

Derin iç çekti. "İçimden geliyor vallahi! Tutamıyorum..."

"Yaa çok tatlısın," deyiverdim ve Hazer'in sırıttığını gördüğümde ne dediğimi fark edip tebessüm ettim. Bu sefer de benim içimden gelmişti. Bacaklarımı dizlerinin arasına iyice hapsederek belimi okşamaya devam ederken, "N'olur benden başka kimse için dans etme," dediğini duydum. Gözleri bana yalvarırcasına bakıyordu. "O danslardan bahsetmiyorum. Özel, şahsi olarak... benden başka kimse için dans etme."

"Hazer," dedim bu düşüncenin onun beyninde bir kâbusa dönüştüğünü görerek. "Ben dans etmeyi çok çok seviyorum ama sanat için, kendim için dans ediyorum. Senden başka kimsenin de özel zevki için dans etmem. Aklından çıkarma tamam mı mi amor?"

Omuzları gevşedi, bu düşünceyle kendine zulm etmişti canım benim. Yüzüne biraz daha alçaldığımda nefesindeki o nane kokusunu duyumsadım, ne zaman sigara içse kokuyu temizlemesi için ağzına naneli şeker atıyordu. Hazer heyecanlanıp baygın gözlerle bana bakarken, "Dünyada bazı şeyler çok özeldir," dedim ve parmaklarımı dağınık saçlarının arasına karıştırdım. "Sen mesela, çok özelsin. Ben kimse için hissetmeyeceğim şeyleri sana hissediyorum ve yine senin için kimsenin uğruna yapmayacağım şeyleri yapabilirim."

Gözleri hayranlıkla büyüdü. "Sen bana yürüyorsun sanki?"

"Kanatlarım var benim, uçarım ben. Bak kanatlarıma."

Gülmemek için dudaklarını sıkıp başını salladı. "Tabi tabi, hemen omzundalar."

"Hıhı," dedim ve yaklaşıp erkek arkadaşımın şakağına dudaklarımı kondurdum. Bu öpücük ikimizi de gafil avladı ve Hazer'in titrek soluğu boynuma çarptı. Kollarımı boynuna dolayarak dudaklarımı aşağıya doğru kaydırdım ve yanağında sabit durarak yüzünü okşadım. "Hazer?"

"Safir Mila?"

İki ismimi birlikte çok nadir kullanırdı.

"Benim içimde, hiç farkında olmadığım duygularım varmış," dedim dizinde mayışırken. Dudak hamlelerim tenine değiyordu. Belimi aşağıya yukarıya okşuyor, saçlarımı parmağına kıvırıyordu. "İçimdeki her duygunun nazik, yumuşak, sakin olduğunu düşünürdüm. Fakat senden ve özellikle dün geceden sonra... içimde çok hırçın duyguların da olduğunu fark ettim. Seni en nazik, en içten duygularımla seviyorum ama elimi vücuduna koyduğumda... tenimin altında hırçın bir his uyanıyor sanki."

Beni ağır soluklarıyla, sakince dinledikten sonra, "Mila," dedi düşünceli bir sesle. "Tutku bu, güzelim."

Evet, öyleydi. Konuştum ve dudaklarım yanağına çarptı. "Gracias."

"Ben gracias."

Saçlarını hırçınca okşadım, o da çıplak belimi.

İçimden geldi, ona bir şeyler söylemek istedim, güzel bir şeyler... Bu yüzden yüzümü hafifçe geriye çekip onunla göz teması kurduğumda Hazer büyülenmiş gibi başını koltuğun arkasına bırakıp kendini bana teslim etti. Elimden birisi boynundan aşağıya kaydırdım ve göğsü boyunca indirip dizine yerleştirdim. Hazer sert bir nefes alıp işaret parmağını sırtımda kaydırırken, "Ben sana mecburum bilemezsin," diye fısıldadım gözlerinin içine. "Adını mıh gibi aklımda tutuyorum, büyüdükçe büyüyor gözlerin..."

Gözleri kapandı ve dudaklarımda aşk dolu bir gülümseme çağladı. Çilli burnunun üzerinden öptüm, tir tir titreyerek. "Ben sana mecburum bilemezsin, içimi seninle ısıtıyorum... Ben sana mecburum, bilemezsin..."

Devam edecektim ama onun dudakları aralandığında, susarak ona izin verdim. "İçimden bir ses, seni kaybetmek istemediğimi söylüyor bana. Ve sen de bilirsin ki, nefret söyletmez böyle şeyi."

"Hayatım," dedim. "İlk kez duyuyorum bu satırları."

"William Shakespeare, Venedik Taciri."

Doğru, nefret söyletmez bunu. Elimin tersini yüzünden aşağıya kaydırdım ve sanki asırlarca onu tanıyormuşum gibi büyük bir güvenle saçlarımdaki eline uzandım. O elini tutup parmaklarımı parmaklarından geçirdim ve dizinden yavaşça kalktım. Hazer kaşlarını kaldırdı ama bir şey demedi. Ayağa kalkıp onu da beraberimde kaldırdım ve yavaşça merdivenlere sürükledim. Elimi kavrayıp peşimden yürürken afalladığını hissedip arkama baktım.

Aa... Kalçama bakıyordu.

Bakışlarımı fark edip gözlerini hızla yüzüme çıkardı ve kızararak, "Afedersin," dedi.

Sakince önüme döndüm ve onun önünden giderek basamakları çıktım. Odamıza çıkmak istiyordum, ona göstermek istediğim bazı şeyler vardı.

Koridora çıktığımızda Hazer parmaklarını parmaklarıma sürttü ve itirazsızca peşimden gelmeye devam etti. Beraber kaldığımız odanın kapısına kadar gelip aralık kapıdan içeriye sızdık. Benim için yapmasını istediğim bir şey vardı, bu yüzden banyoya kadar ilerledik. Banyo kapısını açarken Hazer'in duraksadığını hissettim. "Doğru, bugün çok yorulduk," dedi, eli gevşedi. "Sen duşunu al... Ben aşağıda beklerim, tabi burada da bekleyebilir..."

"Beni yıkayabilir misin?"

Onun cümlesini yarıda kestiğim için duyduğum pişmanlığı telafi etmek isteyerek omzumun üzerinden ona dönüp gülümsediğimde, Hazer söylediğime inanamayarak, "Afedersin," dedi. Sesi heyecan doluydu. "Doğru mu duydum?"

Kibarca başımı salladım. Evet, doğru duymuştu. Yaralarımı, olurda bir gün evlenirsek ona gösterebileceğimi düşünmüştüm ama bunun için evliliğin şart olmadığını fark etmiştim. Ona güveniyordum, o zaman gövdemi örten bu bez parçasını çıkarabilirdim. Tamam, çıplaklık zamanla aşacağım bir şeydi ama nasıl baktığını görüyordum; aptal değildim, bana çok aşıktı.

"Çok hazırlıksız yakalandım, bir saniye," dedi ve sonra derin derin nefesler alarak elini bir anda üzerindeki tişörte götürdüğünde şaşkınlıkla bakakaldım.

"Hazer?"

Tişörtü karnına kadar sıyırmışken bana baktı. "Ha?"

"Sen öyle kal," dedim mırıltıyla.

Gözlerini kırpıştırdı ve ardından elini hızla üzerinden çekip bakışlarını kaçırdı. "Haa, tabi, ben... kafam karıştı heyecandan..."

Bir kez daha gülümsedim ve ardından elini daha sıkı tutarak onu banyo kapısından içeriye çektim. Ayaklarım ürperdi ve vücudum heyecan dalgasına kapıldı. Bu banyoyu en son beraber paylaştığımızda bana çok özel bir şey söylemişti ve bunun bir söz olduğunu anlamıştım.

Artık üzemezler bebeğimi.

Banyonun loş ışıkları yandı ve cam kabinin önünde durduğumuzda ikimizin de soluğu bir an kesildi. Ayaklarım üzerinde ondan tarafa döndüm ve karşı karşıya düştüğümüzde, kendime bunu yapabileceğimi hatırlattım. İçimden gelmişti, taciz konusuyla alakalı bilmediği başka şeyin kalmasını istemiyordum. Hazer ağır ağır soluklanırken, geriye doğru o son adımı da attım ve kabinin içine girdiğimde, Hazer de o son adımı atarak kabine girdi. Sırtım siyah fayanslara yaslanana kadar geriledim ve Hazer de aynı şekilde üzerime yürüdüğünde, sıcaklığıyla daha iyi hissettim.

Başımı sol tarafıma yatırdım ve o beklenti içinde bana bakarken, kendimde o gücü bulmak adına derince nefeslendim. Onun karşısına hiç üstsüz çıkmamıştım, bu yüzden heyecanlıydım ama maksatım ona yaralarımı göstermekti, farklı şey değil. Hazer bacaklarının üzerinde duramıyormuş gibi elinden birisini başımın yanından uzatıp fayanslara yasladı ve hafifçe üzerime eğildi. Elini daha sıkı tutarak parmaklarımı bluzumun önündeki düğmelere götürdüm ve ilk düğmeyi açtım.

"Mila," dedi gözlerini gözlerimden ayırmamaya çalışarak.

"Sana anlatmadığım son bir şey kaldı," dedim ve bluzumun bir düğmesini daha açtım. "İzninle."

Gözlerini kırpıştırıp başını salladığında düğmelerin kalanlarını da açtım ve böylelikle bluzun yakaları ayrılmış oldu. Hazer gözlerini asla gözlerimden ayırmıyordu. Başımı eğip vücuduma baktım ve ardından omuzlarımı geriye atarak bluzu yavaşça kollarımdan sıyırdım. Kalp atışlarımız aynı anda şiddetle arttı ve Hazer'in gözbebekleri genişledi. Bakışları vücuduma inmiyor olsa da soyunduğumun pekâlâ farkındaydı. Krem renkli, severek giydiğim o bluz vücudumdan kayarak yere düştü ve ben bluzumla aynı renkte giydiğim düz çamaşırımla kaldım.

Başımı önüme eğdim, göğüslerimin hatta boyunca görünen yara ve yanık izlerine baktım.

Başımı tekrardan kaldırdığımda onun hâlâ yalnızca suratıma bakıyor olduğunu görerek boşa çıkan ellerimi omuzlarına koydum. Kasıldı ve dudaklarını yalayarak, "Anlatacağın şeyin, soyunmanla ne alakası var?" Diye sordu şaşırmış görünüyordu. Gözleri gözlerimde sabit kalmakta zorlanıyor gibiydi. "Biliyorsun, tenine zaafım var... Neden şimdi bana bunu yapıyorsun?"

Kollarımı boynuna sardım ve cesaretle bir adım attığımda göğüslerim onun vücuduna bir yastık gibi yaslandı. Bununla beraber Hazer'in nefesi kesildi, omurgası dimdik oldu ve yemin ederim bacakları titredi. Tişörtü ince olduğu için doğrudan göğsüne temas etmiş gibi hissettim ve Hazer'in bakışları an be an beni yutarken, "Sana son kez kötü bir şeyden bahsedeceğim," diyerek ensesini okşadım. "Dinler misin?"

