KİMSESİZLER MATEMİ.

By matmazelhayalleri

13.3M 880K 3.1M

Safir Mila Safkan, şu an olduğu yaşından çok daha ufakken, hayatının taşlarını yerinden oynatan bir olay yaşa... More

KİMSESİZLER MATEMİ.
1. Bölüm: "Hüzünlü Bir Matem."
2. Bölüm: "Bir Avuç Şekerleme."
3. Bölüm: "Kasırga."
4. Bölüm: "Çığlık."
5. Bölüm: "Çirkin Kalpler."
6. Bölüm: "Bir Küçük Hediye."
7. Bölüm: "Dilek."
8.Bölüm: "Kimsesizlik."
9. Bölüm: "Not."
10. Bölüm: "Işıklar Sönerse Diye Korkmak."
11. Bölüm: "Söz."
12. Bölüm: "Sadece Hazer."
13. Bölüm: "Senorita Ve Süper Kahraman."
14. Bölüm: "Müziğin Sesi."
15. Bölüm: "Balo."
16. Bölüm: "Mesafe."
17. Bölüm: "Gelmek..."
18. Bölüm: "Dudaktan Kalbe."
19. Bölüm: "Gece Yarısı Güneşi Ve Üstüne Kar Düşmüş Dağ."
20. Bölüm: "Kırgınlıklar ve Telafiler."
21. Bölüm: "Acıyı Resmetmek."
22. Bölüm: "Gemideki Kaptan ve Güvertedeki Kız."
23. Bölüm: "Kara Ay Güneşe Kavuşursa..."
24. Bölüm: "Mutluluk Balonu."
25. Bölüm: "İlham Perisi."
26. Bölüm: "Evin İçine Düşen Bomba."
27. Bölüm: "Yerle Bir."
28. Bölüm: "Hayal Kırıklığı."
29. Bölüm: "Reddediliş."
30. Bölüm: "Ay Güneşe Tutuldu."
31. Bölüm: "Müzikal."
32. Bölüm: "Bir Şehir Bin Gülüş."
Gazel & Behram.
33. Bölüm: "Işıklar Söndü."
35. Bölüm: "Elmas Kalpler."
36. Bölüm: "Güzel Çiçekler ve Zehirli Bitkiler."
37. Bölüm: "Ölümcül Gerçekler ve Parçalanmış Kalpler."
38. Bölüm: "Perişanlıklar ve Bedeller."
39. Bölüm: "Artık Üzemezler Bebeğimi."
40. Bölüm: "Ateşin Etrafında Uçuşan Kelebek."
41. Bölüm: "Kana Karışan Aşklar."
42. Bölüm: "Kalpteki Avare Kelebekler."
43. Bölüm: "Geçmişin Davası."
44. Bölüm: "Kaderdeki Aşklar ve Lunaparktaki Işıklar."
45. Bölüm: "Mutluluk Ya Çok Yakınında Ya Çok Uzağında."
46. Bölüm: "Kırmızı Kurdele."
47. Bölüm: "Sevgi Ölmez Sen ve Ben Katil Olmak İstemezsek."
SEZON FİNALİ: KUZEY IŞIKLARI.
49. Bölüm: "Kuzey Işıkları."
50. Bölüm: "Yirmi Gün."
51. Bölüm: "Eve Dönüş."
52. Bölüm: "Umut Etmek Veya Mağlup Etmek."
53. Bölüm: "Aile."
54. Bölüm: "Oyun."
55. Bölüm: "Yıkımın Ardındaki Gürültü."
56. Bölüm: "Sevginin Kıymeti."
57. Bölüm: "Beyaz Pointler."
RAFLARINIZDA BİZİM İÇİN YER AÇAR MISINIZ?
58. Bölüm: "Kışın Güneşi, Baharın Çiçeği."
59. Bölüm: "Bahar Çiçeği Büyüyor."
KİMSESİZLER MATEMİ KİTAP KAPAĞIMIZ.
60. Bölüm: "Melek Kanatları."
61. Bölüm: "İlk Kalp Atışları."
62. Bölüm: "Islak Kirpiklerin."
63. Bölüm: "Rüya."
64. Bölüm: "An."
FİNAL.

34. Bölüm: "Fırtınada Çiçek Dikmek."

203K 14.4K 76.2K
By matmazelhayalleri

Multimedya:

Çağan Şengül, Mesafe.

Merhaba parlayanlarım!

Sizi çok bekletmeden geldim gördüğümüz gibi. Umarım severek, keyifle okursunuz. Sizden ricam paragraf arası yorumlarınızı ihmal etmemeniz<3 Okurken aşşırı eğleniyorum <3

Eskiden buraya yıldızları izleyen Safir koyardım, artık Safir'i tek değil, Hazerle koymak istiyorum :')

Hikâyeye girerken yıldızlarımızı bırakalım. ✨

34. Bölüm: "FIRTINADA ÇİÇEK DİKMEK."

Ve belki bir bıçağın yapamadığı yapar, öldürür tek bir yalan, tüm iyi duygularını.

Nasıl korkuyor aslında acı, onu hissedemeyeceğiz diye. Kötü bir duygu çünkü acı dediğin şey, kimsenin özgür iradesiyle hissetmeyi istemeyeceği kadar kötü... Belki bu yüzden hissedilme arzusuyla bu kadar içimizde, yakamızda, hatta çoğu zaman kalbimizin içinde... Acı da acı değil de sevgi ya da aşk olmayı isterdi belki, sevilebilmek için. Bazen acı gibiyiz. Sevileceğimizi düşündüğümüz için insanlara duymayı isteyeceği şeyler söyler, görmeyi istediği şeyler gösteririz.

Gazel Behram'ın kalbini çaldı ama o kalbi avucunun içinde tutması hiç kolay olmayacaktı.

O kadar korku dolu bir andı ki, zamanın donmuş olduğunu hissediyordum. Yalandan mı korkulur yoksa yalancının kendisinden mi bilinmez ama ben Behram'ın kalbinin kırılmasından korkuyordum. Behram iyidir, naziktir, altın gibi bir kalbi vardır ve böylesine bir adamın Galiple kavga etmesinin Gazel'den başka ne sebebi olabilirdi, bilmiyordum.

"Kerem... N'olur ayır onları..."

Gazel'in titreyen sesi üçümüzün de kilitlenmiş bedenini irkiltti ve Kerem hayretler içinde Gazel'e dönüp başını salladı. Bir an neredeyse Gazel'e kızgın, öfkeli bir bakış attığını hissettim ve ardından önüne döndüğünde, nefesimi tuttum. Kerem onlara doğru koşmaya başladı. "Yettim Behram kardeşim..."

Behram onlara doğru koşarken, ani bir dürtüyle uzanıp Gazel'in elinden tuttum ve onu arabanın içine çektim. Sarsıldı ve yanıma, az önce kalktığı yere düşerek çoktan ıslanmış yüzünü bana çevirdi. Onu çok seviyordum ama şu an Gazel'den çok Behram için üzülüyordum ve ne olup bittiğini anlamadan Gazel'in onun karşısına çıkıp Behram'ı incitmesini istemiyordum. Dudakları konuşmak için aralanacak oldu ki, "Hazer bana sadece bir cümle kurdu ve yüreğim parçalandı," diye fısıldadım, ilk kez ona karşı bu kadar ciddi konuşarak. "Büyük bir yalan söylemiş olsa nasıl hissederdim, düşünemiyorum bile! Eğer Galip ona söylediyse Behram'ın nasıl korkunç hissettiğini hayal edemeyiz! Bu işi üstleniyorum. Eğer Behram şimdi öğrenmediyse bile hemen bugün ona olan biteni anlatacaksın. Galip seni görürse bile mutlaka bir şeyler söyler, bu yüzden rica ederim arabadan çıkma ve neler olup bittiğini anlayalım."

"Behram'a vurmuş gördün mü? Dudağının kenarından kan sızıyordu..."

Hayır, bunu görecek kadar yüzlerine bakamamış, sadece donup kalmıştım. Fakat Gazel bunu görmüş, hatta bunun için acıyla dolmuştu. Ona hiçbir şey diyemeden başımı tekrardan kapıdan dışarıya çevirdiğimde, Kerem'in Behram'ı Galip'in üzerinden kaldırdığını ama bu sefer kendisinin Galip'i yakasından tutup sarstığını gördüm. Şaka gibiydi ama şimdi Behram Kerem'i Galip'ten uzaklaştırmaya çalışıyordu.

İlahi Kerem.

"Sen Behram'ı tek mi sandın?" Dedi Kerem, imrenilesi bir güçle Galip'in yakalarını çekiştirirken. Galip ellerini omuzlarına koymuş, onu itmeye çalışırken söyleniyordu. "Seni var ya seni sinek gibi iki elimin arasında tokatlayarak döverim koççççum!"

Galip siniri bozulmuş şekilde gülerek onu daha kaba şekilde itti. "Haddini bil! Çek o ellerini üzerimden."

Behram Kerem'i tüm kuvvetiyle Galip'ten ayırmaya çalışırken, "Aa, sinek vızıldıyor," dedi Kerem ve hemen ardından kafasını Galip'in suratına gömdüğünde, Galip küfür ederek yere yapıştı.

Behram ayıplarcasına Kerem'e baktı. "Senin bizi ayırman gerekmiyor muydu?"

Kerem omzunun üzerinden Behram'a dönerek son derece sevimli şekilde gülümsedi. "Aşk olsun, ayırdım işte. Sana da iyilik yaramıyor Behramcığım."

Behram pes eder gibi ellerini havaya kaldırarak gözlerini devirdiğinde, Galip üstünü silkeleyerek yerden kalktı. Siyah bir şişme montu ile kot pantolonu vardı ve kıyafetleri kirlendiği için öfkeli olduğunu tahmin edebiliyordum. Birkaç adım geriye doğru sendeledi ve ardından işaret parmağını Behramla Kerem'in yüzüne doğru salladı. "Dua edin gitmem gerekiyor, yoksa sizi fena benzetirdim."

Kerem onun üzerine doğru yürüdü. "Sie lan nanoş."

Behram kabalığı için Kerem'e kızarken, Galip yumruklarını sıkarak onlara arkasını döndü ve süratle arabasına ilerledi. Buraya Gazel'i görmek için geldiğini pekâlâ anlamıştım ama Behramla ne sebeple kavga ettiğini çözememiştim. Onları birbirinin yakasına yapışmış halde gördüğümde Gazel'in yalanının ortaya çıktığını düşünmüştüm ama Behram kendini kaybetmiş gibi değildi, daha çok gergindi.

Sanırım öğrenmemişti.

Vicdanım o kadar ağırlaştı ki, içime bir taşın oturduğunu hissettim. Galip'in arabası sokağın diğer ucundan dönerek gözden kaybolduğunda, Gazel rahatlamış gibi rahat bir nefes verdi ama hiçbirimizin rahatlamaya hakkı yoktu. Sinirlerim çok bozulmuştu, alnımı ovalayarak ağlarken Behramla Kerem'in konuştuğunu duydum ve az sonra ikisi de bu tarafa döndü. Behram utandı ve başıyla bana selam verdi. Ah hayır.

Kerem buraya doğru yürümeye başladığında kendi çabamla değneğimi aldım ve bacağımı dışarıya çıkartırken, Gazel'in gözyaşlarını silerek arabadan indiğini gördüm. Arabanın etrafını dolanarak yanıma geldi ve mahcup bakışlarını benden kaçırarak doğrulmama yardımcı oldu. Behram'ın Galiple dövüştüğü için mahcup olan, utanan o ruhuna nasıl bunu yapabilmiştik?

"Yettim Safirciğim..."

Kerem de yanımıza vararak koluma uzandığında, ilk kez Hazer'den başka bir erkeğe güvenerek beni tutmasına müsaade ettim. Gazel bir tarafımdan Kerem de diğer tarafımdan tuttuğu için değneği kullanmama gerek kalmamıştı. Kerem arabayı kilitledi ve onların yardımıyla sokağın karşısına geçerken, yolun ortasına baktım. Araba tam o noktada bana çarpmıştı. Hayatımın içinden kim bilir kaç gülüş, kaç mutlu anı çalmıştı.

Bahçeden içeriye girdiğimizde Gazel evin kapısını açmak için benden ayrıldı ve bu sırada Behram'ın üstünü düzelterek gözlerini etrafta dolaştırdığını gördüm. Gazel kapıyı açtı ve hemen ardından çantasından bir selpak çıkararak Behram'a doğru koştu. Behram irkilerek ona döndü ve Gazel peçeteyi titreyen eliyle ona uzattı. "Dudağına... vurmuş."

"Ah." Behram elini dudağına götürdü ve parmakları kan olduğunda yüzünü buruşturarak Gazel'den selpağı aldı. Çekingen davranıyor, tartışmalarını gördüğümüz için oldukça utanıyordu. "Sağ olasın," diyerek selpağı aldı ve bakışlarını yere dikerek konuştu. "Abinle kavga etmek istememiştim ama çok zorladı. Burada ne işin var falan diye sordu, niyetimi yanlış anlamaması için açıklamaya çalıştım ama gözü dönmüş gibi küfredip senden... uzak durmamı istedi. Gerçekten açıklamaya çalıştım ama ana bacı küfredince... Tövbe tövbe..."

Galip bir şeyleri anlamış, Galip'in Gazelle birlikte olmaması için çabalıyordu ama sadece kim olduğunu söylese çabalamasına gerek kalmazdı. Behram mahcup hissettiğinden dolayı bize bakamıyordu ama aslında utanan, yüzleri kızarması gereken bizdik. Zaten utanıyorduk da. Gazel hiçbir şey diyemeden ellerini yumruğa dönüştürürken, "Bence abinin karşısına beraber çıkmalıyız," dedi, dudağından akan kan peçeteyi kötü bir kırmızıya dönüştürmüştü. "Niyetimizin ciddi olduğunu söylersek bizi anlayacağını düşünüyorum."

"Niyetin ciddi," dedi Gazel, biz durmuş onları izlerken. "Benimle hemen bugün evlenir misin?"

Behram'ın ağzı bir karış açıldı. "Yanlış duydum galiba?"

Ben ve Kerem de en az Behram kadar şaşkınlık yaşadık. Gazel'in bunu dediğine, onu kandırmaya devam ettiğine inanamıyordum. Bir kez daha hayal kırıklığına uğradım ve bir yara bandını, daha fazla kanamaması için kalbimin üzerine yapıştırmak istedim. Bugün gerçekten daha fazlasını kaldıramıyordum. Kerem beni tutarken şok içinde konuştu. "Leyla'dan görmek istediğim hareketler..."

"Kerem..." ondan tarafa döndüm ve vücut kaslarımın zorlandığını hissederek rica ettim. "İçeriye girmeme yardım eder misin?"

"Salak kafam ya! Tabi tabi, hemen götürürüm."

Onun yardımıyla sokak kapısından içeriye girerek Gazel'i Behramla orada bıraktık, çünkü konuşmalarını daha fazla duymak istemiyordum. Gazel dediğimin aksine kalkmış ona, bugün evlenebilir misin, diye soruyordu ve ağzımı açıp gerçekleri söyleyememek yüzümü kızartıyordu. Söylesem ilişkilerini geri dönülemez şekilde baltalardım, çünkü Behram bunu Gazel'den duyarsa ilişkilerinin bir kurtuluşu olurdu. Fakat Gazel söylemiyor, yakışıkalmaz şekilde davranmaya devam ediyordu.

"Odana bırakayım mı Safirciğim?"

Bir elimle yanağımdan akan yaşları silerken, "Odamda yatağım yok," dedim, hâlâ bir yatak almadığım için kendime kızdım.

"Biz almıştık senin için. Yani bacağının kırıldığını öğrendiğimizde rahat bir yerde yatman gerekiyor diye..."

Ah, bunun kimin başının altından çıktığını sanırım biliyordum. Hazer. Ağzımı açıp bir şey demeden başımı salladığımda Kerem beni odama kadar taşıdı ve kapıyı açıp içeriye girdiğimizde, kurulu bir odayla karşılaştım. Üzerinde beyaz yorganı ve çarşafı olan bir yatak vardı ve yine beyaz komodin yatağın hemen başındaydı. Beyaz senin rengin.

"Kerem, senin patronun çok gıcık birisi," dedim huysuzca.

