KİMSESİZLER MATEMİ.

By matmazelhayalleri

13.3M 879K 3.1M

Safir Mila Safkan, şu an olduğu yaşından çok daha ufakken, hayatının taşlarını yerinden oynatan bir olay yaşa... More

KİMSESİZLER MATEMİ.
1. Bölüm: "Hüzünlü Bir Matem."
2. Bölüm: "Bir Avuç Şekerleme."
3. Bölüm: "Kasırga."
4. Bölüm: "Çığlık."
5. Bölüm: "Çirkin Kalpler."
6. Bölüm: "Bir Küçük Hediye."
7. Bölüm: "Dilek."
8.Bölüm: "Kimsesizlik."
9. Bölüm: "Not."
10. Bölüm: "Işıklar Sönerse Diye Korkmak."
11. Bölüm: "Söz."
12. Bölüm: "Sadece Hazer."
13. Bölüm: "Senorita Ve Süper Kahraman."
14. Bölüm: "Müziğin Sesi."
15. Bölüm: "Balo."
16. Bölüm: "Mesafe."
17. Bölüm: "Gelmek..."
18. Bölüm: "Dudaktan Kalbe."
19. Bölüm: "Gece Yarısı Güneşi Ve Üstüne Kar Düşmüş Dağ."
20. Bölüm: "Kırgınlıklar ve Telafiler."
21. Bölüm: "Acıyı Resmetmek."
22. Bölüm: "Gemideki Kaptan ve Güvertedeki Kız."
23. Bölüm: "Kara Ay Güneşe Kavuşursa..."
24. Bölüm: "Mutluluk Balonu."
25. Bölüm: "İlham Perisi."
26. Bölüm: "Evin İçine Düşen Bomba."
27. Bölüm: "Yerle Bir."
28. Bölüm: "Hayal Kırıklığı."
29. Bölüm: "Reddediliş."
30. Bölüm: "Ay Güneşe Tutuldu."
31. Bölüm: "Müzikal."
32. Bölüm: "Bir Şehir Bin Gülüş."
Gazel & Behram.
33. Bölüm: "Işıklar Söndü."
34. Bölüm: "Fırtınada Çiçek Dikmek."
35. Bölüm: "Elmas Kalpler."
36. Bölüm: "Güzel Çiçekler ve Zehirli Bitkiler."
37. Bölüm: "Ölümcül Gerçekler ve Parçalanmış Kalpler."
38. Bölüm: "Perişanlıklar ve Bedeller."
39. Bölüm: "Artık Üzemezler Bebeğimi."
40. Bölüm: "Ateşin Etrafında Uçuşan Kelebek."
41. Bölüm: "Kana Karışan Aşklar."
42. Bölüm: "Kalpteki Avare Kelebekler."
43. Bölüm: "Geçmişin Davası."
44. Bölüm: "Kaderdeki Aşklar ve Lunaparktaki Işıklar."
45. Bölüm: "Mutluluk Ya Çok Yakınında Ya Çok Uzağında."
46. Bölüm: "Kırmızı Kurdele."
47. Bölüm: "Sevgi Ölmez Sen ve Ben Katil Olmak İstemezsek."
SEZON FİNALİ: KUZEY IŞIKLARI.
49. Bölüm: "Kuzey Işıkları."
50. Bölüm: "Yirmi Gün."
51. Bölüm: "Eve Dönüş."
52. Bölüm: "Umut Etmek Veya Mağlup Etmek."
53. Bölüm: "Aile."
54. Bölüm: "Oyun."
55. Bölüm: "Yıkımın Ardındaki Gürültü."
56. Bölüm: "Sevginin Kıymeti."
57. Bölüm: "Beyaz Pointler."
RAFLARINIZDA BİZİM İÇİN YER AÇAR MISINIZ?
58. Bölüm: "Kışın Güneşi, Baharın Çiçeği."
59. Bölüm: "Bahar Çiçeği Büyüyor."
KİMSESİZLER MATEMİ KİTAP KAPAĞIMIZ.
60. Bölüm: "Melek Kanatları."
61. Bölüm: "İlk Kalp Atışları."
62. Bölüm: "Islak Kirpiklerin."
63. Bölüm: "Rüya."
64. Bölüm: "An."

FİNAL.

28.7K 2.6K 1.1K
By matmazelhayalleri

Merhaba parlayanlarım!

Sanırım son kez merhaba. Öncelikle nasılsınız diye sorarak başlamak istiyorum. Buraya bölüm atalı aylar oldu, farkındayım. Arayı bu kadar açtığım için utanıyorum aslında. Bir bölüm için sizleri bu kadar bekletmek gurur duyduğum bir şey değil. Fakat bazen şartlar yalnızca benim elimde olmuyor. Final bölümünü 3.kitabın çıktığı tarihe denk getirmeye çalıştım ki, hem kitaptan okuyanlar mağdur olmasın hem de siz. Tabi sizleri bu kadar bölüm bekleterek mağdur ettim, haklısınız. Bu yüzden özür diliyorum, bir daha hiçbir kitabım da bunun yaşanmasına izin vermeyeceğim.

Onun dışında, bildiğiniz gibi bu bir final bölümü. Artık KİMSESİZLER MATEMİ'ne veda ediyoruz. Bu kadar uzun zamandır kitabı okuyan, destek veren, yanımda olan sizlere sayısız kez teşekkür ederim. Bazen ben onları değil de onlar, yani Hazerle Mila beni bulmuş hissediyorum. Onlar sayesinde gelen güzellikler için de hayata teşekkür ediyorum. Umarım onlar, bu hikâye ve ben sizlere iyiliklerle, güzelliklerle gelmişizdir. Lütfen, daima kalbinizin bir köşesinde saklayın bizi.

Üçüncü kitabın kapağını instagram hesabımda paylaştım. Buraya da bırakmak istiyorum. 4 Kasım cumartesi günü TÜYAP İSTANBUL'da imza günüm var, KM 3'te orada olacak. Kitabı temin edebilir veya sadece beni görmeye gelebilirsiniz. KM'ye birlikte veda ederiz.

Ve ayrıca henüz okumadıysanız sizi aktif şekilde yazdığım SİREN kurguma da beklerim. Okuyanlar fikrini belirtirse okumayanlar için de teşvik edici olur<3

Son kez ışıklarımızı bırakalım mı? ✨

SON

HAZER HAN DALGAKIRAN.

Birkaç Sene Sonra

Hayatta, uğraşmadan sahip olduğum nadir şeyler vardı. Bunlardan biri de Mila'nın sevgisiydi.

Belki ilişkimiz için çaba gösterip uğraşmıştık, cesaret edip birbirimize ufak ya da büyük adımlar atmıştık. Birbirimizin hassasiyetleri dolayısıyla yavaş ilerlemiştik, incitmekten korktuğumuz gibi incinmekten de korkmuştuk. Korktuğumuz yaşandığında ve birbirimizi incittiğimizde daha fazla çaba gösterip bunu telafi etmiştik. İlişkimiz için çabalamıştık ama birbirimizi sevmek için değil. Bu, birbirimizi gördüğümüz ilk andan beri belliydi. Kaderdi.

Hayatta uğraşmadan sahip olduğum nadir şeylerden diğeri de kızımın sevgisiydi. Beni çok seviyordu. Ama ben onun tarafından daha da fazla sevilmek için elimden gelen her şeyi yapıyordum.

Melek Yakut, büyüdükçe Mila'nın bir küçük kopyası halini almıştı. Nadiren canı sıkılsa da genellikle neşeli bir kızdı. Tabii çocuk olduğundan aksilikleri oluyordu ama çoğu zaman uzlaşması kolaydı, anlayışlıydı. Hırçın yetişmiyordu, huyları Mila'nın ışığından düşen yansımaları gibi onun benliğindeydi sanki. İkisi de güneş gibi parlıyordu ve parıltılarını görmekten hiç usanmıyordum, gözlerim acıdığında bile.

Melek'in açık renkli saçlarını bir kurdeleyle bağlamıştım ve son üç aydır getirdiğim buz pateni dersine getirmiştim. Buz pateni dersleri için aldığımız takımı ve ayağındaki patenleriyle buzun üzerinde kaymasını izliyordum. Birkaç ayda ufak gelişim göstermişti. Buza alışıp korkmamayı, dengede durmayı öğrenmişti. Bunu, biz yanında olmadan yapamıyordu. Bu yüzden derslerine katılmaya çalışıyorduk çünkü kafasını kaldırıp bizi gördüğünde cesaret aldığını biliyordum. Dört yaşındaydı ama onun yanında ne kadar olduğumuzu, ona destek çıkıp çıkmadığımızı anlayabiliyordu.

Eğitmeni Melek'in elini tuttuğunda kızım kendi etrafında döndü ve sonra gözlerini bana çevirip el salladı. "Baba, izliyoy musun?"

R sesini kolaylıkla çıkaramıyordu, bazı kelimeleri karıştırıyor ve doğru telaffuz edemiyordu. Bu her zaman olduğu gibi beni yine gülümsetti. Ona aynı şekilde el sallayıp, "Evet Melek," dedim. "Gözlerimi ayırmadan izliyorum hem de."

Mutlu olup tatlı tatlı gülümsedi ve eğitmenine dönüp dediklerine kulak verdi. Onu izlerken elbet gözlerimi ayıramazdım. Düşer diye aklım çıkıyordu ama endişelerimi saklamak için çok uğraşıyordum. İlk zamanlar çok düşmüştü ve her düştüğünde içim derinden sızlamıştı. Kalkmayı öğrenmek için düşmesi şarttı tabii ama gelin bir de bana sorun... Düşmemesi için elimden sıkıca tutmayı öğretmiştim ben ona.

"Baba, bak ne yapacağım..." Melek buz pistinin ucuna kadar gelip oturduğum seyirci koltuğuna yaklaştığında merakla ne yapacağını izlemeye koyuldum. Bir bacağını kaldırıp esnetti ve düşmeden, tek ayağının üzerinde etrafında döndü.

Bunu yaptığını ilk kez gördüğüm için, "Melek," dedim hayretle. Bir ıslık çalıp alkışladım onu. "Bunu ne ara öğrendin babacığım?"

Benimle onu alkışlayan eğitmeni tekrar elinden tutarken, "Üç gün önce," diye cevap verdi Melek. Parmağıyla da üçü gösteriyordu. "Annem vaydı, sen yoktun. Şimdi de annem gelmemiş."

Ona göz kırptım. "Annen işte. Bir dahaki sefere seninle o gelecek, her zaman ikimiz birden gelemiyoruz biliyorsun."

"Biliyoyum," dedikten sonra kayarak biraz uzaklaştı. "İşte yoyuluyoy muduy?"

Düşüncesine gülümseyerek, "Hayır," dedim üzülmemesi için.

