KİMSESİZLER MATEMİ.

Av matmazelhayalleri

13.3M 879K 3.1M

Safir Mila Safkan, şu an olduğu yaşından çok daha ufakken, hayatının taşlarını yerinden oynatan bir olay yaşa... Mer

KİMSESİZLER MATEMİ.
1. Bölüm: "Hüzünlü Bir Matem."
2. Bölüm: "Bir Avuç Şekerleme."
3. Bölüm: "Kasırga."
4. Bölüm: "Çığlık."
5. Bölüm: "Çirkin Kalpler."
6. Bölüm: "Bir Küçük Hediye."
7. Bölüm: "Dilek."
8.Bölüm: "Kimsesizlik."
9. Bölüm: "Not."
10. Bölüm: "Işıklar Sönerse Diye Korkmak."
11. Bölüm: "Söz."
12. Bölüm: "Sadece Hazer."
13. Bölüm: "Senorita Ve Süper Kahraman."
14. Bölüm: "Müziğin Sesi."
15. Bölüm: "Balo."
16. Bölüm: "Mesafe."
17. Bölüm: "Gelmek..."
18. Bölüm: "Dudaktan Kalbe."
19. Bölüm: "Gece Yarısı Güneşi Ve Üstüne Kar Düşmüş Dağ."
20. Bölüm: "Kırgınlıklar ve Telafiler."
21. Bölüm: "Acıyı Resmetmek."
22. Bölüm: "Gemideki Kaptan ve Güvertedeki Kız."
23. Bölüm: "Kara Ay Güneşe Kavuşursa..."
24. Bölüm: "Mutluluk Balonu."
25. Bölüm: "İlham Perisi."
27. Bölüm: "Yerle Bir."
28. Bölüm: "Hayal Kırıklığı."
29. Bölüm: "Reddediliş."
30. Bölüm: "Ay Güneşe Tutuldu."
31. Bölüm: "Müzikal."
32. Bölüm: "Bir Şehir Bin Gülüş."
Gazel & Behram.
33. Bölüm: "Işıklar Söndü."
34. Bölüm: "Fırtınada Çiçek Dikmek."
35. Bölüm: "Elmas Kalpler."
36. Bölüm: "Güzel Çiçekler ve Zehirli Bitkiler."
37. Bölüm: "Ölümcül Gerçekler ve Parçalanmış Kalpler."
38. Bölüm: "Perişanlıklar ve Bedeller."
39. Bölüm: "Artık Üzemezler Bebeğimi."
40. Bölüm: "Ateşin Etrafında Uçuşan Kelebek."
41. Bölüm: "Kana Karışan Aşklar."
42. Bölüm: "Kalpteki Avare Kelebekler."
43. Bölüm: "Geçmişin Davası."
44. Bölüm: "Kaderdeki Aşklar ve Lunaparktaki Işıklar."
45. Bölüm: "Mutluluk Ya Çok Yakınında Ya Çok Uzağında."
46. Bölüm: "Kırmızı Kurdele."
47. Bölüm: "Sevgi Ölmez Sen ve Ben Katil Olmak İstemezsek."
SEZON FİNALİ: KUZEY IŞIKLARI.
49. Bölüm: "Kuzey Işıkları."
50. Bölüm: "Yirmi Gün."
51. Bölüm: "Eve Dönüş."
52. Bölüm: "Umut Etmek Veya Mağlup Etmek."
53. Bölüm: "Aile."
54. Bölüm: "Oyun."
55. Bölüm: "Yıkımın Ardındaki Gürültü."
56. Bölüm: "Sevginin Kıymeti."
57. Bölüm: "Beyaz Pointler."
RAFLARINIZDA BİZİM İÇİN YER AÇAR MISINIZ?
58. Bölüm: "Kışın Güneşi, Baharın Çiçeği."
59. Bölüm: "Bahar Çiçeği Büyüyor."
KİMSESİZLER MATEMİ KİTAP KAPAĞIMIZ.
60. Bölüm: "Melek Kanatları."
61. Bölüm: "İlk Kalp Atışları."
62. Bölüm: "Islak Kirpiklerin."
63. Bölüm: "Rüya."
64. Bölüm: "An."
FİNAL.

26. Bölüm: "Evin İçine Düşen Bomba."

213K 14.7K 53.6K
Av matmazelhayalleri

Multimedya:

Ferdi Özbeğen, Sevda.

Merhaba parlayanlarım!

Çok iyi bir bölüm oldu, en azından benim için^_^ Paragraf arası yorumlarınızı bırakmayı unutmayın ve geçip keyifle okuyun<3

Hikâyeye giren herkesin yıldızları bırakmasını istiyorum. ✨

26. BÖLÜM: "EVİN İÇİNE DÜŞEN BOMBA."

Bahçedeki en güzel çiçeğe onun adını verdim ve sonra... o çiçeği öldürdüm.

Artık benim için açmayacak.

Bu gece hiç sabah olmayacak gibi gelen, upuzun bir gece oldu. Sabah güneşi doğana kadar sokak lambaları yandı ve Hazer hiç uyanmadan, deliksiz bir uykuyla dizlerimde uyudu. Kar taneleri lapa lapa yağdı, rüzgâr çarptıkça cam titredi ve bir süre sonra soğuk havanın yaptığı buğu yüzünden camdan dışarısını göremez oldum. Sabah ezanını duyduğum sıralarda başım omzuma düştü ve ıslak gözlerim çaresizlikle kapandı. Uyuya kaldığımda, kış güneşi doğuşunu tamamlamak üzereydi ve düşüncelerim duygularımı yakalarından tutup sarsıyordu.

Saatler sonra uyandığımdaysa Hazer'in dizlerimden kalkmış olduğunu, günün epey aydınlandığını gördüm ve olduğum yerde hiç kıpırdamadan durarak bir süre duvarları izledim. Huzursuz, mutsuzdum, öyle ki kalkıp Hazer'in nerede olduğuna bile bakmadım. Üzerinden düştüğüm o dala kardeşimi oturtmak istiyorlardı ve ben bunu duyduğumdan beri kendime gelememiştim.

Benden, ellerimi uzatıp bir ateşin üzerine bastırmamı bile isteyebilirlerdi ama kardeşimi ona vermemi isteyemezlerdi.

Tanrım! Onlar çocuk katili, sen de biliyorsun.

Elimi boğazıma sardım ve titrek bir soluk çektim. Uyanalı dakikalar olmasına rağmen kıpırdayamıyor, Hazer'in üzerime örttüğü paltosunun altında titriyordum. Aklım, kalbim almıyor, üstelik acıyordu. Kardeşimi, ablasının ben olduğumu bilerek almak istiyordu ama o asla bir anne olamazdı. Bunu ne için yapıyordu, kardeşimin hayatını da mahvetmek için mi yoksa vicdan azabı çektiği için mi?

Vicdanına şu an değil, o karanlık günlerde ihtiyacım vardı.

"Ne yapayım... Ne gelir elimden Tanrım?"

Elimi soluk borumun üzerinden çektim ve ıslak gözlerimi temizleyerek doğruldum. Kalçam, bacaklarım hareketsizlikten dolayı uyuşmuştu. Hazer'in paltosunu elime aldım ve kumaşı parmaklarımın arasında sıktım. Alt dudağımı ısırdım ve tereddütle başımı eğip burnumu kaşe paltosuna yasladım. Çok güzel kokuydu, bir kere kokladıktan sonra ikinin hatırı kalıyordu.

Paltosunu özenle minderin üzerine bıraktım ve odadan çıkıp dağılmış yüzümü yıkamak için banyonun yolunu tuttum, bu sırada bakışlarımla Gazel ve Hazer'i arıyordum. İkisini de göremeyerek banyoya girdim ve yüzümü buz gibi suyla yıkarken, kendim için aldığım küçük aynadan yüzüme baktım. Ve bu sabah gözlerimde keder ve hüzünden başka bir şeyi daha gördüm; Hazer'i.

Aynaya bakıp gözlerimde ilk kez bir erkeği gördüm.

Bir iç çekişin ardından banyodan çıktım ve üşüyen ellerimi ovuştururken, Gazel'i görmek için salona doğru ilerledim. Salonun kapısını açıyordum ki, daha başka bir ses duydum ve ürpererek omzumun üzerinden arkama döndüm. Sokak kapısı açıldı ve Hazer anahtarı kilidin üzerinden alırken, başını yukarıya kaldırıp beni gördü. Onu gördüğümde, uzun vakittir soluk boruma batıyormuş gibi hissettiren diken düştü ve nefes almam kolaylaştı. Onun gözlerinde, güneşin doğuşunu gördüm. Kapıyı kapatarak içeriye girdi ve nefesi kesilmiş gibi bana bakakaldı. "Neden hızlı hızlı geldiğimi anlamıyordum," dedi, saçlarında, kirpiklerinde kar vardı. "Seni görünce anladım."

Elim kapının üzerinde kaldı ve cümlesi zihnimde kendine yer bulup kalbime tesir etti. Bana, beni görmek için hızlı hızlı yürüyüp gelmiş ve bunu şimdi ağzından kaçırmıştı. Yanaklarım ısınırken, Hazer'in genzini temizlediğini duydum. Bakışlarını aceleyle kaçırdı ve bir pastane torbasıyla beraber yanıma ilerlerken, "Günaydın," dedim alçak bir sesle. "Hazer, Hazer... Yine çok üşümüş görünüyorsun."

Yanıma kadar geldiğinde, ne kadar üşümüş olduğunu daha yakından gördüm ve ellerimi uzatıp kızarmış yüzünü ısıtmak istedim. Ayrıca yüzündeki morluk hâlâ daha orada durup, nasıl oluyorsa benim de yüzümü sızlatıyordu. Hazer tuttuğu nefesi bırakarak omuzlarını silkerken, "Senin için sıcak içecek ve yiyecekler aldım," dedi, neden üşüdüğünü açıklar gibi. "Karnın doysun, için ısınsın, üşümeme değer zaten."

Elindeki torbaya baktıktan sonra gözlerimi gözleriyle buluşturdum ve bu katıksız saf duygunun kalbimde büyüdüğünü hissettim. Şefkatle gülümseyerek, "Öyleyse izin verin bayım," dedim ve uzanıp elimi yavaşça yanağına koydum. "Benim için üşüyen yüzünüzü ısıtayım."

Amber harelerinde bir ateş parladı ve bir sonraki nefesi, telaşla dudaklarından sızarken, "Mila," dedi. Gözleri yanağında duran elime çevrildi. "Böyle şeyler yapma, yoldan çıkarım, zaten az kaldı..."

Gözlerimi kırpıştırdım ve soğuk yanağını, sakallarıyla birlikte elimin içinde hissettiğimde çok garip oldum. Yanağı buz gibiydi ve dermanı olmak beni mesut etmişti. Elimde olmadan gülümsedim ve elimi geriye çekerken, bakışlarının elimi takip ettiğini gördüğümde, "Seni görene kadar derin bir kederin içindeydim," diye itiraf ettim. "Fakat, seni görünce... Bedenim, düşüncelerim, kalbim o kadar rahatlıyor ki."

Hazer'in kaşları yukarıya kalktı ve gözlerinde soru işaretleri belirirken, "Mila?" Diye fısıldadı. "Sorun ne bebe..."

Durdu.

Cümlesi bitmeden gözlerini büyüttü ve genzini sertçe temizleyerek sustuğunda gözlerimi kırpıştırdım. Elini ensesine atarak bakışlarını telaş içinde etrafta gezdirirken, "Sorun ne?" Diye tekrarladı aynı kibarlıkla. "Ne, seni böyle kedere boğan?"

Bakışları eski halini bulduğunda, gözlerini kaçırma fırsatı bana geçti ve gözlerim ürkekçe etrafta dolandı. Ona durumu nasıl açıklayacağımı bilemiyordum, o kadına olan öfkemi anlatamazdım. Kafamı çaresizce iki yana sallarken, "Ah Mila," dedi, bana doğru bir adım daha atarak. "Tamamen saf duygularınla bir şeyler söyleyip beni huzursuz ettikten sonra ne olduğunu anlatmıyorsun ya hani... O zaman o dudaklarını..."

"Günaydın!"

Arkamızdaki kapı gıcırdadı ve hemen sonra Gazel'in sesi duyuldu. Hazer de benim gibi irkildi ve bir adım kadar gerileyerek yakınlığımıza son verdi. Aceleyle Gazel'e döndüm ve hâlâ yara izleri olan yüzüne bakarken, "Günaydın," dedim, sesimi sakin tutmaya çalışarak. "Ben de senin yanına geliyordum." Uzanıp yanağının üzerine bir öpücük kondurduğumda, Hazer'in derin bir iç çektiğini duydum. "Nasılsın?"

Gazel hafifçe tebessüm ettiğinde, yüz kaslarının gevşemesiyle beraber canı acımış olmalı ki yüzünü buruşturdu ama ben üzülmeyeyim diye hemen ardından gülümsedi. "Yanıma gelirken birinin radarına takılmışsın galiba," diye fısıldadı, Hazerle ilgili kaş göz yaparak. "Ay keşke bölmeseydim sizi. Dur bak, ben içeriye gireyim, siz kaldığınız yerden flör..."

Gazel tekrar içeriye girmek için hareketlendiğinde onu kolundan nazikçe tuttum ve kısık bir sesle konuştum. "Hazer'i de beni de utandırıyorsun Gazel, sırıtma lütfen."

Elini dudaklarının üzerine koydu ve başını aşağıya yukarıya salladı. "Tamam tamam, şaka yapıyorum."

Elimi dirseğinden çektim ve önünden geçip mutfağın yolunu tutarken, Hazer'e bakmadan edemedim. Kaşlarını çatmış, az önceki zarifliğiyle alakasız bir suratla Gazel'e bakıyor, yüzündeki yaraları izliyordu. Gazel utanmış olmalı ki başını önüne eğdi ve aynı tatlılığıyla, "Günaydın," dedi Hazer'e. "Nasılsın? Sizi beraber görmek beni çok mutlu etti."

Hafifçe kızardım ve tezgâha ilerlerken bakışlarımı onlardan çekmedim. Hazer huzursuz görünüyordu. Başını sallarken, "İyiyim, teşekkür ederim," dedi nazikçe. "Safir'i daha sık yanımda göreceğinden şüphen olmasın." Sonra bir an duraksadı. "Yüzün..."

Gazel saçlarıyla yüzünü kapatırken, "Boşver," dedi ve yanından geçerek banyoya ilerlemeye başladı.

Hazer bakışlarıyla onu takip ederken, "Sana yardımcı olabilirim," dedi ve Gazel bunu duyduğunda omzunun üzerinden Han'a döndü. Hazer aynı istikrarla devam etti. "Eğer erkek arkadaşından uzaklaşmak istiyorsan ve o buna karşı çıkıyorsa sana yardımcı olabilirim. Elim kolum uzundur, her türlü onunla başa çıkarım. Senden sadece Behram'a karşı dürüst olmanı istiyorum Gazel."

Gazel'in alnı kırıştı ve gözlerinde, hissettiği minnetin resmi belirdi. Titreyen ellerle saçlarını geriye atarken, "Sizi de bu çirkin yalanın içine sürüklediğim için çok üzgünüm," dedi, sesi çatlıyordu. "Planlanmamış bir şeydi, bir anda ağzımdan çıkıverdi ve daha düzeltemiyorum. Söyleyeceğim, sadece biraz daha zamana ihtiyacım var."

