Aklımda kötü senaryolar oluştururken başımı biraz sağa, sonra da biraz sola çevirip bakındı. "Sana vurdu mu?" diye sorunca çenemdeki eline rağmen başımı iki yana sallarken "Hayır. Bana kimse dokunmadı." dedim. Ayağa kalkarken "Güzel." diye mırıldandı. Klasik bir "Ben neredeyim?" sorusunu bu kez ona sordum. "Birkaç aylığına yeni evinde. Sana her şeyi birkaç hafta içinde anlatacak biri var ama şu anda burada değil. Bende sana bir şey söylemeye meraklı değilim." dedi ve kapıya yöneldi. Tam çıkıyorken "Aç mısın?" diye sordu. Bana arkası dönüktü ve sol eli kapı kulpundaydı. "B-ben... Değilim." dedim. Midemin guruldaması yalanımı ifşa ederken içimden küfrettim. Homurdanıp odadan çıktı. Kapının kilitlendiğini duyduğumda içimdeki tüm havayı dışarı üfledim.

Merakla etrafa bakınmaya başladım. Dolap ve çekmeceler boştu. Ayrıca telefonum da ortalarda değildi. Öyle bir yerdeki evdeydim ki pencereden baktığımda çevredeki tek evin bu olduğunu gördüm. Yani bağırıp tepinsem de biri bana yardım edemezdi. Zaten o kadar halsizdim ki konuşacak veya yürüyecek gücü bile zor buluyordum. Kolumdaki saate baktıktan sonra hafifçe aydınlanan gökyüzüne baktım. Sabahın üçü olduğundan dolayı etraf lila, pembe, mavi ve turuncunun en uçuk tonlarına bürünmüştü. İç çekip sırtımı kapıya dönecek şekilde yatağa oturdum. Gözlerim acımaya başlayınca gözyaşlarımı daha fazla tutamayarak onları serbest bıraktım.

İkinci kattaki neredeyse boş odada başka ne yapabilirdim ki? Ayağa kalkıp etrafı puslu görmemi sağlayan yaşları silerken aşağıya baktım. Pencereyi yukarı iterek zorladığımda biraz çatırtı ve gıcırtıdan sonra sadece yarım açılabilen pencereyi açmayı başardım. Dışarıdaki kutup soğuğu ile şehirden çok uzakta ve daha yüksekte olduğumu anladım. Başımı dışarıya çıkartıp aşağıya baktım. Burası beni çok korkutuyordu. Tanımadığım insanlar, tanımadığım bir oda, bir dakika sonra ne olacağını kestiremediğim bir hayat. Buna alışamazdım.

Ne yaptığıma anlam veremeden pencerenin boşluğuna oturdum ve bir bacağımı dışarıya çıkardım. Yapabildiğim kadar eğilerek gövdem ve başımı da dışarıya çıkardıktan sonra pencereye sıkıca tutundum. Diğer ayağımı da dışarıya çekerken dengemi kaybettim fakat düşmedim. Kalp atışlarım sertleşirken nefesimi kontrol etmeye çalıştım. Düşersem bir yerimi kırıp yaralı bir kuzu gibi çakallara yem olurdum.

Pencerenin altındaki odun yığını üzerine basamayacağım kadar aşağıdaydı. Yüzümü duvara, sırtımı boşluğa gelecek şekilde dikkatlice çevirirken ayaklarım boşlukta sallanmaya başlamıştı. Tırnaklarımı pencerenin sağlam olmadığından emin olduğum tahtadan kısmına geçirip kendimi yavaşça aşağıya doğru bırakmaya başladım. Sıkıca pencerenin dışa doğru mermerden çıkıntısını tutup ayaklarımla basacak bir yer aradım. Yanlışlıkla ayağım odun yığınına çarparak birkaç tanesinin yuvarlanmasına sebep oldum.

Hıçkırır gibi bir ses çıkardıktan sonra ayağımla dikkatlice yokladım. Ayağım duvara çakılmış bir çivi gibi bir şeye denk gelince ona biraz ağırlığımı verdim. Sağlam gibiydi. Bir ayağımı ona koyarak kendimi biraz daha aşağıya indirdim. Pencere çıkıntısına sadece parmak uçlarım dokunurken diğer ayağımla odun yığınlarına bastım ve kendimi ne kadar gürültülü olursa olsun çimlere attım. Birkaç odunu daha yuvarlarken dizlerim ile avuçlarımın üzerine düşerek ve biraz sürüklenerek zemine inebilmiştim.