İlerideki bir arkadaşının yanına ilerledi ve onunla el ele tutuşup kaymaya başladılar. Melek Yakut'un saçlarını nadiren kesiyorduk, bu yüzden uzun saçları vardı. Arkasından bakarken dolaşmış saçlarına gülüp başımı önüme eğdim ve dizimde duran ceketimden telefonumu çıkardım. Ekranda ve duvar kâğıdımda gördüğüm karıma iç çektikten sonra mesajlara girip yanıt vermiş mi diye baktım ama henüz görmemişti. Meşgul olmalıydı, işini severek yapıyordu.

Onu sabah görmüş olmam bir şeyi değiştirmiyordu. Gün içinde onu çok özlüyordum ve mesajlarıma yanıt almak istiyordum.

Ofladım ve o sırada saati fark edince dersin bittiğini anladım. Zaten eğitmeni de Melek'i buraya getiriyordu. Seyirci koltuğundan kalkıp çıkışa ilerledim ve öğretmeni Melek'i bana teslim edince dizlerimin üzerine eğilip onu kucakladım.

Kollarını boynuma sarıp, "Beğendin mi?" diye sordu.

"Sen yaparsın da baban beğenmez mi Melek? Tabii ki beğendim. Her gün daha da gelişiyorsun, seninle gurur duyuyorum." Saçlarını okşayarak doğruldum.

Kucağımda rahatına kavuştu ve başını omzuma koyup, "Annem daha güzel dans ediyoy," dedi gülümseyerek. "Ben de onun kaday güzel dans edebiliy miyim?"

"Öğrenirsen tabii babacığım..." Böyle diyordum ama hayatta dans eden kimseyi Mila kadar güzel ve yetenekli bulamayabilirdim.

Hazırlanma odasına geçince patenlerini çıkarıp dolaba koydum, üstünü değiştirdim ve dolabı kilitledim. Giydiği beyaz tulumuyla dans kursundan ayrıldığımızda bu kez elimden tutuyor ve annesinden öğrendiği İspanyolca bir şarkı söylüyordu. Onu arabanın arka koltuğuna oturtup kemerini takarken, "Oğuz Asaf'ın yanına gidecek miyiz?" diye sordu heyecanlı heyecanlı.

Gözlerimi kıstım. "Nedenmiş?"

"Dün telefonda konuştuk baba, bugün buluşacaktık."

Kapısını kapatıp şoför koltuğuna yerleştim ve arabayı park alanından çıkarırken, "Babaya anneye sormadan mı?" dedim. Onu dikiz aynasından izliyordum. "Biz olmadan nasıl buluşacaksınız acaba? Bir buluşun da göreyim."

Gülerek ve harfleri uzatarak, "Baba," dedi. "Gazel Teyze'me gidelim işte."

"Şimdi gidemeyiz," dedim trafiği kontrol edip camı açarken ve sonra duraksayıp Melek'e seslendim. "Terli misin hâlâ?"

"Biyazcık."

Camı kapattım ve dirseğimi kapının kenarına yaslayıp sola sinyal verirken, "Anneni almaya gideceğiz," dedim.

Gökyüzüne baktı. "Hava daha eyken."

Bakışlarımı kaçırıp, "Ne yapayım, karımı özledim," dedim.

Kıkırdadı. "Ben de annemi özledim." Bakınca işaretparmağını tatlı tatlı bana salladığını gördüm. "Annemi ilk ben öpeceğim."

Tehditkâr şekilde gözlerimi kıstım. "Hayır Melek, ben."

"Göyüysün baba." Gülerek omuz silkince başımı yola çevirip bu haline gülümsedim. Bizimle eğlenmenin yollarını biliyordu, zıtlaşması bile hoşuma gidiyordu. Onu nasıl yetiştirdiğimiz hem Mila hem de benim için önemliydi ve sanırım... iyi gitmiştik.

Arabamızı, Mila'nın çalıştığı kimsesiz çocuk yurdunun önünde park edince inip Melek'i aldım. Ayakları yere bastığı an öğrendiği şekilde elimden tuttu. Güvenliğin bulunduğu kapıdan geçtik ve bahçede oyalanmadan içeri girdik. İki kat çıktık ve koridorun köşesinden döndük. Mila'yı odasında bulacağımı düşünüyordum ama onu koridorun ilerisinde, müdürle konuşurken gördüm. Çocuklar hakkında konuşuyor olmalıydı. Yüzünde sevecen bir gülümseme vardı.

Melek Yakut elimi bırakıp, "Önce ben öpeceğim," diyerek annesine koşarken ben hâlâ karımı izliyordum. Üzerinde geniş askılı, dizlerine kadar gelen yeşil bir elbise vardı. Saçlarını beyaz bir kurdeleyle yarım bağlamıştı. Konuşurken kibarca hareket eden ellerine, parmağındaki yüzüğümüze baktım.

Kafasını sola çevirdi ve Melek'in kendisine koştuğunu görünce gözleri ışıltılarla doldu. Onunla aynı hizaya gelmek için eğilip kucaklarken, "Yakut, bana sürpriz mi yaptın?" dedi.

"Evet," dedi kızımız onun kolları arasına girip. Benden önce annesinin yanaklarına öpücükler koyup kıkırdadı. "Babamdan önce öptüm seni."

Mila kucağında Melek'le doğrulup bakışlarını bana yönlendirdiğinde yanlarına varmak üzereydim. Elimi kumaş pantolonumun cebinden çıkarırken gözlerinin bana daha farklı ama alışkın olduğum bir duyguyla bakmasını izledim. Müdür az ilerideki sınıfa girerken karımın tam karşısında durdum ve aramızda Melek olmasına rağmen eğilip sol yanağından, ardından sağ yanağından yumuşakça öptüm. "Merhaba karım."

"Merhaba mi vida," dedi yumuşak sesiyle ve dudaklarını çeneme koyup beni öptükten sonra biraz geriye çekildi. Omzundaki saçı düzeltip sırtına attım.

Melek bana bakıp, "Ben kazandım," dedi.

Mila benden etkilenmiş gözlerini kaçırıp Melek'in yanağından sulu sulu öptü ve arkasını dönüp odasına ilerlerken, "Geleceğinizi haber vermediniz," dedi.

"Süypriz yaptık anneciğim."

"Ama annen senin bu tatlılığa dayanamayıp seni işyerinde yiyebilir, biliyor musun?"

Gülerek odaya girdiklerinde onlara gülümseyip ben de kapıyı kapattım. Mila mezun olduğundan beri bu yetimhanede çalışıyordu. Çocuklara yardımcı olmayı çok istediği için o bölümü okumuştu, bu kadar çocuğu koruduğunu, sevdiğini düşündüğünde daha iyi hissediyordu. Eve mutlu dönüyordu, bu onun geçmişindeki halinden daha güçlü olduğunu kendine kanıtlama yollarından da biriydi.

Masasının önündeki konuk koltuğuna oturup arkama yaslanırken karım da kızımızla masanın başındaki koltuğa yerleşip onunla konuştu. "Buz pateninden mi geldiniz?"

Melek sakince baş sallayıp, "Evet," dedi ve annesinin kulağına yaklaşıp fısıldamaya çalıştı ama heyecandan sesi yüksek çıktı. "Babam seni özlemiş, öyle dedi."

Mila onun saçlarını okşayarak içtenlikle bakan sıcak gözlerini bana çevirdi. Biraz daha olgunlaşan yüzü çok canlı, parlak görünüyordu. Çillerini kapatmaması hoşuma gidiyordu, dudaklarına bu şekilde parlatıcı sürmesi de. Her zaman temiz, düzenliydi. Bana hiç değişmeyen utangaç bakışı kalbimde aynı heyecanı oluşturdu ve altdudağımı ısırırken ona göz kırptım. Melek'in kulağına eğilerek, "Ben de babanı özledim," diye fısıldadı.

Melek annesinin kucağından inip yanıma koştu ve parmak uçlarında yükselip kulağıma, "Annem de seni özlemiş baba," dedi. Sesli gülüp onu tuttuğum gibi kucağıma çektim ve gıdıklayarak göğsüme yatırdım. Kollarım küçük vücuduna dolanınca dağılmış kravatımı tutup, "Bunun adı ne?" diye sordu.

"Kravat," dedim eğilip saçlarından, ısınmış yanaklarından öperek. "Genellikle gömlekle kullanılır. Baban da her gün takıyor."

Kıkırdayıp, "Doğyu," dedi. "Annem adını söylemişti, unutmuşum."

Mila'ya göz ucuyla baktım. Çenesini elinin içine koymuş, hayran hayran bakıyordu. İkindi vakti güneşi odasına düşmüştü, ışık huzmesi saçlarını gölgelendirmişti. "Annenin söylediklerini aklında tutmaya çalış, olur mu? Sana önemsiz bir şey söylemez."

"Tamam baba."

Bir aferin öpücüğü daha verip onu kucağımdan bırakınca koşarak tekrar annesine gitti. "Oğuz'un yanına gidelim mi? Poy favoy, poy favoy."

Ben başımı arkaya atıp oflarken karım onun tatlı telaffuzuna kıkırdadı. "Özledin mi?"

"Eveeeet."

Mila doğrulup çantasını ve trençkotunu alınca kalkıp Melek'in elinden tuttum. Karım ve kızımla binadan ayrıldığımızda Melek eşit adımlar atmaya çalışarak yürüdü. Böyle bir huyu benimsemişti, eşit adımlar atarak yürüyordu.

Mila koluma girip okşarken kulağıma yaklaşıp, "Melek'le buraya gelmemeni söylemiştim sana," dedi.

Ona dönüp yanağından öptüm ve yumuşak rüzgârda dağılan saçlarını inceledim. Mila diğer küçük çocukların kıskanabileceğini düşündüğü için Melek'i buraya getirmemi istemiyordu. Buradaki birçok çocuğun ebeveyni yoktu ve Mila çocukların Melek'le kendisini gördüğünde üzüleceğinden bahsediyordu. Bunu bana ilk söylediğinde fazla hassas davrandığını düşünmüştüm ama bir keresinde kendim de buna şahit olunca kabul etmiştim.

"Çok nadiren getiriyorum, hem o da hayatla ilgili başka şeyler öğrenmiş oluyor, endişe etme."

"Yine de çok getirme," dedi, ben araba kapısını onun için açtığımda. "Hem eve gidince çok fazla soru soruyor buradaki çocuklarla ilgili."

Mila'yı bu konuda rahatsız etmekten hemen kaçınıp, "Peki aşkım," dedim.

O yerleşince Melek'i de arka koltuğa oturtup kemerini taktım. Araba kullanmaya başlayınca elim istemsizce Mila'nın elini aradı ve onun yumuşak, hafif tombul parmaklarını avcumun içine aldım. O yola bakmamı söyleyerek gülerken de sık sık dönüp ona, âşık olduğum yüzüne baktım. Aramızdaki ilişki zaman içinde oturmuştu. Kavga ettiğimiz, huzursuz olduğumuz günler oluyordu ama ben hiçbir zaman küs kalamıyordum, birkaç saat içinde ondan af dilerken buluyordum kendimi. Suçlu olsam da olmasam da.