Hazer omuzlarını dikleştirdi. "Sen söylemezsen zaten ben söyleyeceğim. Behram yüzüme yüzüme ne kadar kötü bir abin olduğundan bahsederken, kendimi nasıl zor tuttuğumu bilemezsin."

Gazel ona daha fazla bakmadı ve kaçarcasına banyoya girip kapıyı kapattığında yüzümü ovalayarak tezgâha yöneldim. Elimden bir şey gelmesini çok isterdim ama yapabileceğim bir şey yoktu. Kendime bir su doldurmak için bardak alırken, Hazer'in mutfağa girdiğini hissettim. Benim gibi tezgâha kadar yaklaştı ve elindeki torbayı bırakarak başını hafifçe bana döndürdü. Suyumu içerken kirpiklerimin altından ona baktım ve sanki bana bakarken onun da suya ihtiyacı varmış gibi hissettim.

"Benden başka herkese günaydın öpücüğü veriyorsun galiba," diye mırıldandı ve su boğazıma kaçtığında, öksürerek bardağı indirmek zorunda kaldım. Hazer'in gözlerinde parıltılar vardı.

Bardağı sakince tezgâhın üzerine bırakırken sakallı yanağına baktım ve bahsi geçen öpücüğü düşünürken kızarmadan edemedim. Bakışlarımı aynı sakinlikle ondan çekerken, "Gazel'i on küsür yıldır tanıyorum," diye mırıldandım, öpücüğün bir açıklamaya ihtiyacı varmış gibi.

"Ne yani?" Hazer'in sesi sanki dehşet içindeydi. "Bana bir öpücük vermen için on küsür yıl beklemeli miyim?"

Gözlerimi kırpıştırarak ona döndüğümde, Hazer yüzünü asarak tezgâha döndü ve ağzının içinde bir şeyler geveledi. On yıl mı? On yıl sonra da hayatımda onu bulabilecek miydim? On yıl çok uzun bir zamandı, kim bunun için bir başkasına söz verirdi ki? Dikkatli bakışlarım altında olan Hazer hafifçe kızardı ve terlemiş gibi uzanıp bardağı aldı, içindeki suyu kana kana içmeye başladı.

O suyu içerken üzerindeki atkının ne kadar çok kar olduğunu gördüm ve uzanıp atkıyı ucundan yakaladım. Atkıyı boynundan çözerken, "Kar olmuş, seni üşütür," dedim ve gülümseyerek atkıyı tamamen boynundan çektim.

Atkıyı avuçlarımın içine alırken Hazer'de suyu içmeyi bitirdi ve bardağı tezgâha bırakarak genzini temizledi. Ona karşı kurduğum ani yakınlıklar Hazer'i gerçek anlamda şaşırtıyor, ne tepki vereceğini bilmeyen bir oğlana döndürüyordu. Bu tepkisizliğini anlayışla karşılayarak ona bir daha gülümsedim ve elimdeki atkısıyla beraber mutfaktan ayrıldım.

Arkamdan kendi kendine mırıldandı. "Ee bir de bayıl istersen Hazer..."

Salona geçtim ve minderin üzerindeki çamaşırları katlayıp çantamın içine koydum. Alışverişte aldığım ısıtıcının fişini taktıktan sonra ellerimi bir süre ısıtıcının üzerine tuttum ve ısınmalarını bekledim. Evin içi gerçekten çok soğuktu, iyi ki bu ısıtıcıyı almıştım. Ellerimi ısıttıktan sonra ısıtıcının üzerine Hazer'in atkısını koydum ve kurumasını ümit ederek yerdeki minderi düzelttim. İki minder yan yanaydı, zaten odada bundan da başka hiçbir şey yoktu.

Minderin üzerine otururken, Gazel'in banyodan çıktığını gördüm. Su soğuk olduğu için epey üşümüş görünüyordu. Keşke kendim ve sevdiklerim için elimden daha fazlası gelseydi. Çenemi dizime yaslarken, Gazel salondan içeriye girdi ve ısıtıcıya doğru koşarak ellerini ısıtıcının üzerine koydu. Yüzüne her baktığımda, şiddetin izini görmek, elimi yanan bir sobanın borusuna bastırıyormuşum gibi hissettiriyordu.

"Demek yeni yıla beraber girdiniz?" Dedi Gazel, bir havlu olmadığı için yüzünü silememişti ve teni ıslaktı. Gülümsüyordu, çiçek gibiydi. Kapıya bir bakış attıktan sonra bana döndü ve daha kısık bir sesle sordu. "Öpüştünüz mü?"

"Ne!" Kasıldım ve bu kelimeyi ilk kez duyuyormuş gibi, büyük bir şok duygusuyla suratına bakakaldım. Dudaklarımı bir bıçak kesmiş gibi hissettim ve bu münasebetsizliğine kızarak kaşlarımı çattım. Bunu sorması, düşünmesi hiç hoş değildi. Garip bir telaşla konuştum. "Hayır hayır ne diyorsun böyle? Ben bir erkeği dudağından öpmeyi hiç düşünmedim, biliyorsun ki bunları konuşmaktan hoşlanmam."

Gazel gülmeye son verdi ve suçlu gibi omuzlarını silkti. "Biliyorum, iki insan arasında yaşanan yakınlıkları konuşmaktan hoşlanmazsın. Tamam, affedersin, bir daha sormuyorum."

"Rica ederim."

Gazel aynı şekilde gülümsediğinde sert çıkışmış olabileceğimi düşündüm ve bunun telafisiyle ben de ona gülümsedim. Gazel erkeklere olan soğukluğuma bir sebep bulamıyor olsa da erkeklerle böyle yakınlıklar kurmadığımı bilirdi. Ellerimi kucağıma koyup parmaklarımı ovuşturdum. Bana sorduğu soru... Ben bile bu soruyu kendime soramamışken onun bana sorması beni dehşete düşürmüştü. Tamam, bunu düşünmemin lüzumu yoktu. Avuçlarımı kızarık yanaklarıma koyarken, Hazer müsaade isteyerek içeriye girdi ve ben inceliğine hayran kaldığımı düşünürken geçip yanıma oturdu. Elinde iki starbucks içeceği vardı ve üzerinden dumanı tütüyordu. Birini bana uzatırken, "Senin için aldığım sıcak kurabiyeleri de ye," diye fısıldadı ve dönüp diğer elindeki içeceği Gazel'e uzattı. "Kahve seviyorsundur umarım."

Gazel uzanıp Hazer'in elinden kahveyi alırken, "Teşekkürler," dedi ve samimiyetle ekledi. "Demek Safir için erkenden kalkıp yiyecek içecek aldın, Safir'de böyle kibarlıklara bayılır."

Uzanıp Gazel'e bir çimdik atmak isterken, Hazer hımm gibisinden bir mırıltı çıkardı ve yüzünü bana çevirdi. Karton bardağı avucumun içinde tutarken, bardağın üzerinde adımın üç kez yazıldığını gördüm ve neredeyse az daha kıkırdayacak oldum. Mila. Mila. Mila. Belki de manasız olan bu şey aramızda bir espriye dönüşmüştü ve her nedense beni mutlu ediyordu. Hazer'in neden gülümsediğimi anladığını düşündüm ve içeceğimden bir yudum aldım; çaydı, sabah için iyi bir tercihti.

"Seni kahvaltıya götürmek isterdim," diye alçak bir sesle konuştuğunu duyduğumda kirpiklerimin altındaki bakışlarım onu buldu. Gazel bizimle ilgilenmeden dışarıda yağan karı izliyordu. Bakışları, ruhuma açılıp orada kendisi için bir kıta sahipleniyordu sanki. "Uyanıp başında, bir süre uyanmanı bekledim ama uyanmadın. Uyandırmakta istemedim, çok iştahlı uyuyordun."

Sabaha karşı uyuduğum için muhtemelen onun uyandığı zaman ben uykumun en derin zamanındaydım. Beni kahvaltıya götürmek istemesi çok hoştu ama buna mecbur değildi. Saçımı kulağımın arkasına koydum. "Sana kahvaltıyı ben hazırlamak isterdim ama işte evimi biliyorsun... Mahcup oluyorum aslında, çünkü sana gerçekten bir kahvaltı hazırlamak isterdim."

Hazer bana baktı, baktı. Ve aniden, "Çok, çok tatlısın," deyiverdi.

Kalbim, bir dakikada attığı ritmi sadece birkaç saniyede attı.

Dudağımı ısırdım ve pervasız, uygunsuz bir tepki vermemek için konuşmadım. Hazer, bu hayatta beni en çok heyecanlandıran insandı ve güzel kelimeleri benim için yan yana getirdiğinde pervasız tepkiler veriyordum. Bunun olmaması için gözlerimi sakince kaçırdığımda, Han başımın üzerine doğru sessizce güldü. Gülüşü sanki zihnimin içinde yankılandı.

Çayımı içmeye devam ederken yerimden sakince kalktım ve göz göze geldiğim Gazel'e gülümseyerek salondan çıktım. Mutfağa geçtim ve Hazer'in getirdiği torbaya baktım. Hazer kendi içeceğini içmişti ama kurabiyeler kesenin içinde duruyordu. Keseyle birlikte mutfaktan çıktım ve Gazel'in telefonuyla koridora çıktığını gördüm. Galip'in onu rahatsız ettiğini düşünerek endişeye kapıldım ve salondan içeriye girdiğimde, Hazer'in kalkmış, pencereden dışarıya bakıyor olduğunu gördüm. Yanına ilerlerken, pencerenin önündeki saksı bakış açıma girdi ve onu sulamayı kendime hatırlattım. Han'a doğru dönerken, "Por favor, kurabiye ye," diye fısıldadım. "Fındıklı almışsın, çok lezzetli görünüyorlar."

"Ben yedim," dedi Hazer, ona doğru uzattığım keseye bakarken. "Sen afiyetle ye, hatta yediğini göreyim de içim rahat etsin."

Benimle ilgili şeylerin onun içinin rahatlığına sebep olması, kendimi önemli biriymişim gibi hissettirdi ve sırf bunun için bile ona tekrar sarılmak istedim. Ona sarılmak, zirvesinde kar olan bir dağa sarılmak gibiydi. Kesenin içinden bir kurabiye çıkardım ve yarısını yiyerek diğer yarısını ona uzattım. "Paylaşalım?"

Hazer uzanıp kurabiyeyi aldı. "Sen de ki bu temiz duygular... Onları korumam gerekiyormuş gibi hissediyorum, biliyor musun?"

"Artık biliyorum."

Duygularımın temiz olduğunu bilmesine sevinerek kesenin içinden bir kurabiye daha aldım ve çayımla beraber yedim. Hazerle beraber kurabiye yiyerek kar yağışını izlemek neden bu kadar huzurluydu, bilemiyorum. Kurabiyemi yerken ona evimin bahçesine konan kuşu gösterdim, ne kadar güzel bir kuş olduğunu söyledim, Hazer'de güzel bir kuş olduğu konusunda bana katıldı ama kuş olsaymışım, ondan daha güzel bir kuş olurmuşum, öyle dedi.

Ben de gülümsedim.

Az sonra Venüs içeriye girdiğinde Hazerle olan yakınlığımızdan hafifçe utanarak geriye kaçtım ve Hazer buna sırıtırken, Gazel'in yanımıza yürüdüğünü gördüm. Hazer'in koluna vurup onu azarlamak isterken, Gazel pencereden dışarıya, baktığımız yere baktı ve o sırada pencerenin önündeki saksıyı gördü. "Aa Safir, bunlar ne güzel çiçekler."

Hazer omzunun üzerinden ona döndü ve tip tip bakarak yanımızdan uzaklaştı.

Gazel bu tepkiye şaşırarak bana döndü. "Yanlış bir şey mi söyledim yoksa bu adamın senden başka herkese garezi mi var?"

Alt dudağımı ısırarak salondan çıkan Hazer'in geniş sırtına baktım. "Çiçeği veren kişi... Hazer'in hoşlanmadığı birisi."

"Aaa." Gazel mahcup göründü. "Ben senin ev için aldığını düşünmüştüm. Başka birisi mi verdi? Bak Safir, baştan söyleyeyim, ben sizi Hazerle shipliyor..."

"Ah Gazel, bunu söylemekten vazgeçmeyeceksin değil mi?"

"Geçip bir aynanın önünde yan yana durup kendinize bak tamam mı Safir? Çok yakışıyorsunuz."

Dudağımı daha sert ısırdım ve sessiz kalarak bakışlarımı tekrar camdan dışarıya çevirdim. Gerçekten yan yana güzel mi görünüyorduk? O an Gazel'in dediği gibi Hazerle beraber bir aynanın önüne geçmek, nasıl göründüğümüze bakmak istedim. O klas, cool, zarif bir adamdı ve yanına geçtiğimde onu tamamlıyor olma düşüncesi ben çok heyecanlandırmıştı. Hazerle bir aynanın önüne geçecek, yan yana nasıl göründüğümüzü izleyecektim.

Düşüncelerim içinde bocalarken, dış kapısından gelen tıkırtıları duydum ve başımı koridora çevirdim. Fakat sokak kapısı bakış açımda değildi. Gazel korkulu bir sesle sordu. "Kapıyı yumrukluyor olabilir mi?"

"Hazer öyle şeyler yapmaz," dedim ve abartısına gülümseyerek koridora çıktım. Sokak kapısını görebildiğim ilk anda şoke oldum ve gördüğüm resmi idrak edebilmek için biraz bekledim. Hazer kapıyı açmış, Kerem bir kanepeyi kapıdan içeriye sokmaya çalışıyor ve Hazer'e sitem ederek bir şeyler söylüyordu. Doğru görüyordum, iki kişilik, gri bir koltuğu evime sokmaya çalışıyorlardı.

Konuşabildiğimde dediğim ilk tek şey, "Hazer," oldu ve bununla beraber gözleri omzunun üzerinden bana döndü. "O bir koltuk?"

"Evet." Kerem nefes nefese gülümsedi. "Safir Hanım, bakın bu artık sizin koltuğunuz. Koltuk, bak bu da Safir Hanım." Koltuğun yüzeyini okşadıktan sonra bana tekrar gülümsedi. "Sizinle tanıştığına memnun olduğunu söylüyor Safir Hanım."

"Çok onurlandım," dedim Kerem'in sevimliliğine gülümseyerek. Sonra bakışlarım aynı şaşkınlıkla Hazer'i bulduğunda, tedirgin bir şekilde bana bakıyor olduğunu gördüm. "Benim için koltuk mu aldın?"

Hazer koridorun ucundan yanıma kadar yürüdü ve yüzünü yüzümü alçaltarak, benimle yakınlık kurdu. Kemikli, kibar yüz hatlarına bakarken, vücudumu ani bir sıcak bastı ve Hazer gözlerini gözlerimden ayırmadan, "Öyle soğuk betonun üzerinde yatmaya yüreğim nasıl el verir?" Diye fısıldadı, kaşları bu düşünceyle çatılmıştı. "Sakın bana maddiyattan bahsetme, hayatımdaki kadına bunu bile yapmayacaks..."

Beynimin içinde tüfekler silahlar patlamış gibi hissettim. "Ha... hayatındaki kadına?"

Hazer ne dediğini yeni fark etmiş gibi, gözlerini kocaman açtı ve kafasını iki yana salladı. "Yani... birbirimizin hayatının içindeyiz ya, o yüzden dedim. Dur bir... Aslında hayır, gayet de..."