Kafası karışmış göründü ama başını salladı. Çıplak karnım ve göğüslerim onun sert vücuduna yaslı dururken, uzanıp saçlarıma dokundu. O kötü, daima acıyla hatırlayacağım günden bahsetmek üzere dudaklarımı araladım. "Hani sana, yıllarca taciz edildiğimi fark ettiğimde kendimi kirli hissettiğimi söylemiştim ya..." konuşurken dağıldım ve Hazer'in dudakları bir çocuk gibi aşağıya doğru büküldü. "Ben de temizlenmek için banyo yapmaya karar vermiştim. Çocukça bir düşünceydi ama avutulmaya, teselliye ihtiyacım vardı. Şimdi düşündüğümde kendime zarar vermemin bir gereği olmadığının farkındayım ama o zaman... on üç yaşımdayken sadece temiz olmak istiyordum."

"Tertemizsin," dedi, kaşlarını çatarak. "Şunu söyleyip durma Allah aşkına!"

"O zaman öyle hissetmiyordum işte," dedim duygusal bir sesle. Kolum boynuna bir sarmaşık misali, sevgiyle dolandı ve konuştuğumda dudaklarım sakallı çenesine sürtündü. "Okuldan ağlayarak gelmiş, kendimi banyoya atmıştım. Suyu açtım ve sandım ki... ne kadar sıcak suyla yıkanırsam o kadar çok temiz olurum. Nasıl kandırmışım kendimi... Nasıl avutmaya çalışmışım kalbimi... Keşke öyle olsaydı ama olmadı Hazer. Su sıcacık oldu, kaynayıp vücuduma aktı ama çok üzgünüm ki bana temizlenmiş hissettirmedi. Sadece... tenimi yaktı...."

O kilitlenmiş bana bakarken, "Müsaade et," dedim ve uzanıp saçlarımdaki elini kavradım. Dayanamadım, önce elinin üzerine bir öpücük kondurdum ve sonra elini boynumdan aşağıya, yavaşça göğüslerime doğru kaydırdım. Parmak uçları sutyenimin üzerinde kalan yanık izlerine denk geldiğinde tenimdeki o kabartıyı hissedip irkildi ve gözlerini korkarak göğüslerime indirdi.

İzahı olmaz bazı bakışların, bin söz yan yana gelse anlatılmaz.

Anlatamam size onun gözlerinden attığı, beni yüreğimden vurduğu bakışlarını.

Bir bakış hayal edin sadece, oturup ağlayabileceğiniz.

Parmakları o yaralara ürkekçe dokundu ve o anlatılmaz, izahı edilemez bakışlarıyla göğüslerime baktı. Kollarım hâlâ ona sarılıyor, göğüslerimse aramızda kalıyordu. Bir yaş çeneme doğru düşerken, "Yıkanıyorum, yıkanıyorum ama temizlenemiyorum," dedim ve o an, onun bakışıyla verdiği acıyı ben bu cümleyle ona verdim. Kirpikleri ıslandı. Bir erkeğin ayıbı bir adamın gözyaşlarına dönüştü. "Ama sen yıkarsan... çünkü sensin yani, anlatmaya gerek yok bunu... sen yıkarsan tertemiz hissederim."

"Susmanı söylemek istemiyorum ama n'olur Mila... Bu kadar acı verici konuşma," dedi, dudakları, parça pinçik olmuştu sanki kelimelerin ağırlığında. Parmakları acıtmaktan korkarak göğüslerimin arasına sokuldu ve titreyen dudağını ağzının içine alıp sertçe ısırdı. Parmaklarının tenimle beraber kalbimi de tuttuğunu hissettim. Gözlerini yanıkların üzerinde tek tek dolaştırarak, "On üç yaşındaki bir kız için çok ağır bu yanıklar Mila," dedi, mecali kalmamış gibiydi.

Elimin biriyle gözlerimi silerek onunla beraber göğsümdeki irili ufaklı yanıklara baktım. Sutyenimin altında da kalanlar vardı ama utanıyordum göstermeye. "Öyle ama... Ruhen hissettiğim acı öyle büyüktü ki, fiziksel acı bunun üzerine çıkamadı. Çocukça bir delilikti yaptığım ama... fayda etmedi."

"Öpebilir miyim?"

Başımı salladığımda, yüzümü göğüslerime indirdi ve titreyen dudakları sağ göğsümün üzerinden başlayarak minik öpücükler bıraktı. Bana acı veren bu yanıkların günün birinde beni mutlu da edeceğini hiç düşünmemiştim. Dudakları o kadar yumuşak şekilde yanıklara dokundu ki, tüyden farksızdı. Başımı arkaya yatırdım ve bir elim saçlarını okşarken, saçlarımın belimde salındığını hissettim. Hazer'in dudakları orada yoğunlaştı, bedenimde bir açlığı başlattı ve ardından göğüslerimin yukarısına çıkarak boynumu takip etti. Boynuma, âdem elmama minik öpücükler bırakarak tekrar benimle yüz yüze geldi ve yüzümü avuçlarının arasına aldı.

"Hazer," dedim.

"Söyle bana Mila, nasıl dururum onu öldürmeden?"

Ah hayır, bu değildi konuşmak istediğim. Öfkeden ve nefretten değil, acı ve şifadan konuşmak istiyordum. Fakat bu gözleri, bu yanan bakışları, yüreğinden taşan nefreti tanıyordum. Kafamı iki yana sallayıp ben de onun yüzünden, yüzüne gizlenmiş acılardan tuttum. "Bizim için... Yakın gelecekteki mutluluğumuz için öldürmeyeceksin onu Hazer. Senin ellerinde kan görmek istemiyorum, bu... kahreder beni! Biliyorum, öç almayı seviyorsun ama mutluluğumuzu alınacak bir öce feda etmeyeceksin değil mi?"

Bakışlarını kaçırdı.

"Han..."

"Dur," dedi sesi titreyerek. "Yıkayayım seni."

Hem hüznü hem öfkeyi bir arada hissettiği için o kadar yorulmuştu ki, ona bir şey diyemedim. Başımı salladım ve tişörtünün yakasını tuttuğumda Hazer arkamda kalan şofbene uzandı. Birkaç saniye sonra başımdan aşağıya sular döküldü ve Hazer doğrulup kaldığı yerden gözlerime baktı. Ben... hep onun bıraktığı yerdeyim, çünkü benim gözlerimde onun gözlerinden ilerisi yok.

Hazer üzerindeki tişörtün uçlarına uzandığında hiçbir şey diyemedim. Onu hiç tamamen çıplak görmemiştim, bu yüzden heyecanlandım. Tişörtü başından çekip çıkardı ve ardından fayansın içindeki gözden duj jelini aldı. Duj jelini tişörtün üzerine sıktı ve suyunda sayesinde jel köpürdü. Meraklı şekilde onu izliyordum. Kafasını kaldırıp gözlerimin peşine düştü ve tişörtünü yavaşça göğsümün üzerine koyup yanıklarımı yıkadı. Sıcak suyun altında gevşedim ve gülümseyerek çıplak gövdesine baktım. Omuzları... başımı yasladığımda hissettiğim gibi genişti ve köprücük kemiklerinde çok güzel görünen çiller vardı. Hayranlıkla dudaklarım kıvrıldı ve Hazer tişörtünü göğüslerimde dolaştırırken, bakışlarıyla da vücudumun hakkından geldi. Asla kaba olmayan, çelimsiz de diyemeyeceğim bir vücudu vardı. Kütle kütle kasları yoktu, hatlı bir fiziği vardı ve oldukça fit görünüyordu. Dudaklarımı yaladım ve daha aşağıya bakmaya çekinip tekrardan köprücük kemiğindeki çillere bakındım.

"Bu yanıklardan... başka yerinde var mı Mila?" Diye sorarken gözleriyle de vücudumu dikkatle incelendi.

Evet, karnımın aşağısında, kasıklarımda da biraz vardı ama onu gösteremezdim. Henüz o kadar değil, utanırdım. Su yüzümden akarken, "Var," diye kabul ettim ve ekledim. "Kasıklarımda..."

"Günü geldiğinde hepsini görmek... öpmek isterim."

"Ve sen öptüğünde, her acı hatıra bir güzel anıya dönüşür sevgilim."

Elini yanağıma koydu, yüzümü okşadı. Diğer elini de göğüslerimden yukarıya kaldırarak omuzlarımı, boynumu yumuşak şekilde ovaladı. Ona karşı hep bir çekim hissediyordum ama bu an daha çok şefkat dolu, merhametle çerçevelenmiş bir andı. Yüzü benim yüzümün biraz yukarısında kalıyordu, bu yüzden bana doğru eğilen oydu. Su ve köpükler beyaz cildimin üzerinden akarken, "Bebek gibisin," dedi gerdanıma bakarak. "Sana sürekli güzel şeyler söyleyesim geliyor, ne yapacağım ben böyle..."

"Ben de sana güzel şeyler söylerim," dedim elimi arkamdaki fayanslara yaslayarak. O da tepeden tırnağa ıslanmıştı, su damlaları hışımla göğsünden akıyordu. "Ödeşmiş oluruz."

Elindeki tişörtü omuzumdan arkaya kaydırarak ensemi ovaladığında göğüslerimiz tekrardan birbirine yaslandı ve bu ikimizin de ciğerlerine doğru derin bir nefes çekmesine sebep oldu. "Söyle bakayım bana güzel bir şey," dedi dudaklarını alnıma yaslayarak. Vücuduna daha yakından bakarken kanımdaki heyecan dalgalarını hissettim ve kibarca gülümsedim. "Senin üç günlük ömrün kalmış olsa Hazer... Ben dört gün yaşamam."

Büyülendi ve bunu gözlerinde gördüm. Beni yıkayan eli durdu ve dudakları titreyerek şakağıma sokuldu. "Mila, Mila, Mila..."

Senin. Aşkın.

Ona romantik bir şey söylediğim için utandım ve sessiz kalarak yanağımı omzuna yasladım. Hazer kolunu belime sarıp ona yaslanmama müsaade etti ve elini sırtımda kaydırdı. Dakikalar boyunca usul usul beni yıkadı ve su başımızdan akıp beni mayıştırdı. Yorucu bir gündü, uykum gelmişti ama huzurluydum. Esnedim ve Hazer sırtımı da yıkamayı bıraktığında, benden hafifçe uzaklaştı. Dakikaların ardından göze göze geldiğimizde, esnerken açılan ağzıma baktı ve gülümsedi. "Sen zaten tertemizsin ama... şimdi daha temiz hissediyor musun?"

Mutlulukla, ışıl ışıl gülümsedim. "Çok!"

Gevşedi ve rahatlayarak bir nefes aldı. Ben de rahatlamıştım, tenimde saklanan kötü bir hücreyi kazıyıp çıkarmıştı sanki. Hem de bunu nazikçe, yumuşakça yapmıştı. Hazer derin bir nefes alıp eğildi ve tişörtü yere bakıp doğrulduktan sonra kollarımdan tuttu. İnce kollarımda onun sıcak, büyük avuçlarını hissettiğimde gözlerim yarı yarıya kapandı. Yüzünü yüzüme yaklaştırarak, "Artık üzemezler bebeğimi," dedi ve başımızdan akan suyun altında dudaklarıma çekildi.