"Baba bak, siyah beyaz!"

Kızımın coşkulu sesi bakışlarımı ufak bir hareketle sokağın kenarındaki vitrine çevirdi. Camın ardında siyah beyaz renklerde bir elbise vardı ve Melek de benim gibi Beşiktaşlı olduğu için hemen dikkatini çekmişti. Ona dikiz aynasından göz kırparak, "Siyah?" dedim bağırarak.

Ellerini çırpıp, "Beyaz!" diye sesini yükseltti.

Mila kahkaha attı. O candan, temiz yüreğinden geldiği için bu kadar güzel olduğunu düşündüğüm kahkahasını dinlerken uzanıp dizine dokundum. Parmağımı yumuşakça dolaştırdım. "Dalga mı geçiyorsun?"

Dokunmam karşısında hemen etkilendi, daha ağır nefesler alarak genzini temizledi. "Birazcık."

"Anne," dedi Melek bizi duyarak. "Çok ayıp yapıyoysun. Dalga geçme lütfen."

Mila da sanırım her defasında Melek'in kendisinin bir kopyası olmasına şaşırıyordu. Ona hayretle bakıp bir daha güldü. "Haklısın güzel kızım, bir daha dalga geçmeyeceğim."

Arabayı sağ taraftan çevirirken kızıma gururlu bir bakış attım. Kerem, Behram ve Leo'nun baskıları altında kalmadan Beşiktaşlı olmuştu. Tamam, bunda benim de payım vardı ama sonuçta benim kızımdı. Beraber Beşiktaş maçına gittiğimizde yaşadığım sevinci unutamıyordum.

Arabamı, annemin Mustafa'yla yaşadığı evin önüne çektim ve mesaj attığım gibi Leo, Mustafa'yla kapıda göründü. Annem de arkalarından geliyordu. Mustafa ve Leo daha arka koltuğa oturmadan annem arka kapıyı açtı ve içerideki torununu görünce, "Melek," dedi neşeyle. "Babaannene mi geldin sen? Hoş geldin bebeğim, güzelim. Ne yapıyorsun?"

Melek Yakut utangaç bir gülümsemeyle annemin boynuna atladı ve onu yanaklarından öperken, "Buz pateni yaptım," dedi. "Hiç düşmedim, biliyoy musun?"

"Ah benim becerikli kızım, yavrum." Annem Melek'i öpmelere doyamadan bize dönünce ona göz kırptım. Bana, "İlahi Hazer," derken ona tatlıca gülümseyen karıma da sevgiyle baktı. "N'apıyorsun anneciğim? İşten mi dönüyordun?"

"Evet anne." Mila anneme her defasında o kadar kolay anne diyordu ki bir anneye duyduğu ihtiyacın derinliğini fark ediyordum. "Hazer'le Melek aldı beni. En son geçtiğimiz hafta görüşmüştük, nasılsın?"

"Çok iyiyim ama torunumu çok özlüyorum..."

Gidecek bir yerimiz olduğu için annem Melek'i biraz daha sevdikten sonra oradan ayrıldık. Arabayı sürmeye başladığımda Leo'yla arabaya yerleşen Mustafa'ya baktım. İkisi iki yandan Melek'i sevmeye, gülümsetmeye başlamıştı. Leo on iki yaşına gelmişken Mustafa on beş yaşına ulaşmıştı. Leo, her geçen gün tam da tahmin ettiğim gibi bir genç adam olmaya başlamıştı. Haylaz, serseriydi. Mila ve ben onu uslandırmaya çalışsak da ergenliğin ilk belirtilerini yaşadığı için hayli aksiydi. Mustafa ise hâlâ sakin, nadiren kızan, hoşgörülü bir çocuktu. Birbirlerine tamamıyla zıt olsalar da en iyi arkadaşlardı.

Mustafa'nın Melek'in yanağından öpüp, "Seni özledim," dediğini duydum. Melek, amcasının bizlerden farklı olduğunu sezebiliyordu ama bununla ilgili henüz hiçbir soru sormamıştı. Amcasıyla anlaşmanın yolunu bulmuştu. O da Mustafa'nın yanağından öpüp, "Ben de seni özledim amca," diye cıvıldadı.

"Beni?" dedi Leo, koltuğunda arkaya yaslanmış telefonuyla uğraşırken. "Beni özlemedin mi?"

Melek dayısına onun gibi şakayla karışık takılarak, "I-ıh," deyince Leo ona dönüp kısık gözleriyle baktı ve ardından eğilip omzunu ısırdı.

Ben ön koltuktan, "La!" diye bağırırken kızım sızlanarak, "Anne," dedi ve Leo'nun kafasını uzaklaştırmaya çalıştı. "Ya dayı, acıttın."

Mila omzunun üstünden arkaya döndüğünde gözüme çarpan boynuna baktım ve o Leo'yu kibarca azarlarken hiç değişmeyen inceliğine gıpta ettim. "Ablacığım, hiç hoşlanmıyor, ısırma kızı."

"Hoşlanmıyor diye ısırıyorum zaten abla," dedi Leo ve nazlı nazlı ağlayan kızımı kucağına alıp sarıldı, saçlarından öpüp gönlünü almaya çalıştı. "Sen dünyanın en güzel, en tatlı, en şirin, en sevilesi yeğeni misin ha? Şu saçların güzelliğine bak, bir de kurdele takmış..."

Melek Yakut dayısının ilgisiyle sızlanmayı bırakıp utangaç şekilde gülmeye başladığında Mustafa koltukta onlara yaklaşarak, "Kanka, ben de Melek'i seveyim," dedi.

Leo, Melek'i ona uzatırken, "Peki," dedi. "Zaten bir kızla konuşuyordum, sen bakarsın ona."

Mustafa Kemal, Melek'le oynamaya başlarken Leo telefonuna dönüp mesajlaşmaya devam etti. Mila'yla göz göze geldik ve ikimiz de kafamızı iki yana salladık. Leo'nun fazla kız arkadaşı oluyordu ve eskisi gibi okulu sevmiyordu. Başını kaldırıp bize utangaç şekilde gülümseyince Mila ona parmak sallayıp göz kıstı ama Leo omzunu silkip telefonuna döndü. Kızıyordum ama bir o kadar da çok seviyordum onu.

Arabayı sol caddeye çıkarırken uzanıp karımın elini bir daha tuttum. Avcumda kapanan elini dudaklarıma kadar götürüp parmaklarını öptüğümde başını koltuğun arkasına koyup derin bir duyguyla beni izledi. Sessizliğinin konuştuğundan bile daha fazla şey anlattığı anları çok seviyordum. Bazen ben hiçbir şey yapmadan bana tekrar tekrar âşık olduğunu hissediyordum.

Tıpkı o hiçbir şey yapmadan ona tekrar tekrar âşık olduğum gibi.

Yol boyunca elini tuttum ve arabayı Behram'ın evinin önüne çektiğimde Melek'in neşeli çığlığını duydum. Buraya geldiğimizi görünce çok sevinmişti. Arabadan çıkarken o da Leo'nun yardımıyla indi ve ayakları yere basınca koşup bacaklarıma sarıldı. "Gyacias baba."

Başını okşadım. "Ben gracias kızım."

Bana arkasını dönüp eve koşunca Leo ve Mustafa konuşarak onu takip etti. Karımı belinden tutup kendime yaslarken, "Melek söylediklerinde ciddiydi," dedim.

Üzerimdeki çözülmüş kravatın ucunda tutup aldı ve katlamaya başlarken yumuşak bir gülümsemeyle, "Hangi söyledikleri?" diye sordu.

"Seni ne kadar özlediğimle ilgili söylediklerinde."

Kravatı çantasına atmasını izledim. Benimle alakadar olmayı, ilgilenmeyi çok seviyordu; tıpkı benim gibi. Gömleğimin düğmesi çözüldüğünde ilikliyordu, sabah işe gitmeden önce bir şeyler yiyip yemediğimi kontrol ediyordu, beni uyku tutmadığında hemen anlıyordu, gözlerime derinlemesine bakıp ruhumu her zaman kontrol ediyordu bir yaram var mı diye.

Behram'ın evinin kapısına yürürken kızımın açılan kapıdan girdiğini gördüm. Ayakkabılarımızı çıkarmak için eğildik, o sırada da Oğuz Asaf odasından koşarak çıktı ve koridordaki Melek'i görünce, "Gelmişsin," diye bağırarak ona sıkıca sarıldı. Melek'ten büyük olduğu kadar biraz uzundu, bu yüzden onu kaldırıp kendi etrafında döndürmeyi başarmıştı. "Seni çok özledim."

Melek dönmekten hoşlanmış şekilde kahkaha attı. O an kalbimde bir pürüz yoktu ama olsaydı da kahkahasında sonra silinip giderdi. "Ben de seni çok özledim!"

Birbirlerinden uzaklaştıktan sonra Melek, Asaf'ın uzattığı elini tuttu ve onunla salona girdi. Ağzımın içinde söylenirken bakış açıma giren Behram'ı gördüm ve eğlenen yüzüyle bana baktığını fark edince eve girip dirseğimi karnına geçirdim. "Her geldiğimde şöyle gülme, çok sinir bozucu oluyorsun."

"Sen de her geldiğinizde Melek'in koşa koşa Asaf'a sarılmasına alış artık," dedi ve kolunu omzuma atarak beni koridora çekti. "Oğlumu da kıyıda köşede tehdit ediyorsun, haberi geliyor..."

Behram'la salona geçerken omzumun üstünden karıma baktım. Gazel'e sıkıca sarılıyordu. Birbirlerini çok fazla ve besleyici şekilde seviyorlardı, hayatlarını birbirlerinin sevgisiyle idame ettirdikleri yıllardan sonra çok normaldi bu.

"Melek'i Oğuz Asaf'dan kıskanmıyorum," diye inkâr ederek Behram'a cevap verdim ve salona girince kızımla Asaf'ın derin bir sohbete daldığını gördüm. Leo ve Mustafa da duvarın köşesine oturmuş, kısık sesle bir şeye gülüyorlardı.

Behram benimle beraber koltuğa otururken, "Hoş geldiniz," dedi onlara ve ikisi de Behram'a döndü. Leo sırıtıp, "Hoş buldum Behram Abi," dedi. Mustafa da onu taklit edip, "Hoş buldum Behram Abi," dedi.

Ben Oğuz'u süzerken Behram bana dönüp, "Bu çocuk yine hangi kızla konuşuyor?" diye sordu.

"Artık sormayı bıraktık," dedim ve Behram sesimdeki ciddiyete kaş çatıp bakışlarımı takip edince önce gülmemek için kendini zorladı fakat dayanamadı, kahkahayı basıp karnıma vurdu.