"Hazer Bey, bir el atın da geçirelim şu koltuğu, o kadar kası boşuna yapmış olamazsınız..."

Hazer Kerem'in sızlanışını duyduğunda hızla benden uzaklaştı ve Kerem'e doğru ilerlerken mırıldandı. "Bir şeyi de bölme la!"

Kerem anlamayarak Hazer'e baktı ama sonra çok umurunda olmadığından olsa gerek sırıtarak omuz silkti. Hazer eğilerek koltuğun alt kısmından tuttuğunda, geçmeleri için onlara izin verdim ve Hazerle Kerem koltuğu salona taşıdıklarında Gazel'in de benim kadar şaşkın olduğunu gördüm. Benim için koltuk almış, o koltuk için elbette ücret ödemişti. Hazer'in bana küçük hediyeler alması mutluluk vericiydi ama koltuk... Aslında benim için aldığı o gecelik takımının bile bu koltuktan daha pahalı olabileceğini düşündüm ve gözlerimi yumarak utancımı bastırmaya çalıştım. Onu, bana bir şeyler alma konusunda nasıl durduracağımı bilemiyordum. Hazerle Kerem koltuğu tam pencerenin karşısına yerleştirdikten sonra Kerem çok susadığını söyledi ve mutfağın yolunu tuttu. Gazel de süregelen şaşkınlığıyla beraber odadan ayrılıp bizi yalnız bıraktığında, cama doğru döndüm ve kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturdum.

"Hazer bana sürekli bir şeyler alma, rica ederim."

"Ama içimden geliyor Safir."

Yanıma geldiğinde ve gölgelerimiz pencerenin üzerinde belli belirsiz çizgiler oluşturduğunda, kafamı yana yatırdım ve görünüşümüze baktım. Gazel'in dediği gibi, güzel görünüyor muyduk merak etmiştim. Keşke bir pencere değil de ayna olsaydı, o zaman bizi daha net görürdüm. Başımı, vücudumla beraber ona çevirdim ve gözlerimizi birleştirdiğimde, dünyanın neresini gezersem, nereyi yürürsem yürüyeyim en sonunda gözlerine varmayı isteyeceğimi düşündüm ve hayranlıkla onu izledim. O sessizliğimden rahatsız olmuş olmalı ki, kendini açıklama çabasıyla konuşuyordu. "Safir, sen tertemiz duygularınla hayatımın içinde dururken, bana, sana verdiğim hediyelerden çok daha fazlasını veri..."

Uzandım ve onu öptüm.

Nasıl oldu bilmiyorum ama o incelikle yaklaşırken ve ben hak ettiğim şefkati gözlerinin içinde görürken hiçbir şey düşünmedim. Parmak uçlarıma yükseldim, onun tepki vermeyeceği saniyeler içinde yüzümü yüzüne yaklaştırdım ve dudaklarımı sakallı yanağının üzerine bastırdım. Teninin nabzını, sıcaklığını dudaklarımda hissettim ve iliklerime kadar, düşman askerinin hücumu altında kaldığımı düşündüm. Tanrım, eğer bu öpücük bir şişe şarap olsaydı, ben hep sarhoş olurdum. Hazer'in omuzları düştü ve dudaklarının arasından gürültülü bir nefes boşaldı. Öpücüğümü verdim ama onu böyle habersiz öpmekten öyle utandım ki, bir süre yüzüne bakamayacağım için dudaklarımı yanağından çekemedim. Bir öpücük neler yapabilir demeyin. Sonuçta, prens de uyuyan güzeli dudağından öperek ona hayat vermişti.

💐

Saatler geçmiş olmasına rağmen onu öpmenin büyüsü hiç azalmamıştı.

O kadar uzun süre yalnız savaşmıştım ki, artık hangi cephede kime karşı savaştığımı bile unutmuştum. Fakat artık cepheden cepheye koşarken, beni düşman hücumundan koruyan bir askerim vardı ve artık sadece o bana siper değildi, ben de tüm gücümle ona siper olacaktım.

Onu öptükten sonra, ruhumun bir kısmını onun yanına bırakmış gibiydim. Yürürken sürekli dans etmek, kendi etrafımda dönmek istiyordum. Hazer'i öptükten sonra Gazelle Kerem'in içeriye girmesiyle beraber birbirimizden ayrılmış, hiç konuşmamıştık. O Keremle evden çıkmış, ben dakikalar boyunca arkasından bakmış ve sonra kardeşimi görmek için evden çıkıp yetimhaneye gelmiştim.

Şimdi yetimhanenin kapısından içeriye, kalbimde, yumruğumdan daha ağır hislerle yürüyordum ve kardeşimi görecek olmanın mutluluğuyla, onu kaybedecek olmanın korkusu dizlerimi titretiyordu. Yetimhane beni hep korkutuyordu ama kardeşim için bu korkuya meydan okuyacaktım. Omuzlarımı dikleştirerek yetimhane binasının kapısından içeriye girdim ve Leo'nun kaldığı kata çıkmaya başladım. Müdire Hanım'a haber vermemiştim ama sorun olacağını sanmıyordum.

Yine de kardeşimin olduğu kata çıkarken ikinci katta durdum ve bakışlarımı Müdire Hanım'ın odasına çevirdim. O an bacaklarıma beton dökülmüş gibi kalakaldım ve ileriye doğru bir adım bile atamadan gördüğüm sahnenin bir sanrı olmasını ümit ettim. Nefesim ciğerlerimden acıyla boşaldı ve üstüme saniyede tonlarca kar yağmış gibi buz kestim.

Kardeşimi evlatlık isteyen o insan müsveddesi, gözlerimin önünde Leo'ya sarılıyordu.

Kemiklerim ağzıma doluyor gibi hissettim ve bilincimi kaybetmiş şekilde, koridorun sonuna doğru koşmaya başladım. Müdirelerin her ikisi de gürültüden dolayı başlarını kaldırıp bana baktılar ve şoke olmuş vaziyette hareketiz kaldılar. Çok nadiren hissettiğim öfke duygusuyla, kardeşime sarılan müdireye bakarken, eğildim ve Leo'yu kolundan tutup kendime doğru çekerken avazımın çıktığı kadar bağırdım. "Kardeşime dokunma!"

Leo kafasını kaldırıp beni gördü ve gülümseyerek kollarını bacaklarıma sardı. Onun başını karnıma yaslayarak ellerimi omuzlarına koydum ve tüm gücümle onu sığınaklarıma çektim. Şaşırmış olsa da beni gördüğüne sevinmişti. "Safir, ablam..."

O kadar içten ablam dedi ki, kalbimi açıp içeriye girdi sanki.

Müdire tek dizinin üzerinden doğruldu ve allak bullak, tedirgin bir yüz ifadesiyle bana baktı. Leo'nun kaldığı yetimhane müdiresiyse hâlâ şaşkındı ve tepkime bir sebep arıyordu. Adını ağzıma almak istemiyordum ama beni her acımda susturan bu kadının tabi bir adı vardı. Serap'tı.

Müdire Serap. Suratına bakarken yaşadığım her şey, bir film gibi gözlerimin önünden geçiyordu. Kör olsam... kör olsam görmesem... Hissedebilirim, çünkü acı zaten görülmez ki. Suratına baktığım saniyelerde midemin bulandığını hissettim ve Leo'yu kendimle çekerek ondan uzaklaştım. "Sana bakarken yüzümü buruşturuyorum, görüyor musun?" İrkildi ve bakışları etrafta dolaştı. "Söyle bana, bakışlarım sana hak ettiğin kadar değersiz olduğunu hissettiriyor mu?"

Utanç, onu adeta ufalayarak küçülttüğünde, diğer Müdire Hanım'ın müdahil olacağını fark ettim ve elimi kaldırarak araya girdim. "İnanın, bu konu hakkında bildiğinizi sandığınız her şey yanlış. Düzeltmeme izin verin."

Titreyen elim Leo'nun omzunu sevgi ve şefkatle okşarken, tekrar Serap Müdire'ye döndüm ve yüzüne bakarken, kalbimin hâlâ korktuğunu hissettim. Konuşmak için ağzını araladığında, "Sus," dedim, tıpkı onun defalarca dediği gibi. "Bana yalnız bu üç harfle nasıl bir travma yarattığınızı biliyor musun? Ah, tabii ki bilmiyorsun. Hayatıma bir anda nereden çıkıp geldiysen..." çenem, yüzümün altında titriyordu ve yaşlar gözlerimi ısırıyordu. "... oraya geri dön! İlk kez birine karşı bu kadar nezaketsizim, beni daha fazla çirkinleştirme. Kardeşimden ve benden uzak dur."

"Sa... Safir." Kekeliyor ve tereddütlü, ürkmüş görünüyordu. Ellerini sıkıyordu, üzerinde pahalı bir kürk vardı ama içindeki çok ucuz görünüyordu. "Yemin ederim kötü hiçbir niyetim yok. Ben... bir şeyleri telafi etmek istedim. Kardeşine, güzel, iyi bir hayat..."

"Bendeki pişmanlıklarını kardeşimde mi telafi edeceksin?" Dedim biraz daha bağırarak. "Benim kalbim, ruhum bir an bile rahatlamazken senin vicdanının rahatlamasına izin mi vereceğimi sanıyorsun? Ayrıca kardeşimi kendini daha iyi hissetmen için kullanmana da mı izin vereceğim? Rica ederim! Bunları düşünmeniz bile bana haksızlık."

Gözleri dolmuştu, elleri titriyordu. "Safir, yapma..."

"Ne kadar da tanıdık bir kelime. Ah, doğru, ben de sana bu kelimeyi çok kurardım..."

"Seninle konuşmama izin ver."

Leo'nun titrediğini fark ettim ve ellerime tüm sevgimi katarak omzunu okşarken, kafamı şiddetle iki yana salladım. "Sizinle konuşmak, suratınıza bakmak istemiyorum. Bari buna saygı duyun ve hayatıma daha fazla müdahil olmadan çıkıp gidin."

"Anlamıyor musun?" Derken sesi biraz yükselmişti ama ses tonunda öfke değil, çaresizlik vardı. Bir anda üzerime doğru yürüdü ve dibime kadar gelerek sesindeki çaresizliği yüzünde taşıyarak bana baktı. "Çok huzursuzum, çok rahatsızım, pişmanım. Bir şekilde beni affetmeni istiyorum, ne istersen yaparım, affedildiğimi duymak için..."

Yıllardır aklımda olan, bir gün yapacağını bildiğim şeyi söyledim. "Sizi şikayet edeceğim ve sen de her şeyi kabul edip, mahkemede bana şahitlik edeceksin. Yalnızca böyle affedebilirim."

Yalan, affetmem.

Donup kaldı. Maalesef ki, o adamın suçunu kanıtlamam için ona ihtiyacım vardı. Şahitlik ederse şansım olabilirdi, üzerinden yıllarca geçmiş olsa da bir ümit olabilirdi. Serap Müdire'nin simasındaki çaresizlik yerini büyük bir korkuya bıraktı ve kafasını iki yana sallayarak benden uzaklaştı. "Safir, ben... Olmaz, bu..."

"Tabi yapamazsın! Çünkü korkuyorsun. O karanlık günlerde adına, kurumuna leke sürülecek diye korktun! Şimdi de etrafındaki insanların böyle bir şey yaptığını duymasından korkuyorsun." Soluk soluğa kalmıştım ama öyle doluydum ki, konuşmamı bitiremiyordum. "Ama sana ve kendime söz! Bir gün oraya çıkıp her şeye şahitlik edeceksin."

Onun gözlerindeki aşağılık korkuya tahammül edemedim. Küçük bir kızın vebalini almaktan bile bu kadar korkmamıştı ama şimdi kendisi için korkuyordu. Ona acıyordum, insanlığına da. Kafamı iki yana sallayarak eğildim ve dizlerime sarılan, ürkmüş görünen küçük kardeşimi bir çırpıda kucağıma aldım. Ah, biraz kilo almıştı, hatta ilk an onu kucaklayamayacağımı bile düşündüm ama kollarını sevgiyle boynuma doladığında, onu kucağımda her yere taşıyacağımı hissettim. İki müdireye de sırtımı dönerek elimle Leo'yu sırtından destekledim ve yüzümü boynuna gömerek koridorun diğer ucuna yürümeye başladım.

Serap Müdire arkamdan konuştu. "Safir, biraz daha konuşa..."

"Siz, yüzüne bakılarak konuşmayı sadece bu kadar hak ediyorsunuz. Ben diyeceğimi dedim."

Durmadan, omuzlarım dik bir şekilde, süratle ilerlerken yüzümdeki kahrolmuşluğu kimseye göstermemek için Leo'nun boynuna biraz daha saklandım. Kardeşim küçük ellerini omuzlarıma koymuş, beni yatıştırmaya çalışıyor, kederimi ve hüznümü anlamış gibi kulağıma beni sevdiğini söylüyordu.

Yenilmeyeceğim. Kaybetmeyeceğim. Tanrım, kazanmak için o kadar çalışacağım ki bir an bile şikâyet etmeyeceğim. Zaferim, kalbimdeki iyilik kadar büyük olacak.

Onunla merdivenleri indim ve temiz kokusunu içime çekerken, "Üzgünüm Leo," dedim sessizce. "Seni korkuttum."

"Gelmene çok mutlu oldum Safir." Leo'nun sesi bahsettiği gibi mutluydu. "O kadın... Bana beraber yaşayacağımızı söyledi, istersem onunla yaşayabilirmişim."

Ah, kardeşimin de kafasını doldurmuştu. Kaybetme korkusuyla çekingenliğimi kırdım ve ona daha sıkı sarıldım. "Sen iyi ve kötünün ayrımını yapamayacak kadar küçüksün. Senin yaşındayken beni koruyacak kimseye sahip değildim ama sen bana sahipsin. Bana güven, senin için en doğru kararları vereceğim."

"Ben senin yanında kalmak istiyorum Safir."

"Peki bana güveniyor musun?"

"Sana güvenip güvenmediğimi nasıl anlayabilirim?"

Hım, güzel bir soruydu. Altı yaşındaki bir çocuktan size güvenmesini isterseniz tabii ki bu güveni sorgulardı. Basamakları inerken ben nasıl güvendiğimi anımsadım. Hazer'e. "Yanımdayken kimse sana bir şey yapamazmış gibi geliyor mu?"

Leo'nun kıkırdadığını duydum. "Evet ablacığım."

"Bunun güvenle bir alakası olduğunu düşünüyorum."

Leo bir kez daha kıkırdadığında, arkamdan Müdire Hanım'ın seslendiğini duydum. Leo'nun kaldığı yetimhane müdiresiydi. Dönüp baktığımda yanıma yürüdü ve Leo'yu götüremeyeceğimi söyledi ama saat dolduğunda getireceğimi söyleyerek onu dakikalar sonra ikna ettim. Leo'yu daha önce iki kere almış, bana verilen saatte geri getirmiştim; bu yüzden bana güveniyorlardı. Aşağıya inip Leo'yu sıkıca giydirdim ve o günü benimle geçirecek olmanın mutluluğuyla uçarken, onu teslim aldığıma dair bir evrak imzalayarak yetimhaneden ayrıldım.