"Evet Safirciğim, sana katılıyorum. İstersen eve gittiğimde onun başının belası olup seni gücendirmesinin cezasını çektireyim."

Dudağım buruk şekilde yukarıya kıvrıldı ve aynı anda Hazer'in attığı mesaj aklıma düştü. Kalbimi kırıp üzerine bir bant çekmeye çalışıyordu ama şu an eve geri dönemezdim. Umarım kalbi kırılmıyordur, çünkü onun kalbinin kırılmasını istemem. "Gerek yok Kerem. Zaten sen o eve tek döndüğünde, yeterince üzülecek."

"Anlamadım ama haklısın."

Yatağın ucuna oturmama yardım ettiğinde, değneğimi kenara bıraktım ve ellerimden yardım alarak kalçamın üzerinde geriye kayarak sırtımı yatak başlığına yasladım. Hazer'in masrafa girip bana bunları alması hoşuma gitmiyordu, kibar birisiydi ama keşke bu isteğime de kulak assaydı.

Tamam Safir, hemen yumuşa.

Ama o Hazer...

"Benden bir isteğin var mı Safir?"

Başımı yorgun şekilde yatağın arkasına yaslayıp hastane kıyafetinin eteğini bacağımdan aşağıya doğru çektim. Az önce Galip'i döven, ona kabalaşan o adamdan ziyade sevimli, anlayışlı bir adam görüyordum ve artık gülen gözlerinin içinde nasıl acı acı bağıran bir ruhun yattığını biliyordum. "Hayır Kerem, canının sağlığından başka şey istemiyorum."

"Bir şey olursa numaram var zaten," dedi, beyaz gömleğinin yakasını düzeltirken. "Hatta sen bana sık sık mesaj at, yazış benimle, Hazer Bey'i gıcık edelim."

Ona kibarca güldüm. "Düşüneceğim bunu."

Bana göz kırpıp odadan çıktığında kasılan vücudumu rahat bıraktım. Yatak parfüm kokuyordu ama benim üzerimde, boynumda, hatta yanağımda Hazer'in kokusunun olduğuna yemin edebilirdim. Sanki gece... Bir ara yüzünü boynuma koyup uyumuştu. Elimi boynuma götürdüm ve sokak kapısının kapandığını duydum.

Adım sesleri odama yaklaştı.

Kapı aralandı ve Gazel, kollarında bir cesedin ağırlığını taşıyan birisi gibi fersiz gözlerle bana baktı. "Küvete su doldurayım, banyo yap."

Hiçbir şey demedim ve o kapıyı örtmeye güç bile bulamadan düşmüş omuzlarıyla koridordaki banyoya gittiğinde, neye üzüleceğimi şaşırdım. Hayatım, hesap edemediğim şekilde ilerliyor ve ben cephede durmuş, en nihayetinde eve dönmeyi bekliyordum. Boynumu okşadım ve kolyemi avucumun içine alarak ona hissettiğim ilham verici duyguların bana yolumu göstermesini diledim.

Gazel az sonra yanıma geldiğinde yataktan bir kez daha kalktım ve neyse ki mesafe kısa olduğu için pek yorulmadan banyoya ulaştım. Küvetin içine bir iskemble koymuştu ve beni oraya oturturken tahmin ettiğim kadar zorlanmamıştık. Alçılı bacağımı yavaşça kaldırdı ve ayağımı küvetin kenarına koydu, böylelikle alçı su almayacaktı. Saçlarımdaki kurdeleyi çıkarıp kenara koyduğunda, çekingen şekilde üzerimdeki hastane kıyafetine uzandım. "Tamam Gazel, gerisini ben hallederim."

"Olur mu öyle şey," dedi Gazel, dargın gözlerle bana bakarak. "O kadar mı kızdın bana? Ayrıca ne kadar kızarsan kız, çıkmıyorum."

Hastane kıyafetini yukarıya topladığımda, Gazel uzanıp yukarıdan çekti ve böylelikle çamaşırlarımla kalmış oldum. Bedenimi kimse bu derece çıplak görmediği için çekimser davranıyordum. Kollarımı kendime sardığımda Gazel başımdan aşağıya sıcak su döktü ve sanki tüm yaralarım sızladı. Ürperdim. "Bacakların amma uzunmuş kız."

Gözlerimi devirdim. "Hazer de böyle söyledi. Bacaklarıma çok iltifat ediyor."

"Alfa erkeği işte."

Güzel, ferah kokulu bir şampuanla saçlarımı yıkadı ve hastane kokusu üzerimden aktığı için sevinmek yerine, Hazer'in kokusu kaybolup gittiği için kederlendim. Saçlarımı birkaç kez yıkadıktan sonra yavaşça, eziklerime dikkat ederek sırtımı, kollarımı keseledi. Bacağımı kendim yıkadım ve sırtım ona dönükken göğsümün etrafındaki yanıklara baktım. Bir gün evlenirsem... Sanırım sadece o gün, kocam görecekti tüm bu yanıkları.

Temizce durulandığımda Gazel bornoz getirdi ve bornoza sarınarak çamaşırlarımı çıkardım. Banyodan çıktığımızda suyun beni gevşettiğini, sıcağın uykumu getirdiğini fark ettim. Odaya geçtik ve yatağa oturduğumda Gazel dolabımdan benim için çamaşır çıkarırken, alçılı bacağıma baktım; şükür su sıçramamıştı. Gazel kıyafetleri yatağın kenarına bıraktığında külodumu giyindim ve üzerine rahat olması için kısa bir şort geçirdim. Gazel'den arkasını dönmesini rica ederek bornuzu çıkardım ve evde olduğum için sutyen giymeye gerek görmeden beyaz bir tişört giyindim.

"Arabada söylediğim şey de çok ciddiydim," dedim, yorganı kaldırıp üzerime örterken. "Bugün Behram'a gerçeği söyle."

Omuzları kasıldı. "Merak etme, söyleyeceğim."

Buna şaşırdım, yine yapamayacağını söyleyeceğini düşünüyordum ama söylemekte kararlı görünüyordu. Biraz olsun rahatladım ve başımı yastığa koyduğumda Gazel bana doğru dönerek tereddütle gülümsedi. "Saçlarını kurutmak lazım."

"Kurutma makinemiz yok."

Doğru, der gibi başını salladı ve dolabımdan bir başka havlu çıkardı. Tüm bunları alışverişe çıktığımız gün almıştık. Yatağa yürüdü ve kafamı kaldırarak saçlarımı gri havluya sardı. "Havluyu da gri almış, kıza bak," dedi, burukça gülümseyerek.

"En sevdiğim renk."

"Hazer'in bu kadar sık gri giyinmesinin... bununla bir alakası olabilir mi acaba? Onu on kere görmüşsem yedisinde gri giyinmiştir."

Hazer, Hazer, Hazer. Adının geçtiği yerde başlar bir masal.

Evet Hazer zaten birkaç renk giyinen birisiydi ama griyi sevdiğimi söylediğim günden beri daha fazla gri takımlar, tişörtler giyinmeye başlamıştı ve bunu tatlı, hatta romantik buluyordum. Farkında olmaksızın gülümsediğimde, Gazel arkamdan kalktı ve ağrı kesicilerimi getirmek için yanımdan ayrıldı.

Az sonra ilaçlarımla döndüğünde iki ilacımı da alıp su yardımıyla içtim ve ardından yatağın içine kıvrıldım. Gazel yorganı omuzlarıma doğru örttü ve bir süre yanımda oturup sadece sustu. Behramla neler konuştuğunu merak ediyor ama sormaya korkuyordum. Bugün söyleyecekti, buna inanmak istiyordum. Eğilip yanağıma bir öpücük kondurdu ve sessiz sedasızca odadan ayrıldı.

Sevdiğiniz birine soğuk kalplilik yapamıyordunuz.

Doğrusu ben kimseye soğuk kalbimi göstermezdim, öyle bir tarafımın olup olmadığını bile bilmiyordum. Kızdığımda bile hep affedici, ölçülü davranır, sıcak bir kalple tüm dövüşleri bitirmek isterdim. Bu yüzden şimdi gidip Gazel'e yanındayım demek istiyordum ama ben bu yalanın arkasında daha fazla duramazdım.

Hayatımda, bundan daha yüz kızartıcı bir şeyin yanında yer almamıştım.

Bir süreden sonra, boğazımda ağır bir yumru ve avucumun içindeki kolyemle uykuya daldığımda, birden fazla şey için kederliydim. Avucumdaki balerin kafamdaki müzikle dans etti ve beni bir uykuya yatırdı. Şarkının notaları kafamın içinde dönüp durdu ve sürekli kaza anını görerek uykumdan sıçradım.

Son kez uyandığımda odanın içindeki karanlıktan ürkerek yorganın altına girdim, kalkıp ışığı yakamıyordum. Kendim için ışıkları yakamıyor, karanlıktan, beni korkutmamasını istiyordum. Hayata gücenip yorganın içinde bir süre daha uyudum ve uykum sırasında birinin kolyeyi tutan avucuma dokunduğunu hissederek gözlerimi hafifçe araladım.

Hazer'i gördüm.

Güneşi görmüş gibi bir aydınlık içimi kapladı ve dudaklarım iki yana doğru kıvrıldı. Uykulu şekilde fısıldadım. "Şimdi de sen mi rüyama girdin? Kızgınım ama ben sana, şimdi git, yarın gel."

Rüyalar... Onunla rüyalarımda buluşmayı gerçekten seviyordum ama rüyada gördüğüm bir yüzün de beni bu kadar mutlu ettiğine inanamıyordum. Yatağımın kenarına oturmuş, sabah vakti gibi turuncumsu duran gözleriyle bakarak içime ışığın girmesini sağlıyordu. Eliyle avucumu sarmıştı ve verdiği hisler çok gerçekti. "Merhaba kız arkadaşım," dedi o kibar sesiyle.

Gözlerimi kapattım ama rüyanın içinde mi kapattım yoksa gerçekte mi kapattığımı hiç anlamadım. Dudaklarım arasından bir gülüş kaçtı. "Kız arkadaşımda kız arkadaşım. Mümkün olduğunu bilmesem kendimi ilk kız arkadaşın sanacağım."

"İlk kız arkadaşımsın zaten," dedi rüyalarımdaki adam.

"Ya kesin, kesin... İlk benimle de öpüşmüştürsün sen," dedim, onun avucumun etrafına dolanan parmaklarını tutarak. Ne tatlı, haz verici bir histi bu. Umarım bana dokunduğunda benimle aynı şeyleri hissediyorsundur Hazer. "Gerçek Hazer beni evinden kovar, rüyamdaki Hazer bana yalan atar..."

Yanağımı yastığa sürttüm ve rüyamdan kaybolmaması için gözlerimi hiç açmadım. Bu gördüğüm diğer rüyalardan uzun sürmüştü ve zaten onunla hiçbir şeyin kısa sürmesini istemezdim. Avucum kolyenin etrafından çözüldüğünde, "Kovdu deme, öyle değil," dediğini işitti kulaklarım. "Utanıyorum zaten."

"Oh oh pişman ol," dedim huysuzca ama onun kalbinin kırılması, benim korkularımın en büyüğü haline gelmişti. "Gider misin rüyamdan?"

Parmaklarım kolyeyi serbest bıraktığında bu sefer Hazer'in kendisi kolyeyi avucunun içine aldı ve bunu yaparken parmak uçları nemli boynuma çarptı. Aslında gitmesini istemiyordum, küs ayrıldığımız için yüreğim çok buruktu. "Harbiden rüya sanıyorsun," diye fısıldadı, parmağını terli boynumdan aşağıya yavaşça kaydırdı. "Oh oh mu? Demek uyandırıldığında huysuz oluyorsun. Ama haberin olsun, ben ileride seni sık sık uyandırırım, dayanamam, gecenin bir yarısı seninle olmak isterim..."

"Benimle olmak mı?" Diye mırıldandım, artık uyku beni daha da içine çekip onun dokunuşlarından uzaklaştırırken.

"Rüya bu rüya, bu da senin bilinç altın, ben bilmem. Benimle olmak istiyorsun demek ki."

"Yaa, ben tabi seninle olmak isterim..."

"Farklı birlikteliklerden bahsettiğimize eminim Mila."

Saçma, manasız şeyler mırıldandım ve onun dokunuşunu neredeyse tamamen kaybettim. Boynumda bir şey kıpırdıyordu ama izini takip edemiyordum. Yastığıma sarıldım ve vücudumdaki ağrılarım tekrar kendini hissettirirken, "Rüyalarında seni öptüğümü görüyordun," diye fısıldadı, bilincim bir sisin içinde kaybolurken. "Bir daha görmek ister misin?"

"Hazer..." kıkırdadım. "Fırsatçı."

O an o rüyayı bir kez daha görmek istedim ama bilincim gittiği için beni öpüp öpmediğini asla bilemedim.

Sabahın akşama kavuştuğu gibi rüyalarda gerçeğe kavuşurdu ve Tanrı içimi bilir ki, bu gece gerçeğe kavuşsun istememiştim. Gündüz vakti yattığım için gece karanlığında uyanmıştım ve dakikalardır tavana bakıyor, elimle tavana bir resim çiziyordum. Birisi ışığı yakmıştı, odanın içi aydınlıktı. Gazel'in uyumuş olduğunu düşünüyordum, bu yüzden uykum tekrar gelene kadar yatmaktan başka yapacağım şey yoktu.

Ama çok acıkmıştım!

Karnımdaki gurultuyu işittiğimde içimi çekip elimi kolyeme götürdüm ve sanki o sıcaklığı tekrardan hissederek ürperdim. Rüya görmüştüm ama uyandığımdan beri aklım bunun gerçek olup olmayacağını sorguluyordu. Eğer gerçekse ve Hazer geldiyse... Hâlâ burada olabilir miydi? Evin içi oldukça sessizdi ama bana gel deyip, gelmediğimde kendisi geldiyse... Kalbim deli gibi atmaya başladı.

Yorganı üzerimden çekip bir bacağımı indirdim ve ellerimle diğer alçılı bacağımı aşağıya indirdim. Değnek duvara yaslıydı. Değneğe uzanıp ondan yardım aldım ve doğrularak tek ayağımın üzerinde odanın çıkışına doğru sekmeye başladım. Hem buradaysa Hazer'i görmek, o yoksa bile açlığımı bastıracak bir şeyler atıştırmak istiyordum. Odadan çıktığımda koridora bakındım ve karanlıktan ürkerek derhal salonun yolunu tuttum. Kapısını araladığımda sehpanın üzerine koyduğumuz, ucuzluktan aldığımız abajurun yanıyor olduğunu gördüm. İçeride Hazer yoktu. Her nedense kalbim incindi ve burnum sızladı. Kapıyı kapatıyordum ki... O da ne? Ceketi koltuğun kenarındaydı.

Gelmişti.

Rüya değil, gerçekti.

Beni öpmüş müydü?

Elimi kalbime götürdüm ve onu aramak için tek ayağımın üzerinde arkamı döndüm. Nerede olabilirdi ki? Mutfağa kadar gittim ama onu orada da bulamadım. Gitmiş miydi? Belki de ceketini unutmuştu. Tek ayağım üzerinde, değneğin de yardımıyla odama geri döndüm ve komodindeki telefonuma uzandım. Gelmişse neden kalmamıştı, merak etmiştim. O beni bir anlık siniriyle evden kovmuş olabilirdi ama kendisi istediği kadar evimde kalırdı.

Sadece Hazer, aranıyor.

Onu aradım ve bunu kalbimle, ruhumla beraber yaptık. Telefon çaldı ve... inanır mısınız, evimin içinde çaldı. Kaşlarımı kaldırdım ve bakışlarımı koridora çevirerek değneğimle beraber tekrar odadan ayrıldım. Ses salondan geliyordu, bu yüzden oturma odasına geçtim ve koltuğun kenarına girmiş olan telefonun parlak ekranını seçtim. Yaklaşıp eğildim ve telefonu alıp çekingen, meraklı şekilde ekranına baktım.

Benimki, arıyor.

Hazer beni, benimki diye kaydetmişti.

Bir an afallamış vaziyette ekrana bakakaldım ve sonra yanlışlıkla aramayı açıp ardından hemen kapattım. Beni bu şekilde kaydetmesi, ne bileyim tatlı gelmişti gözüme. Sadece adımla da kaydedebilirdi ama biz daha samimiydik. Eğilip telefonu hızla bıraktım ve ona dargın olsam da, bir gülümseyişle önüme döndüm.