İkimizin de nefesleri titredi, gözlerimizde aynı duygu büyüdü ve Hazer izin ister gibi bana baktı. Heyecanlandım ve ben de ellerimi onun göğsüne koyduğumda, kalp atışları aniden atılan bir bomba gibi gümbürdedi. Hevesle başımı salladım ve Hazer ciğerlerine derin nefes çekerek usulca mesafemizi kapattı. Mesafenin usulca kapandığı bu anı her nedense çok seviyordum. Kavuşmamızın heyecanıyla artan kalp atışlarımızı da...

Dudakları bir günün ardından usulca iki dudağımın arasına yerleştiğinde, boğazımdan bir iç çekiş koptu. Tanıdık tat ve koku ağzımın içine yayıldı, kalın dudakları yumuşacıktı. Bacaklarım titredi ve o kollarımdan daha sıkı tutarken, yavaşça alt dudağımı yakaladı. Başım döndü, yer ayaklarımın altından kaydı ve Hazer ilk kez sertçe değil, nazikçe dudaklarımdan öptü. Sanırım ona yaralarımı gösterdikten sonra beni sert öpmeye utanmıştı. Dudaklarına doğru gülümsedim ve gözlerimi kapatarak ona teslim oldum.

Elini boynuma taşıdı ve nabzımda durarak alt dudağımı bırakıp üst dudağıma geçti. Böyle... tadını çıkararak, her anını hissederek öpüşmekte çok güzelmiş. Engel olamadım, dudaklarımdan bir zevk mırıltısı çıktığında, Hazer'in de boğazından iç çekiş koptu ve ayrılmadan önce son kez üst dudağımı çekiştirdi. "Ihmm..."

Dudakları, öpücüğü kadar sakince benden uzaklaştığında, içimde yarım kalmış bir his oluştu ve ihtiyaçla dudaklarına bakmaya devam ettim. Bir öpücükle kızarmış, berelenmişti. Yutkunduğunda âdem elması titredi ve başımı alıp sakince omzuna yasladı. Kollarımı belinin etrafından geçirip sırtında birleştirdim ve gözlerimi kapattım. Onunla bu tarz duygular keşfettikçe ağlayasım geliyordu, çünkü çok fazlaydı. Tadını biraz daha almak için dudaklarımı yalarken, Hazer'in de en az benim kadar zorlandığını hissettim.

Dakikalarca suyun altında durup sarıldık ve ona da dediğim gibi ilk kez bir banyodan çıkarken tertemiz hissettim.

Az sonra Hazer elimden tuttu, beni dışarıya çekip banyodan çıkarttı. Onunla beraber odaya geçtiğimde hâlâ sutyenimle olduğum için çekindim ve bakışlarımı yere diktim. Hazer ıslak saçlarımı omuzlarıma atarak, "Çok uzun bir gündü," dedi, ses tınısı boğuktu. "Üzerini giyin, sonra gel... Uyuyalım."

Tabi, kıyafetlerimin bir kısmı misafir odasındaydı. Karşısında böyle uygunsuz durmak istemiyordum daha fazla. Başımı hızlıca sallayıp elimi elinden çektim. Çıplaklığından gelen o koku ve sıcaklık tüylerimi diken diken ediyordu. "Hemen dönerim," diyerek ona arkamı döndüm.

"Mila?"

Birkaç adım atmıştım ki seslenmesiyle beraber omzumun üzerinden ona döndüm. Bakışları yüzümde bir saniye durup göğüslerime kaydı ve dudaklarını yaladı. "Sutyeni sevdim."

Kollarımı hızla göğsüm üzerinde kavuşturup, "Hazer," diye sızlandım ve arkamı dönüp hızlı adımlarla odadan çıkarken konuştuğunu duydum.

"Beyaz da çok güzel olurdu," dediğini duydum ve koşarak koridoru yürüdüm.

Misafir odasına geçtiğimde ışığı yaktım ve heyecanla dolaba yürüdüm. Duygu yoğunluğundan dizlerim titriyordu. Karşısında yarı çıplak kalmış, yaralarımı göstermiştim. Artık hakkımda bilmediği hiçbir şey kalmamıştı. Kendimi ona teslim etmişim gibi hissettim ama bu hoşuma gitti.

Dolabın karşısına geçip kendim kapakları açtım ve neredeyse her gece giydiğim son derece kapalı pijama takımına baktım. Hazer'in aldığı beyaz, uzun kollu pijama takımıydı ama havalar ısındığı için beni terletiyordu. Bu yüzden dolabı karıştırdım ve şort, askılı pijama takımına elimi uzattım. Biraz açıktı ama... o da Hazer'di.

Üzerimdekileri çıkarıp önce iç çamaşırı giydim ve bunu yaparken göğsümdeki yaralar ilk kez bana kötü şeyleri hatırlatmadı. Gülerek çamaşırlarımın üzerine beyaz, saten gecelik takımını giydim ve aynanın karşısında kendime baktım. Şort ve kısa kolludan oluşan bir takımdı. Boyum epey uzundu, bu özelliğimi annemden almıştım. Bacak boyumsa... gerçekten uzundu ve çok belli olmayan kıvrımlarım vardı. Göğüslerim ufaktı, geceliğin altında yok gibi görünüyordu hatta ama kıvrımları belliydi. Kalçamsa... göğüslerime göre daha çıkık, belirgin ve kıvrımlıydı. Şortun açıkta bıraktığı bacaklarıma baktım, ince ve tüysüzlerdi. Fiziğimin güzel olduğunu farkındaydım, yemeği çok sevmeme rağmen. Alt dudağımı ısırdım ve kendimi sakin olmaya zorlayarak odanın çıkışına yöneldim.

Şortumun uçlarını aşağıya doğru çekiştirerek parmak uçlarımla odadan çıktım ve koridor boyu koşup aralık kapıdan içeriye sızdım. Tamam, bale yaptığım zamanda da tütü eteğim kısa olurdu ama o zaman buna pek takılmazdım; hem ince çorap da giyerdim. Yine de sakin kaldım, Hazer'in bana bakması hiç rahatsız edici değildi.

Kapıyı arkamdan kapatıp yatağa doğru yavaşça ilerlerken, Hazer'in çoktan yatağa girmiş olduğunu gördüm. Siyah çarşafı beline kadar örtmüştü ve görebildiğim kadarıyla siyah tişörtü vardı. Başını yastığa koymuş, yanına ilerleyişimi izliyordu. Bakışları tepeden tırnağa beni süzdü ve alıştığım gibi bacaklarımda daha fazla oyalandı, kalçamdan aşağısını birkaç kez turladı. Yatağa ulaşıp çarşafı kaldırdım ve yatağın boş kısmına yerleştiğimde, nihayet yüzünü bana kaldırdı. Başımı yastığa bırakırken espri yaptım. "Bir yüzüm olduğunu hatırladın demek."

Yüzü kızardı ve yatakta yan dönüp yanağını yastığa iyice yerleştirdikten sonra, "Erkek arkadaşını utandırmamalısın," dedi.

Uzanıp siyah saten çarşafı omuzlarıma kadar örttükten sonra, elinin birini içeriye kaydırdı ve kalçamın az altından tutarak beni kendine çekti. Elini bacağımda bu kadar baskın ve sıcak şekilde hissederek başımı önüme eğdim. Hemen heyecanlanmıştı toy kalbim. Alnım, onun beni kendine çekmesiyle beraber göğsüne yaslandı ve Hazer çenesini alnıma yaslayıp çıplak bacağımı okşadı. "Rahatsız oluyor musun... sana bu şekilde dokunduğumda?"

Dokunuşu vücudumda tarifsiz bir açlık hissini oluşturuyordu ama bunun yanında tatlı, şefkatli bir hissi de uyandırıyordu. Aradan geçen zamanda birbirimize alışmıştık, artık böyle dokunuşlar sadece heyecanlanmama sebep oluyordu. "Hayır hayatım... Dedim ya Hazer, sen bana hiç kötü bir şey hatırlatmıyorsun. Bu yüzden daha sorma olur mu beni rahatsız edip etmediğini."

Ellerimi dayanamayıp çarşafın içine soktum ve birisini onun ensesine doladım. Hazer memnuniyet duyarak bir şeyler mırıldanırken, elimin altındaki yarayı hissettim. Bu, ensesinde, daha önce de gördüğüm yaraydı. Hazer, oraya dokunduğum an kasıldı ama sonra dokunanın Mila'sı olduğunu fark ettiğinde gevşedi. Madem bu gece yaralardan bahsediyoruz, bundan da bahsedelim öyleyse.

"Hazer," dedim, ismi bir ihtiyaçla döküldü dudaklarımdan.

"Mi amor?"

Gülümsedim ve ay grisinin dolduğu bu odamızda, ona sarılarak gözlerimi yumdum. Benim yüzüm onun çenesinde, onun yüzüyse benim başımın üzerinde kalıyordu. Eli, bacağımı tatlı bir şekilde okşarken, "Bana bu yaranın nasıl oluştuğundan bahseder misin?" Diye rica ettim oldukça kibar şekilde. "Bak, ben sana gösterdim, anlattım nasıl olduğunu. Belki ben de senin yaranı acı bir hatıradan güzel bir anıya dönüştürebilirim."

"Yaparsın sen," dedi düşünceli şekilde. "Sen bana her şeyi yaparsın."

Bu cümleyle neyi kastettiğini anlamam, düşünmem gerekiyordu. Tişörtüne sıkıca yapışarak sessizliğimi koruduğumda, "Babamdan sevgi dilenirken oldu," dedi. Sesi sabitti ama hüznünü hissetmiştim. Gözlerinin nerede olduğunu merak ettim ve ne gördüğünü. "Bir gün babamı kandırdım, ilgisini ve sevgisini görmek için. Küçücük çocuğum daha, aklıma nereden geldi bilmem ama yapıverdim işte. Gidip mutfakta koluma salça sürdüm, babama da kan deyip onu kandırmaya çalıştım. Kocaman salça orada, nasıl görmesin, anladı tabi... Bana bir bakışı var, unutmam. Sonrasında zaten hiç mi utanmıyorsun diyerek suratıma yapıştırdı bir tane. Nasıl vurduysa, düşüp kafamı basamağa çarpmışım... Cidden, nasıl utanmamışım sevgi istemekten, sevgi istenir mi ki hiç..." birkaç saniye sustu, alay eder gibi güldü. "İşte bu yara o basamağa savrulduğumda oldu."

Ona susmasını söylemek istemiyorum ama konuştukları bana acı veriyor. O daha küçücük bir çocukken nasıl sevgisiz hissediyordu ki bunu yapma ihtiyacı hissetmişti? O anlatıp hafifledi ama bu şey benim kalbimde ağırlaştı. Alnımı göğsüne sürterek, "Ben seni on üzerinden on seviyorum," dedim içtenlikle. Ensesindeki izi okşayarak göğsünde mayıştım. "Hatta on milyon üzerinden on milyon... İstediğinden bile çok seviyorum. Hiç üzülme olur mu? Babana acıyorum, seni kaybetmiş... Çok afedersin ama düpedüz saçmalık bu! İnsan nasıl kaybeder seni, nasıl?"