Bugün yılbaşının ertesi günü olduğu için dans kurs eğitimime bir gün ara verilmişti, aynı şekilde sahafa da gitmeyecektim. Bu boş günümü onunla geçirecektim. Bir miktar param vardı, maaşımı yeni almıştım. Onun elini tuttum ve kaldırımda yürürken, ilgiyle etrafı izlediğini gördüm. Yetimhanede yaşamak çok zordu, hayatı o dört duvar arasında geçtiği için dışarıyı çok merak ediyordu. Köşeyi dönerken bana sorduğu sorulara aynı ilgiyle cevap verdim ve birbirimize gülümserken telefonuma düşen mesajın sesini duydum. Kalp atışlarımı adeta kulaklarımda hissettim ve telefonuma düşen bildirime baktım.

Gönderen: Sadece Hazer :)

Merhaba.

Nerede, kiminle, nasılsın, ne yapıyorsun? Öğrenebilir miyim?

|15.04|

Ah, beni merak mı etmişti? İlgisi çok hoşuma gidiyordu. Despotluğunu yok sayamazdım ama buna rağmen nazikliği elden bırakmıyordu. Derhal ona bir mesaj yazdım.

Gönderilen: Sadece Hazer :)

Merhaba senor.

Leo'yu yetimhaneden aldım, onunla birlikte eve geçiyorum. Aslında onunla dışarıda vakit geçirecektim ama soğuk kış günü, hastalanacak olma konusunda beni endişelendirdi. İstersen... sen de, bir işin yoksa yanımıza gelebilirsin.

Gelirsen beni mutlu edersin.

|15.06|

Telefonu alnıma vurdum. Gerçekten şapşaldım. Duygularımı açıkça yazıyor, sonra pervasızlığımdan utanıyordum. Acaba insanlar da böyle miydi, duygularını açıkça ifade ediyorlar mıydı? Bir erkekle kadın arasındaki dengenin nasıl olduğunu bilmiyor, tamamen içten gelerek davranıyordum. Umarım doğru şeyler yapıyorumdur.

Gönderen: Sadece Hazer :)

İstemez olur muyum kızım...

|15.07|

Gelecekti, demek ki işlerini halletmişti. Onun daha az yorulacak olmasından sevinç duyarak gülümsedim ve bir cevap yazmadan telefonu cebime attım. Leo elimi bırakmış, gördüğü bir kedinin peşinde koşuyordu. Trafikten korkarak onun elini bir daha tuttum ve onunla beraber kedinin yanına ilerledim. Yetimhanede olduğu için hayvanlarla karşılaşamıyordu ama hayvanları sevmeyi öğrenmeliydi. Onunla beraber kedinin yanına eğildim ve ona kedilerin zararsız olduğundan bahsettim. Eliyle çekingen bir şekilde kedinin tüylerini severken, beresini başına daha sıkı örttüm.

Metroya bindik ve Leo böyle bir kalabalığı ilk kez gördüğü için epey korktu. Onu yatıştırarak bir şeylerden bahsettim ama Leo'nun en çok sorduğu şey annemiz oldu. Ona annemi anlatamıyordum, çünkü asla duymayı istemeyeceği şeylerdi; duysa bile anlamazdı. Sadece annemizin onu çok sevdiğini ama imkansızlıklar yüzünden göremediğini söyledim. Ki, bu bir yalandı, annem onu sevmiyordu. Bu yalanım yüzünden onun yüzüne bir süre bakamadım.

Durakta indiğimizde evimin olduğu sokağa girdim ve ona İspanyolca bir kaç kelime öğretirken evime doğru yürüdüm. Tam o sırada, sokağın diğer ucundan sokağa giren arabayı gördüm ve evin önünde durarak gülümsedim. Elimde Leo'nun sıcaklığını taşırken, kalbimde onun sıcaklığını taşıdım ve kat kat yorganın altında gibi hissettim. Hazer'in arabası yavaşladı ve evin önünde durdu. Hızla saçlarımı düzelterek onun inmesini izlerken, şoför koltuğunun yanındaki kapıda aralandı ve Mustafa Kemal dışarıya çıktı.

Onu görmenin şaşkınlık ve sevinciyle gülümserken Hazer de arabasından inerek bakış açıma girdi ve onun ardından arka koltuktan Behram indi. Hazer'in tek başına geleceğini düşündüğüm için Behram ve Kemal'i görerek şaşırmış ama memnun olmuştum. Leo dizlerime yapışarak şaşkınca bana bakarken, Hazer yanıma kadar yürüdü ve karşımda durduğunda, bir kıyıyı benim için yüzüp geçmiş gibi nefes nefese kaldı. Eli belki kendinden bile habersizce yanağına gitti ve bir süre aynı anıyı hatırlayarak bakıştık. Muntazam, düzenli, kış güneşi altında yakışıklı görünüyordu. Elini yanağından indirirken genzini temizledi. "Behramla yemek yerken Mustafa Kemal'de bizimleydi," dedi Hazer, kendine has ses tonuyla. "Leo'yu eve getireceğini duyunca onu da eve buraya getirdim, kaynaşmalarını, arkadaş olmalarını isterim." Saçlarım uçuştuğunda ikimizde uzanıp saçımı kulağımın arkasına koymak için harekette bulunduk ama ben daha hızlı davranıp saçlarımı ittirdiğimde, Hazer saçlarıma dokunamadan mahcup bakışlarla elini indirdi. Keşke elimi kaldırmasaydım, diye düşünürken Hazer devam etti. "İleride daha sık görüşecekler çünkü."

Behram Hazer'in arkasından mırıldandı. "Akraba olacaklar tabii, değil mi Angaralı..."

Hazer dirseğini Behram'ın karnına geçirirken, kaşlarımı çattım ama bir şey demeden Mustafa'ya döndüm. O da tıpkı Leo gibi Behram'ın dizlerine yapışmış çekingen bir şekilde bana bakıyordu. Leo'nun elinden tutarak Mustafa Kemal'in yanına yürüdüm ve ikisinin arasında diz çöktüğümde, "Merhaba Mustafa," dedim yumuşak bir sesle. "Bu kardeşim Leo, onunla tanışır mısın?"

Leo'da en az Mustafa kadar çekingendi ama ikisinin de birbiriyle anlaşmasını çok isterdim. Mustafa kafasını kaldırıp Hazer'e bir bakış attığında abisi ona göz kırptı ve Mustafa rahatlayarak Behram'ın dizinin arkasından çıktı. "Leo, Mustafa, Hazer... abinin kardeşi, elini uzat da hadi el sıkışın."

Leo tedirgin bir şekilde Mustafa'ya el uzattığında Mustafa da ona elini verdi ve tedirgin bir şekilde el sıkıştıklarında, Leo'nun özel farklılığı için Mustafa'nın yüzünü ilgiyle izlediğini gördüm. "Memnun oldum," dedi Leo, çekingen bir şekilde ve Mustafa ona karşılık verdikten sonra sordu. "Safir ablamın kardeşi misin?"

Leo kaşlarını çatıp bana döndü. "Abla diyor, sen benim ablam değil misin?"

Bocaladım ve ne diyeceğimi ararken, Hazer'in de tek dizi üzerine eğildiğini görerek ufak bir an ona baktım. Soğuk nefesi dudaklarının arasından sızarak neredeyse havanın içinde buz tutuyordu. Leo'ya baktığı ilk an rahatsız olmuş gibi bakışlarını çabucak çekti ama ikinci sefer baktığında daha kararlı göründü. Elindeki bir paketi Leo'ya uzattı. "Yapboz sever misin ahbap?"

Leo gözlerini kırpıştırıp bana baktı. "Bana küfür mü etti? Ahbap ne?"

Hazer ve Behram'ın gülme seslerini duydum ve Leo'yu düzelttim. "Dostum, arkadaşım gibi bir kelime. Elbette küfür değil tatlım."

Leo hımm diyerek tekrardan Hazer'e döndü ve onun büyüklüğüne, üzerindeki kıyafetlere hayranlıkla bakarak elindeki yapbozu aldı. "Teşekkür ederim... Ahbap."

Hazer ona göz kırptı ama Leo'ya bakarken gözlerinin derinliğinde bir kapı açılıyor ve kendini, sanki düşünceleriyle beraber o kapının içine çekiyordu. Onu o kapının arkasında yalnız bırakmak istemiyor olsam da ne olduğunu anlayamadığım için yardımcı olamıyordum. Doğruldu ve Behram Leoyla Mustafa'yı alarak eve doğru yürümeye başladığında bana doğru döndü. Ben de yönümü ona çevirdim ve uzanıp parmaklarımla kabanının uçlarını kavradım. Hazer buna tebessüm etti. Bazen, onu gülümserken gördüğümde... İçimde yer yerinden oynuyor, taş taş üstünde kalmıyordu sanki. Kalbimin, gülümsemesine nasıl tepki verdiğini nasıl anlatırdım bilemiyordum.

"Behram'ı getirdim, çocuklara bakıcılık yapsın," dedi Hazer, ellerini kot pantolonunun ceplerine sokarken. "Biz de seninle bir şeyler yaparız."

Parmaklarını uzatıp üzerimdeki montun fermuarını adeta ağzıma kadar çekerken, heyecandan kelimeleri toparlamak zor oldu. "Benimle bir şeyler mi yapmak istiyorsun?"

"Bir mağazadan alınacak kıyafetlerim var." Soğuk parmakları çeneme yerleşti ve adeta buz tutmuş olan çenemi okşadı. Kaşları hafifçe çatılmıştı, ona ne olduğunu sormak isterken Hazer başını omzuma doğru eğdi ve sert bir nefes alırken mırıldandı. "Üzerinde neden başka bir koku var?"

İrkildim, üzerimden kokuyu almak için bana bu kadar yaklaştığını anlayarak gözlerimi ayaklarıma çevirdim. "Gazel sabah evden ayrılırken parfüm sıkmıştı da..."

"Gazel, bu parfümün kokusuna ihtiyacın olmayacağını bilecek kadar koklamamış sanırım seni..."

"Sen..."

"Ben kokladım, içime içime."

Ellerimle paltosunun uçlarını daha sıkı kavradım ve söyleyecek bir şey bulamayarak yalnızca gülümsedim. Ben de seni kokluyorum, gibi bir pervasızlık yapabilirdim. Hazer'in bir süre yanağıma baktığını gördüm, çok derin gülümsediğim zaman gamzem belli oluyordu; onu görüp görmediğini merak ettim. Birkaç saniye sonra derin bir nefes daha alarak uzaklaştı ve elini nazikçe belime koyarak yürümem için teşvik etti. "Bir saniye Hazer, Leo'ya durumu açıklayayım."

Belimi serbest bıraktı. "Eve gitmişken bereni de al."

"Alırım, my vida." *Hayatım*

Ne dediğimi fark ettiğimde gözlerimi kocaman açarak korkuyla Hazer'in yüzüne bakakaldım ama neyse ki, bu kelimeyi İspanyolca söylediğimi fark ederek rahatladım. Hazer tek kaşını kaldırmıştı. "My veta mı?"

"Ay veda, dedim." Saçmalayarak ondan uzaklaştım. "Leo'ya veda edeyim demek istedim..." telaşla ona arkamı dönüp koşmaya başladım. "Ah Safir, ah!"

Hazer arkamdan mırıldandı. "Heyecanlanınca bir şey oluyor kıza..."

Kapıyı açıp içeriye girdiğimde kendimi sakinleştirmeyi bekledim ve sonra oturma odasına geçtim. Leo Gazelle koltuğun üzerinde oturmuş, sarılıyorlardı ve Behram kendisiyle Mustafa'nın ellerini ısıtıyordu. Selam vererek içeriye girdiğimde, Behram elini göğsüne koyarak selamımı aldı. Koltuğa, Leo'nun yanına oturduğumda sevinçle bana döndü. Beresini başından çıkardım. "Leo birkaç saatlik işim var, döndüğümde seninle vakit geçireceğime söz veriyorum. Ama eğer istemezsen de... gitmem."

Onu yarın, aldığım saatte teslim edeceğim için önümüzde vakit geçirmek adına uzun süre olduğunu düşünerek Hazer'i reddetmemiştim. Fakat eğer istemezse Leo ile kalırdım. Bana gülümserken, "Gazel abla, Hazer abinin eniştem olduğunu söyledi," dedi, mutlu görünüyordu. "Ben eniştemi sevdim, onunla olabilirsin."

Burnunu sıktım. "Büyümüş de küçülmüş."

Gazel'e kızgın bir bakış atarak uzandım ve bacağını çimdikledim. Çocuğun aklına yanlış bir şeyler sokmasını, beni utandırmasını istemiyordum. Gazel elimi iterken Leo'ya kaş çattı. "Bunun aramızda kalması gerekiyordu."

Leo omzunu silkti ve Hazer'in aldığı paketi açmaya çalıştı. Onu güvenli bir ortamda bırakmanın rahatlığıyla koltuktan kalktım ve çıkarken Mustafa'nın saçlarını okşadım. Bana gülümsemesi ruhumu temizlemişti. Gazel ve Behram'ı çocuklarla evde tek bırakmanın tedirginliğiyle beremi yanıma alarak evden çıktım. Beremi başıma geçirirken, Hazer'in arabanın önünde dikildiğini gördüm. Benim için bahçe kapısını açtı ve kapıdan dışarıya çıktığımda, elini belime koyarak yürümem için teşvik etti. "Gracias," dedim ve Hazer benim için arabanın kapısını açarken, belimdeki eline baktım. Hep montumun üzerinden tuttuğu için sarılmamız dışında o teması tamamen hissedemiyordum.

Koltuğa yerleştiğimde Hazer kapımı kapattı ve arabanın etrafını dolanarak şoför koltuğuna yerleşti. Leo'ya öğrettiğim gibi, onunla olduğumda bana bir şey olmazmış hissi etrafımı sardı. Kendimi güvende hissettim. Hazer atkısını biraz gevşeterek direksiyonu çalıştırdı ve araba sakince ileriye atıldı. Ellerimi ovuştururken, direksiyonu tutan kemikli parmaklarını izliyordum. İtiraf edeyim, Hazer'in elinden tutmak istiyordum ama bana bu isteği aşılayan duygunun ne olduğunu bilmiyordum. Sokaktan ayrılırken, Hazer bana yandan bir bakış attı. "Nasıl oluyorsa bazen sana baktığımda... gözlerinin beni daha yakınına çağırdığını görüyorum."

O zaman neden hâlâ orada duruyorsun?

Bunu demek yerine ellerimi sıkarak, "Gözlerin bir şeyler anlatabildiğini bilmiyordum," diye fısıldadım ve içimden ekledim. Seninle öğrendim.

"Ben de." Hazer kirpiklerini bile kırpmadı. "Ya da başkasının bakışları ne anlatıyor ilgilenmemişimdir, doğru gözleri bulana kadar."

Ruhum bir dünya olsa ve kıtalara ayrılsa, hepsine o sahip olabilirmiş gibi hissettim ve heyecanlı bir sesle konuştum. "Elbet gözlerine baktığında... gördüklerinle iyi hissettiğin başka kadınlar olmuştur."

Bir dakika kadar süren, sancılı bir sessizlik oldu.

"Senin verdiğin sakinlik, kimseyle kıyaslanamaz." Hazer'in sesi boğuk, telaşlıydı. "Gördüğünü biliyorum, öfkemi... Onunla başa çıkmak hep zor oldu. Sinirlendiğimde, öfkelendiğimde soluğu senin yanında almak istiyorum. Sanki içinde olduğum ve etrafında bulunduğum her şey fırtınalı bir deniz. Ama sen sakin, uysal bir koysun. Dinginsin, huzur vericisin..." kendiyle alay eder gibi mırıldandı. "Bazen sana yavru köpek bakışları atıp saçlarımı okşamanı isteyecek oluyorum neredeyse."

