Yolcu kapısını açarken "Bunları içeri getirmediğim iyi olmuş o zaman." dedi koltuktaki birkaç gülü kastederek. Onları elime alıp "Bana mı aldın? Nereden aklına geldi?" diye sordum. Omuz silkip "Böyle şeyleri seversiniz. Çiçek, çikolata filan." dedi. Yerime yerleşip gülleri kucağıma koydum. Şoför koltuğuna geçtiğinde "Nereye gidiyoruz?" diye sordum. "Soru yok. Manzarayı izle yeter." dedi. Vücudum gerildi. Başımı salladım ve dışarıya baktım.

  Çok hareketli olmayan bir şarkı açıp kendi de mırıldanmaya başladı. Bense dışarıyı izliyordum. Yaz tatili bitmek üzere olduğundan herhalde, gençler kendilerini "Fırsat bu fırsat." deyip dışarıya atıyorlardı. Eli bacağıma değdiğinde korktum. Yavaşça yoklayarak bir şey arıyor gibiydi. Gözünü ise yoldan ayırmıyordu. Elimi elinin yakınına götürüp aradığı şeyin bu olduğunu umdum. Elimi tutup hafiften sıkınca zaferle gülümsedi. Göz ucuyla bakmak yerine başımı ona çevirdim ve bakışıp gülümsedik.

  Bir süre sonra "Konuşmamı mı tercih edersin yoksa hafif bir müzik filan düşünmen ve rahatlaman için iyi mi?" diye sorduğunda kendimi tutamayıp kıkırdadım. "Cidden. Beni neden bu kadar umursuyorsun ki?" diye sordum masumca. Alayla bana bakıp "Umursamamalı mıyım?" dedi. "Umursa. Bu hoşuma gitti. Ayrıca müzik ve arada senin de şarkıya eşlik etmen de hoşuma gitti." dedim. Elimi yeniden sıktı.

  Manzara gittikçe şehirden çıktığımızı gösteriyordu. "Korkmak yok. Güven ona." diye düşünmeye başladım. İşe yarıyor muydu? Şey... Pek sayılmaz. Karanlık yüzünden dışarıyı göremiyordum neredeyse. Tahminimce denize yakın bir yerdeydik. İç sesim paranoyaklaşarak "Beni boğacak mı!" dediğinde kendi kendime göz devirdim. "Saçmalama iç ses."

  Bir süre sonra durdu. "Benzin mi bitti yoksa?" diye sorma gereği hissettim. Park etmemiştik. Resmen olduğumuz yere araba durmuştu. "Geldik." dedi ve arabadan çıktı. Kapım kilitli olduğundan açmasını bekledim. Arabanın önünden dolanıp kapımı açtı. Gülleri koltuğa bırakıp arabadan indim. Doğru tahmin. Geldiğimiz yer deniz kenarıydı. "Yemek yemedin umarım?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım.

  "Çok aç mısın yoksa yarım saat kadar idare edebilir misin, Midye?" dedi. Merakla yüzüne baktım. Daha önce yüzünü ezberlemek isterce baktığımdan şimdi karanlığa rağmen keskin hatlarını seçebiliyordum. "Dayanırım sanırım." dedim tebessümle. Bir süre bir şey demek yerine yüzüme bakmayı tercih etti. Bu bakışları içime işliyor ve ödümü koparıyordu. "Bu sahte gülümsemen beni ö... Çıldırtıyor." deyip beni birden kendine çekti. Kollarım otomatik olarak beline sarıldığında başımı göğsüne yasladım. Kollarını boynuma dolayıp çenesini başımda dinlendirdi.

  Arabadan hala hafif müzikler yükseliyordu. Karanlıktı ve rüzgarlıydı. Sonbahar "Ben geliyorum!" diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamıştı. Dalgaların hem huzur veren hem de üşümemi sağlayan sesi müziğe eşlik ediyordu. Ama bütün bunlara rağmen üşümüyordum. Çünkü bana ilk kez adımın kısaltması yerine başka bir şeyi lakap olarak takan iri yarı adam beni kollarının arasında saklıyordu. Rüzgardan, soğuktan, kötülükten. Bu kadar kısa sürede tanıdığım birine güvenmem saçmaydı ama ben böyleyim işte.

  Şarkının sözleri kulağıma ilişti. "I want you by my side. So I'll never feel alone again." (Seni yanımda istiyorum. Böylece bir daha asla yalnız hissetmeyeceğim.)

  Tebessümle ona daha da sokuldum. Kısa süre sonra sarılmayı kestik. "Bir süre müzik eşliğinde burada oturalım, sonra da yemek yiyelim diye düşündüm?" dedi. İçten bir gülümsemeyle "Buna çok sevinirim." dedim. Gülümsemesi genişlerken yanıtı "Bunu sevdim." oldu.

  Ben hayallerimin arabasının kaportasına oturmuş ayaklarımı sallarken o da kaportaya yaslanmıştı. Birlikte denize bakıyorduk. Arabadan yavaş şarkılar yükselirken gökyüzündeki minik elmaslar ışıldıyordu. Bir süre sonra denizi değil yıldızları izlemeye başladım. "Çok güzeller." cümlesi döküldü dudaklarımdan. Gülümseyerek bana baktığını fark edince "Yıldızlar." dedim.

Eksik KaranlıkWhere stories live. Discover now