Dudakları yumuşak şekilde şakağıma dokunup orada kaldı ve nefesi boyun açıklığımdan sızıp göğüslerimin arasından aktı. Beni sıkıca sarmasına rağmen her dokunuşunda bir tedirginlik vardı ürkerim diye. Onun nazik kalbine sarılmak istedim ve Hazer anlamış gibi bu isteğimin tesellisini yaparak daha sıkı sarıldı bana. Ve gülümsedi, bu gece bir yarayı ardında bırakarak. "Ve işte sayende kötü bir hatıra güzel bir anıya dönüştü."

Ve işte sayende acı bir zehirden tatlı bir şerbete dönüştü hayat.

🌓

Baba, kızın aşık oldu.

Bugün Keremle beraber babamın mezarına gittik, başında durup dua ettik. Kerem bana bir sure öğretti, beraber onu okuduk. Ölünün arkasından dua etmek güzel bir şeymiş, Kerem öyle dedi, ben de yaptım. Babamın toprağının yanına iki çiçek diktik, yağmur ve güneşle büyüyeceğini umut ettim. Babama yaşadıklarımı anlattım ve şunu dedim: baba kızın aşık oldu.

Mezarlıktan ayrılıp eve geldiğimizdeyse yemek yemiştik ve şimdi de Keremle kiraz yeme yarışması yapıyorduk. Bahçedeydik, çimenlerin üzerine oturmuştuk ve ikimiz de eşit sayıda bölüştüğümüz kirazları bitirmeye çalışıyorduk. Karşılıklı oturuyorduk, vakti ikindi vaktiydi ve güneş yavaşça batıyordu. İkimizin de ağzının etrafı kıpkırmızı olmuştu ve ben kıkırdarken, Kerem de bana homurdanıyordu.

Hazer iş yerindeydi, her zamanki saatinde gitmişti ve bahçedeki iki koruma Kerem'den duyduğuma göre hastanedeydi. Hüseyin'in başında nöbet tutuyorlardı. Babamın mezarına gitmeden önce sahafa da gitmiş, yarın işbaşı yapacağımı konuşmuştuk. Ayrıca evime de uğramıştım, çiçeklerimi sulamış, Hazer'in benim için diktiği çiçeğin büyüdüğünü gördüğümde dans etmiştim. Bacağım kırıldığından beri günlerimi Hazer'in evinde geçiriyordum ama sanırım artık eve dönme vaktim gelmişti.

Kerem hâlâ mutsuzdu, ona Leyla ile konuşabileceğimi söylemiştim ama beni reddetmişti. Leyla'yı seviyor olsa bile ihanetini görmezden gelemeyeceğini söylemişti ama içimden bir ses bu meselenin içinde başka şeylerin olduğunu söylüyordu.

Kirazı yiyerek çekirdeğini ağzımdan çıkardım ve suyun üzerime damlamaması için peçete kullandım. Bugün krem renkli askılı bir bluzla, sütlü kahve renginde bir etek giymiştim ve hava serin olduğu için dışarıya çıkmadan önce üzerime ince, salaş bir hırka atmıştım. Eteğim uzun değildi ama kısa da sayılmazdı. Bu sıralar kıyafet konusunda daha özgür ve cesurdum, sanırım bu bir şeyleri aşmam ve çok mutlu olmamla alakalıydı. Cıvıl cıvıl şeyler giymek, Hazer'in karşına güzel çıkmak istiyordum.

Kerem'in önündeki kaseye baktım ve onun daha üç kirazı olduğunu görüp hızla kendi kasemdeki son kirazı aldım. Yiyerek çekirdiğini attıktan sonra yerimden fırlayıp mutlulukla bağırdım. "Ben kazandım, ben kazandım!"

Kerem sinirle kirazın çekirdeğini atıp kaseyi yere bıraktı ve önüne dönüp mızmızca konuştu. "Aşkta da kaybettim, oyunda da..."

"Yaa Kerem," diyerek omuzlarımı düşürdüm ve yaşadığım abartılı sevinçten utanarak üzgün yüzüne baktım. "Üzülme, bir daha oynayalım istersen?"

Omuzlarını silkip yüzünü bana çevirdi. Üzerinde beyaz bir tişörtle keten pantolonu vardı, sıkılmayayım diye Hazer Kerem'i hep yanımda bırakıyordu. Gözlerini kısarak, "Üç kere inek gibi mölersen barışım," dedi.

Bir anda gülmeye başladım ve Kerem bana göz kırptığında, utandığımı hissettim. Onun gibi bir arkadaşa sahip olduğum için mutluydum. Tam da mölemek için dudaklarımı aralamıştım ki, eteğimin arka cebine koyduğum telefonuma mesaj bildirimi düştü ve heyecanla kalbim tekledi. Telefona uzandım.

Gönderen: Sadece Hazer ♡

N'aber kız arkadaşım?

18.22

Aşkım, mesaj atmıştı. Ekranda yazan ismini okşarken neşeyle doldum ve kendi etrafımda dönerken ona bir mesaj yazdım.

Gönderilen: Sadece Hazer ♡

Keremle oyun oynadık, kazandım. Galibiyetimin haklı sevincini yaşıyorum, senden n'aber?

18.24

Kerem'in telefonunu çıkarıp bakındığını, mecburum ama sana geri dönemem Leyla, diye bağırdığını duydum. Bu aralar evden sürekli bu şarkı yankılanıyordu. Yok, en iyisi Leyla ile konuşmaktı. Ben Hazer'den cevap beklerken, Kerem başını kaldırıp bana baktı. "Hazer Bey mesaj attı."

"Aaa." Benden hemen sonra Kerem'e mesaj atmasına şaşırdım ve Kerem o mesajı açarken, "Bana bir şarkı yollamış," diyerek hayretle mırıldandı. Eğilip telefon ekranına baktım ve aynı anda Hazer'in Kerem'e gönderdiği şarkı videosu açıldı. Ağlama, diye bir şarkıydı.

Oyunu kaybettiğini bildiği için...

Kerem anlamsız şekilde şarkıyı açarken ben sesli şekilde gülmeye başladım. Ah, Hazer. Takılıyordu Kerem'e. Başını çevirip bana baktı ve kaşlarını çattı. "Kazandığını hemen yetiştirdin mi? Siz iki sevgili benimle dalga geçmeye utanmıyor musunuz?"

Kafamı iki yana salladım. "Biraz utandım ama eğlendim."

"Görürsünüz siz," dedi gözlerini kısıp, hemen YouTube'a girdi ve ben gülmeye devam ederken, Hazer'e Ankara'nın Bağları şarkısını yollayarak sırıttı. "Bu şarkı çaldığında Hazer oynamamak için zor duruyor," diye bilgilendirdi beni.

"Ne?" Gülmeye devam ederken doğruldum ve telefonumun titremesiyle beraber heyecan içinde gelen mesaja baktım.

Gönderen: Sadece Hazer ♡

Sinirlendim. Bana fotoğraf gönder.

18.31

Kerem'in mesajını alıp sinirlenmiş olmalıydı. Gülümseyerek evin kapısından içeriye girdim ve salondaki koltuğa otururken kameraya girdim. Madem istiyordu, tabi gönderirdim. O ışıltılı duygular kalbimi sararken aklıma bir muziplik geldi. Gözlerimi kıstım ve tereddütle saçımdaki kurdeleye uzandım. Beyaz kurdeleyi çıkarıp dizime koydum ve kendimi değil, çıplak bacağım üzerindeki kurdeleyi fotoğraflayarak Hazer'e gönderdim. Beklediği bu değildi ama muziplik yapmak istemiştim.

Ondan bir cevap beklerken telefonu bırakıp kurdelemle tekrardan saçlarımı yarım at kuyruğu yaptım. Hazer'i tanıdığımdan beri saçlarımı hiç bağlamamıştım. Elimi saçlarımdan çekerken kalbimin atışlarını, bir telefon bildirimi takip etti ve hızla gelen mesajı açtım.

Gönderen: Sadece Hazer ♡

Eve geliyorum.

18.34

Tamam, bunu beklemiyordum. Ben şakalaşırız diye bu fotoğrafı yollamıştım ama belli ki, eve gelmeyi istemesi için yeterli olmuştu. Cevap veremedim, telefonu titreyen ellerimin arasından bırakıp yüzümü ferahlattım. Onu öyle çok benimsedim ki, Hazer'siz geçen bir günümü düşünmeyecek hale geldim. Benim gibi gölgesinden bile ürken bir kız için bu duyguların büyüklüğü çok korkutucuydu ama... O da Hazer'di, bundan daha az sevilemezdi.

Telefonu bırakıp yere indim ve Fıstık Kerem'e bağırırken, sehpadaki test kitaplarına ilgimi vermeye çalıştım. Sınava günler kalmıştı ve görünen o ki, iyi bir puan alamayacaktım. Eğer bir devlet üniversitesini tutturamazsam müzikalden aldığım parayla özel üniversiteye gidecektim; daha fazla vakit kaybetmek istemiyordum. Hem paramı eğitimime harcamış olurdum, çarçur olmazdı. Tabi bir kısmını Leo için hep saklayacaktım.

İki test Türkçe sorusu çözdüm ve cevaplarını kontrol ederken, açık kapıdan duyulan fren sesini fark edip hızla yerimden fırladım. Gelmişti! Normalde daha geç vakitte eve dönerdi, işleri yoğundu ama gönderdiğim fotoğraftan sonra işini gücünü bırakıp gelmişti. Eteğimi ve üzerimi düzeltip parmak uçlarımda sokak kapısına koştum ve Hazer'in bahçe kapısından girdiğini gördüm. Koyu gri ceketini omzuna atmıştı ve yürürken Kerem'e seni Ankara'ya kadar kovalarım, gibisinden bir şey demişti.

Kerem'de oturduğu yerden ona cevap verdi. "İki Ankara havası oynasan da keyfimiz yerine gelse..."

"Ne diyon la?" Diyerek ona doğru bir adım attı Hazer.

Kerem oturduğu yerde dikleşip gülümsemeye çalıştı. "Hiç, hiç!"

Hazer ona dik dik bakarak başını kapıya doğru çevirdi ve beni gördüğünde yüzüne öyle bir ifade oturdu ki... Kalbimi kaçıncı kez çaldı, bilemedim. Bir yara olsam mesela, o baktıktan sonra yok olurdum. Yutkundum ve Hazer duraksayıp ardından sakince eve doğru yürürken, ben de ona bakarak geriye doğru adımlar atmaya başladım. Bu oyunbozan halime karşı tek kaşını kaldırıp kapıdan içeriye girdi ve beni heyecanlandıran adımlarıyla salona ilerledi. Ceketini koltuğa fırlattığında, titreyen bacaklarımla merdiven basamaklarını çıkıyordum. Onu görür görmez heyecandan kmaz olmuştum. Hazer gözlerini kıyafetimde baştan aşağıya dolaştırdı ve dilini yalayarak üzerime gelmeye devam etti.

"Beni odaya mi davet ediyorsun böyle kaçarak?" Dedi, göz kırptıktan hemen sonra.

Omuzlarımı silktim ve çıplak ayaklarımla basamakları çıkmaya devam ederken, Hazer kravatını gevşetip çözdü. Dudaklarında varla yok arası bir tebessüm oluştuktan sonra kafasını salladı ve aynı ağır adımlarla basamakları çıktı. Aramızda üç basamak vardı. Elini korkuluğa koyup beni süzerken, "Bak sen şuna," dedi, boğuk bir sesle. "Birileri dilini yutmuş."