Onu gördüm.

Kapının ağzındaydı.

Onu, çehresini, güzel gözlerini görünce yüreğimde, önünde çiçeklerin olduğu bir cam kenarı açıldı ve içime huzur girdi. Hazer nefesini tuttu ve bakışlarını mahcup olarak kaçırdı. "Merhaba... kız arkadaşım."

Hâlâ kız arkaşıyım.

Tabi öyleyim.

Bir an bocaladım, ne tepki vereceğimi bilemeden ona bakakaldım. O benim ilk erkek arkadaşımdı ve ilk tartışmamızı yaşamıştık. Deneyimlerim yoktu, bu yüzden içimden geldiği gibi davranacaktım. Ben öç almam demiştim, bu yüzden onu evimden kapı dışarı edecek değildim. "Merhaba," diyebildim, oldukça kısık bir sesle. "Ben seni aramıyordum hiç! Öylesine evin içinde geziniyordum... Telefonuna da bakmadım!"

Hazer'in etrafı gözetleyen gözleri bana döndü ve birkaç saniye boyunca ne dediğimi anlamlandırmaya çalıştı. "Telefonuma mı baktın?"

Utanarak başımı önüme eğdim. "Pek sayılmaz."

Bir an sırıtır gibi oldu.

Dil çıkarmamak için zor durdum.

İç çektiğini duydum ve tek ayağımın üzerinde zorlukla dururken ne yapmam gerektiğini düşündüm. Odama gidip kaldığım yerden uyumaya devam mı etmeliydim? Pek uygun olmazdı. Tabi Hazer'in gecenin yarısı gelmesi de uygun değildi ama buraya geldiyse konuşacak bir şeyleri olmalıydı. Bu yüzden ayağımın üzerinde dönüp koltuğa oturmak istediğimde, "Yardımcı olayım," diyerek yanıma geldi ama nazikçe onu reddettim. "İhtiyacım yok."

"Ama..."

Eğilip koltuğa oturdum ve değneği kenara bırakıp ayağımı yere sabitledim. Hâlâ nemli olan saçlarım yüzümü gölgeliyor, onu görmemi engelliyordu. Genzini temizlediğini, bakışlarını etrafta gezdirdiğini hissedebiliyordum. Ellerimi kucağımda birleştirerek, "Buyur," dedim kısıkça. "Otursana."

"Nereye oturayım ki?"

Gözlerimi çevirip şaşkın şekilde ona baktım. Ne demek nereye oturayım? Yüz ifadesi... Ne dediğini kendi bile duymuyor gibiydi, eli ayağına dolaşmıştı. "Kucağıma," dedim, homurtuyla karışık şekilde.

Kirpiklerini kırpıştırdı ve ensesini sıvazlamaya devam etti. "Kucağına mı?"

Gerçekten garip davranıyor, ne benim dediklerimi anlıyordu ne de kendisi mantıklı şeyler söylüyordu. Biraz kabaca çıkıştığımın farkına vararak utandım ve daha sakin, anlayışlı bir sesle, "Koltuğa oturur musun?" Diye rica ettim. "Benimle konuşmak için buraya gelmedin mi?"

Parmaklarıyla şakğını sertçe ovalayıp gözlerini sıkıca yumdu ve ardından başını sallayıp koltuğa, biraz ilerime oturdu. Abajur yandığı için birbirimizin yüzünü kolayca seçebiliyorduk. Ellerini benim yaptığım gibi birleştirdi ve ayak parmaklarını gergince kıvırıp durdu. Daha ne demem gerektiğini bilmediğim için sessiz kalarak onun ellerini izledim. Tıpkı benim gibi gergin, afallamış görünüyordu. Onun bu utangaçlığını, çocuk telaşını tanıyordum. Hazer'in duyguları deniz üzerindeki dalgalar gibiydi; coşkulu, belirgin, fırtınalı, gizlenmeyen...

"Mila?"

Sıcak, tereddütlü sesi omuriliklerimden aşağıya bir ürperti yolladı ve onunla böyle yabancı olmak yüreğimi soğuttu. "Efendim," diyebildim, odanın içindeki gergin havayı omuzlarımda taşıdığımı hissederek.

"Saçlarını bağlamayacaksın değil mi?"

Ancak sana darılırsam, belki o zaman bağlarım saçlarımı.

Aslında bu soru, bana darıldın mı, sorusuydu. Evet, ani çıkışı yüzünden ona gücenmiştim, o cümleyi sarf etmesini hiç beklemiyordum. Fakat beni daha çok üzen, sinirle ağzından çıkan o cümleden çok, Kerem'den bizi eve götürmesini istemesi olmuştu. Çünkü sinirle söylediğinin bir affı olabilirdi ama ikinci kez, gitmemi istemesi... Tanrım, kafam çok karışıktı. Evet, ona gücenmiştim ama saçlarımı bağlayacak kadar değil. Hazer'in nefesini tutmuş, benden bir cevap beklediğini bilerek, "Keşke öyle söylemeseydin," dedim, duygularımı saklayamadan. "Üzüldüm de ben biraz..."

Hazer yavaşça koltukta bana doğru kaydığında ıslak kirpiklerimin arasında kalmış gri gözlerim onu buldu. Aramızda, bir çocuğun sığabileceği kadar mesafe vardı ama sıcaklığını tenimde hissediyordum. Elinden birini aramızdaki mesafeye uzatarak kafasını şiddetle iki yana salladı. "Batıracağımı biliyordum işte," dedi, yüzünü nasıl sıkıyorsa damarları seğiriyordu. "Saçlarını bağlama tamam mı? Bak, tüm lastiklerini keserim. Yani aslında kesemem, ben onları çaktırmadan almak için neler yapıyordum.."

Yaşadığım şaşkınlık ağzımı açmama izin vermedi ve Hazer ağzından kaçan şeyler kendi kulakları duyduğunda suratıma bakakaldı. Aramızda birkaç dakika boyunca ölümcül sessizlik oluştu.

Hazer Han gözlerini yumdu. "Ankara malısın oğlum sen," diye mırıldandı kendi kendine.

"Rica ederim, kendine öyle deme," diyebildim bakışlarımı önüme indirerek.

Hazer iç çekti. "Ne güzel rica ediyorsun... Bir daha etsene..."

"Efendim?"

Kafasını iki yana savurdu ve gözleri gözlerime kenetlenip tüm iyi duygularıyla bana baktı. Bu gözleri, bu duyguları tanıyordum. Aramızdaki tartışmaya rağmen ikimiz de birbirimize böyle bakmayı durduramıyorduk. Hazer Han... hayatımın belki yirmi bir de birini bile kapsamıyordu ama doldurduğu boşluk sanki hayatımın tümüne yayılmıştı. Yüzümü, saçımı, gözlerimi dakikalar boyunca izleyerek, "Kabahatim için özür dilerim," dedi içtenlikle. "Birine verdiğim değeri hep elime yüzüme bulaştırıyorum."

"Ben de sana değneği fırlattım," dedim, mahcubiyetimi dile getirerek. "Kusura bakma."

"Bakar mıyım hiç, bakmam ki kusura falan..."

Başımı sakince salladım ve göğsümün üzerindeki yükün biraz olsun hafiflemesiyle daha derin nefesler açtım. Onu görünce yüreğimde açılan pencereden içeriye şimdi bir güneş girmiş, beni ısıtmıştı sanki. "Ben kızdığımda veya üzüldüğümde elimde ne varsa fırlatıyorum," dedim bu kusurumu onunla, gülümseyerek paylaştım. "Bir keresinde hiç sevmediğim birisi beni gıcık etti, elimi savurup yüzüne vurdum."

Hazer'in boğazından tatlı, güler gibi bir ses çıktı. "Seninle adam dövmeye gidelim mi?"

Alt dudağımı ısırıp gülümsedim ama bu anı hiç de iyi bir anı değildi. Küçücük yaşlarımdayken müdire beni o kadar üzüp kızdırmıştı ki, elimi kaldırıp onun suratına savurduğumu hatırlıyordum. Çok çok daha fazlasını hak ediyordu ama ben terbiyeli bir kızdım.

"Mila?"

"Si?"

Elleri koltuğun üzerinde tedirgin halde kıpırdandı. "Barıştık mı?"

"Ben küsmedim, kırıldım sadece," dedim dosdoğrudan, içtenliğimle. Elimi çıplak dizime koydum ve kırık bacağıma bakarak titrek bir iç çektim. "Sen benim ilk erkek arkadaşımsın ya hani... Doğrusu, nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum."

"İlk erkek arkadaş... Diğer erkeklerde bulamayıp ben de bulduğun ne var ki senin Safir?"

Diğer erkekler diğer erkeklerdi, benim için söz konusu bile olamazdı. Ama Hazer... Gözlerimiz bir kez daha birleşti ve kalbimin içindeki çekmeceler onunla biriktirdiğim sayısız güzel anla doldu. Nazikçe gülümsedim. "Güven," diye fısıldadım. "Ben sen de güveni buldum."

"Yaa..."

Evet, hayatımda ilk kez bir erkeğe güvenmiştim ve beraberindeki hisler bu güven duygusunun üstüne çıkıp büyümüş, çığ halini almıştı. Onunla olan bu bakışmamızı da göğsümün çekmecelerine sakladım ve Hazer koltukta kayıp bana biraz daha yaklaştığında, gözlerinin yüzümden aşağıya indiğini hissettim ve o an bana dediklerini hatırlayıp kollarımı ani şekilde göğsümün üzerinde bağladım. "Göğüslerime bakma!"

Sutyenim yoktu ve o bunu anlayabiliyordu!

Bakışlarını hızla kaçırdı. "Yo kim bakmış? Ben bakmadım!"

Kızardım ve başımı hızla önüme çevirip utancımın soğumasını bekledim. Utandığımda pervasızlaşabiliyordum ve bunun olmasını istemezdim. Aramızda hâlâ o mesafe vardı, ikimiz de birbirimize yeterince rahat ve sıcak davranamıyorduk. Tamam, konuşmuştuk ama... halledememiştik. Ben hâlâ gücenmiş hissediyordum.

"İlaçlarını aldın mı?"

Bacağımı ovaladım. "Uyumadan önce."

Başını sallarken, "Ağrın sızın var mı?" Diye sordu, sesi kaygılıydı. "O yüzden mi uyandın?"

"Çok yok," dedim, ağladı ağlayacak bir sesle. "Gündüz vakti yattığım için gecenin bir yarısı uyandım galiba. Bir de karnım acıktı."

Yüzünü bana doğru kaldırdı. "Hâlâ hiçbir şey yemedin mi?"

Hiçbir şey söylemeden gözlerimi kaçırdım.

Kederli bir iç çekti. "Ama mi amor olur mu öyle..."

Mi amor.

Bir çocuk gibi serzenişte bulunması kulağıma tatlı gelse de hiçbir tepki vermedim ve Hazer elini aramızdan çekip doğrulurken, "Gazel çorba pişirmiş," dedi, üzerinde gri tişörtü ve eşofmanı yerine giydiği pantolonu vardı. "Onu ısıtayım hemen."

Duraksadım. "Gazel nerede?"

Ensesini kaşıyarak yukarıdan bana baktı. "Bana kapıyı açtıktan biraz sonra çıktı. Geç vakitti ama nereye gittiğini soramadım, Gazel'e trip atıyorum biliyorsun..."

Konuşarak odadan çıktığında, Gazel' trip atması komiğime gitti ama gülmedim. Gazel bu saatte nerede olabilirdi ki? Kaygıyla telefonuma uzandım ve derhal onu aradım. Telefon birkaç kez çaldıktan sonra meşgule düştü ve böylelikle içimdeki endişe tohumu çarçabuk büyüdü. Boğazımı bir yumru sararken, içimi de korku sardı ve onu bir kez, bir kez daha aradım.

"Gazel hiç mi bir şey söylemedi?"

Hazer'in sesi mutfaktan yükseldi. "Hayır, biz tripliyiz birbirimize."

"Nereye gider ki bu saatte..."

Telefonu kenara bırakıp ensemi ovalarken, Behram'ı arayıp aramamayı düşündüm. Gazel gerçekleri anlatacağından bahsetmişti ama bunu bu saatte yapamazdı. Galiple görüşmüş ya da o eve gitmiş olabilir miydi? Hayır, Galip'ten soğuyabildiği kadar soğuduğunu biliyordum. Hazer koridorda göründüğünde gözyaşlarımı hızlıca sildim. İçeriye girdi ve elindeki çorbayla birkaç dilim ekmeği sehpanın üzerine bıraktı. Sehpayı önüme kadar çektiğinde çorbanın üzerinde tüten dumanı gördüm, kokusundan anladığım kadarıyla hazır çorbaydı.

Hazer tekrardan yanıma geldi ve kaşıkla çorbayı karıştırıp biraz soğumasını sağladı. Koskoca, böylesine iri bir adamın çorbamı karıştırıp ağzımın yanmaması için üflemesi gereksiz şekilde beni duygulandırdı. Kaşığıma üflerken yanaklarının şişmesini, bana bakarken çekingen davranmasını, tereddütle kaşığı uzatmasını izledim. Gözleri bakmayı hem çok istiyor hem de kaçacak yer arıyor gibiydi. Dudaklarımı araladım ve onun uzattığı kaşıktan çorbayı içtim.

"Ekmek doğrama mı ister misin?"

"Biraz doğrayabilirsin," dedim, çorbayı yuttuktan sonra.

Uzanıp dilimlediği ekmeği çorbaya doğradı ve karıştırıp bir kaşık daha uzattı bana. Dudaklarımı açıp elinden çorbamı içerken, "Rahatsız olduğum için buradaysan gidebilirsin," dedim, uykusuz bir gece geçirmesine daha razı olamayarak. "Başımın çaresine bakabiliyorum."

Kaşığı tutan eli havada duraksadı ve gözlerinde hafif bir sis belirdi. "Seni bir gün görmeyince bile kırk yıllık hasret birikiyor sanki içimde Mila. Nasıl gideyim ben?"

Tanrım, ne kadar da benim gibi hissediyordu? Ben de onu bir gün görmesem yılların hasreti birikiyordu sanki içimde. Bu yüzden onu anlayabiliyordum. Sadece... Dargındım ve eğer konuşursak bir kez daha tartışmaktan korkuyordum. "Ayaklarınla gidebilirsin tabi," diye saçma bir espri yaptım ve ardından kızardım.

Hazer yutkundu. "Ayaklarımın beni senden başka yere götürdüğü varmış gibi..."

Buna diyecek bir şey bulamadım. O bir kez daha çorbayı kaşıklayıp bana uzattı ve ben, kafamın içinde onu nereye koyacağımı düşünürken, peş peşe verdiği kaşıklar için ağzımı açtım. Tavuk çorbasına benziyordu ve açlığımı daha şimdiden bastırmıştı. Onunla böyle yabancı gibi gözlerimizi etrafa kaçıştırmak, birbirimize gülümsemeden surat asmak göğsüme yatsı bir bıçağı dayamışım gibi hissettiriyordu. Her kalp atışımda o bıçak içimi kesiyordu.

Seninle olmak bir bıçağa yaslanmaksa eğer... kimsenin bırakamayacağı kadar derin izler bırakacaksın ben de.

"Hazer?"

"Hı, efendim?"

O kadar hızlı ve acele cevap verdi ki, bir an ne diyeceğimi unuttum ve dilimin ucuyla dudaklarımı temizledim. "Ben... Gerçekten senin ilk kız arkadaşın mıyım?"

Sorum üzerine bocaladı ve önüne döndüğünde, geniş omuzları bakış açımda büyük yer kapladı. Tişörtünün altından omuzunun, kolunun kavisleri belli oluyordu. "Öylesin," dedi, kaşığı çorbanın içine daldırdı. "Yani... görüştüğüm insanlar oldu ama tek sefer görüştüm, ikinci kez görüşmedim. Kimseyi ikinci kez görmek istemedim."

Ah, demek ki doğru söylüyordu, dürüsttü. Dudağımın kenarını ısırarak başımı salladım ama ağzımı açmadım. Tabi zaman zaman arkadaşlıkları olmuştur, sonuçta yirmi dokuz yaşında bir adamdı ama sanırım ilişki olmamıştı. Bunları düşünmek beni rahatsız etti ve ellerim dizlerime yerleşti. Geçmiş geçmişteydi, ben onun şimdisi, şu anıydım ve önemli olan buydu.

