61.Bölüm (Hatanın Acı Zehri)

418 84 85
                                    

LUCY

Natsu için endişelendiğimi fark eden Ever tekrar gözlerini kullanarak savaş alanını görmemi sağlamıştı, her bir saniyesi tüylerimi diken diken ediyordu bu dövüşün.

Natsu ne kadar zorlarsa zorlasın Byakuran üste çıkmanın bir yolunu buluyordu bir şekilde. Hem alev kullanıp hem de Natsu'nun mühürlerini çözebildiğine göre bir melez olmalıydı ki daha önce hiç onlardan birini görmemiştim, görmeyi bırak duymamıştım bile.

Bu ihtimal korkutucuydu, Natsu'yu yok etmek için geliştirdikleri silah oysa eğer burda durup daha fazla olanları izleyemezdim.

Byakuran'ın Natsu'nun alevlerini emdiğini gördüğüm anda sinirlenip "Bu kadar yeter." demiştim en sonunda. "Ben oraya gidiyorum, bu işi halletmenin bir yolunu bulabilirim belki."

Kimse beni durdurmaya çalışmayınca kararlı bir şekilde kapıya doğru yürümeye başlamıştım ama gelen sesler ve acı haykırış olduğum yerde kalmama neden olmuştu.

Bu Loke'un sesiydi hiç şüphesiz, sakinleştirici bir ses de vardı yanında. Khun gelmişti, yutkundum onların geri döndüğünü düşününce. Yüzleşmek istemediğim büyük hatam gelip karşıma oturacaktı birazdan.

Geri geri gidivermişti anında ayaklarım, kapı açılıncaysa donakalmıştım olduğum yerde. Khun'un buz kütlesine sardığı Loke derin derin çığlıklar atıyordu. Muhtemelen buz kütlesi erimeye başlayınca acısı ve bilinci tekrar ortaya çıkmıştı.

Beni görünce "Çok şükür." demişti Khun. "Bana yardım et de şu buzu tekrar oluşturalım."

Kıpırdayamıyordum, Loke'un bu denli acı çeken halini görmek korkunç bir kırılganlık yaratmıştı içimde, buna ben sebep oldum düşüncesi tüm aklımı ele geçirmişti.

Khun yüksek bir sesle "Lucy!" diye bağırdığında anca kendime gelmiştim yerimden sıçrayarak. "Ah, özür dilerim. Tamam, yardım ederim." Etrafa yarım yamalak göz atmaya çalıştım. "Önce onu yatıracak bir yer bulalım."

Bir yandan onu taşırken bir yandan da açıklama yapıyordu Khun. "Yaralarından dolayı bedeninden alev sızdırmaya başlamış, sızan alevler buzlarımı eritince tekrar acı çekmeye başladı."

Onu yatırmasını izlerken "Peki ya zehir ne durumda?" diye sordum telaşla. Sessiz kaldığı her bir saniye bir camın ağır çekimde parçalanmasını izlemek gibiydi, kırılan parçaların sıçrayıp beni kesmesinden endişe duymaya başlamıştım.

Tahmin ettiğim gibi de olmuştu zaten. Khun kafasını olumsuz anlamda salladığında o parçaların beni kestiğini anlamıştım hiç istemesemde.

"Adamın anılarına kadar girdim ama zehrin panzehiri hiç yokmış gibiydi, hakkında tek bir bilgi bile bulamadım."

Titreyen ellerimi kontrol etmeye çalışmak için elimi yumruk yaparak "Bu Loke ölecek demek mi oluyor?" diye sordum, korku gerçekten insanı hasta eden bir dürtüydü.

Umutsuz bir sesle "Sadece zehir olsaydı bir yolunu buluruz diyebilirdim ama yaraları da aşırı derin." demişti. "Üstelik alev sızdırmaya başladığından beri bedeni uyguladığım hiçbir tedaviyi kabul etmiyor."

Bu kötüydü, hem de çok kötü. Bir tanrıçanın bile tedavi edemediği bir şey varsa bu direkt olarak ölüm demekti, tıpkı benim...

Aklıma gelen tek şey Byakuran'ın beni küçükken iyileştirmesiydi o an. Yutkundum, o anılar kafamda deli gibi dönüp duruyordu sanki bana bir fikir sunmak istermiş gibi ama o fikir pek de parlak bir şey gibi görünmüyordu.

Suck My SoulWhere stories live. Discover now