Kafamı iki yana sallayarak ona dilimi gösterdim.

Hazer'in dudakları aralıklı kaldı ve ısınan yanaklarıma baktıktan hemen sonra ben ne olduğunu anlayamadan dibimde bitti. Tek seferde iki basamak birden çıkarak elini belime sardı ve ayaklarımı yerden kesip tek koluyla beni kaldırdı. Ufak bir çığlık atarak kolumu boynuna sardığımda, "Tek bir fotoğrafla dizinin dibine getirdin beni," diyerek boynuma doğru sokuldu. "Asıl alfa sensin bence."

Heyecanlı bir gülümseme dudaklarıma yerleşirken, "Hazer," dedim, biraz utanarak. Mahcup olmuştum her nedense. Kızıla çalan amber gözlerine bakarken, konuşmak için yutkunmam gerekti. "Şaka olsun diye... öyle bir fotoğraf gönderdim hayatım."

"Ben de sana bir şaka yapayım o zaman," dedi, yakınımdan yüzüme bakıp beni büyülerken.

Beni kendine yaslayıp kucağında tuttu ve birkaç basamağı da çıkarken, "Nasıl bir şaka?" Diye sordum tatlı bir şekilde.

Hazer bir cevap vermedi, gösterdi. Son basamağı da çıkıp koridorun köşesinden döndü ve beni bir anda duvara yasladı. Hareketi hızlı olmuştu ama sırtım duvara yavaşça yaslanmıştı. Saçlarımın savrulmasıyla eş zamanlı olarak Hazer ellerini başımın iki yanına koydu ve yüzünü yüzüme alçaltıp özel alanımı tamamen kısıtladı. Beni çemberinin içine alıp gözlerini gözlerimle buluşturduktan sonra, "Arkanı dön," diye fısıldadı oldukça yumuşak bir sesle. "Göstereyim sana nasıl bir şaka olduğunu."

Benliğim beklentiye girdiğinde dudaklarımı ısırıp sakince başımı salladım ve o memnuniyetle gülümserken yavaşça arkamı döndüm. Duvara bakıp ellerimi önümde bağlarken, "Bana sürpriz mi yapacaksın?" Diye sordum, aklıma gelen ilk şey bu olmuştu.

"Büyük bir sürpriz," diye mırıldandı.

"Pekâlâ," dedim heyecan içinde. Hazer'in aramızdaki mesafeyi de son bir adım atarak kapattığını hissettim. Göğsü sırtımı kapladı ve sıcaklık ensemden aşağıya doğru aktı. Elinden birisiyle aşağıdaki elimi tuttu ve kaldırıp yavaşça duvara yasladı. Benim elim duvara, onun eli de benim elimin üzerine kaplanmıştı. Kafamı hafifçe kaldırıp ellerimize bakarken, Hazer'in diğer elini saçlarımda hissedip titredim. "Kurdelem," diyecek oldum ama Hazer tek bir harekette kurdeleyi çözüp saçlarımdan aldı. "Ne? Kurdelenin fotoğrafını çekip atan sen değil miydin? Bilmiyor muydun beni kışkırtacağını? Sana dayanamadığımı?"

Kızardım ve kafamı kati şekilde iki yana salladım. "Masum olduğuma yemin edebilirim."

Elini saçlarımdan indirdi ve ardından burnunu başımın tepesine dayayıp derin bir nefes aldı; saçlarımı koklamasını çok tatlı buldum. Hemen sonra bir öpücük bıraktı ve ardından elimi serbest bırakıp diğer elindeki kurdeleyi göz hizama kaldırdı. Ben henüz bir şey diyemeden kurdeleyi gözlerime örttü ve başımın arkasında birleştirerek bir düğüm attı. Şaşkınlıkla gözümdeki kurdeleye dokundum, etrafı göremiyordum. "Hazer, ne yapıyorsun?"

"Şaka."

Onun getirdiği yakınlıktan ve bedenime aşıladığı bu beklenti hissi yüzünden nefes nefese kalıp gülümsedim. "Aşkım... Gözlerimi neden bağladın?"

Ellerini kurdeleden indirdiğini, omuzlarıma koyup kollarıma doğru kaydırdığını hissettim. Üzerimde ince bir hırka olsa da bu dokunuşu çok net hissettim. "Kabalığımı ve emrivakiliğimi mazur gör," diyerek yüzünü başıma doğru sürttü. "Körebe oynayalım mı seninle?"

Aa, bu da nereden çıkmıştı böyle? Hiç aklıma gelmemişti ama demek ki o biraz eğlenmek istiyordu. Başımı sallayıp ellerimi yanıma indirdim. "Tabi mazur görürüm... Heyecanlandım sadece."

"Çok... çok sevimlisin! Delirtiyorsun beni!"

Dudaklarımı ısırdım ama mahcup edici cümlelerine diyecek bir şey bulamadım. Saçlarımı elinin içiyle düzeltip ellerimden tuttu ve sanki kalbimde elini hissettim. Beni yavaşça döndürdü ve birkaç adım atmamı sağlarken, "Karanlıktan korktuğunu biliyorum, rahatsız ediyorsa çıkarabilirim," dedi kaygıyla.

"Sen varsın yanımda," dedim ve başka hiçbir şey dememe gerek kalmadı. Hazer parmağımın üzerini okşayıp elimi yavaşça bıraktı ve onu hissetmeyi kaybetmek beni bir an duraksattı. Hemen sonra adım seslerine yoğunlaştım ve koridorda ileriye doğru yürürken, "Seni bulduğumda ne olacak," dedim heyecanla. "Ebe sen mi olacaksın?"

"Hımm," gibisinden bir mırıltı çıkardığında sesini takip ederek arkamı döndüm ve onun güldüğünü duydum. Karanlıkta kaldığım için cesur adımlar atamıyor, kendi etrafımda dönüyordum ve Hazer'in de farksız bir şey yaptığı yoktu. "Yaklaş," dedi, buğulu bir sesle. "Uzağımda kaldın."

"Tamam ama bir yere çarparsam beni durdur," dedim ve ileriye doğru daha büyük bir adım atarak ellerimi etrafta dolaştırdım. "Hazer, bu koridor çok uzun, nasıl bulacağım seni."

"Önünde değilim," diye tüyo verdiğinde hızla arkamı dönüp elimi ileriye uzattım ve o an onun hızla gerilediğini adım sesinden anlayıp kıkırdadım. "Arkamda ne yapıyorsun?" Dedim.

"Kibar olmayan bazı şeyler..."

Dudağımı ısırdım ve bir anda hızla ileriye atılıp onu yakalamaya çalıştığımda, "Yo yo," diyerek uzaklaştığını fark ettim. Ben ne kadar üzerine gittiysem o da o kadar kaçtı. Eğlendiği sesinin renginden belliydi. "Henüz bitirmek istemiyorum."

Yanaklarımı şişirdim. "Niye ben ebeyim? Sen ebe ol."

"Ben ebe olduğumda seni bulmam bir dakikamı bile almaz."

Şikâyetçi şekilde homurdandım ve hırslanıp daha hızlı adımlarla etrafımda dönüp elimle onu aradım. Hırslandığım için güldüğünü, benden uzaklaşırken attığı adım seslerini duyuyordum. Dudaklarımı ağzımın içine çekerek hislerime güvendim ve sol tarafa doğru bir adım atıp elimi hızla ileriye uzattığımda, "Dur, dur! Sakın oradan tutma," diye bağırdığını duyarak hızla elimi geriye çektim.

"N'oluyor?" Diye sordum şaşkınca.

"Kalpten gidecektim!"

Ellerimi belimin iki yanına dayayıp yüzümü düşürdüm. "Bulamıyorum ben seni, çok hızlı kaçıyorsun."

Birkaç kez genzini temizledikten sonra adım seslerinin bana doğru yaklaştığını hissedip yavaşça arkamı döndüm. "Pes mi ediyorsun?" Diye sordu, yumuşak şekilde. Nerede olduğunu bilmemek beni daha da heyecanlandırdı ve olduğum yerde kıpırdamadan durmaya devam ettim. Hazer'i daha yakınımda hissettim, onu yakalayabileceğim kadar yakınımda olduğunu anladım ama kolumda tonlarca ağırlık varmış gibi kaldırıp ona uzatamadım. Hazer'in nefesi yüzümü yalayıp geçti ve parmak uçları omuzuma dokundu. "Buradayım Mila, Mila... Mila..."

Gözlerim kapalıyken duyularım sadece sesine ve verdiği hislere odaklanmıştı. Tanrım, böyleyken daha yoğundu. Tüylerim diken diken olmuştu, tenimdeki o beklenti hissinin farkındaydım. Dudaklarım aralandı ve aynı zamanda Hazer hırkamı yavaşça omuzlarımdan aşağıya indirdi. Hırka iki kolumdan da yavaşça kayıp yere düştüğünde, askılı bluzumla kaldım ve kemiklerimdeki titreşimi neredeyse hissettim. İşaret parmağı omuzumdan kayarken, badimin askısını da yavaşça kaydırdı. Elimi uzattım ve başım dönerken gömleğine yapıştım. "Por favor..." *Lütfen*

"Pes mi?" Diye yineledi sorusunu, parmağını tekrardan omuzumda yukarıya kaydırıp saçlarımı sağ omzumda topladı. Kesik nefesleri tenime saklandı. "Neyi istediğini biliyorum. Pes ettiğini söyle, istediğini vereyim."

"Ihıh."

Boğazının derinliğinden etkileyici bir ses çıktı ve ardından nefesinin daha da yakınlaştığını hissettim. Onu bekledim, tam dudaklarımda. Fakat öyle olmadı, dudaklarını az önce açtığı sol omzumda hissedip dağıldım ve gözlerimi sımsıkı kapattım. Hazer omuz başımdan öperek dudaklarını boynumun kavisi boyunca kaydırdı ve kulağımın altına kadar gelerek o noktadan öptü. Tam oradan, böyle istekle öpülmek beni mahvetti ve kalbim fazladan kan pompaladı. "Hazer," dedim tek solukta. "Sen bana dokunduğunda dans ettiğimde aldığım o hazdan daha fazla, daha romantik bir şeyler hissediyorum..."

Elinin belime yerleşip beni kendine çekmesiyle beraber aradığım desteği bulup ona yaslandım ve ellerimi omuzlarına gömerek başımı sağ tarafıma doğru eğdim. Bundan hoşnut olarak kulağımın altından bir kez daha öptü. "Haz seninle Mila, aşk seninle, danssa seninle... Her günah seninle tadılır, her yasak seninle çiğnenir. Cinayet olsa seni öpmek, azılı bir katil olurum ben."

Artık onu duyamıyordum bile, yalnızca hissediyordum. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama oluyordu işte. Bir dokunuşla bir dünya var edip beni içine süratle çekiyordu. Tırnaklarımı beyaz gömleğinin üzerinden omuzlarına batırdığımda, dudaklarından haz dolu bir ses çıktı ve aynı anlarda dudaklarını aralayıp dilini kulağımın altına sürttü. Bu temasla birlikte başım tamamen arkaya düştü ve dudaklarımdan kısık bir mırıltı döküldü. Hazer dilini sürtüp hemen ardından kulak mememi ağzının içine aldı ve yumuşak şekilde ısırdı.