Evdeki konuşmaların gittikçe yükseldiğini işittiğim an tabanları yağlayarak ormanlık alana koştum. Birkaç saat içinde güneş doğacak ve ortalık iyice aydınlanacaktı. Ama orman bayağı karanlık görünüyordu. Kendimi gizlemek için ormanın içine doğru attığım her adımda ışık azalıyordu. Soğuk bir rüzgar yüzüme bir tokat gibi vurduğunda refleks olarak kollarımı etrafıma doladım. Arkamdan gelen çıtırtıları fark edince düz bir çizgi halinde yürüdüğümü fark ettim.

Koşmalıydım! Sağa veya sola doğru koşmalıydım! Neden salak gibi yavaş yavaş yürüyordum ki? Beni bulmamalıydılar!

Ben koşmaya başladığım an kollarım çözüldü. Topuzum resmen dağılmıştı ve bana engel oluyordu. Tokayı saçlarımın arasından çekip çıkartarak ben koştukça yukarı aşağı seken saçlarımı engellemiş oldum. Yaklaşık beş dakika boyunca aralıksız koştuktan sonra arkama baktım. Bir gece kadar karanlık olan orman artık sessizdi. Arada kuş sesi ve birkaç başka hayvanın sesini duyduluyordu.

Kendimi onlardan saklamaya çalışırken kaybolduğumu fark ettim. Düz bir çizgi şekline benzer koşmayı kesmemiştim ama bu orman nereye açılıyor bilmiyordum. Aklımdan ne geçtiğini de bilemiyordum. O an tek düşündüğüm şey oradan çıkmaktı. Ve çıktım da.

Şimdi ise ilk yapmam gereken şey kesinlikle panik değil. Kendimi sakinleştirmeye çalışarak şarkı mırıldanmaya başladım. Soğuk hava bedenimi buz kütlesine çevirmek üzereyken yavaşça yürümeye devam ettim. Dudaklarım şarkıyı söylemek için hareket ederken titreyen çenemin ona yardımcı olduğu söylenemez. Dayanamayarak kendimi yere bıraktım.

İçimden "Sen ikinci kattan kaçmış bir kız olarak şimdi pes edemezsin!" diye geçirdim. Diğer yanım ise "Ne önemi var ki? Kayboldum ve burada ölüp gideceğim belli. Ne yöne gideceğimi bile bilmiyorum. Ayrıca yorgun ve açım. Ama daha çok yorgun." dedi. "Sakın uyuma! Uyursan donup ölürsün! Uyuma Amelia!" diye uyardı önemseyen iç sesim. Umursamaz olan ise "Dayanamıyorum." diye mırıldanıyordu. Aynı kelimeyi ardı ardına söylüyordu.

Dayanamıyorum. Dayanamıyorum. Dayanamıyorum.

Yavaşça kapanan gözlerime inat gözlerimi açık tutmaya çalıştım. Kendi kendime mırıldanarak uykuyu dağıtabilirdim. Aklıma ben küçükken gözümün önünde ölen arkadaşım geldi. Ve söylediği son sözler... O sözlerim şarkı sözü olduğunu 10 yaşıma girince öğrenmiştim.

Sing me to sleep.

Sing me to sleep.

I don't want to wake up on my own anymore.

Singto me.

Sing to me.

I don't want to wake up on my own anymore.

Don't feel bad for me.

I want you to know.

Deep in the cell of my heart i really want to go.

(Bana uyumam için şarkı söyle. Bana uyumam için şarkı söyle. Artık kendi kendime uyanmak istemiyorum. Bana şarkı söyle. Bana şarkı söyle. Artık kendi kendime uyanmak istemiyorum. Benim için kötü hissetme. Bilmeni isterim. Kalbimin hücresinin en derininde gerçekten gitmek istiyorum.)

Bu şarkı beni uyumaya teşvik ediyordu. Dayanmam lazımdı. Göz kapaklarım bana ihanet ederek gittikçe kapanmaya başladı. Tam gözlerimi kapattığım anda "Onu buldum!" diye bağıran bir kız sesi duydum. Sanırım artık çok geçti. Gözlerim açılmıyordu ve sesler uğultuluydu.

There is another world. There is a better world.

(Başka bir dünya var. Daha iyi bir dünya var.)

Eksik KaranlıkWhere stories live. Discover now