Hazer tekrar bana dönüp kaşığı uzattığında ağzımı açıp çorbayı içtim. Ekmek doğradığı için daha doyurucuydu. Kasedeki çorba bittiğinde Hazer biraz daha isteyip istemediğimi sordu, istemediğimi söyledim. Biraz su içip yatmak istiyordum, çünkü ağrılarım da çoğalmaya başlamıştı; sanırım ilaçların etkisi geçmişti. Aklım Gazel de kalmıştı, en azından iyi olup olmadığı bilsem içim rahat ederdi.

O sırada telefon titredi.

Hazer de benimle aynı anda, gözlerini kısıp telefona baktı ve Gazel'in ismini gördüğümde hızlıca uzanıp telefonu aldım. Bir mesajdı, derhal mesajı açtım.

Gönderen: Takım Yıldızım.

İyiyim canımın içi, doğru şeyi yapmaya geldim. Güvendeyim.

01.25

Mesaj bu kadardı, fazlası değil. İyi ve güvende olduğunu bilerek rahatladım ama nerede olduğunu söylemesini de isterdim. Ona bir mesaj çekip nerede olduğunu sordum ve telefonu yanıma bırakıp sehpanın üzerindeki selpaklardan birine uzandım. Ağzımı, çevresini silerken, "Saçların nemli, dalga dalga düşmüş omuzlarına," diye fısıldadığını duydum Hazer'in, boğuk sesiyle. "Banyo mu yaptın?"

Bu fazla samimi soruyla duraksadım ve akabinde kibarca, "Si," dedim. "Gazel yardımcı oldu."

"Manitamı banyo yaptırıyor, kızda ki şansa bak," diye homurdandı ağzının içinde.

Sessizlik oldu ve Hazer'in yanaklarının kızardığını, ona bakmadan hissettim.

Hazer, Hazer, Hazer...

Ne denirdi bilemedim, bu sebepten bir şey diyemedim ve selpağı sehpaya bırakarak kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturdum. Vücudumun bu kadar yorulmasına mana veremiyordum ama sanırım normaldi. Bir süre yatmaktan başka şey yapamayacaktım, Gazel sahafa durumumdan bahsetmişti. Bu süre içinde kendisi benim yerime çalışacaktı, ben de bu sürede evde kalır, üniversite sınavına çalışırım. Dans edemez, dışarı çıkamaz, muhtemelen oturduğum yerden kalkamazdım.

Gözlerimi ona çevirdim ve vücudumu izlediğini gördüm. İşte neden mi oydu? Beni, kötü hissettirecek şekilde izlemiyordu. Onun gibi... değildi bakışları. Sıcaktı, merhametliydi, iç çeker gibiydi ama asla onun gibi değildi. Kimse gibi değildi. Beni izlemesinden rahatsız olmadım ama o benim onu izlediğimi fark ettiğinde kızararak gözlerime baktı. "Bakmıyordum ki," deyiverdi hızlıca.

Elbette bakıyordu ama kabalık yapıp yüzüne vurmazdım. Abajurun o sarı ışığının yüzünde oluşturduğu çizgileri, gölgeleri izleyip, "Yetimhane işinin peşini bırak," dedim, ciddi ama oldukça rica eden bir ses tonuyla. "Geçmişimi bu şekilde araştırman hiç hoş değil. Ben... zamanı geldiğinde sana her şeyi anlatacağım."

Bu konudaki mahcubiyetini hissettim ama buna rağmen bana itiraz eden o yakıcı gözlerinin derinliğine doğru çekildim. "Kabalığımı mazur gör ama..." çenesi belli belirsiz seğirdi. "Sen bana anlatmadığın için belki benim öğrenmem gerekir diye düşündüm. Ben istiyorum ki, en gizli sırlarımızı bile birbirimize anlatalım."

"Böyle diyorsun ama kardeşinle ilgili pişmanlığının ne olduğunu bana söylemiyorsun."

Bu cümlem havada asıldı ve Hazer'in diyecek hiçbir şeyi kalmadı. Haklıydım, bunu o da biliyordu. Ben, hayatında ne olduysa ondan duymayı isterdim, çünkü bana bu kadar güvendiğini bilmeyi isterdim. Yetimhane de yaşadığım her şey bir gün açığa çıkacaktı, bizzat benden duyacaktı ama birisi bana çarptığında bu kadar sinirlenen bir adam, yıllarca taciz gördüğümü öğrendiğinde nasıl sakin kalacaktı?

Bir anda dünyasına başına yıkacaktım ve o dünyanın altında, ona sarılıp teselli edecektim.

O kederli günler gözlerimin önüne geldi ve zaten hassas olan sinirlerim biraz daha bozuldu. Her şey çok üst üste gelmiş, beynime kalın bir sis gibi çökmüştü. Uyumak, belki annemin beni sevdiği rüyalar görmek, Hazerle eskisi gibi olmak istiyordum. Yatağıma gitmek üzere uzanıp değneğimi aldım ve ardından doğrulmak için harekete geçtiğimde, "N'oldu?" Diye sordu, hissedilebilen telaşlı sesiyle. "Niye kalkıyorsun?"

"Yatağıma gitmek istiyorum."

Hazer'in doğrulduğunu hissettim ve ben daha bir şey diyemeden elini belime koyduğunda, vücudumdan aşağıya buz gibi ürperti aktı. Altımda atlet olmadığı ve tişörtüm ince olduğu için dokunuşunu net hissetmiştim. Hazer de bu kadar yakın bir teması hazmetmek için sertçe yutkundu ve vücudumun yükünü üzerine almaya çalıştı. "Çok zor lan," dedi başımın üzerine. "Yakınındayken uzağında olmak çok zor."

Bir şeyler demek istemedim. Ona olabildiğince az temas etmeye çalıştım, ki Hazer bunu fark etti ve odaya geçerken beni tutan eli titredi. Sanki üzüntüden. Yatağın ucuna geldiğimizde ondan uzaklaştım ve Hazer yüzünü ovalayıp geriye çekildi. Bacaklarımı tuttum ve şortumun aslında ne kadar kısa olduğunu fark ettim. Fakat onun yanında bu kadar kısa bir şey giymek beni rahatsız etmemişti. Bacaklarımı yukarıya kaldırıp yorganı üzerime örttüm ve başımı yastığa bıraktım. Hazer Han orada durmuş, dudaklarını tek bir çizgi halinde germiş, peş peşe yutkunup beni izliyordu. Elimi çenemin altına koydum ve penceremin önündeki yüzüne dalarak, "Çıkarken ışığı açık bırakır mısın?" Dedim, oldukça ince davranarak. "Zaten bırakırsın ama..."

"Gitmiyorum," dedi kollarını göğsünde kavuşturup bir çocuk gibi omuzlarını silkerken. "Gitmeyeceğim işte, bana ne!"

Hazer'in kimi zaman duygularına yenilip bir çocuk gibi sızlandığını ilk kez duyuyor değildim, bu yüzden tepkisine şaşırmadım ve hissettiğim inanılmaz şefkatle gözlerine bakmaya devam ettim. Bakışlarıma rağmen yüzümdeki tepkisizliğim ve sessizliğim omuzlarını düşürmesini sağlarken, "Gideyim bari," dedi, deminkinin aksine. "Ama çok gidemem! Yan odaya kadar giderim haberin olsun."

Evden gitmeyeceğini zaten biliyordum. Gazel yoktu, beni bir başıma bırakamazdı. Bu aramızdaki duygulardan ziyade insan olmanın getirdiği bir içgüdü de olabilirdi. O rahatsız olsaydı, tartışmış olsak da ben de gitmezdim. Gözlerimi, anladım der gibi kapatıp açtığımda Hazer uzanıp yorganı ayaklarıma doğru çekti ve ardından çıkmak üzere aheste adımlarla kapıya ilerledi.

"Hazer," dedim kendime mani olmadan, fısıltıyla.

Fısıltımı duydu ve başı hızlıca bana doğru döndü. "Hımm?"

"Dün gece söylediğin şarkıyı... Bir daha söyler misin?"

Belki bunu istemem için doğru an değildi, sonuçta aramızda kırgın duygularımız vardı ama ben içimden geldiği gibi davranmaya alışmıştım. Gece, o şarkıyı dinleyerek uykuya dalmıştım ve bu gecede, o şarkıyı dinleyip uyumak istemiştim. Hazer birkaç saniye boyunca yüzümü izledi ve ardından yaklaşıp yatağın en ucuna, kenarına oturarak ellerini önünde bağladı. Sırtı dimdikti, omuzları güçlü görünüyordu ve saçları çok az zaman da olduğu gibi dağınıktı. Parmaklarının izlerini saçlarının arasında görebiliyordum neredeyse. "Aynı şarkı mı olsun?" Diye sordu, sessizliği rahatsız etmeyecek kadar kısık sesle. "Sesim kötüdür aslında."

"Sesin kötü olsa ne olur ki, duyduğum en güzel kelimeler senin dudaklarından çıkıyor."

Şiir gibi konuşuyorsun ve ben şiirleri çok severim.

Bir an bunu içimden söylediğimi sandım ama Hazer'in bakışları bana dönerek büyüdüğünde, bunu sesli şekilde söylediğimi anladım. Normal bir anda bile kuramayacağım kadar güzel bir cümleyi ona dargınken kurmak tuhafıma gitti ve yanaklarıma bir ısı yayıldı. Hazer'in gözleri parladı ve dudaklarını dişleyerek o sırıtmasını bastırdı. Yorganı kafama kadar çekip, yatağın içinde küçüldüm ve gözlerimi kapattım.

"Anlamam nedenini, üzmüşler bebeğimi..." şarkıya bu sözlerle girdi ve onun bilmediği fakat beni üzen her şey gözlerimin önünden, kalbimi kırıp geçti. "... tam yüzüne dalmışken çizmiş kendi resmini, ah... N'olursun kaç kurtar kendini bu diyardan yar, güneşi ararken peşini bırakmaz ay..."

Peşini bırakmaz ay.

🌒

Seninle bir yola çıkalım, bir yere varmasak da olur.

Uyandığımdan beri bunu, onunla bir yola çıksam nereye gitmeyi isteyeceğimi düşünmüştüm ve sonra bir yere varmasam da olacağını fark etmiştim.

Bugün gökyüzü bizim için nazik davranıp o kadar güzel bir sıcaklığa bürünmüştü ki, dakikalardır pencerenin başında durmuş, camdan dışarıya bakıyordum. Çok güzel bir hava vardı, çıkıp Hazerle gezmeyi çok isterdim ama daha ayakta bile zor duruyor, pencereden destek alıyordum. Erken bir saatti, çatıda bir kuş vardı ve dakikalardır ötüyordu. Ona gülümsedim ve güneşi yüzümde hissederek gözlerimin sulanmasına izin verdim.

Hazer'in uyanıp uyanmadığını merak ediyordum.

Tek ayağımın üzerinde dolaba ilerledim ve bu bile soluk soluğa kalmama sebep oldu. İçini açtım ve hava bugün sıcak, güzel olduğu için beyaz, gerdanımı biraz çıplak bırakacak bir bluz çıkardım. Bunu en son ki alışverişimde Hazer için giyeceğimi düşünerek almıştım ama şimdi kendim için giyiyordum, çünkü bu yatağa yatıp kendimi kötü hissetmeye terk edemezdim. Hazer'in tartışmamız da en haklı olduğu kısım buydu. O kıza istediğini vermeyecektim. Umut etmemek benim işim değildi, en umutsuz anda bile.

(Bluz)

Ağlamamak için yanaklarımın içini sertçe ısırdım ve bluzumun altına giymek için bir etek çıkardım. Bir sutyen alarak kıyafetlerimle beraber yatağa oturdum ve soluklanıp giyinmeye başladım. Tişörtümü çıkarıp sutyenimi giyindim ve yaralarımı gördüğümde, o pis adama olan öfkemle dudaklarımı sıktım. Sertçe yutkunup bluzu giymek için kaldırdım ve aynı anda kapının açılmasıyla şok olup bluzu göğsüme yapıştırdım.

Hazer pervasızca kapıyı açıp içeriye doğru bir adım attığında, o da benim gibi beni böyle görmeye hazırlıksız yakalandı ve gözlerini kocaman açıp, donmuş şekilde göğsüme bakakaldı. İkimiz de bu ana hiç hazır olmadığımız için şaşkınlıktan donakaldık ve birkaç saniye sonra Hazer, "Me... pardon," deyip kekeleyerek açık kapıdan dışarıya, kapıyı örterek çıktı.

Ve çıkarken kafasını pervaza çarptı.

Me?

Saniyeler içinde olan biten bu olaylara tepki veremeden öylece kapının yüzeyine baktım ve sıcaklığın boynumdan yukarıya doğru yayıldığını hissederek önüme döndüm. Tamam, sakin olabilirdim. O benime erkek arkadaşımdı, bir yabancı değildi ve insanlık hali, bir kaza yaşanmıştı. Üstelik bluzumu göğsüme kapattığım için beni çok fazla görmüş olamazdı! Yani, sanırım... Elimi alnıma vurdum ve onun kapıyı çalmadan girmiş olmasına kızarak bu an hiç yaşanmamış gibi davranmaya karar verdim.

Biraz sakinleştikten sonra bluzu üzerime geçirdim ve ardından şortumu çıkardım ve siyah, kiloş eteğimi bacaklarımdan yukarıya çektim. Etek dizlerimin bir parmak kadar üzerindeydi ve bluzumla uyum yakalamıştı. Yatakta hafifçe tırmanıp, bacağıma zarar vermeden komodin üzerindeki beyaz, siyah puantiyeli kurdelemle fırçaya uzandım. Saçlarımı oturduğum yerde taradım ve uzamış olduklarını fark ettim. Dalgalı saçlarımı seviyordum. Bir kısmını kurdeleyle bağladım ve kalanını omuzlarımda bırakarak umutsuz şekilde bacağıma baktım.

Şimdi koşarak, dans ederek Hazer'in yanına gitmek vardı.

Kıyafetlerimi katlayarak yatağın kenarına bıraktım ve yapabildiğim kadarıyla yatağın çarşafını düzeltip değneğimle beraber doğruldum. Birkaç adımda kapıya varıp sessizce dışarıya çıktığımda koridorda kimseyi göremedim. Değneğimden destek alıp sektim ve oturma odasının kapısı önüne geldiğimde, ittirmeme gerek kalmadan içeridekileri gördüm. Hazer de Kerem de bakış açımdaydı. Kerem sehpaya elindeki kupaları bırakıyor, Hazer'se muhtemelen bir ara giydiği ceketi çıkarıyordu. Kerem kupaları bırakıp doğruldu. "Hazer Bey, niye soyunuyorsunuz ayıptır sorması?"

"Hararet bastı beni," dedi Hazer, ceketi kenara bırakıp tişörtünün yakasını çekiştirirken. "Git su, buz falan bir şey getir bana! Of!"

"Adam kudurdu," diye homurdandı Kerem ve sehpanın ucunda duran, geceden kalma suyu Hazer'e uzattı. "Buyurun Hazer Bey."

Hazer geçip koltuğa oturdu ve onun verdiği bardaktaki suyu kana kana içip elleriyle yüzünü ferahlattı. Yanağımı pervaza koydum ve elimde olmadan ona gülümsedim. Hazer'in birden fazla yönünü, huyunu keşfediyordum ve bu o kadar güzeldi ki, elime bir kâğıt kalem alıp onunla ilgili her şeyi yazmak istiyordum. Kerem kupalardan birini Hazer'in önüne ittiğinde, "Bu arada, aklımdayken söyleyeyim," dedi Hazer, kafasını kaldırıp onunla göz kontağı kurarak. "Yetimhane meselesini araştırmayı bırak."

Kerem birkaç saniye tepkisiz kalıp Han'ın suratına bakmış olsa da hemen akabinde hiç sorgulamadan, "Nasıl isterseniz," dedi. Eliyle masayı gösterdi. "Canınızın istediği başka bir şey var mı Hazer Bey?"

Hazer Kerem'in sehpaya dizdiği birden fazla tabağa bakarak buruk şekilde gülümsedi. "Eline sağlık koçum."

"Öyle eline sağlıkla olmaz Hazer Bey, biraz maaşıma zam falan..."