"Ah..." kesik kesik inledim ve Hazer kulak mememi bırakıp dudaklarını yanağıma kaydırdığında onunla daha fazla temasa girme isteğine yenilerek vücudumu ona yasladım. Vücudunun çıkıntılarını hissettim ve bedenlerimizin uyumundan mest olarak, "Utanıyorum," diye itiraf ettim nefes nefese.

Yanağımın üzerindeki dudakları kıvrıldı. Her şey onunla yapılırdı ve günahsa, bedeli de onunla ödenirdi. Saçlarımın belimde salındığını, Hazer'in onları yavaşça okşadığını fark ettim. Midem kasılıyordu, karnımdan aşağısında tuhaf bir sızlanma hissediyordum. Yeri ayaklarımın altından çekip aldı ve dudakları an be an yol kat etti. Omuzlarını sımsıkı kavradım ve o dudaklara kavuşmaya yaklaştığım her an daha da hızlandı kalbim.

"Öpüşmek... seninle Mila..." dudakları dudağımın kenarından yaklaşıp beni kavradı ve içimdeki her şey paramparça oldu. Öyle inledim ki, utancımdan ağlamak istedim. O da benden farksız bir coşkuyla ağzıma inledi ve ardından alt dudağımı hızla ağzının içine katıp şuursuzca öptü. Omuzlarına sıkıca tutunup bu öpüşmeye yetişmeye çalıştım ve ona aşkla, delirmiş gibi karşılık verdim.

Hazer saçlarımdaki elini yukarıya çıkıp başımın arkasından kavradı ve beni ağzına doğru bastırarak dilini dudaklarımdan içeriye sızdırdı. Yüzünü göremesem de beni öperken nasıl göründüğünü hayal edebiliyordum. Belimdeki elini askılı bluzumdan içeriye sokarak sırtımın ortasından yukarıya kaydırırken, diliyle de dilime sataştı. Çığlık atmak, utançtan bir yerlere kaçmak ama her şekilde onu öpmek istiyordum. Hayatın hiçbir yerinde kaba olmayan ben... onu öperken gözüm dönüyordu.

Omuzumdaki elimi ensesine kaydırdığımda, Hazer başını sol tarafa eğip alt dudağımı kavradı. Dudakları çok hızlı, sertti. Parmak uçlarımda yükseldim ve karnımı karnına bastırarak sızlandım. Karanlıkta duygular, edepsiz hisler daha netti; neredeyse görüyordum. Hazer ona yaslandığımda kaskatı kesildi ve karnımın altında bir çıkıntı hissettim.

"Mi... Mila," dedi kekeleyerek.

"Özür dilerim, özür dilerim, ben..."

"Korkma," dedi ve ardından beni kendine sertçe bastırdığında karnımdaki o his, varlık daha belirgin oldu. Hazer inleyip çılgınca dudaklarımı ısırmaya, beni kendine bastırmaya başladı ve o an neler olduğunu tam kavrayamadan ona karşılık verdim. Hepsi çok fazla, aşırıydı. Saçlarını kavrayıp parmaklarımın arasında çekerken, Hazer kendini vücudumda aynı noktaya yavaş şekilde sürtüp dudaklarıma doğru fısıldadı. "Hoşuna gidiyor mu? Ne hissettiğini söyle?"

"Hoşsa... seninle," deyip yumuşak alt dudağını kavradım ve Hazer gücü çekilmiş gibi yavaşlayıp dudaklarını yavaşça çeneme doğru kaydırdı. Vücuduna sıkıca tutunup bir elimi dudaklarıma götürdüm ve ağzımda onun ıslaklığını hissedip iştahla dudaklarımı yaladım. Hazer çenemi öperken, "Kiraz," dedi, kendinden geçmiş bir sesle. "Dudaklarında kiraz aroması var..."

"Yemiştim," demeye yetti nefesim ve Hazer çeneme küçük bir ısırık bırakıp beni aniden ters çevirdiğinde, hayretle göğsüne yaslandım. Elini karnıma kaydırıp beni kendine bastırdı ve ben olan biteni hazmetmeye çalışırken, dudaklarını ensemde dolaştırdı. Parmağımı sertçe ısırdım ve onun vücuduna yaslanıp, vücudu üzerinde kıpırdanırken, elinin karnımdan yukarıya çıktığının farkına vardım. "Afedersin," dedi boğuk bir sesle. Parmaklarını iki göğsümün arasından yukarıya kaydırıp, "Şu elime bak, nerelerde geziyor, çok afedersin," diye devam etti boğuk, esrarengiz bir sesle.

"Han..."

"Aa, burada da geziyor," diyerek elinin içini sol göğsüme sürterek yavaşça aşağıya indirdi. İlk kez göğsüme dokunmasının farkındalığıyla bunun nasıl böylesine mest ettiğinin şaşkınlığını beraber yaşayıp kendimi tamamen kollarına bırakıp kıvrandım. "Han... Mi amor qué me estás haciendo." *Aşkım, bana ne yapıyorsun*

Hazer saçlarımı eline dolayıp yavaşça çekerken, dudaklarıyla omzumdaki köprüyü çıktı ve kendini kaybetmiş iniltileri derimin altına sızdı. Eli, sol göğsümden inip ters döndü ve bu sefer her anını hissettirerek, beni beklentiyle sokarak sağ göğsüme doğru ilerledi. Duyularım parmaklarına göre şekillendi ve kıvranıp onu beklerken, "Afedersin," dedi oyunbozan şekilde ve ardından soluğumu kesip göğsümü sertçe avuçladı. "Elim neler yapıyor böyle... Ah Mila, ah! Her şey seninle!"

"Hazer Bey!"

Bir bağırtı sanki uzaklardan kulağıma döküldü ve ben daha kendimi bulamadan Hazer'in elini hızla göğsümden çektiğini hissettim. Karanlıktı, nefeslere ve seslere odaklanmıştım. Vücudum hafife alınamayacak şekilde titrerken, o sesin Kerem'e ait olduğunu ve yine basamaklara da onun çıktığını fark ettim. Hazer hızla dudaklarını omzumdan çekip badimin askısını omzuma geçirirken, "Dur," diye seslendi aşağıya. "Bir adım daha atma Kerem."

Adım sesi kesildi ve akabinde Hazer beni kendine doğru çevirdi. Aklımı başıma toplamam, kendime çeki düzen vermem gerektiğinin farkındaydım ama yer yön duygumu bile kazanmamıştım. Hazer genzini temizledi ve saçlarımın arkasına uzanıp kurdelemin düğümünü yavaşça çözdü.

"Ay tövbeler olsun," dedi Kerem, sesinde epey bir hayret vardı ama bir yandan da güldü gülecek gibiydi sesinin tınısı. "Behram'ı çağıralım, okuyup üflesin şu evi... Neyse bir şey görmedim ben, vallahi görmedim... Ama görse miydim acaba, dalga geçerdim..."

Uzaklaşan sesini adımları takip etti ve bu sırada kurdele yavaşça yüzümden indi. Işığa alışması için birkaç saniye gözlerimi kırpıştırdım ve görüntü netleştiğinde Hazer'in yüzüne baktım. Yüzü kıpkırmızıydı ve duygularının izleriyle doluydu. Dudakları berelenmiş, pembeleşmişti. Ağzımdaki kiraz lekesi artık dudaklarındaydı. Kendini sıkıyor, beni sıkıca tutuyor ve o gözler... Hazer'e hiç siyah demem ama beni ne zaman öpse kızıldan siyaha dönüşüveriyordu gözleri.

"Ben," diyerek başımı üzerime çevirdim ve yaşadıklarımızın izlerini görüp gözlerimi kapattım. "Lütfen gözlerimi bir daha bağla, daha az utanç verici oluyor."

"Mila," dedi boğuk, etkilenmiş bir sesle ve ellerini yüzüme kaydırıp başımı kaldırdı. Gözlerimi açmasam da yüzümde gezindiğini görüyordum. Nefesini düzene koymak için bir an bekledi. "Hadi utanmakta benimleydi? Hadi, aç gözlerini. Utanacaksakta birbirimizin gözlerine bakıp utanalım."

"Haklısın," diyerek gözlerimi yavaşça açtım ve utancı da aşkı yaşadığım bu gözlerde yaşayarak cesaretle gözlerinin içine baktım. Soluk soluğa gülümsedi ve gözlerini aheste bir tavırla tüm vücudumda dolaştırıp sanki bir şeylere inanamayarak gözlerimin içine tutuldu. İkimiz de büyülenmiş, efsunlanmıştık. Yüzümü, az önceki kavrayışlarına göre çok daha kibar şekilde tutarak okşadı. "Sana söylediğim o şarkı... Tanrının seni meleklerin küllerinden yarattığıyla alakalı... Ben sana baktığımda o meleği görmekten vazgeçmeyeceğim, bu sebepten yaşadıklarımızdan utanma."

Bana diyordu ama o da utanıyordu, belliydi. Melek olduğumu söylemekten vazgeçmeyecekti görünen o ki. Şikâyetim yoktu, bana ne derse seviyordum. Kibarlığı elden bırakmamaya çalışarak başımı salladığımda, dudaklarını tereddütle alnıma koydu. "Titriyorum şu an belli oluyor mu?"

Dudağımı ısırıp hızla yükselen göğsüne baktım. "Üzgünüm, ne yaptığımı bilmeden çok şey yaptığımı biliyorum."

"On üzerinden on cümle."

Gömleğinin uçlarına tutundum, çoktan pantolonunun içinden çıkmıştı. Kesik kesik soluklar alıp mahcunbiyetim yüzünden sessiz kaldığımda, Hazer derin bir nefes alarak ellerini üzerimden tamamen çekti. "Seni bir yere götürmek istiyorum ama öncesinde bir duşa girmem lazım." Bakışlarını kaçırarak ensesini kaşıdı. "Sen de eteğini çıkarıp bir pantolon giyin istersen, gideceğimiz yerde daha rahat olursun."

Ben daha bir şey sormadan Hazer hızla arkasını döndü ve kendini koridordaki banyoya atıp gözden kayboldu. Canım benim, utanmış mıydı? Ellerimi kalbime dayayıp soluklandım ve arkamı dönüp misafir odasına geçtim. Nereye gideceğimizi bilmiyordum ama rahatsız olacağımı düşündüyse tabi pantolon giyerdim. Dolabın kapaklarını açıp içerisine bakarken duygularımızın fazlalığından gözlerim doldu.

Ondan biraz bile uzak duramıyorum, biraz bile!

Dolaptan kot pantolonu alırken burnumu çektim ve sonra geçip yatağın üzerine oturdum. Başımı döndürüyordu, aklımı karıştırıp nefesimi benden alıkoyuyordu. Hem ürkünç hem çekiciydi. O an emin oldum, bu aşk beni öldürmezse hiçbir şey öldürmezdi.

Eteğimi çıkarıp bacaklarıma pantolonu geçirdim ve üzerimdeki eksikliği fark ettim. Ne kurdelem saçımdaydı ne de hırkam üzerimdeydi. Koridora düştüğünü hatırlıyordum. Aynaya bakıp üzerimi son kez kontrol ettim ve sonra odadan çıkıp koridora bakındım; hırkam yerdeydi. Alıp silkeledim ve üzerime geçirerek Hazer'in odasının kapısına bir bakış attım, banyodan çıkıp çıkmadığını merak ediyordum.