"Âlemsin Hazer ya, bırak çocukları. Ne güzel arkadaşlık ediyorlar birbirlerine."

Kızım ayaklarını koltuktan sallayarak Asaf'ın söylediği şeye gülerken benimle göz göze geldi ve benim sık sık yaptığım gibi öpücük attı. Büzüştürdüğü dudaklarına gülüp Behram'a dönerken karımla Gazel'in içeriye girdiğini gördüm. "Neyse... Sen nasılsın? N'apıyorsun? Her şey yolunda mı?"

"Çok şükür," dedi Behram omzumu sıvazlayarak. Yirmili yaşlarımın başlarında tanıdığım adamın yüzüne, otuz yaşlarımın başında da aynı duygularla bakıyordum. "Gelecek dönem Oğuz Asaf'ı kreşe göndereceğiz, onu ikna etmeye çalışıyorum."

Melek kreşe gidiyordu ve bir korkusu yoktu. Oğuz biraz itiraza meyilli bir çocuktu ama ikna etmenin yolu elbet vardı. Behram'a düşünceli şekilde baktıktan sonra, "Melek'in de gittiğini söyle," dedim. "Aynı okula gitmeyi istiyorsan başlaman gerekiyor yoksa ayrı okullara gidersiniz de. Çok sorgulamadan kabul eder."

Dediklerimden sonra biraz duraksayıp, "Doğru ya," dedi. "Helal sana, nasıl oldu da düşünemedim?"

"Benim kadar zeki olmadığından?"

"Biz buna kurnazlık diyoruz."

Surat asıp önüme dönerken Mila'nın gülüşüne denk geldim. Asaf'a eğilmiş, yüzünü kavramış, seviyordu. Asaf, teyzesini çok sevdiği için hiç şikâyet etmeden gülüyordu ama bu sırada bile Melek'in elini bırakmamıştı.

"Melek'e yeni aldığım arabayı mı göstereyim mi Mila?"

Karım, Asaf'ın sorusu üzerine baş sallayıp, "Tabii ki yakışıklı," dedi. Yüz hatlarında alışkınlığı olduğum bir zariflik vardı. "Sonra getirip bana da gösterirsin."

Asaf coşkuyla kafa sallayıp heyecanla kızıma döndü. "Gel Melek, odamda, göstereyim."

Melek tam koltuktan inecekti ki arkamdaki adım seslerini duydum ve Kerem'in, "Selam!" diye coşkuyla bağırdığını duyup geldiğini anladım. İzin günüydü ama Asaf'ın doğum günü için yine onu görmem gerekmişti. Melek, Kerem'in sesini duyduğu anda kendini koltuktan attı ve bağırarak ona doğru koştu.

"Keyem!"

"Aaa, parıldayan bir şey bana yaklaşıyor," dedi Kerem, Melek'i kucaklamak için alçalırken. Sonra yüzü aydınlandı, kocaman gülümsedi. "Ay benim meleğimmiş!"

Kızım, çok anlıyormuş gibi daha neşe duyup ona sımsıkı sarıldı. "Benim, tanımadın mı yoksa Keyem? Bak, senin aldığın kıyafeti giyindim."

Ben onu gülümseyerek izlerken Melek kıyafetini göstermek için kendi etrafında döndü. Kerem onun tatlılığına kayıtsız kalamayıp yanağından sulu sulu öperken, "Çok yakışmış, bal olmuşsun," dedi. "Ee, babanla konuştun mu? Maaşıma zam yapacak mıymış?"

Ağzım hayretle açık kalırken Kerem bana yandan bakarak sırıttı. Leyla bunu duyup omzuna vurarak yanından geçti ve kızların yanına yürüdü. Koltuğun ucuna doğru kaydım ve Melek altdudağını büzüp Kerem'e suçlulukla bakarken, "Konuştum," dedi. "Ama babam, "Ben Keyem'le konuşuyum, sen düşünme aşkım," dedi. Para istedim, sana veyecektim, ona hayıy dedi."

Mila'nın güldüğünü duydum ve yumuşamamak için o tarafa bakmadan Melek'le aramızda geçen konuşmamızı hatırladım. Bundan birkaç gün önce Melek, ben ona uyuması için masal anlatırken bir anda konuyu Kerem'in maaşına getirmiş, benden biraz para istemişti. Ben de bunları, Kerem'le rutin konuşmalarımızdan birinde duyup söyledi sanmıştım ama meğer...

"Pes Kerem," diye homurdandım o sırıtırken. Kızım bana dönüp masum masum bakarken kalkıp Kerem'in üstüne atlamamak için koltuk kenarlarını sıktım. "Hayırsız işlerine kızımı alet etmeye utanmıyor musun?"

"Şaka patron ya, ne alıngansın!" Melek'e dönüp onaylamasını istedi. "Biz kötü bir şey yapmadık, değil mi Melek?"

Melek saf saf kafasını salladı ve sonra, "Biz kötü biy şey yapmadık baba," dedi.

Diğerleri gülerken Leo da konuşulanları duymuş, "Yeğenimi mi kullandın Kerem Abi?" diye bağırmıştı. "Eniştemin paralarının yarısını aldın! Bana kalmayacak!"

Mila rahatsız olarak, "Leo," dedi ikaz edercesine.

Leo bana sık sık bu şekilde takılırdı ama karım bunu bir türlü tasvip etmiyordu. Uyarısına müdahale etmedim ve diğerleri Kerem'le Leo'ya gülerken oflayarak arkama yaslandım. Dizime vurdum. "Gel Melek, bırak Kerem'i."

Kızım daha yanıma gelmeden Oğuz Asaf koltuktan kalktı ve koşa koşa onların yanına gidip Melek'in elinden tuttu. Kerem'e agresif agresif bakarak, "Melek'e arabamı göstereceğim," dedi ve onu alıp koridora çıktı, odasına götürdü.

"İyi oldu," dedi Gazel, Mila'nın yanından kalkarken. "Biz de Oğuz için pastayı, masayı hazırlarız."

Kerem omzumu sıvazlayarak yanımdan geçip karısının yanına oturunca ona göz kırpıp Mila'yı takip ettim. Behram karısına yardım etmek için onun arkasından giderken Mila da, "Lavaboyu kullanayım, yanınıza geleyim," diyerek doğruldu.

Leyla, Kerem'i azarlarken ve Mustafa, Leo'yla fısıldaşırken sessizce kalkıp Mila'nın arkasından ilerledim. Peşine düştüm ve o banyoya girip henüz kapıyı kapatmadan arkasından süzüldüm. Belinden tuttuğumda gülerek çekilmeye çalıştı ama onu kendime yaslayıp kollarımı etrafına doladım ve karnını okşarken çenemi omzuna koydum. Onu gün boyu özlemiştim ve hiç öpememiştim. O aynadaki yansımamıza bakarak karnındaki ellerime dokunurken, "Çok güzelsin," diyerek boynundan yavaşça öptüm. "Bir dakika yalnız kalalım."

"Ellerimi yıkayacaktım," dedi bana dönerek.

Yüzlerimiz arasındaki yakınlık, kalbimi onu yeni görmüşüm gibi hızlandırdı. Parmak uçlarımı çilli yanaklarına koyup üzerinden geçtim ve sonra eğilip dudaklarımla o çillerde bir çizgi çektim. Yüzü gevşedi ve gülümseme çizgileri dudaklarıma temas etti. Kıkırdamasını duyup dudaklarına kadar ilerledim ve onu öperken elinin enseme yerleşmesini hissettim. Her özel anımızda olduğu gibi yoğun bir duyguyla ürperip sessiz şekilde ağzının içine inledim.

Safir hemen geri çıktı ve elini ağzıma örterek kapıya baktı. "Duyacaklar, çok ayıp olur."

Avuçiçinden öpüp elini indirdim ve yaklaşıp dudağından bir buse daha aldıktan sonra çekip göğsüme yasladım. Yüzünü boynumun altına koyup parmaklarını gömlek yakamda dolaştırırken, "İşin bugün nasıldı?" diye sordu ilgiyle. "Kendini çok yormadın değil mi?"

"Hayır, yormadım. Kendimi gece, seninle yormayı düşündüm."

Açık imam sonrasında yumruğunu karnıma vurup güldü. Bana hiç değişmeyen duygu ve tavırlarıyla karşılık vermesine her zaman bayılıyordum. O bana vururken ben onu gıdıklamaya, sessiz kalması için de kulağına fısıldamaya başladım. Biraz sızlansa da daha çok güldü ama sonra tekrar ağzını kapatıp, "Bırak beni," dedi şikâyet etmeye başlayarak. "Çık, ben de ellerimi yıkayıp geleyim."

"Bırakamıyorum," diyerek saçlarını okşadım.

İç çekerek uzaklaştıktan sonra omuzlarımdan tutup beni çevirdi ve kapıyı açıp beni itti. Açıkçası beni kolaylıkla itebildiğini sanıyordu ama ben istemeden böyle hareket ettiremezdi. Çok karşı çıkmadan dönüp yanağından bir öpücük daha alarak çıktım ve salona geçmeden önce mutfağa ilerledim. Gazel bahçedeki masayı hazırlarken Behram da içecekler için buz çıkarıyordu.

Tezgâhtaki tabakları görünce ilerleyip aldım, Behram takdir dolu bakışlarla bana bakarken bahçedeki masaya götürdüm. Çıkmışken de biraz uzaklaşıp sigara paketini çıkardım. Gökyüzüne karanlık çökmeye, etraftaki evlerin ışıkları birer birer yanmaya başlamıştı. Hafif serinliği tenimde hissedip sigaramı Melek görmeden bitirmeye çalıştım. Ardından ağzıma meyveli bir şeker atıp arkamı dönünce Mila'nın da Gazel'e yardım ettiğini gördüm.

Yanlarına yürürken, "Çakmağını versene, pastayı yakalım," dedi Mila.

Az önce kullandığım çakmağı cebimden çıkarıp iki katlı, çilekli pastanın üzerindeki beş mumu da yaktım. Yaşı kadar mum vardı.

Gazel pastaya içine sinmiş şekilde bakarken, "Oğuz'un çikolatalı pasta sevdiğini sanıyordum?" diye sordu karım ona.

"Ben de öyle sanıyordum ama geçtiğimiz günlerde doğum gününün yaklaştığını hatırlayıp çilekli pasta almamızı söyledi," diye cevap verdi Gazel. "Neyse ki bugün doğum günü olduğu aklından çıktı, çok şaşıracak."