"Olum ben sana daha yeni ikramiye vermedim mi?" Dedi Hazer, elini sallayarak.

Kerem aşk olsun der gibi ellerini havaya kaldırıp cık cıkladı. "Ben onun için hâlâ şaşkınım zaten, kafanıza taş falan mı düşmüştü acaba..."

Hazer'in gözleri bir an Kerem'in yüzüne daldı ve dudaklarında, bir hayaline kavuşmanın mutluluğunu gösteren gülümsemesi oluştu. "Çok iyi bir anıma denk gelmişti, kolumu istesen verirdim..."

Kerem iç çekti ve kıs kıs gülüşü duyuldu. "Safirciğime bak ya, Ankara Keçisini pamuğa çevirmiş."

Hazer irkildi ve dudaklarındaki gülümsemeyi kaldırarak kupaya uzandı. "Ne geveliyorsun Ankara falan, memleketime laf yapıp delirtme beni..."

Kerem homurdandı ve bir şey demeden arkasını döndüğünde, beni gördü. İkinci kez onları dinlerken Kerem'e yakalanmaktan utandım ve başımı aşağıya eğdim. Kerem elbette bu yaptığıma sadece güler, belki biraz bana takılırdı ama ben kendime yakışmayan şeyler yaptığım için en çok kendimden utanıyordum. Kazadan beri dengesizdim, mazur görmelerini diliyordum. Bir anda hayatımda en fazla yer kaplayan, delice bir tutkuyla sevdiğim şeyi kaybetmiştim, dengesiz olmam bu yüzdendi.

"Gel Safirciğim, sana da çay koymuştum. Hazer Bey koymadı, ben koydum..."

Hazer'e sataşmasına gülümseyerek içeriye girerken, Kerem yetişip hemen dirseğimden tuttu ve bana yardımcı oldu. Hazer doğrulmuştu ama Kerem yakınımda olup bana yardım ettiği için gerek kalmamıştı. Hazer, yanına otururken arkama koltuğun minderini koydu ve bu sırada gözleri hiç bana uğramadı.

Az önceki an için utanmıştı.

Kerem de bir minderi çekerek sehpanın kenarına, ısıtıcının önüne oturdu ve siyah kupasına uzanıp çayından içti. Bacağımı yere sabitledim ve Kerem'e teşekkür ederek sehpaya göz attım. Birkaç çeşit kahvaltılık tabaklara bölünmüştü ve ekmeklerin sıcak olduğunu, uzanıp dokunduğumda anlamıştım. Hazer Han önüne döndü ve ensesini uzanıp katlanmış eteğimi aşağıya çekerken, "Çok güzel olmuşsun," dedi ve hızla elini çekip kupasına uzandı.

"Gracias," dedim ince ama mesafeli bir sesle.

Dönüp birkaç kez üzerime, kıyafetlerime baktı ve derin bir iç çekerek önüne döndü. Kupama uzandım ve çayımı içerken birkaç lokma yedim, iştahım yoktu ama ilaçları tok karna almam daha iyi olurdu. Hazer hiçbir şey demedi, yemedi, sadece çayını içip camdan dışarıyı izledi. Çiçeklerimi sulamam gerekiyordu, ölürlerse ağlardım.

Kerem bizim sessizliğimizi bölerek Leyla ile olan son randevusundan, ona olan aşkından bahsetti. Ona göre Leyla da artık kendisinden hoşlanıyormuş ama söylemeye çekiniyormuş. Kerem duygularında çok samimiydi, Leyla'yı anlatırken gözlerinin içi parlıyordu. Bir an Hazer'in adımı söylerken gözlerinin nasıl olduğunu hatırlamaya çalıştım ve bir hevesle Han'a döndüm. Hazer bakışlarımı hemen hissedip tedirgince bana döndüğünde, "Adımı söyler misin?" Diye rica ettim, içimden de bunu manasız bulmamasını diledim.

Bu ricamın Hazer de sebep olduğu şaşkınlığı görmemek mümkün değildi. Gözleri gözlerime kilitlendi ve şaşkınlığına rağmen bana bir şey sormadan dudaklarını aralayıp, "Mila," diye fısıldadı.

Gözleri parlamıştı.

Görmek istediğim şeyi görünce çok duygulandım ve hastaneden çıktığımızdan beri ilk kez mutlu hissederek önüme döndüm. Han'ın bocaladığını biliyordum, kafasında soru işaretleri bıraktığım için üzgündüm ama bunu neden yaptığımı açıklayamazdım. Adımı söylerken gerçekten gözlerinde bir ışık yandığını görmüştüm, hayal ürünüm olamazdı. Hazer, benim hayatımda senin gözlerinden ilerisi yok.

Ona sarılıp yanaklarına öpücük koymak istedim ama insanın içinde az da olsa kırgınlık olunca kendisini tutuyordu.

"Duymayı seviyorsanız ben de adınızı söyleyeyim mi Safir Hanım?"

Kerem'e burukça tebessüm ederek, "Sen neden yerde oturuyorsun?" Diye sordum, bizim koltukta oturmamızdan mahcubiyet duyarak. "Bence biraz da Hazer yerde otursun, sen gel yanıma, koltukta otur."

Hazer bana döndü. "Ha?"

Kerem Hazer'e sinsi bir bakış atarak, "Ev sizin," dedi, imalı bir sesle. "Benim koltukta oturmamı isterseniz otururum tabi."

"La..."

Omzumun üzerinden Hazer'e döndüm ve ağzımı açıp tek kelime etmeden gözlerinin içine içine baktım. Tamam, itiraf edeyim ki ona biraz sataşmak için yapmıştım ama haklılık payım da vardı, biraz da Kerem yukarıda oturabilirdi. Benim bacağım kırıktı, yoksa ben de otururdum. Hazer gözlerime tutunup kaldı ve bir an neredeyse aklımdaki her şeyi unutacak oldum. İkimizin de nefesi bariz şekilde kesildi ve Hazer derin bir iç çekip koltuktan kalktı. "Sen öyle istiyorsun madem..."

Kerem keyifli bir şekilde ayağa kalktı ve geçip koltuğa otururken, Hazer de bağdaş kurup Kerem'in kalktığı yere oturdu. Kerem ve benim için eğlenceli bir andı ama Hazer için aynısını diyemezdim. Kerem çay kupasını önüne çekerken, Hazer'in dik dik kendisine baktığını görerek sırıtışını sildi ve bana dönüp kısık sesle konuştu. "Başımı yaktın Safirciğim."

Galiba, biraz.

Kahvaltının geri kalanında kimse konuşmadı, gergin bir sessizlik oldu. Hazer yerde oturmaktan ziyade, benim yerime oturamamaktan şikâyetçiydi. Benim yanımda ne vardı ki? Keder, üzüntü, acı... Neden yanımı istiyordu o halde. Seninle hepsini çekerim mi, demek istiyordu.

Kahvaltı bittiğinde Kerem sanırım Hazer'in bakışlarından tüymek için yerinden fırladı ve sehpamın üzerinden birkaç şey alarak mutfaktan çıktı. Ağzımı selpakla sildim ve üzerimi silerek, yakamı düzelttim. Hazer Kerem gider gitmez bana doğru döndü ve dudakları aralandı. Bir şey diyeceğini fark ederek, "Müsaadenle," dedim oldukça nazik, kibar bir sesle. "Dişlerimi fırçalayacağım."

Kelimeleri dudaklarının arasında kaldı ve omuzları umutsuzca aşağıya çökerken, "Niye böyle oldu şimdi," dedi başını önüne çevirerek. "Böyle olmamalıydı yani..."

Konuşmamak için dilimi ısırdım ve onu kırmadığımı umut ederek değneğime uzandım. Hazer doğruldu. "Ben taşırım."

"Kalp kırıklığım ve ben sana biraz ağır gelebiliriz."

Bu cümleyi... Planlamamıştım. Kurduğum bu cümle, çok yukarıdan düşmüş bir cam parçası gibi zemine saplanıp büyük bir gürültü yaptı ve bu gürültünün ardından ölümcül bir sessizlik oluştu. Hazer'in dudakları aralandı ve sanki dizlerinde derman kalmadı. Benim de dizlerim titremişti, çünkü acımasız bir cümle kurmuş, onun yüreğini de kendiminki kadar yakmıştım. Hazer bir an odak problemi yaşıyormuş gibi gözlerini kırpıştırıp yüzüme yüzüme baktığında, utandım ve değneğimi yere basıp yapabildiğim kadar hızlı şekilde oradan ayrıldım.

Bakış açısından çıktığım an ağlamaya başladım.

Koridora çıktım ve birkaç adımda banyoya ulaşıp kapıyı açtığım gibi içeriye girdim. Bir elimle yüzümü silerek lavaboya yaklaştım ve vücudumu yaslayarak lavabodan destek aldım. Suyu açıp avuçlarıma doldurdum ve yüzüme boca edip nefes almaya çalıştım. Öyle kırıcı olduğum için kendimden utanmıştım, ayna olsa yüzüme bakamazdım. Ben böyle şeyler söylemez, değer verdiğim insanların üzerine titredim. Fakat kazadan sonra öylesine yorgun, kaybetmiş, hazmedememiş hissediyordum ki... Duygularım çatışma halindeydi ve kendimi hangi kelimelerle anlatacağımı bilemiyordum.

Yüzümü yıkadıktan sonra dişlerimi fırçaladım ve bir süre banyoda kaldım. Çok kırıcı davranmıştım, oysa ki ben öç almazdım. İncinmiş olsam da son isteyeceğim şey Hazer'in nazik kalbini incitmek olurdu. O kadar kırıcı davrandığım için üzgün olduğumu bilmeliydi. Elimi yüzümü havlu kâğıtla kurulayıp banyodan çıktığımda, Kerem'i koridorda gördüm ve ona seslendim. "Kerem?"

Sokak kapısına bakarken, "Hazer Bey gitti," dedi, şaşırmış bir sesle.

Gitti.

Bir an dizlerimde gerçekten derman kalmamış gibi hissederek banyonun kapısına yaslandım ve yaşaran gözlerimle sokak kapısına baktım. Kapının sesini bile duymamıştım, o kadar mı sessiz ayrılmıştı? Onu gerçekten üzmüş müydüm? Böyle olmasını istememiştim, hiçbir şeyin.

"Kerem?"

Kerem başını çevirip bana baktı ve yüzüne çöken şaşkınlığı silmeye çalışarak, "Efendim?" Dedi.

"Müjgan," dedim ve adını dilime alır almaz bacağımın hissiz olmasına rağmen sızım sızım sızladığını hissettim. "O kızın... ev adresini biliyorsun değil mi?"

Kerem apaçık şekilde bocaladı ve ardından anlamak isteyen gözlerle bana baktı. "Biliyorum Safirciğim ama..."

"Lafını kestiğim için kusura bakma lütfen. Mümkünse beni oraya götürebilir misin?"

"Safir Hanım..." sesi ciddileşti ve yüzünde rahatsız olduğunu gösteren bir ifade peydah oldu. "Şu an çok yorgun ve üzgünsünüz. Bu yüzleşmeyi ertelesek sizin için daha iyi olmaz mı?"

"Evinde oturup keyifle gerindiğini, benim acımdan mutluluk duyduğunu düşündükçe sinirimden ağlamak istiyorum," diye itiraf ettim, hayatımın rotasını kaydırdığı için o kıza öfkeliydim. "Saçını yolsam çok mu kaba olurum sence?"

Kerem'in boğazından güldüğünü işaret eden bir ses çıktı. "Yani saç yolmak kabalık olur tabi ama o kız hak etti Safirciğim. Şimdi bizim kitapta kadına el kalkmaz ama sen dövebilirsin bence."

Gözyaşımı silerken, "Şu düşündüğüm şeylere bak," dedim, inanamayarak. "Ben şiddetin bir çözüm olmadığını düşünürdüm, şimdi gerçekten onun saçına yapışmayı düşündüm. Ama Kerem, beni çok üzdü, yıprattı..."

"Biliyorum," dedi Kerem, anlayışlı, yumuşak bir sesle. "Sen, kalbi öpülesi bir kızsın Safir. Ne yapmayı düşünürsen düşün kötü bir insan olamazsın."

"Teşekkür ederim," dedim ıslak gözlerimle ona bakarak.

Yanıma kadar yürüdü ve dirseğimden nazikçe tutarak, "Üstüne bir ceket alalım," dedi, daha keyifle sesle. "Sonra gidip şu kızın saçını başını yolalım."

Beni odama kadar götürdü ve hazırlanmam için yalnız bıraktı. Zaten hazır sayılırdım, bu yüzden dolaptan siyah bir ceket alıp üzerime geçirdim ve saçlarımı düzeltip odadan çıktım. Kerem beni koridorda bekliyordu, çoktan sehpayı toplamıştı. Ne kadar teşekkür etsem azdı. Onun yanına yürüdüm ve beraber kapıya yürüdük. Kerem tam kapıyı açıyordu ki, birisi sokak kapısına vurdu.

Geri mi dönmüştü?

Kalbim hevesle kasıldı ve Kerem uzanıp kapıyı açtığında odağıma beklediğimin aksine, hiç hoşlanmadığım o yüzün sahibi girdi. Kasıldım, şaşkınlıktan ilk birkaç saniye tepki veremedim ve dizlerimdeki tüm güç çekildiğinde, Serap Müdirenin bakışları bacağıma kaydı. "Safir..."

Kaba şekilde sözünü keserek, "Burada ne işiniz var?" Dedim, omuzlarımı dikleştirerek. "Derhal evimden ayrılın."

Kerem'in yanımda şaşkınlıkla soluduğunu hissettim, müdireyi tanıyordu; o gün kavga etmiştim ve Kerem beni kurtarmıştı. Şaşkınlığı bu yüzdendi. Serap Müdire kabalığımla bocaladı ve acele içinde konuşmaya geçti. "Lütfen, sadece iki dakika dinle. Bu sefer başka şey konuşmaya geldim."

"Gitmenizi istedi," dedi Kerem, ben daha konuşmadan. Ciddiyetle, dik dik Serap Müdire'ye bakıyordu. "Arkadaşım zaten yeterince zor günlerden geçiyor, bir de siz onu üzmeyin."

Ah, iyi kalpli Kerem.

Serap Müdirenin gözleri bir kez daha kaygı içinde bacağıma inerken, "Çok geçmiş olsun," dedi hızlıca, kovulmaktam korkar gibi. "Safir... Sadece iki dakika dinle."

"Yine aynı şeyleri dinlemek benim için yalnızca vakit kaybı olacak," dedim, ona bakarak kahır dolu günleri hatırladığımda. Yetimhaneye ait parçalar fotoğraf kareleri gibi gözümün önünden geçiyordu. "Senin içinde vakit kaybı olur. Malum, zaten yaşlısın..."

Birini sevmediğimde, o birisi beni kahrettiğinde sivri yanımla onları üzebiliyordum. Zehir saçıyordum ve o bunu hak ediyordu. Bocaladı ve yüzündeki kırışıklar kendini daha fazla belli ederken, "Affedici değilsin, anlıyorum," dedi. Elleriyle çantasının saplarını sımsıkı kavramıştı. "Ben buraya..." Kerem'e çekingen bir bakış attı. "Duruşma da şahit olacağımı söylemeye geldim."

Kulaklarım bir süre uğuldadı ve donuk gözlerle kendisine bakakaldım. Kabul mu etmişti? O çirkin, pis adamı mahkemeye verdiğimde bana şahitlik mi edecekti? Onun şahitliğiyle o adamı hapse attırabilir miydim? İyi bir avukat ve şahitle yapabilir miydim bunu? Bunu karşılıksız bırakmazdım. En azından insan içine çıkmayacak hale gelmeliydi, başını eğmeliydi, yüzü kızarmalıydı. Ben yıllarca bunu nasıl yapabileceğimi düşünmüştüm. Ve şimdi hem şahidim vardı hem de para tutacak avukatım. Gözlerim doluverdi. Kerem'in anlamayarak bizi izlediğini hissederken, "O zaman davayı açacağım," dedim inanamaz mutlu hissederken. "Duruşma günü çıkıp şahitlik edeceksin?"

Yüzü kızarmıştı, başı önüne eğikti. Bu hali beni biraz tatmin etmişti, sonuçta bunu görmeyi beklemiştim. Omuzları, bir ton şey taşıyormuş gibi aşağıya çöktü. "Evet, edeceğim."