Yaşadıklarımızdan sonra onunla bu kadar erken yüzleşmekten mahcubiyet duyacağım için hızla merdivenlere yürüyüp aşağıya indim ve Hazer'i burada beklemeye karar verdim. Koltuğa oturarak ellerimi önümde birleştirirken bakışlarım bahçede dolanan Kerem'i buldu. Telefonda konuşuyordu ve el kol hareketlerine bakılırsa epey hararetli bir konuşma yaşanıyordu. Kaşlarımı çatarken Leyla ile konuştuğunu düşündüm.

Yanına gidip teselli edecek bir şeyler söylemeli miydim, bilemedim. Üstelik telefon konuşması bitmemişti. Bu sebepten yerimde oturmaya devam ettim ve adım sesleri duyana kadar onu izledim. Başımı adım seslerinin sahibine çevirdiğimdeyse kalbimin yerinde bir bomba olduğunu, onun adımlarıyla beraber patladığını hissettim. Bana yaklaşırken gözlerimiz birbirinden hiç ayrılmadı. İsterse dünyadaki en yakın şey olur gözleri bana ama isterse de en uzak...

Son basamağı da indiğinde gözlerim aheste bir şekilde üzerinde dolaştı. Gri renkli, yuvarlak yaka bir tişörtle koyu kot pantolonunu giymişti ve üzerinden parfümünün kokusu geliyordu. Hazer'in parfümleri ağır değildi, erkeksiydi ama herkeste olan parfümlerden değil; ona özeldi. O evde olmadığında bazen parfümlerini koklardım onu özlediğimden.

Ağır adımları yanıma varana kadar onu izledim ve Hazer önümde durduğunda yavaşça doğruldum. Saçları ıslak ve ıslandığı için de düz görünüyordu, alnına düşmüştü. Elini yavaşça belime koyup hâlâ biraz utancın gizli olduğu, mahcup ama istekli gözlerle bana baktı. Dudaklarımı kıvırıp tereddütle alnındaki saçlara uzandım ve onları yavaşça arkaya ittim. "Hazırım," dedim kibar şekilde. "Nereye gideceğiz?"

"Görüyorum," dedi her hazırım dediğimde dediği gibi. Nereye gideceğimizi söylememişti, sanırım bir sürprizdi. Israr etmedim, nereye gittiğimin bir önemi yoktu yol boyunca onu izleyeceksem. Başımı nazikçe salladığımda saçlarımdaki elimi tutup ağzına doğru indirdi ve beni avuç içimden öptü. O an keşke diye düşündüm, keşke bu elimi br yumruk yapıp öpücüğü yıllarca saklasam.

Bunu düşünüp içtenliğimle gülümsedim ve elini tutup onunla beraber kapıya yürüdüm. Portmantodan alacağımızı alarak evden ayrıldık ve bahçede bir süre durup Kerem'e baktık, hâlâ telefonla konuşuyordu. Onun için bir şeyler yapma ihtiyacıyla kıvranırken, "Gel," diye mırıldandı Hazer ve ben dışarıya çıkacağımızı düşünürken beni garaja yönlendirdi.

Evin yanındaki garaja doğru yürürken, "Araban dışarıda," dedim şaşırarak. "Garaja neden gidiyoruz?"

"Arabamız," dedi ve sonra eğilip garajın kepenkini yukarıya kaldırdı. Gözlerimi kırpıştırıp onunla beraber garajdan içeriye girdiğimde Hazer'in diğer arabasını gördüm; bu arabayı nadiren kullanırdı. Bu limuzin tarzı bir arabaydı, diğeri BMW. Gün ışığı içeriye dolduğu için etrafı net olarak seçebiliyordum.

"Burada ne yapıyoruz?" Dedim garajın ilerisine doğru yürüyerek.

"Hiç motora bindin mi?"

"Hayır," derken Hazer'in bakışlarını takip ettim ve garajın en dibinde duran, duvara yaslı motora bakakaldım. Bu garaja hiç girmemiştim, üstün körü bakmıştım ve bu yüzden motoru hiç görmemiştim. Hazer motoruna doğru yaklaşıp cebinden bir anahtar çıkardı ve anahtar girişine takıp bana doğru döndü. Hâlâ hayret içindeydim, heyecanlanmıştım. "Motorla mı gideceğiz?"

Motorun koltuğunda duran kaskı alıp bana doğru uzanırken, "Bebeğim isterse," dedi yumuşak bir sesle.

Heyecanla zıpladım. "Si si!"

Göz kırptı ve ardından kaskı yavaşça başıma geçirdi. Kaskın ağırlığına alışmaya çalışırken, Hazer saçlarımı düzeltti ve ardından motoruna yerleşti. Simsiyah, çok kaba görünmeyen ama ufak bir motor da değildi. Gördüğüm kadarıyla bu da BMW'di. Hazer koltuğuna iyice yerleşti ve elleriyle motor direksiyonunu tutarak, "Arkama yerleş," dedi. "Ve bana çok sıkı tutun tamam mı?"

Onunla yaşadığım yeni bir deneyim olduğu için heyecanlanıp motora yaklaştım ve kaldırıp sol bacağımı motorun diğer tarafına atarak onun arkasına yerleştim. Çok rahat değildi ama heyecanlı bir yolculuk olacaktı. Dediği gibi kollarımı onun beline sararak gövdemi sırtına yasladım ve ellerimi karnımda birleştirdim. Hazer'in sırtındaki o gerilimi, yakınlığımızın getirdiği heyecanı hissedip yanağımı ensesinin altına yasladım. Kendisi için başka bir kask yoktu ve itiraz etsem de kaskı onun takmayacağını biliyordum. Sıcaklığıyla mest olup karnını okşadım.

"Hazır mısın?" Diye sordu, buğulu bir sesle.

"Evet hayatım. Hadi lütfen, heyecanlandım."

Gülümsediğini hayal ettim ve bu hayalle yaşarken motorun sesini duydum. Gözlerimi kapatıp heyecanla atağını bekledim ve saniyeler içinde tekerleklerin döndüğünü hissettim. Motor ileriye fırladı ve saniyeler içinde garajdan çıktı. Gözlerimi açtım ve bahçe kapısından çıkarken, Kerem'in bize el salladığını gördüm.

Sokağa çıktık ve Hazer daha da hızlanıp gaza yüklendiğinde yüzüme vuran rüzgârı hissedip hoşnut oldum. Akşam güneşinden ziyade püfür püfür esen bir rüzgâr vardı ve açıklamayacağım kadar iyi hissetmiştim. Saçlarım savruldu ve kıkırdayarak ensesinin altına sokulurken, onun karnını okşamaya devam ettim. Çok hızlı kullanmıyordu ama yeterince heyecanlıydı.

Dakikalar sonra, havanın epeyce karardığı vakitte Hazer motoru dar bir İstanbul sokağına sokarak yavaşlattı ve meraklı gözlerim etrafta dolaştı. Sessiz, cadde arası, birkaç mekânın olduğu bir sokaktı. Yol boyunca bu deneyimin tadını çıkarmış, her fırsatta ona daha sıkı sarılmıştım. Hazer moturu kaldırıp kenarına çektiğinde başımı ona doğru çevirerek, "Nereye geldik?" Diye sordum merakla.

Ellerini direksiyondan çekerek anahtarı çıkardı ve omzunun üstünden bana doğru döndü. "Az daha bekle lütfen."

Heyecanlandığımı hissedip başımı salladığımda, Hazer yavaşça aşağıya indi. Ben de onu takiben bacaklarımı sağ tarafa atıp ayaklarımı yere bastım. Hazer yaklaşıp başımdan kaskı yavaşça çıkarttı ve moturun üzerine bıraktı. Kafamdaki ağırlığın azalmasıyla beraber gülümseyip, "Harikaydı, teşekkür ederim," dedim bana yaşattığı bu heyecanın minnetiyle.

Kask yüzünden dağılmış saçlarımı kibar şekilde düzeltikten sonra benim kadar heyecanla gülümseyip elimden tuttu. "Senin bana yaşattıklarının yanında hiçbir şey," dedi duygulu sesiyle.

Kızardım ve elini daha sıkı tutup onun peşinden sokağın sonuna doğru yürüdüm. Motoru gerimizde bırakıp onunla sokağın karşısına geçtiğimde etraftaki karanlıktan ve insanlardan ürkerek ona yaslandım. Gençlerin takıldığı mekânların olduğu bir sokaktı, bazı mekânlardan canlı müzik sesi geliyordu. İlgiyle, biraz da ürkerek bu kasvetli sokağı izledim. Hazer sokağın sonuna kadar ilerleyip birkaç basamağın olduğu merdivenlerin önünde durdu ve benimle beraber basamakları çıktı. Siyah korkulukları olan merdiven basamakları çıkıp siyah bir kapıyı açtı. Beraber kapıdan içeriye girerken, "Burası çok basık bir yer," dedim kasvetten rahatsızlık duyarak.

"Merak etme, özellikle bizden başka kimsenin olmamasını rica ettim arkadaştan."

Basık bir mekândı, ışık yanmıyordu. Önümüzde uzun, çok dar merdiven basamakları vardı. Hazerle beraber önlü arkalı basamakları çıkarken, "Hımm, şimdi Harry Potter gibi bir kapıdan geçip başka dünyada mı olacağız?" Diye sordum, gülümseyerek.

"Benimle alay ettiğinin farkında olmadığımı sanma."

Son basamakları da çıkarken mahcubiyetle gülümsedim. "Afedersin."

Elimi sıktı ve basamağın sonunda düz bir koridora çıktık. Burası da aşağısı gibi basık, kasvetliydi. Birkaç adımda koridor sonundaki kapısı kapalı odaya ilerledi ve kapıyı tıklattıktan sonra yavaşça açtı. Onun omzunun üzerinden içeriye baktım ve buranın daha önce hiç görmediğim tarzda bir yer olduğunu anladım.

Hımm, sanırım şu her tarafı dövmelerle kaplı adam bir dövme sanatçısıydı.

Yutkundum ve Hazer iri bir adımda içeriye girdiğinde, genç adam oturduğu sandalyeden kalkarak Hazer'e yaklaştı ve gülümseyip elini uzattı. "Selam ahbap."

"Selam."

Hazer'in omzunun arkasında kalıp, onlar birkaç şey konuşurken ilgiyle etrafı izledim. Küçük, kasvetli, dinamik bir odaydı. Duvarda geniş, uzun bir ayna vardı ve aynanın tam karşısında muayene yatağını andıran bir yatak duruyordu. Kısık sesli, benim pek tarzım olmayan bir parça çaldığını duydum. Duvarlarda boy boy grup posteri vardı ve tavandan sarkan avizeler buz parçası görünümünde, oldukça dikkat çekiciydi. Tarzım olan bir mekân değildi ama kendi içinde çok güzeldi.