Behram elinde bardaklarla yanımıza geldiğinde her şeyin hazır olduğunu gördüm. Pastadaki mum erimeden çocukları alıp gelmeliydim. Yanından geçtiğim Mila'nın saçındaki kurdeleyi alarak içeriye yürüdüm ve mutfaktan çıkıp önce salona uğradım. Çocukları bahçeye gönderip Kerem'e de karısıyla cilveleşmeye son verip bahçeye çıkmasını söyledim. O arkamdan söylenirken de Oğuz Asaf'ın odasına yöneldim. Kapıyı sessizce açtığımda onları oyun oynarken bulacağımı düşünüyordum ama ikisinin de yatakta yan yana uyuyakaldığını gördüm.

Şefkatle gülümseyerek yanlarına ilerledim. Oğuz'un elinde hâlâ yeni aldığı arabası vardı ve diğer eli de yanağının altındaydı. Melek de uyurken her zaman ki gibi çok masum, güzeldi; bende hayranlık uyandırıyordu. İkisinin de başını okşadıktan sonra Oğuz'a alçalıp, "Aslan parçası," diye fısıldadım. "Amcacığım, uyan."

Hafif bir ses çıkardı ve gerinerek bana döndü. Esneyerek gözlerini açtığında bir süre bana bakıp, "Melek'i almaya mı geldin?" diye sordu.

Gülmekle söylenmek arasında kalarak, "Eşek sıpası," dedim saçlarını karıştırarak. "Gösterdin mi oyuncağını? Beğendi mi?"

Hevesli şekilde başını sallayıp Melek yanında olduğundan sessizce konuştu. "Evet, beğendi. Ona da bebek almıştım ama nerede olduğunu bulamadım."

Göz kırpıp, "Amcan da sana bir hediye aldı," dedim.

Yataktan heyecanla doğrulurken, "Ne?" diye sordu hemen.

Doğum günü için ona bir bisiklet almıştım, artık ufaktan öğrenmeyi başlaması gerekiyordu. Yalnız pastasını üfledikten sonra verecektim. "Bahçede, Melek'i de alıp çıkalım mı?"

"Aslan amcam!" diyerek boynuma atladı ve yanağımdan öpüp geriye çekildikten sonra Melek'e döndü. Kızımı omzuna dokunup seslenerek uyandırmaya çalıştı. "Melek, uyan, baban bize bir hediye almış!"

Hediyeyi ona almıştım ama belli ki Melek'le paylaşacaktı. Kızım hiç huysuzluk etmeden gözlerini açıp bize baktıktan sonra gülümsedi. "Baba."

"Aşkım," diyerek eğildim ve onu koltuk altlarından tutup sarsmadan doğrulttum. Kucağıma aldığımda sıcaklamış yanağından öpüp saçlarını düzelttim ve ardından elimi sırtına sokup terlemiş mi diye baktım. "Uykun mu var?"

Esneyerek başını omzuma yasladı. "Biyaz."

Oğuz Asaf yataktan kalkarken Melek'in çıkmış çorabını ayağına geçirip elimden tuttu. Kızımı kucağımda sıkıca tutarken Oğuz'un da elini kavrayıp odadan çıktım. Melek ona hediyeyi sorarken Oğuz da heyecanla bilmediğini söylüyordu. Koridordan mutfağa geçtim ve oradan da bahçeye yürürken ikisinin hâlâ bir şeyleri fark etmemesine sevindim. Göz ucuyla bakınca diğerlerinin bizi gördüğünü anladım ve onlarla bahçeye çıktığım an, "İyi ki doğdun Oğuz Asaf," sesleri bahçede yankılanmaya başladı.

Kerem bir haylazlık edip Oğuz'un kafasına doğru konfeti patlatınca Oğuz neye uğradığını şaşırıp kızgınlıkla Kerem'i arkasından kovalamaya başladı. Bunun üzerine Behram söylenerek Oğuz'u yakaladı ve onu kucağında masaya yaklaştırdı. Melek gülerek ellerini çırparken Gazel de Behram'la oğluna yaklaşarak onu yanağından öptü. "Utandın mı Oğuz? Utanma oğlum, abin doğum gününü kutladı."

Ben de masaya, karımın yanına yaklaştım ve kızım annesine sarılırken ben ikisine birden sarıldım. Leo ile Mustafa'nın çaktırmadan pastaya parmak attığını görünce ikisinin de ensesine vurdum, bunun üstüne ters ters bana bakıp ellerini çektiler. Melek de kaş çatarak bana döndü. "Niye vuyuyoysun?"

"Şakalaşıyoruz aşkım," diyerek kızımın kalbini telafi ederken Oğuz'un da utangaçlığı gözüme çarptı. İlgi odağı olmaktan rahatsız şekilde pastasına bakıyordu.

"İyi ki doğdun aslan parçam," dedi Behram. Ardından onu yanaklarından öpüp yere bıraktı. "Pastandaki mumlar söndü sönecek, hadi üfle oğlum."

Gazel onun başını okşayarak pastayı biraz daha Oğuz'un önüne çekince diğerleri de alkış tutmaya başladı. Oğuz Asaf annesinin elbisesini tutarak bana çekingen bir bakış atınca göz kırptım ama sonra bakışlarını çekti. Gazel bunun üzerine, "Hadi anneciğim," dedi. "Üfle pastanı. Ne? Yoksa beğenmedin mi?"

"Ben bayıldım," dedi Leyla, pastaya iştahla bakarken.

Onun iştahına alışkın şekilde güldüklerinde Kerem uzanıp Leyla için pastayı çekiyordu ki Behram onun eline vurup, "Daha üflemedik," dedi.

Kerem haklı olarak oflayıp pufladı. "Artık üfleyin, karım yesin."

Gazel bir daha Oğuz'u teşvik etmek için, "Aşkım beğenmediysen söyleyebilirsin," dedi. "Ama bak, mumlar bitti, üfle artık."

"Evet," dedi Behram. "Bismillah deyip üfle, güzel, hayırlı bir dilek de dile tamam mı?"

Oğuz, Gazel'in elbisesini bir daha çekiştirerek kısık sesiyle, "Şey," dedi ve bana kaçamak, kararsız bir bakış attı. "Melek'le üfleyebilir miyim?"

Demek derdi buydu, o yüzden de utana sıkıla bakıyordu bana. Mila iç çekerek, "Tabii ki," dedi hemen ve hevesli kızımı kucağımdan alarak onun yanına götürdü. Melek hayranlıkla çilekli pastaya bakıyorken ayakları yere değdi ve Oğuz onun yanında olmasına sevinerek gülümsedi.

"Beraber üfleyelim mi Melek?"

"Üfleyelim," dedi kızım hemen.

Gazel, Oğuz Asaf'ı utandıracak kadar sesli şekilde öpünce Behram'ın bana attığı sinsi bakışa kaş çatıp tekrar kızıma döndüm. Karım yanıma dönüp elimi tutarken Oğuz'la Melek aynı anda pastaya eğildi. Bitmek üzere olan mumlara beraber üflediklerinde ateş söndü ve biz onları alkışlarken gülümseyerek el ele tutuştular.

"Yiyebiliy miyim teyze?" diyerek Gazel'e döndü kızım. "Ben çilekli pastayı çok seviyoyum."

Gazel ona bir öpücük atarak tabaklara uzandı. "Tabii ki. Dilimleyeyim, hemen ilk tabağı sana vereceğim."

Melek gülümsedi ama bir an sürdü. "Yok, ilk Oğuz yesin," dedi sonra.

Yeğenim, biz masaya otururken dikkatle Melek ve annesini dinliyordu. Kızımın söylediğine hemen karşı çıkıp, "Hayır," dedi ve ona hayran hayran gülümsedi. "İlk sen ye." Melek Yakut'un kulağına eğildi ama o an sessizlikte söylediğini hepimiz duymuştuk. "Çilekli seviyorsun diye çilekli pasta al dedim anneme."

Safir Mila Safkan Dalgakıran

Ekim ayının son günlerindeydik ve diğer günlerden daha özel bir gündeydik. Hazer Han'la tanışma yıldönümümüzdü.

Günler, o gün benim için unutamayacağım bir şeyler yaşandıysa değerli olurdu. Bu yüzden birçok özel günü aklımda tutardım. Sabah, o günlerden biri olduğunu bilerek uyanmıştım ve Hazer'i göremediğimde erkenden işe gittiğini anlamıştım. Onun boşluğunu, yatağından kalkıp yanıma yatan kızım doldurmuştu. Uyandığımda babasının yastığında, ellerini bana sararak uyuduğunu görmüştüm. Yatakta tembelce uzanmak gibi huyum yoktur ama onu öyle görünce dakikalar boyu izlemiştim. Her gece uyumasını, her sabah uyanmasını izlemek sonradan edindiğim en güzel hobiydi.

Nihayet kalktığımda onun için kahvaltı hazırlayıp gece yaptıklarımı düşündüm. Hazer'e bir sürpriz hazırlıyordum. Gece, ütülü ceketinin cebine akşam buluşmamız için bir adres bırakmıştım. Umarım o adresi bulup gelirdi, bulamazsa küçük planlarım biraz suya düşebilirdi.

Melek, merdivenlerden gözlerini ovalayarak indiğinde tezgâhın arkasından çıktım ve onu yerde yakalayıp kucağıma alırken, "Günaydın mi amor," dedim.

Ben ne kadar onunla İspanyolca konuşmayı seviyorsam Melek de o kadar seviyordu. Bu yüzden gülümseyerek cevap verdi. "Günaydın mi amoy."

Onu, tezgâhın önündeki çocuk sandalyesine oturttururken, "Bugün bu elbiseni mi giydin?" diye sordum. Artık kıyafetlerini kendisi giyiyordu.

"Evet," dedi sandalyeye yerleşerek. "Babam aldı çünkü."

Saçlarından öpüp onun için hazırladığım tabağı önüne çektim. Günü evde geçirecektim, Melek'e vakit ayırmak hoşuma gidiyordu. O çatalını alırken ben karşısına oturup kendi hazırladığım tabağı yemeye başladım. Leo okuldaydı, birkaç saate dönerdi. Melek'e örnek olması için tüm tabağımı bitirirken, "Bugün özel bir gün, biliyor musun?" dedim ona.

Hayretle kafasını kaldırıp şiş yanaklarıyla, "Özel mi?" diye tekrarladı.

Gülümsedim ve Melek'ten utanıyormuşum gibi yanaklarım kızardı. "Altı sene önce tam bugün babanla tanıştık."

Verdiği büyük hayret dolu tepkiye gülümserken, "Altı mı?" diye tekrarladı. "Çokmuş anne."

Aslında çok değildi ama yaşından bile fazla olduğu için ona böyle geliyordu. Isınan yanağımı kaşıyarak, "Ve biliyorsun, babanı çok seviyorum," dedim.

Utangaç şekilde kıkırdayıp elini ağzına kapattı. "Beni de seviyoysun, değil mi?"

"Hem de tüm kalbimle." Uzanıp yanağından makas aldığımda mutlu olarak tabağındaki omletinden yedi. "İşte, babanı çok sevdiğim için bugün ona bir sürpriz hazırlamak istedim."