Tanrım, n'olur hakkından geleyim bu işin.

Farkında olmaksızın gülümsedim ve duygu karmaşası içinde, "Kardeşim?" Dedim, uyarır bir ses tonuda. "Onu da almayacaksın."

"Almayacağım. Eğer... Şahitlik ettiğimde beni affedeceksen almayacağım kardeşini. Benim niyetim diyetimi ödemekti zaten."

Düşecek gibi hissettim, neyse ki arkadaşım beni tutuyordu. Kerem sessizce ama şaşkınlık içinde konuşmalarımıza misafir olurken, "Evet," dedim, yalan söyleyerek. Yüzüm kızardı. "Affedeceğim."

Affetmeyeceğim.

Rahatlamış göründü ama hâlâ mahcubiyet içindeydi. Uzanıp çantasını açtı ve içini karıştırıp bana bir kartvizit uzattı. Tek kaşımı kaldırdığımda, "Bana ulaşabileceğin numaram," dedi, gözleri bacaklarıma kayıyordu. "Yani... duruşmayla ilgili bana ulaşmak uzandığında..."

Soğukkanlı davranmaya çalışıp kartviziti elinden çektim. Gözlerine baktıkça, öldüğüm yerleri görüyordum. "Umarım bir korkaklık daha edip vazgeçmezsin," diyerek kartviziti avucum içinde sıktım. "Cehennemde yanman için dualar ederim."

Söylediklerim tokat gibi suratına çarptı ve dudakları aralanmış olsa da bir şey diyemedi. Kafasını kaldırıp son kez bana ve Kerem'e bakıp arkasını döndü, bahçeden uzaklaştı. O gözden kaybolana kadar arkasından baktım ve başıma gelenlere inanamayarak dudaklarımı ısırdım. Kardeşimi almayacaktı, şahitlik edecekti ve hak ettiklerini bulacaklardı.

Ya zaman aşımına uğrarsa?

"Safirciğim?"

Kerem'in yumuşak ama meraklı sesini duyduğumda burnumu çekerek kibarca konuştum. "Kerem, zamanı geldiğinde açıklarım tamam mı? Şu an konuşma için doğru zaman değil."

Onun yetimhane müdiresi olduğunu biliyordu, muhtemelen tahmin ettiği şeyler de vardı. Başını salladı. "Sen nasıl istersen Safir."

"Gracias."

"Bu teşekkürler demekti galiba."

Başımı salladım ve kapıyı kilitleyip evden ayrıldığımızda Hazer'in arabayı bırakarak gittiğini gördük, ikimiz de buna şaşırmıştık. Bacağım için arka koltuğa oturdum ve Kerem arabayı çalıştırdığında sırtımı arkama yaslayıp bu yüzleşmeyi bekledim. Az önce yaşadıklarıma inanamıyordum. Müdire gerçekten gelip kabul ettiğini söylemişti, bu son günlerde yaşadığım en güzel şeylerden birisiydi. Evimin adresini nereden bulduğunu bilmiyordum, yetimhaneden almış olabilir miydi? Avukat bulmalı, olan biteni anlatmalıydım.

Yol boyunca bu meseleyi ve Müjgan ile yaşayacağım yüzleşmeyi düşündüm. Kendimi biraz daha iyi hissediyordum ama onu görünce muhtemelen iyi duygularımı kaybedecektim. Nerede oturduğunu, kimlerle yaşadığını bilmiyordum ve açıkçası umurumda değildi. Gidip onunla yüzleşecek, gerekeni yapacaktım. Çok kırgın ve kızgındım. Hazer oraya gitmemden hoşlanmayabilirdi ama Müjganla tek yüzleşmem daha sağlıklı olurdu. Polisler tutanak tutmuştu, belki bu iyi olmazdı ama sadece konuşacak, aleyhime bir şey yapmayacaktım.

Hazer... Nereye gitmişti, üstelik arabayı almadan. Kızmış mıydı? Daha çok gücendiğini hissediyordum ama gitmesini istememiştim. Pişman olduğunu, o cümleyi sarf ettiği için mahcup olduğunu biliyordum. Zamanla kırgınlığım geçecek, her şey eskisi gibi olacaktı ama yanlış cümleler kurarak belki bu kırgınlığı uzatıyordum. Telefonu ceketimin cebinden çıkardım ve rehberde adını bularak parmaklarımı klavyede gezdirdim.

Gönderilen: Sadece Hazer. ♡

Sen durumu telafi etmek isterken ben kırıcı davrandıysam üzgünüm erkek arkadaşım.

14.25

Mesajı attım ve cevap vermesini beklerken telefonu kalbime götürdüm. Hazer çok önemliydi, çok çok... O üzülürse ben kat be kat daha fazla üzülürdüm. Ne ara ona bu kadar fazla duygu hisseder olduğumu bilmiyordum ama o nazik, iyi olan tüm duyguları hak ediyordu.

Bir süre sonra araba yavaşladığında başımı kaldırıp camdan baktım ve bir apartmanın önüne yaklaştığımızı fark ettim. Sanırım bu apartman dairelerinden birinde oturuyordu. Gerildim ve telefonu cebime bırakıp değneğime uzandım. Kerem arabadan inip arka kapıya yaklaştı ve kapıyı açarak, "Safir, ben Hazer Bey'den gizli iş yapamam," dedi, özür dileyen gözlerle bana bakarak. "Buraya geldiğimizi ona söylemeliyiz."

Onu zor durumda bırakmak istemediğim için anlayışla başımı salladım. "Tamam, söyle Ankara Keçisine."

Kerem kıs kıs güldü ve benim apartmana doğru yürümeme yardımcı olurken, "N'olur bunu Hazer Bey'e de söyle," dedi.

Ah, söylemezdim, kabalık olurdu. Keremle sadece şakalaşıyorduk. Kerem apartmanın önünde durdu ve uzanıp zile bastı. Kız bizim olduğumuzu bilirse muhtemelen kapıyı açmazdı, açmasını istiyordum. Onun karşısına böyle değnekle çıkmanın onu mutlu edeceğine emindim, yüzü bile kızarmayacaktı. Kızın sesi diafondan duyuldu. "Kim o?"

O sesi tınısı tüylerimi diken diken etti ve bir an gözlerim karardı. Kerem ses tonunu değiştirerek konuştu. "Ben üst katta oturuyorum, anahtarı da yanıma almamışım. Karım, kız uyuyor, zile basma dediği için sizinkine bastım, açabilir misiniz?"

Şaşkın vaziyette Kerem'e döndüm. Bana göz kırptı.

"İyi madem," dedi Müjgan, o kaprisli sesiyle ve ardından hemen kapı açıldı.

Açılan kapıya bakarken, "Kumar oynadın," dedim inanamayarak. "Üst katında kimin oturduğunu bilebilirdi."

"Aşk da kaybettik bazı kumarda kazanalım be Safirciğim..."

Onun yardımıyla içeriye girdik ve asansöre yöneldik. Bu kadar profesyonel şekilde yalan söylemesi düşündürücüydü ama buna rağmen kötü bir niyeti olmadığını hissediyordum. Asansörde yukarıya çıkarken mideme sayısız kramp girdi ve Kerem yanımda olmasa düşeceğime emin oldum. Neyse ki Kerem, arkadaşım yanımdaydı.

Asansörden indiğimizde karşılıklı iki daire kapısı gördük. Kerem sol taraftakine yürüdü ve zili çalmadan önce bana baktı. Hazır mıydım, bilmiyordum. Yüzünü görmek, nasıl yapabildiğini sormak istiyordum. Omuzlarımı dikleştirdim ve başımı salladım. Kerem zile bastı ve saniyeler içinde adım sesleri duyuldu. "Kim o?"

"Kargo, hanımefendi."

Hı?

Bir an bekleyiş oldu ve ardından kapı aralandığında, bir filmin ağır çekimde ilerleyen sahnesini izliyormuş gibi hissettim. Müjgan'ın gözleri bakış açısına önce Kerem'i sonra beni aldı ve gözleri adeta yuvalarından fırladı. Yüzüme ateş bastı ve bir anlık göz göze gelişimizde sanki o arabanın tekerlek sesler zihnimde döndü.

"Siz..." Müjgan başüstü kapıyı örtmek için harekete geçti ama Kerem elini kapının üzerine koyduğunda korkuyla bize baktı. "Kapatma, konuşacağız!"

Müjgan kapıyı kapatamayacağını anladığında geriye doğru birkaç adım attı ve Kerem bana doğru döndü. "Buyur Safirciğim."

Elbette Kerem bu konuda bir şey yapamaz, bir kadınla tartışamazdı. Sırtımı dikleştirdim ve elimle saçımı geriye atarak doğrudan Müjgan'a baktım. Korkmuş, şaşkına dönmüş, eli ayağına dolaşmıştı. O arabanın farları, üzerime doğru gelen tekerlekleri, Hazer'in çaresiz bakışları... Beni ona karşı o kadar öfkelendirdi ki, iyi niyetimi neredeyse tamamen kaybettim. Sinir bozukluğuyla gülerek, "Buraya gelsene," dedim oldukça nazik şekilde. "Beni yorma oraya kadar."

Kafasını iki yana salladı ve bakışlarını bacaklarıma düşürerek bir an öylece kaldı. Yaptığı şeyle ilk kez yüzleşiyordu, birinin bacağının kırılmasını istemiş, defalarca denemiş, sonunda başarmıştı. Gözlerinin içinden aynı anda onlarca farklı duygu geçiyordu ve bacağımın halinden mutluluk mu, pişmanlık mı duyuyordu anlamıyordum. Pişkince kollarını göğsünün üzerinde kavuşturup, "Zaten gelemezsin," dedi, gergin bir sesle.

Tek kaşımı kaldırdım. "Emin misin?"

"Sürünerek gelebilirsin tabi," dedi, çenesini dikerek.

Kerem diklendi. "Hop, ağır ol."

Sürünerek... Sürünmemden mutluluk duyar, haz alırdı. Sadece kalbimin değil, gururumun da incindiğini hissettim ve değneğimi bırakıp tek ayağımın üzerinde sekerek daireden içeriye girdim. Müjgan'ın önce şaşırıp öfkelenmesini, sonra geriye doğru birkaç adım daha atmasını izledim. Alçının ağırlığını taşıyıp ilerlemek çok zordu ama yapmıştım. Onun sırtı duvara çarptığında tam önünde dikildim ve o gözlerini kaçırana kadar gözlerinin içine içine baktım. "Sürünmek mi?" Dedim, oldukça ciddi bir sesle. "Sürünmekten sen anlarsın, malum yılanlık var sen de..."

Kerem gülerek bir yılan gibi tısladı. "Tısss."

Müjgan'ın dudakları ve gözleri kocaman açıldı, sanırım bu kadar kabalaşmamı beklemiyordu ama iyilik değerli şeydi, onu hak etmeyen bu insanla paylaşmazdım. Yüzü, ona hakaret ettiğim için kızardı ve sinirle söylendi. "Yılanlık mı? Sen anlarsın bu işten! Adamı nasıl ayarttıysan, seni yurt dışlarına götürüyor."

"Kıskandın mı?" Dedim, tatlı tatlı gülümseyerek. "İspanya da çok iyi vakit geçirdik, senin komplon bile o güzel günleri gölgeleyemez."

Rengi attı. "Kabul mu ediyorsun?"

Aramızdaki her şeyi bildiği açıktı, daha neyi inkâr edecektim ki? Zaten müzikali kazanmıştım, galibiyet benim olmuştu. Bacağım kırılmıştı, daha kaybedecek bir şeyim yoktu. "Evet," dedim tek düze bir sesle. "Hazerle birlikteyim."

Kerem arkamızdan mırıldandı. "Çok yakışıyorlar vallahi."

Müjgan omzumun üzerinden Kerem'e bakıp ardından bana döndü ve sinirle güldü. "Bu duyulursa..."

"Kime istiyorsan git söyle," dedim, kaşlarımı asabi şekilde çatarak. Sözünü kestiğim için kötü hissetmedim. "Müzikali kazandım, İspanya'ya da daha sonra gittik. Hazer beni seçtiğinde bizim bir ilişkimiz yoktu, birbirimizi tanımıyorduk. Bu torpil sayılmaz. Diyelim sayıldı, diyelim itibarımız zedelendi, bu bizim derdimiz. Sen kendi derdine yan."

Bu kadar soğukkanlı, umursamaz davranmayı ben de planlamamıştım ama zaten sakatken, bir de karşısında güçsüz durmak istemezdim. Kalbimi kırmış, beni incitmişti ama gururumla bunun üstesinden gelebilirdik. Bakışlarını kaçırdı. "Benim bir derdim yok!"

"Hakkında tutanak tutuldu, şüphelisin," dedim, kendimden emin görünmeye çalışarak. Yüzüne sıcak bastığını, soğuk soğuk terlediğini gördüm. "Benim bacağım kırıldı ama senin de hayatın kaydı. Sabıkalısın, siciline işlenecek. Dans için başvurduğun tüm kuruluşlar senden CV isteyecek, sabıkanı görecekler. Sonra sana kapıyı gösterip adios diyecekler." *Görüşürüz*

Gözlerindeki korkunun çığlık çığlığa bağırdığını gördüm, belli ki bunların hiçbirini hesap etmemişti. Göğsü endişe içinde sertçe yükseldi ve kafası iki yana savruldu. "Bunların hiçbiri olmayacak!"

"Bunların olmaması için şikayetimi geri çekmemi isteyeceksin," dedim, artık tek ayağım üzerinde durmakta oldukça zorluk çekerek. Canım acıyordu, fakat onun bunu görüp tatmin olmasını istemiyordum. "Kapıma gelip, lütfen şikâyetini ger al, diyeceksin. Fakat şimdiden söyleyeyim, gelme! Belki ailen zengindir, parayla bu işten yırtarsın ama yırtamayıp da kapıma gelmek istersen, gelme! Çünkü şikâyetimden vazgeçmeyeceğim!"

Dudakları aralandı, ardından kapandı. Bir kez daha aynısı oldu ama konuşamadı, çaresizce yumruklarını sıktı ve gözleri sinirle doldu. Haz almadım, onu üzdüğüm, gerçekleri yüzüne çarptığım için tatmin olmadım, sadece gururlu şekilde karşısında dikilebildiğim için kendimi daha iyi hissettim. Geriledim ve o ağzını açıp konuşamazken, "Benim bacağım kırıldı ama senin hayatın kaydı," diye fısıldadım ve ona el sallayıp arkamı dönmeden önce mırıldandım. "Adios."

"Sen..."

Kerem de sırıtarak ona el salladı. "Tısss."

"Defolun evimden!"

Oldukça ağır adımlarla daireden dışarıya çıktığımda, Kerem dirseğimden tuttu ve bir saniye geçmedi ki sokak kapısı sertçe kapandı. Acısı ve öfkesi büyüklüğündeydi çıkardığı gürültüler de. Umarım pişman olup, yaptığından utanırdı. Kerem bana yardımcı olarak asansöre götürürken, "Ağzınızdan bal damlıyordu Safir Hanım," dedi, keyifle. "Nasıl kaldı öyle beş karış suratla. O yüz ifadesini görünce aşırı keyiflendim, tabi bir ara saçlarına dolanacaksınız diye düşünmedim değil..."

Onunla saç başa kavga etmezdim, daha ayaklarımın bile üzerinde duramıyordum ki. Üstelik bu benim karakterime tersti, yapabildiğim kadarıyla konuştuğumu düşünüyordum. Keremle asansöre binerken, "Şu an sinirden ağlamak ya da sinirden gülmek istiyorum," dedim, zira öyle hissediyordum.

Keremle göz göze geldik.

Bir anda gülmeye başladık.

Sırtımı asansörün duvarına yasladım ve elimi yüzüme kapatarak gözyaşları içinde güldüm. Gerçek anlamda sinirlerim bozulmuş, ruhum rotayı şaşırmıştı. Kerem omuzları sarsılarak gülüyor, kahkahaları asansörü kaplıyordu. Gözyaşlarımı sildim ve ikimizin de en derindeki acılardan beslenen bu gülümsemelerle asansörden indik.

Apartmandan çıktığımızda Kerem hâlâ gülüyor, bense telefonumu kontrole ediyordum. Hazer mesajıma cevap vermemişti, Gazel de hiçbir dönüş yapmamıştı. Umutsuzlukla iç çekerken, "Seni sahile götüreyim mi?" Diye sordu Kerem, sevimli bir sesle. "Bahar geldi, ilk dondurmanı ben ısmarlayayım?"