"Kız arkadaşım..." Hazer'in sesini ayırt edebildiğimde başımı aceleyle önüme çevirdim ve Hazer'in arkasında saklanmaya devam ederek başımı salladım. Adam epey zayıf, sakallıydı ve yüzünde sayısız piercing vardı; neredeyse görünebilen her yerindeyse dövme. Kendisi de bana başını sallayıp Hazer'in omzunu sıktı. "Kız arkadaşına mı dövme yapacağız?"

"Hayır," dedi Hazer, kaşlarını çattığı gördüm. "Hassas o, canı acır. Bana yapacaksın, konuştuk zaten telefonda."

"Bebek değil ya be," diyerek ona sırıttı adam ve ardından, "Buyurun," diyerek ilerideki dövme koltuğunu işaret etti.

Bir saniye...

Hazer dövme mi yaptıracaktı?

Bunun şaşkınlığını yaşayarak ona döndüğümde Hazer birkaç adım atıp bu uzun, yatsı şeklindeki koltuğa oturdu ve bana dönüp elleriyle belimi sardı. Genç adam arkamızda kalmış, muhtemelen dövme için kullanacağı bir şeylerle ilgileniyordu. Ellerimi onun omuzlarına yaslayıp gözlerine aynı şaşkınlıkla bakmaya devam ettim. "Dövme yaptırmak istediğini bilmiyordum."

Belimi sıkıca tutarak çenesini karnıma yasladı ve düşünceli gözlerle bana baktı. Bu basık, kasvetli yeri gözleriyle aydınlattı. "Dövme pek tarzım olan bir şey değil Mila, daha genç yaşlarımda bile heves etmedim."

Omuzlarını okşayıp, "Sen hâlâ gençsin aşkım," dedim.

"Sen benden çok daha gençsin ama," diye huysuzlandı, yanaklarını şişirerek. Yüzünün sıcaklığı karnımdaydı, yüzünü karnıma yaslamayı çok seviyordu canım benim.

"Ve sen de senden daha genç olan bu kızın ilgisini çeken terk erkeksin."

Böyle cümleler kurmazdım ama içimden gelmişti. Mahcubiyetle utanç karışımı bir ifade yüzünü gölgeledi ve heyecanla yutkunup, "Mila," dedi sessizce. Alnını karnıma sürttü ve beni utandırmamak adına bu konu hakkında bir şey demeden, "Dövmelere karşı hâlâ bir ilgim yok," diyerek devam etti fısıltıyla. "Fakat aklıma bir şey geldi ve ömrümde bir kez dövme yaptıracaksam bunun bir şekilde sana duyduğum aşkla ilgili olmasını istedim."

Dudaklarım ilerleyen birkaç saniye boyunca açık kaldı ve kalbim onunla çarptı. Yaptığı delilikti, böyle şeylere gerek yoktu ki. Fakat beni o kadar duygulandırmıştı ki... Gözlerimi kırpıştırarak, "Dövmeler benim de ilgi alanlarıma girmiyor," dedim titreyen bir sesle. Gözlerinin içine hayranlıkla baktım. "Senin duygularının kanıta ihtiyacı yok. Rica ederim, canını acıtma. İçinden gelmesini anlıyorum, beni çok duygulandırdın ama bu benim mahcup olacağım bir jest."

"Kes sesini derdim ama sana hiç kıyamıyorum biliyor musun," diyerek karnımın üzerine bir öpücük kondurdu. Tenimden bir titreme geçti. "Diyemem ama böyle yersiz yere mahcup olduğunda kızıyorum sana. İçimden geldi Mila, yapacağım."

Saçlarını kavrayıp ümitsizce iç geçirdim, bu konuda onu durduramayacağım açıktı. Madem öyle, yanında olup elini tutardım. Gülümseyerek saçlarını düzelttim. "Peki, ne yaptıracağını söyler misin?"

Sırıttı. "Bittiğinde görürsün."

"Hey." Kıkırdadım. "Neden sırıtıyorsun?"

"Çok tatlısın, ısırayım mı seni..."

Kızarıp kafasını karnıma yasladım ve içim titreyerek gülümsedim. Kendimi, onunla beraber bulutlara çıkıyor gibi hissediyordum. Az sonra genç arkadaş bize yaklaştığında Hazer hemen yanındaki koltuğa oturmamı rica etti ve ben koltuğa oturup elini tuttuğumda, Han da üzerindeki tişörtü çıkarttı. Onu çıplak görmek beni etkiliyordu ama yanımızda bir başkası varken gözlerimi ona dikip bakmak utanç verici olurdu.

Genç arkadaş Hazer'i yönlendirdi ve Hazer bunun üzerine muayene koltuğuna benzeyen yere yüzüstü uzanıp tişörtünü dizlerime bıraktı. Tişörtünü özenle katlayıp onun elini tekrar kavradım. Dövmeyi omzunun hemen arkasına yaptıracaktı ve bitirene kadar görmeyeceğim çok açıktı. Hazer yanağını koltuğa yaslayıp benden tarafa döndü ve genç adam dövmeyi yapmak üzere onun omzuna eğildi.

Zaten dövmenin yapıldığı sürece omzuna bakamaz, iğnenin vücuduna girişini tepkisiz karşılayamazdım.

Dövmeci arkadaş Hazer'e birkaç şey dedikten sonra dövmeyi yapmaya başladı ve sanki birisi de benim omzumu acıtmaya başladı. Hazer'in elini daha sıkı tutup sandalyemi biraz daha kendisine çektim ve yüzümü yüzüne eğdim. Kaşlarını hafifçe çatmıştı ama sızlanmıyordu. Hayatında ilk kez dövme yaptırıyordu, heyecanlı olmalıydı, ben de gergin ve heyecanlıydım. Ne yaptırdığını merak ediyordum ama ne yaptırırsa yaptırsın bunu aşkımızdan ilham alarak yaptırdığını bilecektim.

İlerleyen dakikalar boyunca ikimiz de sessiz kaldık. Bir elimle yüzündeki teri siliyor, diğer elimle elini sıkıca tutuyordum. O da gözlerini benden ayırmıyor, dövmenin bedenine verdiği acıyı sanki bana bakarak azaltıyordu. Dövmeyi yapan genç adam ara ara Hazer'i oyalamak için bir şeyler sordu ve Hazer de kibarca ona cevap verdi.

Şakağından akan sıcak teri silerken, yüzümü buruşturarak ona eğildim ve doğruyu söylemesini umut ederek sordum. "Acıyor mu?"

Parmaklarını parmaklarımdan geçirirken, "Tabi hissettiriyor ama acıyor diyemem," dedi, samimi görünüyordu.

Acının umduğumdan daha hafif olduğunu fark edip biraz olsun rahatladıktan sonra tekrar fısıldayarak sordum. "Seni oyalamak için ne yapabilirim?"

Gözlerini kıstı ve pozisyonunu bozmadan gözlerini dövmeci arkadaşa çevirdi. Bizi dinlemiyor, tamamen işine odaklı görünüyordu. Hazer bunu fark edip gözlerini tekrar bana çevirdi ve gözlerimin içine bakarak, "Bana bir şiir daha okuyabilirsin," dedi, tenime sinen nefesiyle. "Dinlemekten mutluluk duyarım."

Gözlerine tutulup dudağının üzerini okşarken içimden taşan duygularımı tutamadım. Şiir istiyordu demek ki. Varlığı, her şeyi gölgede bıraktı ve omzuna iğne girmiyormuş gibi hayranlıkla bana bakarken tatlı şekilde gülümsedim. "Senin için bir şiir okumayacağım, senin için bir şiir yazacağım."

Hayret belirtisi göstererek bir süre konuşamadı. "Benim için mi?"

"Epey zamanımı alır, ne zaman yazabilirim bilmiyorum," dedim ve utanıp kıkırdadıktan sonra bakışlarımı kaçırdım. "Ama yapmak istiyorum..."

"Mila..." adım dudaklarından bir gülüşle döküldü ve yutkunup, hayranlıkla yüzümü izledi. Mahcup olup yüzümü öne eğdim ve onunla beraber bulutlara çıkmaya devam ettim. Elimi sıktı, gözlerini bir an olsun benden ayıramadı. Ben şiir yazmasını bilmezdim ama şiirleri çok severdim ve Hazerle aşkımız bana çok ilham veriyordu. Mesela yığınla güzel kelime geliyordu dudaklarıma, ona haykırmak için.

Aşk... susamamakmış.

"Bitti dostum."

Genç adamın sesini duyduğumda başımı yukarıya çevirdim ve onun cihazı kenara bırakıp Hazer'e gülümsediğini gördüm. Görmek için sabırsızlanıyordum. Hazer yüzünü çevirip ona baktıktan sonra, "Teşekkür ederim," dedi, düz bir sesle. Minnetle başını salladı. "Doğrulabilir miyim?"

"İyi hissediyorsan tabi."

Genç adam ikimize de bir bakış atarak cihazla beraber odanın diğer tarafına uzaklaştığında Hazer doğrulup bacaklarını aşağıya bıraktı ve benden tarafa döndü. Bakışlarımı azıcık yana kaydırıp görebilirdim ama sanki ondan izin bekliyordum. Hazer elini saçlarıma uzattı ve bir tutam saçımı parmağına dolayarak parlak gözlerle gülümsedi. "Aşk... sadece seninle Mila."

Ve sonra yavaşça omzunu bana çevirdi. Göğsümden yukarıya koşan heyecanlı nefesim gırtlağımda büyüdü ve gözlerim hevesle omzuna kaydı. Aşkın ona ne yaptırdığını oraya baktığımda gördüm ve aslında bana verdiği o sözü yüreğimin onlarca kat altında, ruhumda hissettim. Bu dans başımı döndürüyor ve yalnızca öldüğümde biteceğe benziyordu. Gözlerimden mutluluk yaşları dökülürken omzuna kibar şekilde, italik harflerle yazılmış olan İspanyolca kelimeleri sesli şekilde okudum.

"Ya no molestarán a mi bebé."
*Artık üzemezler bebeğimi.*

BÖLÜM SONU.

Bu bölüm çok uzundu, üç ay yeter bence size asdgshshd

Ayrıca bölümü sakin bitirmek istedim, son birkaç bölümdür çok yüklendim sizeadfghf. Bu arada cümlenin İspanyolca yazılışını ig üzerinden sizlere de sordum ve birden fazla geri dönüş aldım; hepsi farklı çevirilerdi. Ben de en doğru olduğunu düşündüğüm şekilde yaptım :)

Umarım sevdiğiniz bölüm olmuştur, bu uzunluktaki bölüme oy vermezseniz gerçekten üzülürüm 7 K vote olması dileğiyle :( Bu arada Hazer, Mila, Kerem ve diğer karakterlerin instagram parodi hesaplarını bırakacağım; bakmak isterseniz bakarsınız canımın içleri :)

Bölümü bir emoji ile anlatır mısınız?

hazerhandalgakirann
safirmilasafkan
kerem_adall
behramçidamli
gazelçidamli
leylakoksal

Ve benimkini zaten biliyorsunuz; emineasr

Neyse çok uzattım yine asdahsjjd gidiyorum, hoşça kalın canımın içleri.

EMİNE TAVUZ,
SEVGİLERLE.
♥️♥️♥️

Continue Reading

You'll Also Like

337K 25.3K 43
0536****: "Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân Beni bir gözl...
5.8M 191K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
639K 42.2K 30
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
1.6M 84.2K 47
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...