"Sürpriz mi?" diye tekrarlarken gözleri parlıyordu. "Pasta mı yiyeceğiz?"

Sürprizle alakalı algısı henüz doğum günlerinden ibaret olduğu için böyle bir yanılgıya kapılmıştı. Bittiğini gördüğüm portakal suyunu yenilerken, "İstersen tabii yeriz," dedim. "Ama başka türlü sürpriz yapacağım babana."

"Babam bayılıy! Ne yapacaksın?"

"Onunla, ilk tanıştığımız yerde dans edeceğiz. Sana gösterdiğim bale kıyafetlerimi hatırlıyor musun? Onları giyeceğim."

Çatalını bırakıp hızlı hızlı onayladı. "Hatıylıyoyum anne. Çok güzeldi, bana da almıştık."

"Benimkiler de ben yaşlanınca senin olacak," dedim.

Neşeyle sandalyesinden kalkınca düşmesinden endişe etsem de ona izin verdim. Yanıma koşup dizime yerleştiğinde onu kucağıma çekip sarıldım. Saçlarını hep bebek şampuanı kokuyordu, teninden de saf bir koku geliyordu. "Seni çok seviyoyum anne, iyi ki benim annemsin."

"İyi ki senin annenim. İyi ki benim kızımsın. Çok tatlısın, kendimin bir kopyası, küçük haliymişsin gibi hissediyorum." Ona sarılmaya doyamıyordum, hep eksik geliyordu. "Seni mutlu ettikçe kendimi mutlu ediyorum sanki."

Yanağımdan sulu sulu öptü. "Çikolata yiyebiliy miyim?"

Kahvaltıda ona çok fazla çikolata yedirmiyordum, bu yüzden genellikle sorardı. Gözlerimi şüpheci şekilde kısarak, "Bu sevimliliklerin hepsi çikolata için miydi?" diye sordum.

Biraz mahcup olarak güldükten sonra kafasını iki yana salladı. Yalan söylemeyeceğini bildiğim için ona güvendim ve çikolataya uzandım. Bir dilim ekmeğe azıcık sürüp yemesi için uzattım. Afiyetle yedikten sonra çikolata olmuş dudaklarıyla beni öptü. Ona sürekli sımsıkı sarılmayı isteyeceğim türden davranışları vardı.

Kahvaltı masasını Melek'le topladıktan sonra onun odasına çıktık. Beşiğini kaldırmıştım, artık güvenli bir yatağı vardı. Dişlerini fırçalattıktan sonra onu önüme oturtup saçlarını taramaya başladım ve sonra kendi seçtiği kurdeleyi saçlarının arkasına taktım. Sarı rengini seçmişti, canlı renkleri çok seviyordu. Ben saçlarını koklayarak öptükten sonra da koşarak aynaya gitti ve kendini izledi. "Babama fotoğrafımı göndeyeyim mi?"

Gün içinde Hazer'le konuşmaktan, ona fotoğraf göndermekten çok hoşlanıyordu. Hazer de fotoğraf almaktan hoşlanıyordu, o an gerginse gerginliğinin azaldığını söylüyordu. Prensesimi kendime çektim ve arkasından sarılarak aynadan bizi fotoğrafladım. O ellerini çırparken de fotoğrafı kocama gönderdim.

"Cevap veydi mi?" dedi Melek Yakut hemen.

Bu kız beni epey güldürüyordu. "Anneciğim, daha yeni gönderdik."

İçinden saymaya başladığını hareket eden dudaklarından anladım. Ona kadar saydıktan sonra, "Peki şimdi cevap veydi mi?" dedi.

Gözlerimi onun güzelliğinden çekip ekranıma bakınca hakikaten de mesaja yanıt verdiğini görüp kafa salladım. Melek, "Ne demiş?" diye sordu heyecan içinde.

Okuduğum mesajın kendimle ilgili kısmına iç çektikten sonra kızıma da babasının ne yazdığını söyledim. "Toplantıda olduğunu ama biz çok tatlı olduğumuz için neredeyse telefonu öpeceğini söylemiş."

Kıkır kıkır gülmesi yok mu, ne derdim varsa alıp götürüyordu. "Telefon öpülmez ki. Babama söyle anne."

"Al, kendin söyle," diye mesaj kısmındaki ses kaydını açtım ve Melek daha önce çok kez yaptığı gibi telefonu eline alıp babasına ses kaydı attı.

"Babacığım, telefon öpülmez, öpme sakın. Biy de ne zaman geleceksin, biz annemle sana sü..."

Daha cümlesini bitirmeden gönder kısmına basıp mesajı gönderdikten sonra kızıma onaylamaz şekilde baktım. "Aşk olsun, sürpriz söylenir mi Yakut'um?"

"Aaa," diye bir şaşkınlık tepkisiyle bana bakakaldı. "Valla ağzımdan kaçtı anne!"

Telaşlı dudaklarını parmağımla büzüştürüp, "Neyse ki sen söylemeden ses kaydını kestik," dedim ve telefona dönüp gönderdiğimiz sesi dinledim. Evet, son söyledikleri tam çıkmamıştı.

"Babam dinlemiş mi?"

"Henüz dinlememiş. Toplantıda senin tatlılığından bayılmamak için dinlemiyor olabilir."

Ben ciddiydim ama Melek şakalaştığımı düşünerek güldü ve kollarını boynuma sıkıca dolayıp kafamdan öptü. Sonra telaşla, "Çok sıkıyoy muyum?" diye sordu.

"Yoksa beni boğmaya mı çalışıyorsun?"

"Anne," dedi bir daha gülerek ve parmaklarını yüzüme indirip altdudağımı çekiştirmeye çalıştı. Benimle bu şekilde oynamayı çok seviyordu, saçlarımı tarayıp örmeyi de. Onu uzaklaştırmaya çalıştım ama arkama geçip saçlarımı örmeye başlayınca bir müddet ona izin verdim. Biraz acıtıyordu, farkında olsa kesinlikle çok üzülürdü ama benimle bu şekilde oynamaktan mutlu olduğu için katlanabilirdim. Dakikalar sonra geri çıkıp kendini alkışlamaya başladığında, "Beğendin mi?" diye sordu.

Başımı karşımdaki aynaya doğru çevirince yamuk yumuk bir şeyler yaptığını görüp güldüm. Açıkçası eşi bulunmaz gariplikte bir örgüydü. Onu kucağıma çekip her yerini öpücüklere boğarken, "Yakında daha iyisini yapacaksın," diye garanti verdim.

Melek Yakut'la bir süre daha vakit geçirdikten sonra beraber aşağıya indik. O sırada da okul servisinin geldiğini görüp kızımı kucağımdan indirdim. Melek de Leo'nun okul servisini görüp sokak kapısına koştu ve kapıyı açıp bahçeye çıktı. Arkasından yavaşça gittim ve Leo bahçe kapısından girdiğinde sarılmalarını izledim. Melek koşa koşa onun kollarına girmişti.

Leo daha uzun boylu, büyümüş olduğu için Melek'i kolaylıkla kucaklamış, öpüyordu. "N'aber meleğim?"

"Hoş geldin Leo," dedi kızım, onun kucağından inip elinden tutarak. Leo'yu eve doğru çekti. "Okulda n'aptın? Beni özledin mi?"

Leo, Melek'i o kadar çok seviyordu ki bazen bize karşı sabırsız davransa da ona çok tahammül gösteriyordu. Melek'e sırıtarak, "Özledim tabii," dedi. "Ve sana bir şey aldım."

Kızım hediyeleri çok sevdiğinden, "Ne?" diye sordu hemen.

Leo çantasını portmantoya bırakırken ben de sokak kapısını örtüp kardeşime eğildim, onun altın sarısı saçlarından öptüm. Bana gülümsedi, her gülümsemesinde bir minnettarlık seziyordum. Yıllardır onu bu evden hiç ayırmadığımız, bu evden biri olduğunu hissettirdiğimiz için olduğunu biliyordum bu minnettarlığın. Arka cebinden aniden bir elma şekeri çıkarıp Melek'e uzattığında kızım yerinde zıpladı.

"Leo! Ben bunu çok seviyoyum!"

"Sen seversin, ben de alırım," dedi Leo, kendinden emin şekilde.

Melek şekeri kapıp ambalajını açmaya çalışırken kardeşime arkasından sarılıp, "Aç mısın?" dedim.

Ofladı. "Değilim."

Hımm, ofladığına göre çok da keyifli değildi demek... Saçlarını düzeltip üzerinden ceketini çıkarırken, "N'oldu?" diye sordum.

Anlamama hiç şaşırmadan ceketinden kurtuldu ve bana kaçamak şekilde bakarak, "Bugün okulda futbol oynarken topu yanlışlıkla bir kızın kafasına attım," dedi.

Endişeyle, "Bir şey oldu mu?" diye sordum.

"Yok yok," dedi hemen, paniklediğimi bildiği için beni sakinleştirerek. "Yanına gidip özür diledim abla ama tersledi beni, bağırıp o da topu benim kafama atmak için bahçede kovaladı. Yanlışlıkla oldu dedim ama bir türlü anlamadı! Gıcık etti beni!"

İlk kez Leo okul dönüşü bir kızdan hayranlıkla değil de nefretle bahsediyordu. Tabii nefret onun yaşındaki bir çocuk için ağır, anlayamadığı duyguydu ama öyle bahsediyordu. Dişlerini sıkarak, "Nefret ediyorum o kızdan!" dediğinde bundan emin oldum.

Onu omuzlarından tutup salona götürürken, "Bak sen," dedim düşünceli şekilde. "İlk kez bir kızı sevmediğini görüyorum."

"Kafama top attı abla! Asla sevmem onu!"

Demek kız onu koşturduktan sonra topu atmayı başarmıştı. Tabii kazayla olmuştu, böyle tepki vermesi gerekmezdi ama belki de canı çok yanmış, sinirlenmişti. Leo koltuğa otururken, "Çok seviyorum dediğin kızları da şimdi sevmiyorsun," dedi ona atıfta bulunarak. "Hiç belli olmaz."

Kollarını göğsünde kavuşturup yüzünü asınca mutfağa geçip dünden kalan çorbayı onun için ısıtmaya başladım. Aç değilim dese de en azından biraz çorba içeceğini düşünüyordum. Bu sırada Leo, Melek'le ortalıktan kaybolmuştu, yukarıdan kızımın neşeli bağırtılarını duyuyordum. Ona asla susmasını söylemediğimiz için kahkahası genelde sınırsız oluyordu.

Leo yemeğini yedikten sonra ortalığı toparladım ve telefonumu kontrol ettim. Hazer, cebine koyduğum notu gördüğüyle alakalı henüz bir şey söylememişti ama gördüğünü düşünüyordum. Saatler geçerken heyecanla evin içinde geziniyordum. Aradan seneler geçmiş olmasına rağmen Hazer beni her konuda çok heyecanlandırıyordu.