Biliyordum, kör değildim. Üstelik gözlerini gördüğümü söylemişken öfkesini görmemek körlük olurdu. Soluğu istediği zaman benim yanımda alabilirdi, onun için ne, ne kadar gerekiyorsa yapabilirdim.  Gülümsedim. Cevap vermedim ve Hazer arabayı kırmızı ışıkta durdurduğunda uzanıp cebimden telefonumla, kulaklığımı çıkardım. Koltuğun izin verdiği kadarıyla vücudumu ona çevirdim ve kulaklığı giriş yerine takarak birini ona uzattım. Hazer ona doğru uzattığım kulaklığa baktığında, "Yeni bir şarkı keşfettim," dedim heyecan içinde. "Şarkıyı dinlerken aklıma sen geldin... Saatlerdir sana dinletmeyi bekliyordum."

Hazer bu heyecanımı parlak gözlerle izlerken uzanıp kulaklığı aldı ve sağ kulağına yerleştirdi. İkimizin de kulaklığı takabilmesi için koltukta ona doğru yaklaştım ve kulaklığın diğer girişini sol kulağıma takarak boynumu omzuma yatırdım. Saç tutamlarımı yanağımda hissederken tedirgin bir gülümsemeyle şarkıyı açtım ve müzik, aynı anda kulaklarımıza çarparak kalbimize ulaştı. Kaşını, kirpiğini, amber gözlerindeki duygu geçişlerini izlerken, "Şarkının adı ne?" Diye sordu fısıltıyla.

"Amor mio," diye fısıldadım, yakınlığı başımı döndürürken. Hazer sertçe yutkundu ve bu kelimenin Türkçe karşılığına ihtiyacı olduğunu anlayarak ona bu kelimenin Türkçesini söyledim. "Aşkım."

Hazer'in gözleri, bir avuç ateşi ağzıma doldurdu ve vücudum hafifleyerek neredeyse eridi. Bakışları dudaklarıma düştü ve eş zamanlı olarak, "Bir daha söylesene," diye fısıldadı, esrarengiz bir sesle.

"Amor mio," diye tekrarladım elimi dizine koyarken. "Aşkım."

Hazer derin, telaşlı bir nefes aldı ve başını indirip dizindeki parmaklarıma baktı. Elimin içinde sıcaklığı hissediyordum. Gözleri tekrar bana döndüğünde ona gülümsedim ve Hazer "Amor mio," diye beni tekrarladıktan sonra kafasını salladı. "Sevdim, bizim şarkımız olsun."

"Olsun."

"Olsun."

Beni tekrarlaması hoşuma gittiğinde biraz daha gülümsedim ve elimi dizinden çekerek ondan uzaklaştım. Koltuğumda kayarken, şarkının sesini duymaya başladım ve Hazer'in yüzünü ovaladığını görerek sakince önüme döndüm. Belli etmemeye çalışsam da ellerim deli gibi titriyordu. Yüzüne bakıp her iki dilde de aşkım demek öyle aptalca ve öyle... mutlu ediciydi ki.

Araba tekrardan hareket ettiğinde ondan tarafa hiç dönmeden karlı yolu izledim ve kulağımdaki şarkıya kulak verdim. Şarkı birkaç dakika içinde bitmişti, yeniden başlattım ve bugün keşfettiğim İspanyolca şarkıya eşlik ettim. Şarkı Hazer'in de hoşuna gitmiş olmalı ki, hiç şikâyet etmedi ve kulaklığı çıkarmadı.

Araba bir müddet sonra büyük, ışıltılı bir alışveriş merkezi önünde durduğunda, beremi tekrardan başıma örttüm ve ben kulaklığımı sararken Hazer arabadan indi. Kaputun etrafını dolanıp kapımı açtığında, telefonumla kulaklığımı cebime koymuştum. Onun açtığı kapıdan inerken, "Teşekkürler," dedim ve karlı zeminde kaymamak için paltosunun ucuna tutundum.

Hazer kapıyı kapattı ve arabayı kilitleyerek elini belime yerleştirdi. Onunla beraber alışveriş merkezine ilerlerken, hâlâ şarkıyı mırıldanıyor ve etrafımı izliyordum. Güvenlikten geçtikten sonra geniş alışveriş merkezindeki mağazalara baktım. Birbirinden renkli ve güzel şeyler görmek hoşuma gitmişti. Hazer'in teşviğiyle beraber yürüyen merdivenlere bindik ve belimdeki eline bakarak gülümsedim.

"Neye gülümsüyorsun?"

"Düşmemden kaygı duyuyor gibi, ben tutuyor olmana."

Hazer hiçbir şey söylemedi ve belimi daha sıkı tuttu. İki kat yukarıya çıktık ve geniş katın sonundaki mağazaya ilerledik. Onun yanında kendimi gergin hissettiğim kadar huzurlu da hissettiğim için kollarının arasında bayılacak gibi oluyordum. Hazer bir mağazaya yöneldiğinde, gerçekten buranın klas çizgileri olan bir mağaza olduğunu gördüm ve onunla beraber içeriye girdim. Hazer bir mağaza sorumlusuna doğru ilerlerken mağaza da çalan şarkıyı duydum ve heyecanla ona döndüm. "Han, bizim şarkımız daha güzel değil mi?"

Parmakları nazikçe belimi okşadı. "Elbette." Kulağıma doğru fısıldadı. "Bana bir saniye izin ver."

Tebessüm ettim ve belimi serbest bıraktığında kendi etrafımda dönerek mağazayı inceledim. Sayısız takım elbisesi, belli renklerde kıyafetleri olan geniş bir mağazaydı. Çekingen bir şekilde ilerideki takım elbiselere yaklaştım ve parmaklarımı temiz kumaşların üzerine koyarak bunları Hazer'in üzerinde hayal ettim. Gri bir takım vardı, çok güzel görünüyordu. Elimi o takımın ceketine koyarken, bakışlarımda etraftaydı.

"Bir şeye mi baktınız hanımefendi?"

İrkilerek arkama, takım elbisesi içindeki mağaza görevlisine dönerek elimi ceketin üzerinden çektim. "Ah, hayır... Ben erkek... erkek arkadaşım için bir takım baktım sadece."

Erkek arkadaş mı?

Dilimin ucunu sertçe ısırdım ve kendime inanamayarak önüme dönerken, görevlinin yardımcı olabilirim, gibisinden bir şeyler mırıldandığını duydum ama bir daha kendisine dönmedim. Hem kabalığım hem de kullandığım kelimeler yüzünden kendime kızarken, ellerimi kızarık yanaklarıma koydum. Neden öyle dediğimi bilemiyordum, sadece o an Hazer'i hangi kalıbın içine koyacağımı bilemeyerek söylemiştim. Ellerimi yanaklarımdan çekerken etrafıma bakındım ve Hazer'in bir takım elbiseyi incelediğini gördüm. Hızla ilerleyerek arkasından ona yaklaştım. Parmak uçlarımda yükselerek baktığı takım elbiseye göz attım ve ona yakışacağından şüphe duymadım. "Sana çok yakışacaktır," diye konuştum omzuna doğru.

Hazer bir an bile olsun irkilmedi, sanırım ona yaklaştığımı anlamıştı. Omzunun üzerinden bana dönerken, "Grisini alacağım," dedi ve birkaç adım ilerideki mağaza görevlisine mesafeli bir şekilde gülümsedi.

Mağaza görevlisi sanırım o takım elbisenin grisini getirmek için bizden uzaklaştığında tabanlarıma basarak bakışlarımı kaçırdım. Aynı esnada, "Terledin mi?" Dedi Hazer, sesi kaygılıydı. "Kızarmışsın." Uzandı ve gözlerimden izin alarak beremi yavaşça başımdan indirdi.

Saçlarımı omuzlarıma atarak, "Estoy bien," dedim ve bakışlarımı ilgiyle etrafta dolaştırdım. *Ben iyiyim*

Bakışlarım etrafta dolaşırken, gözüme mağazanın içindeki bir ayna çarptı ve eş zamanlı olarak Gazel'in bizim için söylediği kelimeler kulaklarımda çınladı. Bu büyük, boydan bir aynaydı ve karşısına geçip ikimizi yan yana görmek istemiştim. Bunu o kadar istedim ki, nasıl dile getireceğimi düşünürken kıvrandım ve omuzlarımı düşürdüm.

Hadi Safir, o kadar pervasızlıktan sonra bir tane daha yapabilirsin.

Hazer mağaza görevlisiyle konuşurken, oraya doğru ilerledim ve aynanın karşısında durarak kendime baktım. Üzerimde siyah bir pantolon ve aynı renk mont vardı, montumun içindeyse kırmızı, boğazlı bir kazak. Dalgalı, gür saçlarım omuzlarımdan aşağıdaydı ve Hazer'in dediği gibi kızarık görünüyordum. Uzun boya, güzel fiziğe sahiptim. Aynaya baktığımda hoş bir surat da görüyordum ama dönüp Hazer'in kıyafetleri içindeki zengin görünümüne, bir de kendi kıyafetlerime baktığımda... buruk hissediyordum.

Aynaya bakarken, gözüme bir şey çarptı ve arkamı dönerek aynada gördüğüm elbiseye doğru ilerledim. Beyaz, üzerinde kırmızı puantiyeleri olan, belinden aşağısı bolaran bir elbiseydi. Aslında elbiseden çok eski zamana ait bir kostüm gibiydi ve askıda bu elbiseden iki tane kalmıştı. Uzanıp birini aldım ve zarif yakasını okşarken, bir delilik daha yapmak üzere kabinlere doğru ilerledim.

Bu elbiseyi giyip Hazerle birlikte o aynanın karşısına geçecektim.

Kabine girdim ve kamera olmadığına emin olarak, kendimi rahatlatmaya çalışarak beyaz, kırmızı puantiyeli elbiseyi giyindim. Elbisenin arkasında inci düğmeleri vardı, bir kısmını kapatsam da bir kısmını kapatamadım ve saçlarımı sırtıma atarak arkamı örttüm. Aynada, kıkırdayarak kendime baktım. Elbise vücuduma oturmuştu, boyu dizlerime kadar geliyordu ve yakası, eteği çok çok narindi. Yakamı düzelttim ve yaramaz bir gülümsemeyle kabinden çıkarak mağazanın içerisine doğru ilerledim.

Hazer'i aramama gerek kalmadan, onu etrafında dönerek, tedirginlik içinde beni ararken gördüm ve parmak uçlarımda arkasından ilerledim. Ben daha ona varamadan Hazer bana doğru döndü ve ikimiz de ne olduğunu anlayamadan donup kaldık. Hazer'ın yüzündeki şok ifadesi, yanlış bir şey yapıp yapmadığım konusunda beni endişeye sokarken, tedirgin bir gülümsemeyle ona doğru bir adım daha attım. Hazer'in dudakları açıldı, tuhaf bir ses çıktı ama konuşmadı. Dudaklarını kapattı ve ikinci kez araladığındaysa, bir sessizliğe daha fazla dayanamadan uzanıp elinden tuttum. Onu aynanın önüne doğru çektim.

Hazer mırıldandı. "Elimden tut, götürdüğün her yer gelmeyen..."

Aynanın önünde durduğumuzda sıcak elini bıraktım ve elbisemi düzelterek tam onun yanında durdum. Hazer beni baştan aşağıya süzerken elimi ayağıma dolaştırıyordu ama bakışlarımı kaldırdığımda, gözlerimiz aynanın üzerinde kesişti. Bakışları adeta tenimde kesikler açıyor, ruhumdaki duygular o kesiklerden dışarıya çıkıyordu. Elbisenin eteğini kıvırırken gülümsedim ve aynadan nasıl durduğumuza baktım.

"Han, sence nasıl görünüyoruz?"

Hazer elini belime koyduğunda, elbisenin kumaşı sayesinde dokunuşunu net bir şekilde hissettim ve anında tepki vererek kasıldım. Hazer omzumun üzerinden aynaya, ikimize uzunca baktı. Aramızda az bir boy farkı vardı, ağzım çenesine denk geliyordu. Hazer'in fit, kuvvetli bir fiziği vardı ve benim ince belim iri avucunun içinde neredeyse kaybolmuştu. Hazer kendinden çok aynadaki bana bakarken, eteğin uçlarını bıraktım. Sorduğum soruya boğuk bir sesle cevap verdi. "Tam görünüyoruz," dedi usulca.

Tam.

Birbirimizi tamamladığımıza olan inancı, göğsümü huzurlu, mutlu bir hisle doldurdu ve sanki içimde tankların, tüfeklerin sesi duyuldu. Kafamı salladığımda Hazer uzandı ve aynanın üzerine düşmüş olan yüzümün yansımasını kapattı. Aynada bir tek onun görüntüsü kaldığında, "Böyle eksik," diye fısıldadı, parmakları belimi daha istekli kavradı ve sonra aynadaki elini indirdi. Şimdi aynada yine ikimizin yansımaları vardı. "Böyle tam," dedi Hazer ve başka hiçbir şey demesine gerek kalmadan aynadaki görüntümü uzun uzun izledi.

Orada ne kadar durduk bilmiyorum ama bu bekleyiş sırasında beni daha da utandıracak bir şey yaptım. Telefonumu çıkarıp kamerayı açtım ve ona hiç bakamadan kamerayı aynadaki görüntümüze odakladım. Han beni utandıracak bir şey söylemediği için rahatladım ve aynadaki görüntümüzü fotoğrafladım. Telefonu indirerek utanç içindeki bakışlarımı kaçırmanın fırsatını ararken, Hazer başımın üzerine fısıldadı. "Fotoğrafı bana da gönder."

Başımı salladım, tek kelime etmedim. Hazer'in göğsünden derin bir iç çekiş koptu ve belimi serbest bırakarak benden uzaklaştı. Eteğimin kabarık uçlarını okşayarak kabinlere geri yürüdüm ve elbiseyi çıkarıp kendi kıyafetlerimi giyindim. Normalde olur olmadık yerlerde hayatta bunu yapmazdım ama Hazer'in yanında güvende hissediyordum. Üstümü başımı düzelttim ve muntazam göründüğüme emin olarak elbiseyle beraber kabinden çıktım.

Mağazanın içerisine yürüyerek elbiseyi aldığım yere koyarken, diğer elbisenin burada olmadığını gördüm. Omzumu silktim, sanırım bir başka müşteri almıştı. Elbiseyi bırakarak etrafımda Hazer'i ararken, onu kasada gördüm ve sakince yanına ilerledim. Hazer torbaları bir eline almıştı ve diğer eliyle post makinesine şifre giriyordu. Elimi götürüp kazağımın üzerindeki kolyeyi parmaklarımın arasına alırken, Hazer işini bitirerek bana döndü ve yanıma kadar ilerledi.

"Yardımcı olayım mı?" Dedim çenemle torbaları göstererek.

Hazer kafasını iki yana sallarken, mesafemiz sıfırlandı, "Gel buraya," diyerek elini sırtıma koydu.

Sıcaklık dokunduğu yerden tüm sırtıma yayıldı ve bir an dizlerimin tir tir titrediğini hissettim. Avuçlarımı sıkıp onunla birlikte mağazadan ayrılırken, "Beyaz senin rengin, emin oldum," diye fısıldadı ve yanımızdan geçen birisi bana çarpacak gibi olduğunda, vücudumu kendine çekti. "Beyaz senin rengin ve üzerine toz bile kondurmayacağım."