Burnumu çekerken biraz utandım. "Hazer'e de alalım mı?"

Gözleri parladı. "Alırız tabi."

Arka koltuğa oturmama yardımcı olduktan sonra şoför koltuğuna geçti ve arabanın tekerlekleri saniyeler içinde döndü. Apartmanın önünden ayrılırken son kez geldiğim bu yere baktım. Utanmamıştı, pişkin davranmıştı ama bacağım kırılmış olsa da hayatı kayan ben değildim. İyi olmak için o kadar çabalayıp hep kötü insanlara denk gelmek... Ruhumdaki kanatlar paramparça ve hiçbir merhemim yok artık.

Kerem arabayı sahile çektiğinde ve yakınlardaki esnaftan bizim için dondurma aldığında, araba kapılarını açtık ve denizi izleyerek dondurmalarımızı yedik. Vücudum yorulmuştu, bacaklarım da öyle. Hazer'i düşünmeden edemiyordum, onunla kötü olunca hiçbir şeyin tadına varamıyordum; dondurmanın da.

Üstelik Gazel'in yokluğu artık beni çok kaygılandırıyordu.

Kerem bir ara Leyla'ya mesaj atmış ve ondan gelen mesaja nasıl yanıt vermesi gerektiğini bana sormuştu. Açıkçası benden taktik istemişti. Bu beni gülümsetti ama Leyla ile bambaşka insanlar olduğumuz için neyden hoşlanacağını bilemezdim. Ben beyefendilikten, insanlıktan, nezaketten hoşlanırdım. Yine de Kerem'e taktik verdim ve beraber Leyla'nın atacağı mesajı bekledik. Leyla, Kerem'in, benim taktiğimle attığı mesajdan çok hoşlanmış, daha hoş bir mesajla geri dönüş yapmıştı. Kerem bu mesajı okuyunca gözleri parladı ve bu sevinçle ellerimizi birbirine vurduk.

Dondurmalarımızı yedikten sonra sahilden ayrıldık, bu sırada gün batmaya başlamıştı. Benim evim şehrin diğer yakasındaydı ve iş çıkış saatine yakalandığımız için trafikte oyalanmıştık. Ağrılarım artmış, sızlanmaya başlamıştım. Hazer'e yine gücenmiştim, nasıl mesajıma cevap vermezdi ki! Yolun kalanında bir bahar yağmuru yağmaya başladı ve silecekler hızla çalışırken, Kerem radyoda bir şarkı açtı. "Hazer Bey bu şarkıyı dinliyor sürekli...."

Hangi şarkı olduğunu biliyorsunuz.

Yağmuru izledim ve arabanın camına isimlerimizi yazıp evime gitmeyi bekledim. Hazer dayanamaz, gelirdi değil mi? Birbirimizi birbirimize açıklardık ve sonra sarılırdık. Gazel de her şeyi itiraf etmiş olarak eve dönerdi ve ona elimden geldiğince destek olurdum. Tüm sevgimle. Camın üzerinden kayan yağmur damlasını gözlerimle takip ettim ve uzanıp kolyemi avucuma aldım.

Araba sokağa girdiğinde heyecanlandım ve dikilip camdan dışarıya baktım. Güneş çekilip yerini ay ve yıldızlara bırakmış, tekinsiz bir karanlık etrafa çökmüştü. Evin ışığı yanmıyordu, Gazel hâlâ mı gelmemişti? Başına bir iş mi gelmişti? Behram çok mu ters bir tepki vermiş, kalbi çok mu kırılmıştı? Araba evin önüne doğru yaklaşıp durduğunda Kerem radyoyu kapattı ve ardından uzanıp kapısını açtı. "Şemsiye bagajda olacaktı, çıkarayım mı Safirciğim."

"Yok yok," dedim kapıyı açarken. "İki adımlık yer canım."

"Sen bilirsin."

Değneğimi yere yasladığımda Kerem yine kolunu verdi ve bana yardımcı oldu. Dirseğine tutunup dışarıya çıktım ve bastıran yağmur damlaları bir bir kafamın üstüne düştü. Sorun değildi, bahar yağmurunu severdim. Demek ki bulutların ağlayası vardı. Damlalar yüzüme aktı ve bacaklarım rüzgârın etkisiyle üşüdü. Kerem'in yardımıyla arabanın etrafını dolaştık ve bahçe kapısından içeriye yürüdük. Üşüyor, titriyordum. Saçlarım sert bir rüzgârla başımın etrafında dağıldığında, sokak kapısına yürüdük ve anahtarıma uzandım.

"Siz de duyuyor musunuz Safir Hanım?"

Kerem'in sesini duyarak başımı ona çevirdim. "Afedersin, neyi?"

"Bahçenin arkasından bir ses geliyor sanki."

Bir an durdum ve duyduğunu söylediği sesi duymayı bekledim; duymadım. Ürktüm ve anahtarı deliğe sokup kapıyı açarken, "Kedi falandır belki," diye mırıldandım ve Kerem'i eve buyur ettim. "Sen geç Kerem, ben bakayım."

"Ben baksaydım."

"Kedi falandır, çok severim hayvanları. Bakayım ben."

Kerem tedirginlikle kapıdan içeriye girdiğinde değneğimi bahçenin toprağına basarak evin etrafını yürüdüm. Sekerek, birkaç adımda evin köşesini döndüm ve o köşeyi yürüyüp arka bahçeye çıktığımda... Olduğum yerde kalakaldım. Kalbimin içinde bir kasıntı, ellerimde bir titreme, fırtınaya rağmen yüzümde bir sıcaklık oluştu.

Hazer Han, oradaydı.

Nefesimi tuttum ve onun evimde, bahçemde beni bekliyor olduğunu görerek inanılmaz bir duygu seline kapıldım. Sırtı bana dönüktü, henüz beni fark etmemişti. Yerde, eğilmiş, bir şeylerle uğraşıyordu. Üzerinde ceketi vardı ve kıyafetleri baştan aşağıya ıslanmıştı, bir süredir yağmurun altında kalmış görünüyordu. Omuzları sarsılıyordu, kolu da öyle. Ellerinin yerde bir şeyle uğraştığını anladım. Saçları... dağınık ve ıslaktı. Orada, fırtınalı bu gecenin içinde, dizinin üzerine eğilmiş ne yapıyordu ki?

Bir an ismini seslenmek, onunla göz göze gelmek istedim ama bundan öncesinde sağ ayağımın üzerinde ileriye doğru bir adım attım. Su damlaları çıplak bacaklarıma sıçradı ve sanki birisi kalbimi kaburgalarıma doğru bastırdı. Hazer'in omuzları kasıldı, kolları durdu ve rüzgâr suratıma tokat gibi binerken, elleri bakış açıma girdi. Hazer... toprağa çiçek dikiyordu. Elleri çamur içindeydi ama... toprağa çiçek diken eller ne kadar çamura batmış olabilirdi ki?

"Hazer..."

Adı dudaklarımdan bir iç çekiş, ah gibi döküldü ve Hazer'in başı hafifçe yukarıya doğru kalkıp bana döndü. Göz göze gelmemizle beraber kaburgama batan o kalbim acı şekilde kasıldı ve ıslak, parlayan yüzü nabzımı hızlandırdı. Saçları alnına yapışmıştı, hırıltılı şekilde soluyordu ve üzerindeki tişört tamamen vücudunu sarmıştı. Yağmur damlaları yüzümden akıp dudaklarımdan içeriye girerken, kulaklarım deli gibi uğuldadı. "Bu yağmurda... çiçek dikemezsin," diye fısıldadım, kesik kesik.

Gözlerini bile kırpmadan, alçalıp yükselen göğsüyle bana bakarken, "Ben en fırtınalı yağmurlarda bile çiçek dikebilirim," dedi ama bu cümlede çiçekten ziyade, bizden bahsetmişti. Ben en fırtınalı kavgalarımızda bile bizim için güzel şeyler yapabilirim, demekti.

Daha önce yaptığını görmemiştim ama istiyorsa yapabilir, en fırtınalı yağmurlarda en güzel çiçekleri dikerdi. Nefes kesici bakışları altında kalbim şuursuzca atmaya başladı ve yüreğim bir duyguya hapsoldu. "Tabi dikebilirsin," dedim, ona olan güvenimi hissederek. "En güzel çiçekleri sen dikersin."

"Ama sadece senin için."

Yutkunarak başımı salladım. "Benim için." Ya da bizim için.

Hazer sertçe yutkundu ve ardından başını tekrar önüne çevirip fırtınaya, yağmura rağmen elindeki çiçeği toprağa dikmeye gayret etti. Bu çiçekleri benim için dikiyordu, en fırtınalı zamanlarımızda bile benim için bir şeyler yapmaktan asla vazgeçmeyeceğini gösteriyordu. Elleri benim için fırtınaya kafa tutuyor, bu yağmurun altında benim için ıslanıyordu. Onu gücendirdiğimi düşünmüştüm ama Hazer hâlâ kendi hatasını telafi etmeye çalışıyordu.

Yağmurda bu kadar ıslanmasına dayanamayarak, "En fırtınalı yağmurda bile çiçek dikeceğine eminim," dedim, yağmurun sesini bastırması için ses tınımı yükseltmiştim. "Ama şimdi çok üzülüyorum yağmurda ıslanmana. İçeriye girsek, daha sonra beraber diksek."

"Şimdi dikeceğim," dedi inatçı bir şekilde. Omuzları sertçe yükselip alçalıyor, sesi yağmurdan daha gür çıkıyordu. "Göstereceğim sana, senin için çabalamaktan hiç vazgeçmeyeceğimi."

Ah.

Yüreğimi sarıp sarmalamış, içimi sıcacık etmişti. Daha önce hiç yapmamıştı, dememişti ama ben zaten biliyordum onun benim için çabalayacağını. Yine de dudaklarından duymak beni inanılmaz mutlu etti ve yağmurun altında ona doğru bir adım daha atarak elimi tedirgince omzuna koydum. "Mi vida." *Hayatım*

"Sen çiçekleri dalında seversin," dedi aniden, ellerimin altında kasılmış, nefes nefese konuşuyor ve parmakları hararetle çiçeği toprağa tutturmaya çalışıyordu. "Bunu dikeceğim, burada büyüyecek, camından baktığında onları görebilirsin. Birileri sana çiçek almış olabilir ama ben senin için bir bahçe çiçeği kendi ellerimle dikerim."

Ne diyeceğimi, artık nasıl tepki vereceğimi bilemiyordum. Yağmur sorun değildi; üşümek ve titremek de. Baştan aşağıya ıslanmış, sallanıyordum ve duygu yoğunluğundan kalbim patlayacak gibiydi. Nazım'ın aldığı çiçekten bahsediyordu, görünen o ki kendi içinde onu hâlâ halledememişti. Benim için çiçekler dikiyordu, duygularını göstermenin bir başka yoluydu. Onu içeriye sokamayacağımı anladığımda, "Mesajıma neden yanıt vermedin?" Diye sordum, sesimi duyması için bağırmak zorunda kalıyordum. "Mesajımı görüp nasıl cevap vermeden durabildin ki?"

Başı tekrardan bana doğru döndü ve bir sabah vakti gibi alacalı duran gözleri içime, ışık hızından daha hızlı yayıldı. "Mesajın mı? Görmedim ki. Telefonum... Evde kalmış."

Ah, şükürler olsun ki korktuğum gibi değildi. Yoksa bana cevap verirdi, hep vermişti. Rahatladığımı hissederek gözlerimi tekrardan ellerine çevirdiğimde, elindeki çiçeğin toprağa tutunduğunu gördüm. Çamuru, bahar yağmuru yıkıyordu. Toprakla çiçeğin etrafını kapattı ve adeta çiçeğin üzerine öksüren rüzgâra rağmen çiçek topraktan ayrılmadı. "Bak, yaptım," dedi Hazer diğer çiçeğe uzanırken. "Fırtına ne kadar büyük olursa olsun senin için diktim o çiçeği."

Yüreğim, kalbim acıyordu. Sanki göğsümde bir yara vardı ve birisi deriyle kemiği bir arada tutabilmek için sürekli oraya iğne batırıyordu. Sözleri beni mutlu ettiği kadar kedere de boğuyordu. Ah Tanrım, tüm bu duygular, benim ruhum için çok fazla değil mi? Parmaklarımı nazikçe ensesine dokundurdum ve dizlerimi onun sırtına yaslayıp destek alırken, "Bizim için," diye düzelttim onu. "Ben artık ben değilim, bizim."

Elimin altındaki teni gerim gerim gerildi ve başı bu sefer daha yavaşça bana dönüp gözlerimin içine baktı. Yemin ederim gözlerinin duygu yoğunluğunda boğulduğunu, yutkunmakta zorlandığını gördüm. O bu hayatın pusulası ve yön hep kendisiydi. Islak kirpiklerini kısarak,"Biz," diye tekrarladı beni, başını da sallayarak. "Benim hayatımda senin gözlerinden ilerisi yok, Mila."

Nasıl olur da aynı şeyleri düşünür, hissederdik?

Kabahati için onu affetmemek nasıl mümkün olurdu ki? Benim için şu yaptığına bakın; fırtınaya bile göğüs geriyordu. Gözyaşlarım bu sefer mutluluktan akıyor, burnum sızlıyordu. "Benim de hayatımda senden ilerisi yok," diye fısıldadım. "Hazerle başlayıp Hanla bitiyor."

Gözlerinin içinde kuvvetli bir ateş yandı.

Bir an beni tutup göğsünden içeriye çekeceğini sandım, öyle bir bakıştı ki, hayatımın Hazerle başlayıp Hanla bittiğine emin oldum. Duygularım bu fırtınadan daha güçlüydü ve bu fırtınadan daha güçlü duygulardan sağ çıkabilecek miydik? "Sadece Hazer," diye fısıldadı önüne dönüp çiçeği toprağa dikerken. "Mila için sadece Hazer."

Onun gayretle, fırtınaya karşı koyarak o çiçeği de dikmesini izledim. Çok çabaladı, defalarca tekrarladı ama pes etmedi. Eminim o çiçekleri kendisi için dikse pes edebilirdi ama benim, bizim için diktiği için pes etmedi. Ona yaslandım ve titreyen dizlerim sırtına vururken kafamı kaldırıp aya baktım. İnanamam şimdi bu yağmurda ıslandığıma, içim bu kadar yanarken. Gözlerimi eğip tekrar ellerine baktım ve ikinci çiçeği de diktiğini gördüm. Üçüncü çiçeğe uzandı. "Senin gibiler," dedi bana, üçüncü çiçek için yeri eşelerken. "Fırtınaya rağmen ayaktalar."

Elimin içini ensesine daha sert bastırırken, "Sana yaslanarak ayakta durabiliyorum," dedim elimle saçlarımı yüzümden çekerken. "Baksana, yine önümde sipersin."

"Sen, ben olmasam da ayakların üzerinde dimdik duracak kadar güçlüsün."

Öyle miydim? Öyleydim. Çünkü yapmıştım, yıllarca ayaklarımın üzerinde dimdik durmuştum. Onun saçlarını izlerken,"Bir anda iki kişi oldum," dedim, gözlerimi kapatsam da gözlerimin önünden gitmeyen bir yüzü vardı. "Eskiden sadece Mila'ydım şimdi Hazer ve Mila'yım. Sen de böyle hissediyor musun?"

Parmakları çiçeğin etrafında durdu ve burnundan içeriye hırıltılı soluklar aldı. "Si," dedi ve rüzgârın içinden bir ıslık çaldı. Yağmur bastırdı, Hazer yutkundu. "Sana karşı duygularım, bu fırtınadan daha güçlü."

"Sana karşı duygularım, her şeyden daha güçlü."

Bir şimşek çaktı ve Hazer'in gözlerinde, ne ayda ne güneş de görmediğim bir parlaklık gördüm. Gözlerimin içini yaktı. Dün kalbim ne kadar kırıldıysa bugün o kadar güçlenmiş, çelik gibi dayanıklıydı sanki. Tanrı onu benim için yollamamış olsaydı bu kalp bu kadar hızlı atar mıydı? Duygularım, gözlerimden gözyaşı olarak boşalırken, çamurlu ellerinden birini uzatıp kalbimin üzerine koydu. "Burası benim her şeyim," dedi.