Odama giderken kızımı kontrol etmek için ona baktım. Kendi etrafında dönerek dans ediyordu. Odasına geldiğimde onu bu şekilde bulmaktan çok mutlu oluyordum. Dans etmeye ilgisi olduğunu geçen sene keşfetmiştik ve o benim de dans edebildiğimi algılayınca bunu beraber çok kez yapmıştık. Buz pateni yaparken olduğu gibi ayaklarını yerde kaydırdı ve elbisesinin etekleri uçuşurken kendine gülümsedi.

"Çok güzel dans ediyorsun," dedim ona ve böylelikle beni farkına vardı. Ona, küçüklüğümde bana davranılmasını dilediğim şekilde davranıyordum.

Tatlı tatlı gülümseyip yanıma koştu. Beyaz sabahlığımın üstünden bana sarıldı. "Sen daha güzel dans ediyorsun anneciğim."

"Bugün izleyeceksin," diyerek göz kırptım.

Melek peşimden gelirken yatak odama kadar ilerledim. Artık hazırlanmaya başlamak istiyordum. Dolabımdan kıyafet seçerken telefonumun çaldığını duyup koyduğum yataktan aldım. O sırada Melek dolabımdan aldığı bir elbisemi giymeye çalışıyordu. Aramanın koreografım Necla'dan geldiğini gördüm. Seneler içinde dans etmeyi hiç bırakmamıştım, küçük aralar vermiştim ama hep devam etmiştim. Bazı tiyatro, müzikal gösterilerine katılmış, şehir dışına gitmiştim. Necla çok meşhur bir koreograftı ve beni birçok çalışmaya çağırıyordu fakat her zaman eşlik edemiyordum.

Aramasını yanıtladığımda önce merhabalaştık ve ardından bana yeni bir müzikal için çalışmayı istediğini söyledi. Neyle ilgili olduğuyla konuştuktan sonra bu müzikali Paris'te de sergileyeceğimizi söyledi. Bu beni düşündürdüğü ama aynı zamanda heyecanlandırdığı için hemen cevap vermedim. Aramayı kapatırken neşeyle çığlık atmamı önleyememiştim.

"N'oldu?" dedi Melek, kıyafetimin içinde.

"Aaa, bu pembe elbisenin içinde çilek kız olmuşsun," dedim onun önünde eğilip yüzüne öpücükler sıralarken. Yüzüne bu kadar yaklaşınca babasında ve kendimde olan çilleri onun pürüzsüz yüzünde de görüp mutlu oluyordum.

Hazırlanmaya devam ettim ve hava kararırken aynanın önüne geçtim. Melek bu kez giymeye çalıştığı topuklu ayakkabılarımla peşimden gelerek, "Çok güzel oldun," dedi, o esnada elbisemi düzeltiyordum. Düz beyaz geniş askılı elbisemi giymiştim ama bu çok önemli değildi. Hazer'le ilk tanıştığımız yerdeyken o bale kıyafetlerimin içinde olacaktım.

"Melek, anneciğim sen de çıkar artık o kıyafetleri," diyerek kendisine döndüğümde uslu uslu başını sallayıp topuklu ayakkabıların üzerinden indi.

"Elbise kalsın mı?" dedi.

"O elbise senin için çok uzun ve büyük, takılıp düşersin," diye izah ettim.

"Peki anneciğim."

Ona yardımcı oldum ve elbiseyi çıkardıktan sonra kendi kıyafetlerini düzelttim. Çantamı ve hazırladığım kıyafetleri yanıma aldıktan sonra aşağıya kızımın elini tutarak indim. Beni asla üzmeyen, her zaman sözlerimi dinleyen bir kızım olduğu için şanslı hissediyordum.

Leo'nun televizyon karşısında cips atıştırdığını gördüm ve o da bizi gördüğünde hayranlıkla baktı. "Abla, çok güzel olmuşsunuz."

Melek dayısına öpücük atarken ben de kardeşime göz kırpıp, "Birazdan annemle Mustafa gelecek, biz evde yokken ev sahibi sensin," dedim ona. "Tabii onlar misafir değil ama sen Bahar Anne'yi üzme."

"Merak etme," dedi. "Nereye gidiyorsunuz?"

"Eniştene bir sürpriz yapacağım."

Hazer'le Leo arasında hep bir tatlı atışma olduğundan, "Benden de selam söyle enişteme," dedi sırıtarak.

Yaklaşıp o bayıldığım sarı kafasını karıştırdım ve bundan hiç hoşlanmadığı için biraz söylendi. Fakat Leo biraz serseri de olsa asla bana saygısızlık yapmazdı, aksine beni her zaman koruyup sevgisini ifade ederdi. Oyunbozanlıkla dağıttığım saçlarını düzelttim ve o sırada sokak kapısı çalınca annemlerin geldiğini anladım.

Kapıyı açtığımda Mustafa Kemal eşikten hızla girdi ve yanımdaki Melek'i kucaklayıp etrafında döndürürken annem de bana sarıldı. Melek dayısını da amcasını olduğu gibi çok sevdiğinden itiraz etmeden güldü. "Dayı biyaz daha döndüy."

"Miden bulanacak," diyerek onu ikaz ettim ve ayakları yere basınca bu kez ben Mustafa'ya sarıldım. "Hoş geldin Mustafa, nasılsın?"

Biraz utanarak kafa salladım. "İyiyim yenge."

Özel tedaviler görüyor, günden güne daha iyi ve ılımlı bir çocuk oluyordu ama benim için o tanıdığım günden beri çok tatlıydı. Onu serbest bıraktım ve Leo'nun yanına giderken teşekkür ederek anneme döndüm. "Biraz zahmet oldu, son dakika çağırdım anne. Kusura bakma lütfen.

Annem, Melek'in yanaklarını sevip saçlarını okşamakla meşgulken, "Ne kusuru yavrum, bilhassa siz Hazer'le vakit geçirip mutlu oldukça ben daha da keyifleniyorum," dedi.

Anneme sarılıp Melek'le evden ayrıldık. Garajdan, iki yıl önce aldığımız arabamı çıkardım ve Melek arka koltukta otururken kullanmaya başladım. Bu süreç içinde ehliyetimi almış, araba kullanmayı öğrenmiştim. Melek'le yolculuk yaparken hâlâ tedirgin oluyordum ama neyse ki herhangi bir kaza yaşamamıştık.

Bir süre sonra kızımla, o senelerde çalıştığım sahafın önünden geçerek dans kursuna ilerlerken sahafın camlarını gösterdim. "Bak Melek, ben şu yerde çalışmıştım."

Âdeta cama yapışıp yanından geçtiğimiz sahafa ilgiyle baktı. "N'apıyoydun oyada?"

En kolay anlayacağı şekilde, "Kitap satıyordum," diye cevaplandırdım sorusunu.

Ona kendimden, Hazer'le ilişkimizden bahsetmeyi seviyordum. Kızımla konuşmak, bazen bir arkadaşımla konuşmaya bile benziyordu. Ona Kuzey Işıkları'nı bile anlayabileceği şekilde anlatmıştım, oraya gitmeyi çok istediğimi ve babası sayesinde gidebildiğimi...

Araba dans kursunun önünde durunca bir süre hareket etmeden ileriye baktım. O günlerdeki gibi serin bir sonbahar havası vardı, arabamın silecekleri çalışıyordu. Dans kursunun merdivenlerinden insanlar inip çıkıyordu. Ben de o merdivenleri bazen Hazer'le bazen yalnız çıkmıştım. Kalbimin onun için çarptığı ilk günlerdi ve artık kızımızla yeniden çarpıyordu kalbim.

"Anne, buyası neresi?"

"Özel bir yer."

Arabamdan inip kızımı da arka koltuktan aldıktan sonra binaya yürümeye başladık. O merdivenleri kızımla çıktığım gerçeği biraz şok ediciydi aslında. Dolan gözlerimi silip binaya girdim ve seneler geçmesine rağmen ezbere bildiğim yolu çıktım. Bu fikir aklıma geçtiğimiz hafta gelmişti ve hâlâ bende numarası bulunan Meliha Hanım'ı arayıp danışmıştım. Salonun müsait olduğunu ve gelebileceğimizi söyleyince de mutlu olmuştum. Aradan geçen zamandan sonra böyle bir şey istememe yadırgamış olduğu aşikârdı ama konuşurken sesi soğuk değildi.

Asansörden inince salona doğru yürümeye başladım ve salon kapısı açılıp da Meliha Hanım çıkınca duraksadım. Melek de benimle beraber dururken Meliha Hanım biraz ilerleyip beni gördü. Burada olacağından haberim yoktu, şaşırmıştım. Aradan geçen o zamandan sonra böyle bir araya gelmek...

"Anne, n'oldu?"

Melek'in sesiyle Meliha Hanım'la bakışlarımızı ona çevirdik. Yanımıza, yüzünde bir hayret ifadesiyle yürüyerek karşımda durunca, "Merhaba Mila," dedi kibar bir yaklaşımla. "Çok uzun zaman oldu değil mi?"

Yumuşak şekilde gülümseyip, "Öyle," dedim. "Nasılsınız?"

"İyiyim. Bildiğin gibi, yeni dansçılar çalıştırıyorum." Gözlerini benden alıp bir daha yanımda durmuş, Meliha'ya gülümseyen kızıma baktı ve sonra dizlerinin üzerine alçaldı. "Merhaba," dedi elini uzatarak. "Ben Meliha, annenin bir arkadaşıyım. Sen kimsin?"

Melek onay bekleyerek bana bakınca ona kafamı salladım. Bunun üzerine tanışmak için Meliha'nın elini sıkıp, "Ben de Melek Yakut," dedi. "Annemin kızıyım."

Meliha Hanım, zaten tahmin ettiği şeyi duyup daha geniş gülümsedi. "Çok memnun oldum Melek. İsmin ayrı, sen ayrı güzelsin. Annene de pek benziyorsun."

"Buynum babama benziyormuş, annem öyle dedi." Kızım iletişim kurma konusunda başarılıydı, insanlardan çok çekinmiyordu.

"Biraz daha bakınca hakikaten de babana benziyormuş," dedi Meliha, kızıma ayak uydurup.

"Sen benim babamı tanıyoy musun?" Melek ne düşüneceğini bilememiş gibiydi soruyu sorarken.

"Evet. Baban Hazer, değil mi?"

"Hı hı. Hazey Han."

Meliha yanağını okşayıp doğrulunca yüzüme düşen bir tutam saçımı kulağımın arkasına koyarak, "Görüştüğümüz için mutlu oldum," dedim içimden geleni dudaklarımdan bırakarak. "Görüşmeyeli çok olmuştu, zaman zaman nasıl olduğunuzu merak ediyordum."