Beyazı severdim, bunu duyduğuma memnun olmuştum. "Gracias."

Yürüyen merdivenlere bindiğimizde, sırtımı merdivenin arkasına yasladım ve ona doğru döndüm. Bir basamak aşağıdaydım ve eli sırtımdan ayrılmıştı. Çekingen bir şekilde konuştum. "Bugün saçlarımı... sen dokunmak istersin diye açık bırakmıştım." Her gün, sen dokunursun diye açık bırakıyorum.

Hazer'in gözlerindeki ifade tuzla buz oldu ve yerini tarifsiz bir duyguya bıraktı. Sertçe yutkunurken, "Mila," diyerek bir iç çekti ve uzanıp dalgalı saçlarımın uçlarına dokunurken neredeyse gülümsedi.

Şapşallığımdan utanç duyarak bakışlarımı kaçırdım ve merdivenlerden inene kadar onun saçlarıma dokunmasının mutluluğunu yaşadım. Merdivenlerden inip çıkışa yönelirken, Hazer'in eli yavaşça belime yerleşti. Beremi başıma örtüp ellerimi kendime siper ederken, alışveriş merkezinden çıktık. Saçlarım uçuşuyordu, onlarla mücadele etmeye çalışırken onunla kaldırıma indim ve karşıya geçmek için ışıkların yanmasını bekledik.

Işık yandığında karşıya geçmek için harekette bulundum ve bakışlarım yolu kontrol ederken, trafiğin içinden üzerimize süratle gelen arabayı gördüm. Kalbim kasıldı ve düşüncelerim müthiş bir duraksama yaşadıktan sonra Hazer'in ceketine asılarak onu kendimle beraber sertçe geriye çektim. Hazer kaldırıma takıldı ve eli düşmemem için belimi daha sıkı kavrarken, süratli araba aynı hızla ilerleyerek az sonra gözden kayboldu.

"Safir?" Hazer şaşkın vaziyette bana dönmüştü.

Sanki hâlâ görebiliyormuş gibi, gün batımındaki sokağın ucuna doğru bakmaya devam ettim. "Hazer... ben araba bize çarpacak sandım. Afedersin, seni de hızlı çektim. İyi misin?"

Elimle paltosunu, atkısını düzeltirken, Hazer'in düzgün kaşlarının çatıldığını gördüm. Ellerim adrenalinle titriyordu. "Hep mi oluyor bu?" Diye sordu, düşünceli bir sesle. "Benimleyken de olmuştu. Az daha arabanın biri çarpıyordu, bunu tekrar tekrar mı yaşadın?"

Ellerim paltosunun yakalarında dururken, düşünceli şekilde omzunun üzerinden sokağın sonuna doğru baktım. "Evet, iki kere daha oldu. Sanırım ilkinden etkilendim, psikolojik olarak öyle düşünüyorum."

Han saçlarını kaşırken, kafasını çevirdi ve benim gibi sokağın sonuna doğru baktı. Bunların yalnızca tesadüften ibaret olmasını ümit etmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu ama artık daha dikkatli olacaktım. Hazer düşünceli bakışlarını tekrar bana çevirirken, "Ben bunun psikolojik olduğunu düşünmüyorum," diye fısıldadı ve huzursuz bir nefes alarak arabayı işaret etti. "Koluma tutun, yerler buzlu."

Elimle paltosunun üzerinden koluna sıkıca tutunarak beraber karşıya geçerken, "Düşersem, kolundan tuttuğum için seni de beraberimde düşürürüm," diye kibarca bir espri yaptım.

Hazer oturmam için yolcu koltuğunun kapısını açtı. "Sen düşmüşsen benim ayakta ne işim var zaten," dedi ve ben kolunu bıraktığımda torbaları arka koltuğa bırakmak için benden uzaklaştı.

Sen düşmüşsen benim ayakta ne işim var...

Bundan bu kadar etkilenmemem gerektiğini kendime söyleyerek koltuğa yerleştiğimde Hazer'de işini halledip saniyeler içinde şoför koltuğuna yerleşti. Atkımı ve beremi çıkarıp kucağıma koydum ve ellerimi ısıtıcıya uzattım. Konforlu, rahat bir arabası vardı. Silecekleri, ardından motoru çalıştırıp yola atıldı ve bulduğu aralıktan sızarak caddeye çıktı. Montuma tutunan kar tanelerinin eriyişini izlerken ellerimi ovuşturuyordum ama bir türlü ısınmıyorlardı.

"Saat kaç?"

Hazer'in sorusuna cevap vermek için arabadaki dijital saate bakındım. "Beşi çeyrek geçiyor."

"Hadi ya." Hazer arabayı sokağın köşesinden çevirerek başka sokağa girdi. Gözleri kısıktı. "Yarın öğlene kadar neredeyse yirmi dört saat var."

Evet, öyleydi. Omuzlarımı düşürdüm. "Olsun," dedim bakışlarımı kaçırarak. "Seni görmeyi beklemek güzel."

Hazer gözlerinde sanki cam bir vitrin vardı ve sadece kelimelerimle o cam vitrini aşağıya indirmiştim. Camların gürültülü sesini duyarken, Hazer'in gözlerindeki o bakış yumuşadı ve ansızın, "Öyle güzel bakma," dedi kısık bir sesle. "Çünkü, çünkü..."

Hiçbir şey diyemedi. Zorlukla yutkundum ve gülümseyerek ön camdan dışarıya baktım. Hazerle beraberken, yaşamın her anında benimle olan o tedirginliği hissetmiyordum. Güven, duygunun adı buydu. Onunla aynı çatı altında, aynı odada, aynı arabada vakit geçirebiliyor, bana zarar vereceğinden şüphe duymuyordum. Sanki onun yanında olmak, tüm tehlikelere ve zararlara karşı silahlanmak gibiydi.

Evet, Hazer Han'a güveniyordum.

Alt dudağımı ısırırken daha tenha bir sokağa girdiğimizi fark ettim ve patlamış olmasına rağmen yanmaya devam eden sokak lambasına baktım. Hayatla, kendimle, kardeşimle ilgili korkularım vardı ama şu an huzurluydum. Sokağın sonuna ilerlerken Hazer'in telefonu çaldı ve yolu gözetlerken telefonu çıkardığını gördüm. "Buna bakmam lazım," diyerek arabayı kaldırımın kenarında durduğunda, sokak lambasını izliyordum. "Tabi, bak Hazer."

Telefonu yanıtlayıp kulağına götürdüğünde elinin birisi hâlâ direksiyonun üzerindeydi. Karşı tarafı yanıtladı ve bir süre de karşı tarafı dinledikten sonra, "Dalga mı geçiyorsun?" Dedi, aniden ciddileşen bir tavırla.

Sesi tüyler ürperticiydi. Çekingen bakışlarımı omzumun üzerinden ona çevirdiğimde Hazer telefonu kulağından indirdi ve donmuş gibi karşıya bakarken, telefonu avucunun içinde sıktıkça sıktı. Hattın diğer ucunda, bir erkek sesinin bir şeyler söylediğini duydum ve şaşkın bir şekilde çehresine baktım. Ne olmuştu da beti benzi atmıştı? Vücudumu tamamen ona döndürdüğümde Hazer şakağını sertçe ovaladı ve bir anda arabanın kapısını açtı. "Döneceğim, bana bir dakika verir misin?"

"Hazer... kötü bir haber mi aldın?"

"Çok kötü."

Arabanın kapısını kapatarak etrafını dolandı ve uzaklaşarak telefonu kulağına yasladı. Karşı tarafa bağırdığını, hızlı hızlı bir şeyler konuştuğunu gördüm. Kaldırımda bir o yana bir bu yana turlayarak sabırsızca soluyordu. Kötü haberin ne olduğunu merak etmiştim ama öğrenmem için sakinleşmesini beklemem gerektiğini biliyordum. Umuyorum ki, aldığı kötü haberin sağlıkla bir alakası yoktur. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu, bunu aralanan dudaklarından, yüzünde beliren sinsi öfkeden anlamıştım.

Bu öfkeye bakmak bana acı verdi ve bakışlarım yüzünden uzaklaştı.

Yüzünde, bu ifadeyi görmeye alışamayacaktım. Kollarımı kendime sararak huzursuzlukla bekledim. Hazer az sonra telefonu kapatıp cebine koydu ve bir sigara çıkardı. Onu hızlı hızlı içerken sırtını duvara yasladı ve saçlarını karıştırarak bir şeyler mırıldanıp durdu. Gerçekten bir şekilde içini okumayı isterdim ama bu, o içindekileri bana anlatmadan yapamayacağım bir şeydi.

Kaç dakika geçtiğini bilmiyordum ama Hazer az sonra karşıdaki çöp konteynerine ilerleyip sigara izmaritini attı ve sanırım sigara kokmaması için cebinden bir şeker çıkardı. Saçlarını düzelterek arabaya yaklaştığında ve kapıyı açtığında, bir fırtına onun arkasından içeriye girdi ve sanki onunla birlikte koltuğa oturdu. Ellerini direksiyona koydu ve bir dakika kadar sessizce ileriye baktıktan sonra tedirgin, mahcup bakışlarla bana döndü. Soğuk nefesi kurumuş dudaklarından sanki zorlukla çıkıyordu. "Kusuruma bakma, beklettim."

Onu rahatlatmasını ümit ederek içimden gelen bir şapşallık yaptım. "Seni beklemek güzel, demiştim."

Hazer'in vücudu gevşedi ve omuzları serbest kalırken başını aşağıya yukarıya salladı. Bunlara rağmen dudakları tek bir çizgi halindeydi ve ellerinin direksiyonu normal olmayacak bir sertlikle kavradığını görüyordum. Kaygı duygusu göğsümde kar topu gibi büyüdü. "Sigara kokusundan rahatsız oluyor musun?" Diye sordu ama konuşurken nefesi sigara değil, nane kokuyordu. Sanırım şekeri naneliydi.

"Hayır," dedim ve devamını, önünü ardını düşünmeden söyledim. "Ben küçükken babam sigara kullanırdı ama yanımda hiç içmezdi. Çocuk olsam da bu ayrıntı dikkatimi çekmiş ki, babama neden bunu yaptığını sorduğumu hatırlıyorum."

Hazer ilgili görünüyordu. "Ya, baban ne dedi?"

"Seni seviyorum." Cümle bir an aramızdaki havanın içinde asılı kaldı ve Hazer'in göz bebeklerinin etrafında koyu bir halka oluştu. "Babam, böyle dedi. Çünkü seni seviyorum dedi ve ben bunu sorgulamadım. Ben de ona onu sevdiğimi söylemişimdir sanırım."

Hazer gözlerini kaçırdı.

Yarım veya en fazla bir dakika sonra, "Baban kendi içinde çok çelişkili bir adam olmalı," dedi, düşünceli bir sesle. "Babana düşkünlüğünü görüyorum, ona düşkün olduğuna göre sana gerçek bir baba gibi davranmış ama gerçek bir baba hayatını o şekilde, senin gözlerinin önünde nasıl bitirir aklım almıyor."

Benim de ne kalbim alıyor ne aklım.

"Bir gün babam ağlıyordu, ben o zaman küçüktüm. Ölümden bahsetti ve ben ondan hiç ölmemesini istedim. Baba, sen ölürsen çok ağlarım dedim. Sanırım ona göz yaşlarımdan daha çok acı veren bir şey vardı ki, bile isteye öl... öldü."

"Çok ağladın mı peki?" Diye sordu, sesindeki şey... merhametti.

"Çoook."

"Çok deme, üzülürüm."

Babamı her düşündüğümde olan kalp ağrısı, neredeyse elimi kalbime götürmeme sebep olacaktı ki, son anda kendimi durdurdum ve iç çektim. Han'ın bakışları üzerimdeki varlığını korurken, "Ya senin baban?" Dedim tereddütle. "Sana karşı neden böyle öfkeli?"

"En sevdiği şeyi elinden aldım."

Boğazım düğüm düğüm oldu. "Babanın en sevdiği şey sensindir. Bu hep böyledir. Babalar ve anneler hep evlatlarını çok sev..."

Sustum. Çünkü sevmezlerdi. Benim annem gibi, onun babası gibi.

Uzun zaman sonra ilk kez bu kadar ağır bir sessizliği dilimde taşıyarak başımı cama döndüm ve karanlığın içindeki gölgelerimizi seçerek sessiz kaldım. Hazer hiçbir şey demeden arabayı çalıştırdı ve sokaktan ayrıldı. Bu sokağı sevmemiştim, bizi huzursuz etmişti. Düşünmemeye çalıştım, çünkü annemle ilgili her düşüncenin niteliği yalnızca acıydı.

Anne, seni düşündüğümün çeyreği kadar beni düşünseydin keşke.

Seninle ilgili her gülümsemeyi, yalnızca keder besliyor. Acıların kalbime, silahtan daha hızlı yayılıyor.

Bir daha konuşmadık. Hazer bir an bile azalmayan gerginliğiyle arabayı sürdü ve bir süre sonra evimi olduğu sokağa girerek yavaşladı. Araba durduğunda ellerim kucağımda, bakışlarım onun tuttuğu direksiyondaydı. Ona güzel şeyler söylemek, belki biraz şapşallık yapıp bu gerginliği azaltmak isterdim ama dilimin ucundaki bir bıçakla tüm kelimeleri parçalamışım gibi hissediyordum. Tedirgin bir şekilde saçımı alıp kulağımın arkasına koyarken, "Başka bir şey daha var," dedi dalgın şekilde, ön cama bakarken. "Tüm bu kederin hüznün babandan başka sebebi daha var. Düşündüm... aklıma bir şey de geldi ama gelir gelmez o düşünceyi kovdum. Çünkü bu düşünceyle birkaç saniyeden fazla yaşayamayacak oldum."

Soluğum kesildi ve bakışlarım beyazlayan parmak boğumlarına bakakaldım. Neyi düşündüğünü sormadım, alacağım cevaptan korkuyordum. Hazer de bunu bir daha düşünemeyecekmiş gibi kafasını iki yana sallıyor, muhtemelen bu düşüncenin saçma olduğunu düşünüyordu. Bu keder ve hüznün babamdan başka güçlü bir sebebi daha vardı tabi ama bunu Hazerle paylaşmak için doğru zaman değildi. Parmağım dalgınca saçımın etrafında dolaşırken, "Rica ederim, benden bir şeyleri söylememi isterken senin sadece sustuğunu unutma," dedim kısık, nazik bir sesle. "Seninle ilgili bir şeyler öğrenmeyi istediğimi biliyorsun."

Hazer derin bir iç çekerek ellerini direksiyondan çekti ve dizlerinin üzerinde birleştirerek başını önüne eğdi. Tanrım, hangi acı veya utanç onun bana bakmamasının sebebi olabilirdi ki? "Ben olduğum kişiyle olmak istediğim kişi arasında bocalıyorum," dedi oldukça alçak bir sesle. "Ve bunu yaparken... belki sayısız yanlış şey yaptım, yapıyorum."

Dudaklarım ufak bir boşlukla aralandı ve nefesim o boşluktan sızarak arabanın içine dağıldı. Ön camdaki pusa bakarken, "Hiçbirimiz kusursuz insanlar değiliz," dedim ve ekledim. "Gerçek sevgi, kusurları iyileştirmenin yanında o kusurları kabul etmeyi talep eder."