Sonra önüne dönüp, üçüncü çiçeği dikti.

Elimi, kalbime götürdüm ve onun dokunduğu yerden kalp atışlarımı dinledim. Canım acıyordu ama artık kalbim değil. Dizlerimde derman kalmamıştı, ona tutunuyordum. Bazen hayat sizden aldıklarını başka şekilde avuçlarınıza bırakıyordu ve Hazer de tıpkı avuçlarıma bırakılmış gibiydi. Bu kalp kime attıysa orada, onunla yaşam vardı. Kalp atışlarım bana kime gideceğimi gösteriyordu.

Onunla her yere yürürüm, bir yere varmasak da.

Hazer üçüncü çiçeği de fırtınaya, sulu yağmura rağmen toprağa dikti ve ellerindeki çamuru silkip bana doğru döndü. Alnını karnıma yaslayarak elleriyle belimden tuttuğunda, çiçeklere bakıyor ve onların bu fırtınaya rağmen bu kadar dik durmasına inanamıyordum. Islak yüzünü bluzumun üzerinden karnımda hissederken, "Bizim duygularımız da bu çiçekler gibi Mila," dedi Hazer, sesi daha sakin ama duyguluydu. "Fırtınaya rağmen ayakta durup, her şeyle başaçıkabilir."

Bizim duygularımız bu çiçekler gibi, fırtınaya göğüs gerebilir ama birileri de üstüne basıp geçebilir.

Yüzümden aşağıya inen yağmur damlalarını elimin tersiyle sildim ve sonrasında indirip onun başını kavradım. Hazer yüzünü karnıma daha sıkı bastırdı ve sıcak nefesi, sırılsıklam olan bluzumu dinlemeyip doğrudan karnımı ısıttı. Teması hem ruhumu hem de bedenimi kıskıvrak yakalamıştı. Elleri belimi nazik ama sıkı şekilde kavramış, neredeyse iki avucu belimi tamamen örtmüştü. Parmaklarımı ıslak saçlarının arasına karıştırdım ve gözlerimi kapatarak, "Madem, kalbim senin her şeyin," dedim yüksek sesle. "Ben her şeyini zaten sana verdim."

Kalbimi...

Hazer'in nefesi kesildi ve çamur içinde olmasına rağmen dünyanın en temiz olan elleri belimi sımsıkı tuttu. "Mila..."

"Benim kalbim demirden çelikten değil, camdan bile daha hassas. Lütfen ona iyi bak."

Yutkundu ama hiçbir şey demedi. Beni daha sıkı tutarak yüzünü karnıma sürttü. Beni tuttuğu için kendimi bıraksam bile düşmezdim. Yağmur sularıyla üşürken, "Eve döndüğümde sizi bulamadım," dedi, dizlerinin üzerinden kalkmadan. "Ben sürünürken siz Keremle eğlencelere mi çıktınız?"

"Evet," dedim espri olması için. "Discoya gidip iki tek attık."

Aniden karnımı ısırdı ve irkilmeme aldırmadan homurdandı. "Şuna da bakınız siz..."

"Karnımı ısırdın," dedim inanamayarak. Dişlerini çekmiş olsa da sanki ısırığını hâlâ hissediyordum.

"Karnını ısırdım," diye tekrarladı beni, sesi çatlıyordu. "Seni ısırmak istediğim ilk an değildi."

"Yaa," diyebildim.

"Yaa."

"Hazer..."

"Mila..."

Yüzünü, yüzünün hareketlerini karnımda doğrudan hissederken, "Kalkar mısın yerden?" Dedim, dizlerinin üzerinde olmasından rahatsız olarak. "Diktin zaten çiçeklerimizi."

"Benim çiçeklerim daha güzel değil mi?" Diye sordu, sesi hevesliydi. "Onun çiçeklerinden daha güzel?"

Ah, Nazım meselesine bu kadar takıldığını düşünmemiştim. İçim sızladı ve sesim yumuşak bir hal aldı. "Tabi ki daha güzel mi amor."

Yanağını karnıma doğru sürterek bana sırnaştı.

Parmaklarım saçlarının arasında, bir şeyi arar gibi ama bir sebebe de ihtiyacı olmadan gezerken, Hazer'in yüzü karnımdan aşağıya kaydı ve sol bacağımı takip ederek eteğimin üzerinden dizime doğru indi. Beklenmedik atağıyla vücuduma sıcak bastı. Soğuk yağmura, rüzgâra rağmen içim için için yandı ve dudakları alçının biraz üzerinde dizime yerleşti. Dizimi öptü. "Çok acıyor mu?"

"Öpünce, hafifledi acısı."

Nefes nefese verdiğim cevaptan sonra Hazer yüzünü karnıma sürterek kaldırdı ve ıslak kirpiklerinin ardındaki gözleri benimle buluştu. Dünya etrafımda çok daha hızlı dönmeye başladığında, rüzgâr eteğimi savurdu ve Hazer nefes nefese soludu. "Nereden öpsem kalbindeki acı hafifler peki?"

Ne yaptığımı farkında bile olmadan titreyen parmaklarımı aralık dudaklarıma götürdüm.

Hazer'in gözlerinden ateşler çıktı.

Bir şimşek çaktı ve belimi tutan elleri neredeyse derimden, kemiğimden içeriye geçti. Yüzünün, öfke olmayan bambaşka bir duygudan kasıldığını gördüm ve göğsü sertçe inip yükseldi. Yağmur aynı süratle üzerimize yağarken ve fırtınalar koparken, Hazer adeta hırladı. "Mila?"

Dudaklarım çoktan karıncalanmaya başladı. "Sussan ve beni öpsen?"

"Sus ve beni öpten sussan ve beni öpsene mi geçtik?" Dedi, hırlarcasına. Gürültülü gecenin içinde en net duyduğum şey artık yağmur değil, kalplerimizdi. Dizlerinin üzerinde hafifçe yükselmeye başladı. "Fark etmez, her türlü ateşlisin."

Yüzüme ateş bastı ve kulaklarım fena şekilde uğuldarken, Hazer yükselmeye devam etti. Elim saçlarından yüzüne doğru kaymaya başladı ve sakalları avuçlarıma battı. "Hazer..."

"Yüzümü böyle tutmana bayılıyorum!"

Onun bana yaklaştığı gibi benim de başım ona doğru eğildi ve ellerim yüzünü çepeçevre sardı. "Ne zaman istersen yüzünü böyle tutarım mi amor."

"Mila," dedi elleri belimden yukarıya doğru yüzeysel şekilde çıkıp sırtımın ortasından beni sertçe kendine bastırdı ve adım adım yüzüme yaklaştı. "Güzelim benim..."

"Hazer..."

"Bir daha üzmeyeceğim seni," dedi, bakışları ağzıma inerken. "Üzemem zaten! Zaafım oldun sen benim."

Yüzüm soğuk ve heyecandan tir tir titrerken başımı hızlı hızlı salladım. "Seninle olmak için kırılmayı da göze alırım."

Gözleri döndü. "Mila..."

"Hazer, sus ve beni öp."

Bakışları bir an için omzumun üstüne kaydı. "Kerem'in camdan çekilip bizi dikizlemesine son vermesini bekliyorum seni öpmek için."

"Ah..."

Kırmızılık yanaklarıma bastı ve refleksle başımı çevirip cama bakıyordum ki, "Canı cehenneme," diye homurdandı Hazer ve vücudunu vücuduma sürterek tamamen doğruldu. Elleri enseme çıkıp boynumu kendisine doğru çevirdi ve benimle bir an göz göze geldikten sonra dudakları hızla ileriye atıldı. Gelecek olanı bildiğim için yakasına asıldım ve dudaklarımı onun için araladım. Hazer'in üst dudağı dudaklarımın arasına yerleşti ve ikimizin de boğazından coşkulu, edepsiz, ilkel bir inilti döküldü.

İkinci kez öpüşüyoruz.

Yağmurun altında.

Hazer'in kalbi kalbime denk düştü ve kollarım yukarıya kalkarak onun boynuna dolandı. Hazer bir elini hızla belimden aşağıya kaydırarak kolunu etrafıma sardı ve tek koluyla vücudumu kaldırdı. Ayaklarım tamamen yerden kesildi ve bedenlerimiz birbirine yaslanırken, Hazer kafamın arkasından tutup beni ağzına daha çok bastırdı. Dudaklarım ikinci kez onun tadı, kokusu, sıcaklığına kapılarak ilkinden daha hızlı ve deneyimli şekilde onu öperken, Hazer alt dudağımı serbest bıraktı. Aynı anda dili, dudaklarımın arasından kıvrakça kayarak ağzımın içine girdi.

İnledik.

Hazer'in iniltisi ağzımın içine dağıldı ve süratle arkaya doğru yürümeye, beni taşımaya başladı. Ben onu öpmekle meşgulken, sırtım evimizin duvarına çarptı ve Hazer kendini tüm gücüyle bana bastırdı. Edepsiz dili beni fena şekilde utandırarak ağzımın içinde hareket ederken, dudakları da bir alt dudağımı bir üst dudağımı öpüyordu. Ona yetişmeye, bu güzel öpücükleri karşılamaya çalışıyordum. Gözlerim yarı açıktı, onun yüzünün aldığı haz ve tutku dolu ifadeyi görüyordum ve bu sanırım... beni hayatımda yoldan çıkaran tek şeydi.

"İyi ki ilk seninle öpüştüm," dedi, dudakları nefes alabilmemiz için benden ayrıldığında. "İlk öpücüğümü seninle paylaştığım için mutlu hissediyorum mi amor," diye devam etti ve benim şaşkın mırıltımı, dudaklarıyla yuttu. Dudakları istekli, ıslak şekilde ağzımın içine kaydı ve karnını karnıma bastırarak saçlarımı elinin içine doladı. Kravatına yaptığı gibi. Kravatını eline dolarken, bir gün saçlarıma da bunu yapacağını düşünmemiştim. Her şeyde nezaket arayan ben onunla öpüşmelerimizde nezaket aramıyordum. Öpüşmelerimiz... Aman Tanrım! Hazer ilk kez benimle öpüşmüştü. Bu sadece benim değil, ikimizin de hayatı boyunca yaşadığı ikinci öpüşmeydi.

"Hazer..." adı dudaklarımdan acıyla çıktı ama o durmadan, duramadan beni öpmeye devam etti. Eli, bacağım, kırık olduğu için beni sıkıca tutuyor, vücudu duvara yaslıyor, öpücüğü dudaklarımın sağ tarafında başlayıp sol tarafında hararetleniyordu. Yoğun, ıslak, kan ter içinde bırakan bir öpüşmeydi. Kibarlık aramıyor, tuhaf şekilde ben de onu kibarca öpmüyordum. Elim saçlarını okşuyor, dudaklarım çekingen ama istekli şekilde ona sataşıyordu. Nefesim bir kez daha kesildi ve Hazer'in dili kıvrakça ağzımın içinden çıktı. "Seni öperken yavaşlayamam, yok... yapamam bunu."

Parmaklarım saçlarını okşadı ve günahımız ateşi yanaklarıma bastı. "Beni daha ne kadar öpebilirsin ki?"

"Çok çok öpmek isterim. Biraz daha öpebilir miyim Mila?"

Gözleri artık amber değil, karaydı. Çekingen şekilde başımı salladım. Bir an bakıştık ve ardından ikimiz de birbirimizi öpmek için tekrardan dudaklarımızı ileriye uzatıyorduk ki, bir gürültü koptu. Bu yağmurun ve kalplerimizin sesinden daha yüksek olan sesi duyduğumuzda durduk ve gözlerimizi kaldırıp birbirimize baktık. İkimizin de bakışları puslu, yoğundu. Çıkan gürültünün ne olduğunu ilk an anlamadık ama bir bağırtı daha koptuğunda afalladık. Hazer gözlerini kapatarak sertçe soluklandı ve ardından benden uzaklaşarak, "Ulan bir günah işledik, cezası bu kadar mı erken gelir," diye söylendi. Elini heyecanlı şekilde omzuma koyup beni kendisine doğru yaslarken gözlerime bakamadı. Utandı.

"Hazer..."

"Ses Behram'ın dı."

Ben sesin kime ait olduğunu anlamamıştım ama Hazer dostunu tanımıştı tabi. Başımı salladım ve kızaran yüzümü onun omzuyla saklarken, Hazer sertçe yutkunup beni belimden kaldırdı. Yükümü neredeyse tamamen aldı ve beni kolaylıkla kaldırıp evin önüne doğru yürümeye başladı. Kolum boynuna sarılıydı, parmaklarım kulağının arkasıyla oynarken, Hazer huylanıp kıkırdadı.

Birkaç saniye içinde evin önüne doğru yol aldığımızda Hazer'in gevşeyen boynu kasıldı ve adımları duraksadı. Başımı tedirginlikle kaldırdım ve onun sert şekilde ileriye baktığını gördüm. Çenesi başımın tepesine değerken, başımı çevirip onun gibi ileriye baktım. Gazel ve Behram bahçe kapısının ağzında, yağan yağmurun altında karşılıklı şekilde duruyorlardı. Aralarında bir adım kadar mesafe vardı, ilk kez bu kadar yakın duruyor ve gözlerini kırpmadan birbirlerine bakıyorlardı. Behram'ın suratı çarpılmış gibiydi, kafası durmadan iki tarafa sallanıyor ve omuzları sert şekilde yükseliyordu. Gazel'se... Ağlıyor, titriyor, elleriyle Behram'a ulaşmaya çalışıyordu.

Hazer'in bir an bütün gücü çekilmiş gibi oldu. "Siktir! Öğrendi."

"Ne demek o senin abin değil de sevgilindi?" Behram'ın dudaklarından çıkan bu cümle Hazer'in tespitini onayladı ve yüreğimi bir el sıkıca sardı. Behram'ın yüzünde, kimsede görmediğim bir acı ve hayal kırıklığı vardı. Duyduklarına, kendi söylediklerine inanamıyordu. Dudaklarının arasından sinir bozucu bir kahkaha kaçtı ve Gazel ellerini yüzüne kapatıp hıçkırıklara boğuldu. Duygularım keşmekeş içinde kaybolurken, Hazer'in de kardeşi için çektiği acının seslerini duydum. Behram Gazel'in üzerine doğru bir adım attı ve adeta, yeri göğü delen şekilde haykırdı. "Nasıl, nasıl olabilir? Abim dedin? Ben... abinden isteyecektim seni, o zaman bile o benim abim değil demedin. Sen bunu bana nasıl şimdi söylersin? Nasıl.... Biz bir saat önce evlenmişken nasıl karşıma geçip onun abin değil de sevgilin olduğunu söylersin!"

BÖLÜM SONU.

Akıllardaki soru, Kerem bu öpüşmeyi izledi mi? Hajsjedjd izlemedi tabii ki.

Gazel'e çok kızmayın, ben evlendirdim sonuçta:')

Son sahneleri yazarken (öpüşme de dahil) cidden gerginlikten ölüyordum gajsjdjd iyi sahnelerde iyi iş çıkarma isteğinin gerginliği oluyor üzerimde. Gerçekten çok stresle, emek vererek yazıyorum. Umarım beğenerek okumuşsunuzdur<3 OY ve YORUMLARINIZI sakın ama sakın ihmal etmeyin canımın içleri. Ayrıca bölümle ilgili detayları, Safir'in giydikleri falan olsun instagramda paylaşıyorum, bakabilirsiniz^^

Bir de Safir ve Hazer, hatta Gazelle Behram'ın instagram hesaplarını arama motorunda ad ve soyad olarak aratırsanız kullandığımız modellere ulaşabilirsiniz<3

Bölümü bir emoji ile anlatır mısınız?

Bana ulaşmak için:

Instagram, Twitter: emineasr

EMİNE TAVUZ,
ÇOK ÇOK SEVGİLERLE.

♥️

Continue Reading

You'll Also Like

Eftalya By esmaa

Teen Fiction

389K 18.6K 23
Eftal: Hamileyim Dora. Eftal: Cidden hamileyim.
112K 8.1K 18
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
4.1M 116K 41
054* ***: benim seninle sevişme 054* ***: pardon antrenman yapma ihtimalim nedir? - : kapak tasarımı için @gokbuttired 'a çok teşekkür ederim.<3 :
1.1M 40.3K 48
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...