Meliha Hanım, "Ben de görüşmemize çok sevindim," dedi ve sonraki hamlesi beni şaşırtan bir samimiyet barındırdı. Tamamen yaklaşıp bana sıkıca sarılınca kabalık olmaması adına ben de bir elimle bu sarılmaya karşılık vererek gülümsedim. "Kızınızı gördüğüm için de sevindim. Çok güzel, sana da benziyor." Geri çekilince havaya karışan sesli bir nefes aldı. "Tuhaf oldum böyle seni kızınla görünce. Seninle dans ediyorduk ve kızınla buradasın, üstelik babası Hazer... Sizin adınıza seviniyorum, birbirinizi çok güzel buldunuz."

Bu kadar sıcaklık beklemediğim için şaşkındım. Öte yandan inanılmaz sevinmiştim. "Gracias," dedim mahcup olup. "Evet, Hazer hayattaki en büyük şansım."

Anlayışlı bir gülümsemeyle yeniden iç çekti ve Melek'in saçlarını okşayarak yanımızdan ayrıldı. Kızım bana onun hakkında sorular sorarken salona geçtik. Kapıdan girince içimi bir hüzünlü mutluluk kapladı. Buraya hep koşa koşa gelip Hazer'i gördüğümde çok heyecanlanırdım.

"Ne kaday büyük," dedi Melek sahneye bakarak.

Onu, ben dans ederken Hazer'in hep oturduğu seyirci koltuğuna oturttum. Artık hazırlanmam gerekiyordu, kocam birazdan burada olurdu. Melek koltukta kıkırdayıp gerinirken, "Buradan kalkma," dedim. "Birkaç dakikaya döneceğim."

Hemen başını salladığında çantamı yanına bırakıp elimdeki torbayla uzaklaştım. O zamanlarda kıyafetimi değiştirdiğim kabine girip balerin kıyafetimi giydim. Saçlarımı, arkamda bir kurdeleyle bağlayıp üstümü düzeltirken heyecandan kendime gülüyordum. Son olarak eğilip pointlerimi giydim ve bağlayıp doğruldum. Yüzüme seneler içinde oturan olgunluğu saymazsak tamamıyla o günlerdeki halime benziyordum.

Dışarı çıkıp sahneye yürüdüğümde Melek'in hayranlıkla bana bakmaya başladığını gördüm. Elini, bir karış açtığı ağzına örtmüştü ve gözleri parıl parıldı. "Anne, çok güzel olmuşsun."

Sahnenin önüne kadar yürüyüp kibarca dizlerimi kırdım ve ona selam verirken kıkırdadım. "Senin kadar olamam Melek."

Melek, dans etmeye devam ettiğim için daha önce de beni bu kıyafetlerin içinde görmüştü. Hatta Hazer'le beni izlemeye de gelmişlerdi, muhtemelen Fransa'daki gösterimi izlemeye de geleceklerdi. Melek'e öpücük yollarken salon kapısının açıldığını fark edip kızımla oraya baktık.

Hazer, kapıyı kapatıp içeriye girerken gözleri, sanki beni burada göreceğini bildiği için doğrudan sahneye bakıyordu. Tanıştığımız zamanlarda olduğu gibi beni tekrar izleyeceğini hissedip heyecanlandım. Yavaşça yürürken yutkunuyor ve gözlerini benden çekmiyordu. Melek sevgiyle, "Baba," diye seslenince Hazer gözlerini zorlukla benden ayırıp ona döndü. "Babacığım?" diyerek yanına yürüdü.

Melek kendini Hazer'in kollarına atınca o koltuğa oturup kızımızı da dizine koydu. Beraber oturmuş bana bakıyorlardı. Melek heyecanlı heyecanlı, "Annem dans edecekmiş," deyince Hazer gözlerini baştan aşağıya üzerimde dolaştırarak ayağımdaki, kendi diktiği pointlerde durdu. Dudağının kenarı kıvrıldı, bunlar seçmeleri kazandığım pointlerdi.

"Annen dans ederse biz yine büyüleniriz Melek."

"Bence de baba."

"Teşekkürler," dedim onlara ciddiyetle.

Bu ikisini de gülümsetince kabarık bale eteğimin uçlarını tutup kıkırdadım ve ardından gözlerimi sahnenin kenarına çevirip, "Müziği açabilir misiniz Hazer Bey?" diye rica ettim, çekingen görünmeye çalışarak.

Melek gülerek, "Anne, niye babama öyle diyoysun?" dedi.

"Açarım Safir Hanım." Hazer, Melek'i koltuğa bırakıp doğruldu ve köşedeki müzik sistemine ilerledi. Dans ederken sevdiğim bir müziği açıp bana döndü. "Bu iyi mi?"

"Çok iyi teşekkür ederim Hazer Bey."

"Rica ederim Safir Hanım."

"Yaa baba." Melek Yakut tekrar gülüp dikkatimizi çekti. "Anneme neden hanım diyoysun?"

Hazer kızımızın yanına dönüp tekrar seyirci koltuğuna otururken üzerindeki koyu gri ceketi çıkarıp yana bıraktı. "Ben annene eskiden öyle diyordum kızım. Hanım diyordum, o da bana Hazer Bey diyordu."

Bu Melek'e çok eğlenceli gelmişti, yine gülüp heyecanla sordu. "Neden ki?"

Hazer bana dönüp göz kırptı. "Annenin patronuydum."

Ukalalığına göz devirirken bile gülümsüyordum. "Sessizlik lütfen. Dans edeceğim."

Melek ağzına hayali bir fermuar çekerken Hazer de ona sıkıca sarılıp başını kaldırdı. O kızımla beni izlerken heyecanlandım. Müziği yakalamaya çalıştım ve parmak uçlarımda yükselerek başladım. Bacaklarımı ve kollarımı esnetip dans etmek için ısındım. Mila gülümseyerek bakarken Hazer hayranlıkla izliyordu.

İlk günden beri bana böyle bakıyordu. İlk günden beri ikimiz için çalan bir şarkı vardı ve o şarkıyla dans ettiğimi biliyordu.

Parmak uçlarımda daha da yükseğe çıktım ve kollarımı da zarifçe başımın üzerine kaldırıp ellerimi birleştirdim. Vücudum alışık olduğu için kolaylıkla esnedi ve büyük adımlarla yana ilerlerken müzik de benimle yükseldi. Sahne geniş olduğu için kolayca hareket ediyordum ve eteğimin uçları hafifçe hareket kalkıyordu. Pointler ayaklarımı acıtsa da burada, onların karşısında dans etmeye bayılıyordum.

Tabanlarımı, müziğin yavaşlamasıyla yere bastırdım ve kollarımı indirirken başımı arkaya yatırdım. Saçlarım belime değerken elim tekrar kalktı ve parmaklarım boşlukta süzüldü. Bu hareketimi, kendi etrafımda tam bir dönüş yaparak tamamladıktan sonra parmak uçlarımda tekrar yükselip sahnenin ucuna âdeta süzülerek gittim.

"Anne!" diye sevinç çığlığı attı Melek, gözlerini benden ayırmadan.

Kendi etrafımda dönmemden çok hoşlandığı için bunu ikinci kez yaptım ve sonra vücudumu sol tarafıma doğru yatırdım. Her hareketimin nazik olması için çabalıyordum ve gözlerimi Hazer'den ayıramıyordum. Olgunlaştıkça duygularımın daha az canlı olacağını düşünmüştüm ama yanılmıştım. Her duygum bir hücreymiş gibi bedenimde âdeta hareket ediyordu. Bana bakış şekli, beni orada bekleyen çok özel bir dünya olduğunu hatırlatıyordu.

Müziğin bitiş kısmını yakaladığımda reveransımı yapmak üzere sahnenin ucundaydım. Kızımın parlayan gözlerinden yansıyan ışığı hissedip Hazer'in gözlerine bakarken dizlerimi kırıp reverans yaptım. Şarkıyla dansım uyumlu şekilde bitince Melek, Hazer'in kucağından kalkıp coşkuyla beni alkışladı.

"Anne çok güzel dans ettin, bayıldım!"

Ona öpücük gönderip gözlerimi Hazer'e kaydırdım. Gömlek yakasında olan kravatını çıkardı ve ceketinin üstüne bırakıp doğruldu. Neşeyle bana bakan kızımızı kucaklayıp seyirci koltuğuna oturttu ve ardından bana doğru yürüdü. Ben sahnedeyken onun bana doğru yürümesini çok seviyordum. Bu çok kez yaşanmıştı. Burada, kalbimi hızlandırarak çok kez yürümüştü yanıma. Kalbimi hâlâ aynı şekilde hızlandırıp sahnenin basamaklarını ağır ağır çıktı. Karşımda durduğunda bir adım geriye çıktım ve amber renkli gözlerini izledim.

Uzanıp sol yanımda duran elimden tutarken, "Benimle de dans eder misin?" diye sordu.

Bizim için çalan şarkıyla o kadar uzun zamandır beraber dans ediyorduk ki...

Melek Yakut, "Evet evet!" diye coşkuyla onayladı babasını.

Kibar bir gülümsemeyle, "Ederim," dedim Hazer'in elini sıkarak.

Beni kendine çektiğinde vücutlarımız bildiğim bir hisle temas etti. Parmaklarım parmakları arasından geçerken göğsümde bir sıcaklık başladı. Beni belimden kavrayıp ayaklarımı yerden kestiğinde Melek Yakut'un gülüşü dansımızın bir melodisi gibi arka planda yankılandı. Kocamla, kızımın izleyici olduğu o sahnede dans ederken gözlerimin içinde hiç bitmeyen bir yansıma vardı. Işıltısını Hazer'den ve Melek'ten aldığım bu yansıma, o beni kollarında çevirirken de benimleydi.

Ve o an biz sahnede dans ederken, çalan şarkı kızımızın gülüşleriydi.

Sen gözlerimi kamaştıran tüm ışığın kaynağısın Mila. Gündüz güneş, gece aysın. Bir yer aydınlıksa seni arıyorum, karanlıksa orada olmadığını biliyorum. Odaların kapısını her açtığında ışığı yakıyorsun ama ben her zaman, o odanın sen girdiğinde aydınlandığını biliyorum. Sen benim ışığımsın, aydınlığımsın, gece yarısı güneşimsin. Ve kendinden sonraki en parlak şeye, seninle sahibim.

Bu yüzden seninle hikâyemiz bir gece yarısı güneşinden kış güneşine uzanacak kadar sonsuz.

SON

Continue Reading

You'll Also Like

384K 10.3K 51
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
1.1M 38.9K 46
Bardağı geri tezgaha koyduğum esnada ensemde hissettiğim nefes ile çığlık atmak için ağzımı açtım. Ne yapacağımı önceden biliyor gibi eliyle ağzımı k...
1.5M 89.4K 57
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
327K 24.4K 43
0536****: "Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân Beni bir gözl...