"Sevgi mi?" Dedi başını bana döndürürken.

"Sevgi," diye tekrarladım ben de başımı ona döndürürken. "Bazı insanların bu kelimenin gerçek anlamını bildiğini sanmıyorum."

Hazer Han'ın gözleri, sanki bir kara deliğe açıldı ve kendimi o kara delikte parlayan tek yıldız gibi hissettim. Ağır ağır yutkundu. "Öğrenebilirim," dedi başını hızlı hızlı sallarken.

Ona gülümsedim ve her nedense o sevgiyi öğretenin bir başkası olmamasını istedim.

Dışarıya çıkmak için arabanın kapısını açtığımda, Hazer bir süre arkamdan baktı ve sonra o da kapısını açıp dışarıya çıktı. Kaymamak için zemine sağlam basarken, Hazer arabanın etrafını dolandı ve tıpkı bir beyefendinin yapacağı gibi, buzlu zeminde kaymamam için beni nazikçe tuttu. Elimi koluma yerleştirerek parmaklarımla kolunu kavradım ve onunla eve yürürken, "Gracias," dedim. "Çok centilmensiniz."

"Siz deme, sinirim bozuluyor."

Kıkırdadığımda, Hazer'in dikkati dağıldı ve ayakları birbirine dolandı. Düşme kaygısıyla ona daha sıkı tutunurken, Han son anda toparladı ve neyse ki bir kaza gerçekleşmedi. Gülüşümü görmemesi için bakışlarımı çektim ve sokak kapısına yürüdük. Sokak kapısının önünde durarak kapıyı tıklattığımda elimi kolundan çekmiştim. Saçlarımı omuzlarıma atarken, koridorda koşturma sesleri duyuldu ve az sonra Leo sıcak bir gülümsemeyle kapıyı açtı.

"Safir!"

Mutlulukla dizlerime sarıldığında elimle başını okşadım ve kapı eşiğinde üşümemesi için onunla birlikte içeriye girdim. "Beni özlemen beni çok duygulandırdı tatlım," dediğimde yüzünü dizlerimden kaldırarak gülümseye devam etti.

Onunla içeriye girdikten sonra kapının önünde dikilen Hazer'e döndüm ve sabit, tedirgin yüzüne bakarken çekingen bir şekilde sordum. "İçeriye gelmek ister misin? Hem Leo seni tanımak istiyor..."

Daha cümlem bitmeden Hazer eğilip ayakkabılarını çıkarmaya başladı.

Yüzüm şaşkın kaldı ve birkaç saniye içinde yerini tebessüme bıraktı. Hazer botlarını çıkarıp kenara koydu ve içeriye girdiğinde, kapıyı arkasından kapattı. Bakışları Leo'nun üzerindeydi ama bu sefer ona daha farklı... tarifsiz bir şekilde bakıyordu. Leo o bakışlardan utanarak yüzünü dizlerime sakladığında onun elinden tuttum ve beraber oturma odasına yürüdük.

"Safir, Mustafa benim ilk arkadaşım oldu. Hatta dost olmaya karar verdik ve yapbozumu beraber tamamladık. Gözleri çok garip, ilk defa böyle çekik göz gördüm..." parmaklarını gözlerinin iki yanına koyup gözlerini çekik göstermeye çalışırken gülümseyerek bana bakıyordu. "Keşke benim gözlerimde öyle olsa."

Başını okşadım. "Evet, onun gözleri farklı ve güzel ama seninkiler de çok güzel. Hem her şeyden önce güzel olması gereken şey bakış açımızdır."

Beni anlamadığını anladım, çünkü kafasını kaşıyarak bana bakıyordu. Onunla oturma odasına girdiğimizde Gazel'in koltuğun üzerinde oturduğunu, Mustafa Kemal'in de yapboz yaptığını gördüm. Odanın içerisi şükür ki sıcaktı ve bu ilk kez kendime ait sıcak bir eve girmiştim. Hazer arkamızdan içeriye girdiğinde Gazelle göz göze geldik. "Behram gitti sanırım?" Dedim, evde olmadığını gördüğüm için.

"Evet, Müezzin rahatsız olduğundan ezanı onun okuması gerekiyormuş sanırım."

Başımı sallayarak koltuğa doğru yaklaştığımda, Hazer'de tamamen odanın içine girip yerdeki minderin üzerinde oturan Kemal'e yaklaştı; sanırım o abisini fark etmemişti. Hazer onu ürkütmemek için hassas davranarak yavaşça Mustafa'yı belinden kavrayarak yukarıya kaldırdı ve Mustafa bir çığlık atarak tepindi. Hazer hızlıca, "Benim, benim abiciğim," diyerek onu sakinleştirdiğinde Mustafa ona döndü ve üzerinde kat taneleri olan saçlarını çekti.

Hazer onu omzuna oturtarak bacaklarından ve belinden sıkıca tutarken, "Seni eşek sıpası," diyerek onu azarladı. "Bırak saçlarımı."

Mustafa yaptığı şeyden keyif alarak gülümsediğinde, Hazer'in de dudakları kıvrılmıştı. Montumu üzerimden çıkarırken, "Bırakmıyorum," dediğini duydum Mustafa'nın. Genel de az konuşan bir çocuk olduğu için sesini duymak beni sevindirmişti. "Ama acıyorsa bırakırım."

Hazer onu omzundan indirerek kucağına aldığında, Mustafa abisinin yanağını öptü ve ikisi mutlu görmek sebepsiz şekilde beni de mutlu etti. Montumla beremi kenara koyarken, Leo'nun ilgi ve hevesle onları izlediğini gördüm. Hazer onun olmayı hayal ettiği adamdı ve eminim imkanı olsa Leo onunla oynamak isterdi. Leo'nun sarı saçlarını okşarken, Hazer Mustafa'yı yere bıraktı ve sanırım Leo'nun bakışlarını fark etmiş olmalı ki, kardeşime göz kırptı. Eliyle dizine vurdu. "Gel bakayım."

Leo bana izin ister gibi baktığında gözlerimi yumdum ve o koşarak Hazer'in dizine oturduğunda Gazel'e doğru döndüm. Kollarını göğsünün üzerinde kavuşturmuş, dalgınca pencereden dışarıyı izliyordu. Elimle omzuna dokunarak dikkatini çektiğimde, irkildi. "Bir şey mi oldu?" Diye sordum, üzülmesinin endişesini taşıyarak.

Gözleri, ruhuna katılan karanlıkla cebelleşiyormuş gibi görünürken, "Behramla zaman geçirmek çok huzurlu," dedi, derme çatma bir gülümsemeyle. "Benimle temasa girmiyor, bana bakmıyor, mesafesini hep koruyor ama bir şey dediğimde... diyeceklerimi sabırla dinliyor, hiç sözümü kesmiyor. Bana bakmıyor ama bir şekilde beni hep ciddiye alıyor. Çok garip ama bir insanın onunla mutsuz olma ihtimali yok gibi. O kadar kendi halinde görünüyor ki..."

Tüm söylediklerine içten bir şekilde gülümseyerek, "Ne güzel işte," dedim, memnuniyetle. "Ona doğruları anlatırken senin sözünü kesmeyecek, ne anlatırsan dinleyecek ve ona aklındakileri samimiyetle anlattığında seni anlamaya çalışacak."

Kafasını iki yana salladı. "Bugün söylemeye çalıştım, ortam vardı, söyleyebilirdim ama kaç defa ağzıma geldiyse yapamadım. Aramızda belli belirsiz bir şey var, beni hayatının bir yerine al..."

"Onun gibi bir adam sence bir kadınla nasıl bir ilişki yürütür?" Diye sordum, kısık bir sesle. "Uzun uzun sevgililik dönemi yaşayabileceğinizi mi sanıyorsun? Behram sana karşı bir şeyler hissediyorsa ve senden de ışık aldıysa gelir, seninle evlenmek istediğini söyler. Göz teması bile kurmakta çekince duyan bir adamın seninle sevgili olacağını mı sanıyorsun?"

Gazel bir aydınlanma yaşıyormuş gibi kocaman açtığı gözleriyle bana bakarken, omzunu sıvazlayarak onu gerçeklere biraz daha yaklaştırdım. "Rica ederim gözlerini aç Gazel, bunları ben bile anladıysam seninde anlaman gerekir. Eğer senden o ışığı aldıysa seni daha yakından tanımak isteyecek."

"Evlilik mi?" Dedi afallamış vaziyette.

"Yaa, evlilik."

Gazel kafası karışmış gibi yerinden kalktı ve oturma odasından çıktığında ona nereye gidiyorsun diyemedim. Sanırım biraz hava almaya ihtiyacı vardı. Kapıyı kapatarak gözden kaybolduğunda çaresiz bir şekilde önüme döndüm ve gördüğüm manzaraya ağzı açık bir şekilde bakakaldım.

Mustafa Kemal ve Leo Hazer'in sırtına çıkmaya çalışıyordu.

Hazer dizlerinin ve ellerinin üzerinde yerdeydi ve hem Mustafa hem de Leo onun sırtına çıkmaya çalışırken birbirlerini itiyor, gülüşüyorlardı. Hazer'in homurtularını duydum, onları kıramıyor ama sanırım yerde sürünmekten de hoşlanmıyordu. Gülmemek için yanağımın içini ısırdım ve başımı yana eğdim. "Yardıma ihtiyacın var mı?"

Hazer daha çok homurdandı.

Göz göze geldiğimizde, neredeyse kahkaha atacaktım ama parmaklarımı dudaklarıma bastırarak buna mani oldum. Çocukların kolları Hazer'in etrafına dolanmıştı ve boğuluyor gibi görünüyordu, üstelik suratı kızarmıştı. Hazer doğrulmaya çalışırken, "Kal öyle ahbap," dedi Leo, adeta sevinçle bağırarak. "Daha oyun bitmedi."

Hazer omzunun üzerinden Leo'ya döndü ama gözlerinde ne kızgınlık vardı ne de bıkkınlık. Bambaşka bir şey vardı ama bu duygunun adı dilime düşmüyordu. Uzanıp Leo'yu başından öptüğünde hem onu bu kadar kısa süre içinde benimsemesine şaşırdım hem de mutlu oldum. Leo utanmış göründü ve gülümseyerek Hazer'in kafasını öne eğdi. Hazer söylendi. "Bu ikisinin bir araya geldiğinde evi başımıza yıkabileceklerini düşünmemiştim."

Saçlarımın uçlarını parmağımın etrafına dolarken, "Lütfen anlayışlı ol," dedim ve kardeşlerimizin yüzlerine bakarken, kollarımda başka bir çocuğu taşıdığımı hissettim. "Bırak onlar yaşasın çocukluklarını."

Mustafa Kemal, saçlarını çektiğinde Han'ın üzerimdeki ilgisi dağıldı ve yere düştüğünde her ikisi de onun üzerine oturdu. Hazer onları itmeye çalışırken, Kemal ve Leo onun bacaklarına bastırarak sabit durmasını sağlamaya çalışıyorlardı ama tabi Hazer'in gücüyle baş edemezlerdi. Leo bunu fark ettiğinde başını bana kaldırıp heyecanla konuştu. "Abla gel bize yardım et, onu yenmemiz lazım."

Mustafa onu destekleyerek çekik gözleriyle bana baktı. "Evet Safirciğim."

Hazer Mustafa'nın kolunu ısırdı. "Göz mu koydun kıza la? Seni sıpa."

Leo sanki aynı cephedeki arkadaşını korumak için uzanıp Hazer'in omzunu ısırdığında, bastıramadığım duyguyla beraber koltuktan kalktım ve tedirgin bir şekilde onlara ilerledim. Hazer ikisiyle de boğuşurken beni fark etmemişti. Dizlerimin üzerinde Hazer'in başının yanına oturdum ve nazikçe ellerine uzandım. Hazer irkildi ve nefes nefese başını çevirdiğinde, parmaklarım kemikli parmaklarının üzerine yerleşmişti. Sadece anlık bir temasla onun gibi soluk soluğa kaldığımda, Hazer'in amber renkli gözleri karanlık bulutlarla gölgelendi ve parmakları parmaklarımı öyle tatlı bir hisle okşadı ki, neredeyse daha fazlasını isteyecek oldum. Gözlerindeki bir duygu, masumiyeti gölgeledi ve bir an için aklım başımdan gitti.

"Ne yapıyor bunlar?"

Mustafa'nın sesini duyduğumda o bulutların arasından süzülerek dünyaya geri döndüm ve irkilerek ellerimi ellerinden çektim. Yakınından uzaklaşarak aramıza sağlıklı bir mesafe koyduğumda, Han'da sersemlemiş halde başını çevirdi ve yüzünü sertçe ovaladı. Leo'ya dönerek dudaklarımı kıvırdım. "Hazer'i çok yordunuz, biraz da benimle oynayın."

Mustafa kafasını iki yana sallarken, hâlâ Hazer'i elinde tutmaya çalışıyordu. "Hayır hiçbir asker kadınlara zarar vermez, biz erkek erkeğe savaşacağız ama bize yardım edebilirsin."

İçtenlikle söyleyebilirdim ki, çok tatlı bir çocuktu ve farkılıkları ona başka bakış açıları geliştirmesini öğretmişti. Elimle saçlarını okşadığımda Kemal'in yüzünde tedbirli bir gülümseme oluştu ve tekrar abisinin bacağına oturup onu yere sabitledi. Leo'da ona katılarak Hazer'in bacağına oturduğunda, Hazer'e doğru dönerek kibarca gülümsedim. "Üzgünüm asker, bu cephede yalnız savaşacaksınız."

Hazer'in gözleri bana derin derin bakarken, sanki damarımın üzerine yasladığı bir bıçakla nabzımı sayıyor gibiydi. Omzunu silkti. "O halde yanımda kalın hanımefendi, bu savaşta yara alacak gibi görünüyorum; yaralarımı sararsınız."

"Elbette yakışıklı asker."

Bakışlarımı, utanç hissiyle kaçırdım ve gülümseyerek çocukları izledim. Ona yakışıklı olduğunu ikinci kez, bu şekilde dile getirmek beni utandırmıştı. Hazer'in bakışları bir süre yüzüme odaklı kaldıktan sonra benden uzaklaştığında nefes alabildim. Saçlarımın bir kısmını beyaz bir kurdeleyle bağlamıştım ama bir kısmı açık olduğu için istediğim zaman onlara ulaşabiliyordum. Saçlarımı parmağımın etrafına kıvırırken, Leo'nun gülüşünde takılı kaldım. Gerçekten oyun oynayabileceği bir arkadaş bulduğu için mutlu görünüyordu. Hazer'in dizine oturup elleriyle de onun karnına bastırırken, "Nazik ol," diyerek onu uyardım ama beni duymadı bile.

"Tüm güçünüz bu kadar mı, ha?" Hazer onlara meydan okuyarak sırasıyla her ikisinin de gözüne baktığında, Mustafa ve Leo daha da hırslanmış göründü. "Beni sadece yere mi yatırıyorsunuz?"

Leo ile Mustafa kendi aralarında bir bakışma yaşadıktan sonra Leo burnunu dikerek konuştu. "Sen ağlama diye dövmüyoruz daha fazla."

Hazer boğazını temizledi, sanırım bir gülüşü bastırmıştı. "Bu ne iyi niyet böyle?" Diyerek onunla dalga geçtiğinde, Leo bozuldu ve asabi gözlerle bana baktı. "Bu eniştem niye böyle yapıyor ya..."

Cümlesi kulağıma ulaştığında bir an etraf karardı ve utanç adeta kulaklarıma kadar beni kıpkırmızı etti. Sırtım bıçaklanmış gibi aniden dikilerek kaskatı kesildiğimde, Hazer'in de aval aval Leo'nun suratına baktığını gördüm. Gazel'in öğrettiği bir kelimeyi böyle bir anda söyleyeceğini hiç ama hiç düşünmediğim için çok üzgündüm. Kelime kulaklarımda çınlarken, Leo'nun tepkisizliğimden ürktüğünü görerek durumu düzeltmeye çalıştım. "Leo bir daha öyle deme olur mu? Nereden öğrendin bu kelimeyi bilmiyorum, herkese aynı şeyi diyorsun...."

Leo kafası karışmış gibi anlamsız bakışlarla suratıma baktıktan sonra omzunu silkti ve Mustafa'ya dönerek bir şeyler söyledi. Ellerimi tedirgin bir şekilde önüme koyarken, Hazer'in sessiz kalmasına minnet duydum ve durumu toparladığımı umarak çocukları izlemeye devam ettim.

"Ben biraz Safirle oynayacağım."

Mustafa'nın sesini duyduğumda, yüzüme yavaşça bir tebessüm kondu ve çekingen bakışlarını silmek için elimi açarak onu yanıma davet ettim. Leo hâlâ Hazerle boğuşurken, Mustafa kalkıp yanıma yürüdü ve benim gibi, dizlerinin üzerine oturarak ilgiyle beni izledi. Beni benimsemiş olmasına mutlu oldum. Çünkü ben de Hazer'i benimsedim ve onun etrafındaki her güzel şeyin benim etrafımda da olmasından mutluluk duyardım.

"Benimle evlenir misin?"

Mustafa'nın bana çekingen bir şekilde sorduğu soruyu duyduğumda dudaklarımdan bir şaşkınlık mırıltısı döküldü ve bakışlarım onu buldu. İlgiyle ama reddedilme korkusuyla, tedirgin bir şekilde beni izliyordu. Saflığı ve masumiyeti, yüreğimi sarmaladı ve parmaklarım uzanıp saçlarını kulağının arkasına koydu. Muhtemelen bu teklifin anlamını bile bilmiyordu ama bana evlenme teklifi eden ilk erkekti. Kıkırdayarak, "Beni çok onurlandırdınız," dedim ve gülümsememle onun da rahatladığını gördüm. "Fakat çok üzgünüm... benim kalbim bir başkası için hızlanıyor."

Mustafa ne dediğimi anlamaya çalışırken kaşlarını çattı ama hemen sonra gülümseyerek kafasını salladı. Ah, çok sevimliydi. Ters bir tepki vereceğini bilmesem uzanıp yanağını sıkardım ama bu gibi durumlara ne tepki vereceğini bilemediğim için yapmadım. Ona bakmak, gözlerindeki gerçek masumiyeti görmek bile içimi adeta yıkıyor, temizliyordu.

"Mustafa, bana yardım etmelisin."

Mustafa başını sesin geldiği tarafa çevirdiğinde ben de onunla birlikte o tarafa baktım ve Hazer'in Leo'yu omzuna almış olduğunu gördüm. Leo gülüyor, bir yandan da inmeye çalışıyordu. Mustafa Kemal muhtemelen Leo'ya yardım etmek için heyecanla oturduğu yerden kalktı ve koşarak küçük yumruklarını Hazer'in bacaklarına vurmaya başladı. Han elbette bu minik saldırıdan etkilenmedi ve Leo'yu tek seferde koltuğun üzerine bıraktı. Leo kahkahalar atarak koltuktan kalkmaya çalışırken, Hazer bu sefer Mustafa'yı kavradı ve onu da Leo'nun üzerine bıraktı. Saçlarımla oynamaya devam ederken hâlâ gülümsüyordum. İkisi de yorulmuş gibiydi, bu yüzden koltuğun üzerine yattılar ve bir daha Hazer'e bulaşmadılar.

Dönüp baktığımda Hazer'in alnındaki teri sildiğini gördüm. "Bacak kadar boyuyla yaptıklarına bak hele..."

Bir mendilim olmasını, kalkıp alnını silmeyi istedim ama maalesef ki mendilim yoktu. Hazer dağılmış saçlarını düzeltirken, gözlerini benimle buluşturdu ve karanlık bir mağaranın çıkışını gözlerinde görmüşüm gibi içimde bir rahatlama duygusu oluştu. Hazer mahcup göründü. "Senin de başını ağrıttılar."

"Senin nasıl başımın üzerinde yerin varsa kardeşinin de var. Ben onların mutluluklarıyla mutlu oldum, aksini düşünme lütfen."

Bakışları daha da derinleşti ve sanki gözleri bana, uzaklardan seslenen birisiymiş gibi sesini duyurmaya çalıştı. Başını sallarken bileğini kaldırıp saatine göz attı. "Mustafa'yı eve bırakmam gerekiyor, bir süre sonra huysuzlanmaya başlar."

"Ah, elbette."

Gitmesi gerekiyorsa tabi gidecekti. Saçlarımı düzelterek yerimden kalktım ve içimden geldiği için koltuktan Mustafa'nın montunu aldım. Hazer kendi kabanını giyerken, Mustafa'ya kalkması için yardımcı oldum. Montunu giydirmemi sakin ve sabırla izlerken, Leo'nun Kemal gideceği için üzüldüğünü gördüm. Mustafa'nın yanında, omuzlarını düşürmüş oturuyordu. "Arkadaşız değil mi?"

Mustafa Kemal hararetli şekilde başını salladı. "Hıhı."

Mustafa'nın montunu giydirip fermuarını çektikten sonra beresini ve eldivenlerini giydirdim. Hazer üstünü giyinmiş, tam arkamızda duruyordu. Mustafa'yı tamamen giydirerek dizlerimin üzerinden kalktığımda, Hazer eğildi ve Kemal'i kucağına alırken, benimle sıcak bir bakışma yaşadı. "Teşekkürler."

"Fue un placer." *Zevkti*

Hazer genzini temizledi ve Mustafa başını onun omzuna koyarak gözlerini yumduğunda dönüp Leo'ya baktı. Bugün aynı bakışı onun gözlerinde kaçıncı kez gördüğümü bilmiyordum ama bu bakışın ta yüreğinden kopup geldiğini görüyordum. Leo'ya bakarken uzun zamandır görmediği birine bakar gibi ilgiliydi. Sertçe yutkunduktan sonra, "Görüşürüz ahbap," dedi. "Kendine iyi bak."

Leo ona karşılık verdikten sonra koltuğa çıktı ve yorgun bir şekilde gözlerini kapattı. Hazer birkaç saniye daha ona bakıp önüne döndü ve kucağında Mustafa ile beraber çıkışa yöneldi. Onları uğurlamak için parmak uçlarımla arkalarından yürüdüm ve koridora çıktık. Bakışlarım etrafta Gazel'i aradı ve mutfakta telefonla konuştuğunu anladığımda, Galiple tartışmıyor olmalarını diledim. Hazer sokak kapısını açtığında kuvvetli bir fırtına içeriye sürüklendi ve Mustafa sızlandı. Hazer kendi ayakkabılarını giyip onun ayakkabılarını eline aldıktan sonra bakışlarını bana çevirdi. "Bekle," dedi ve peşisıra ekledi. "Mustafa'yı üşütmeyeyim, arabaya bırakıp hemen geleceğim."

Hızlı hızlı başımı salladım ve Han dönüp arabasına yürümeye başladığında bahçemdeki kardan adama baktım. Kar aralıklarla da olsa yağmaya devam ettiği için kardan adam hasar görse de bozulmamıştı. Kış bitene kadar kardan adamı orada kalacağını hayal ettim ve Hazer'in geriye döndüğünü görerek kapının pervazına yasladım. Bahçeden içeriye girerek tekrardan bana yaklaşırken, attığı her adımı sanki kalbimin üstüne atıyormuş gibi göğsüm sızlamaya başladı. Mesafemiz tamamiyle kapandı ve yüz yüze durduğumuzda, bir müddet susarak sadece birbirimize baktık. Tepede ay, yerde kar, etrafımda zaman, karşımda... gözlerimden öpen bir adam.

Parmaklarım saçlarımı bulup onlarla uğraşmaya başladığında, Hazer'in kirpiklerine bir kar tanesi indi ve gözlerini kısarak yüzünü yüzüme biraz daha alçalttı. Birbirimizin nefesini keseceğimiz raddede durarak, "Kardeşime anlayış gösterdiğin için teşekkür ederim," dedi ve elini saçlarıma doğru uzattı. Parmaklarının saçlarımdan yukarıya çıkarak kurdelemi çözmeye başladığını hissettiğimde gülümseyerek, "Ne yapıyorsun?" Dedim. Hazer göz kırptı ve ardından, "Şşt," diyerek kurdeleyi tamamen çözdü. Saçlarım serbest kaldı ve kurdele onun avuçlarına düştüğünde, elimle göğsüne vurdum. "Hazer..."

Avucunu kapattı ve kurdeleyi elinin içine hapsederek gerilemeye başladı. "Bir şey mi oldu?"

Beyefendi, bir de anlamamazlıktan geliyordu. "Kurdelemi aldın?" Dedim elimi başımın arkasına götürürken.

Hazer omzunu silkti ve ağır ağır adımlarla bahçe kapısına ilerlemeye devam etti. "Hiç hatırlamıyorum."

Gülümsedim. "Hazer..."

Bahçe kapısından çıktı ve kapıyı örterek, "Hayal görüyorsun bence," dedi ve gözleri vücudumda dolaştı. "Haydi geç, üşüdün."

Evet, elbette üşümüştüm. Parmaklarım saç tellerimin arasından kayarken, başımı sakince salladım. Dünya neyin etrafında dönerdi bilmiyorum ama güneş ışınları sanki bir tek ayın üzerine düşüyordu. Kalp atışlarım bir hikâye anlatır gibi telaşlıydı ve babamın bana anlattığı masallardan daha güzel bir hikaye varsa, o da kalbimin onun için anlattıklarıydı. Gözlerinin içine bakarken nabzım hızlandı ve sanki Hazer nabzımı dinliyormuş gibi kesintisiz bir dikkatle bana baktı. Veda bu kadar uzun sürerse ayrılıkta uzun sürer sanarak korktum ve gitmesi için ona el salladım. "Buenas noches Hazer." *İyi geceler*

Bana arkasını döndü ve arabasına ilerlerken, kar taneleri omuzlarına doğru süzüldü. Arabasına yerleşip arabayla beraber gözden kaybolmasını izledikten sonra gülümsedim ve o gittikten sonra karanlıktan korkarak içeriye girdim. Sokak kapısını kilitleyerek oturma odasına yürürken, kapısı kapalı olan mutfağa baktım ve seslerin kesildiğini duydum. Telefon konuşması bitmiş gibiydi ama emin olamadım. Birazdan dönmezse ona bakarım diye düşünerek oturma odasına girdim ve Leo'nun yanına doğru yaklaştım. Dizimin üzerinde koltuğun önünde eğilerek bir süre yüzünü izledim. Açık renkli, çocuk masumiyetinde, pürüzsüz bir cildi vardı. Saçlarını hep çok sevmiştim, uzun ve sarılardı. Uslu, akıllı bir çocuktu, anneme hiç çekmemişti ve çoğu zaman babasının kim olduğunu düşünüyordum. Onun annemi özlediğini, onun sevgisiyle beslenmeyi istediğini biliyordum ama annemin onu düşünmediğine emindim. Çok merhametsizceydi, bir insanın sahip olabileceği en sarsıcı gerçeğiydi ve maalesef ikimiz de bu zavallı gerçeğe sahiptik.

Battaniyeyi omuzlarına doğru örtüp uykuya kalan gözlerine buseler kondurdum ve elimi çeneme yasladım. O benim ufak kardeşimdi, onu seviyordum ve o kadına vermeyecektim. Pişmanım dese de inanamazdım. Ona güvenmiyordum, güvenmeyecektim. Affetmemiştim, affetmeyecektim. O, içine düştüğüm çukurda seslendiğim ilk insan olmuştu ve benim seslenişlerime karşı yaptığı tek şey o çukurun ağzını kapatmak, sesimi kesmek olmuştu. Beni tamamen karanlıkta bırakmıştı. Leo'nun çocuk yüzüne bakarken, kelimeler ben hesap edemeden dudaklarımdan dökülmeye başladı. "Leo, senin için hep korktum, tıpkı yetimhanede büyüyen çocuklar için korktuğum gibi. Sana da ellerini uzatırlar, seninde kalbini kırarlar diye çok korktum. Ve o kadın şimdi gelmiş seni benden istiyor..." gözlerim yaşardı. "Küçük yaşta yaşadığım o ta... tacizlere yıllarca göz yumduğu için pişman olduğunu söylüyor ama onu affedemem Yıllarca sustu, beni de sustur..."

"Ta... taciz mi?"

Arkamda bir gürültü koptu ve o gürültünün arasında Gazel'in bilinçsiz, dehşet halindeki sesi duyuldu. Dudaklarım, dilimin ucundaki kelimelerle beraber aralık kaldı ve gözlerim odaksızlaştı. Şok ve farkındalık hali beynimdeki her şeyi yerle yeksan ederken, hesap edemeden söylediğim her şeyin büyük bir bomba misali evimizin içine düştüğünü hissettim. Odaksız bakışlarım ve aralık kalmış dudaklarımla omzumun üzerinden arkama döndüğümde, Gazel'in şok olmuş ifadesini gördüm. Gözleri kocaman açılmış, dudakları çenesiyle birlikte titremeye başlamıştı. Elindeki bardak kayıp düşmüş, cam kırıkları zemine dağılmıştı. Kafasını durmadan iki yana doğru sallamaya başlayarak sayıklamaya başladığında, evimizin içine düşen o bombanın sesi kulaklarımda uğuldadı ve göz yaşlarım ince ince süzülmeye başladı.

BÖLÜM SONU.

Gazel'in bunu öğrenmesi gerekiyordu ve Safir'e kalsa bir süre daha söyleyemeyecekti kuzucuğum. O yüzden bu şekilde öğrenmesini istedim.

Nasıl bir bölümdü? Ben, Hazer, Safir, Mustafa ve Leo sahnelerini çok severek yazdım, aşırı tatlı olduklarını düşünüyorum<3 Umarım siz de aynı şeyi düşünüyorsunuzdur. 4 K oyu görmek istiyorum, yıldıza dokunun ve yorumlarınızı bırakmayı ihmal etmeyin canımın içleri<3

Bölümü bir emoji ile anlatır mısınız?

Bana, hikâyelerimle ilgili ulaşmak için:

Instagram: emineasr
Twıtter: emineasr

EMİNE TAVUZ,
ÇOK SEVGİLERLE.♥️

Fortsätt läs

Du kommer också att gilla

Ayza Av Yazan Kelebek

Tonårsromaner

297K 26.7K 17
Sertçe yutkundum ve kısık çıkan sesimle "Çok acıyor mu?" diye sordum. "Evet ama senin ölmüş olman daha çok acıtıyordu." dedi. Gözlerimin dolmasına en...
25.2M 899K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
927K 57.8K 38
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, cinsel istismar, psikolojik ve fizik...
1M 59.2K 40
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...