42.Bölüm (Çaresizliğin Kokusu)

497 92 89
                                    

LUCY

Beklemekten tükendiğim anlardan birindeydim yine. Gerçekten kalesinde oturan bir prenses olmak bozuk bir buzdolabı gibi hissettiriyor, içinin dolu olması bir işe yaradığı anlamına gelmiyor.

Savaşın ciddi anlamda kızıştığını hissediyorum, dışarıyla bağlantım olmasa bile askerlerin kendi aralarındaki iletişimlerinden çok hoş şeyler olmadığını anlayabiyordum.

Beni endişelendiren şey özellikle Urek ile ilgiliydi. Bir hafta önce zihnimde sesini duyar gibi olmuştum, sanki bana bir şeyler anlatmaya çalışıyormuş gibiydi ama net olmayan ses bir süre sonra kesilmişti ve ona ulaşamıyor olmak fazlasıyla garip hissettiriyordu.

Bu saçma prenses koruma programından gerçekten nefret ediyordum. O kadar ki dayanamayıp kendimi çamdan atmanın eşiğine gelmiştim.

Sabrım gerçekten taşmak üzereyken tıklanan kapı beni bu intihar girişimimden kurtarmıştı. Sese karşılık bir an nefesimi tuttum çünkü kapının tıklatılması birinin prensesin kulesine dayandığı anlamına gelmez miydi?

Gardımı alırken "Girin." demiştim sert bir tonla. Gerçekten kim gelmiş olursa olsun bu durum hiç iyiye işaret değildi, o yüzden korkuma engel olamamıştım.

Kapı açılıp Khun içeri girdiğindeyse rahat bir nefes aldıktan sonra ona sıkıca sarılırken bulmuştum kendimi. Ama bu küçük mutluluk anı kısa sürmüştü, geri çekilirken "Dur biraz..." dedim. "Senin burda olmaman gerekiyor."

Gözlerime bakışlarında bir şeyler eksikti, yutkundum bu tedirgin haline karşılık. "Sen burda olduğuna göre bir şeyler kesinlikle ama kesinlikle çok ters gidiyor olmalı."

"Savunma hattı... Çökmek üzere."

Kafasını asık bir suratla iki yana sallayıp koltuğa oturmuştu, fazlasıyla yorgun ve endişeli görünüyordu. "Bir şeyler ters gidiyor, Lucy." dedi ürkekçe. "Sanki tüm planlarımızı önceden biliyorlarmış gibi bizden hep bir adım öndeler, hayır hatta bizden on adım öndeler, tüm hayatım boyunca böyle bir durumla karşılaşmamıştım."

"Tamam, sakin ol." Bunları söylerken aslında benim kendime bile hayrım yoktu sakinlikte ama şu an bu önemli değildi.

"Klanımız bizim hesaplamalarımızdan çok daha güçlü, üstelik ucubelerde zayıf sayılmaz, her şey birbirine girdi."

"Tane tane anlat durumu, rapor veriyormuş gibi düşün."

"Kuzeydeki birlik Gray ve Juvia'ya aitti, savaş hala sürüyor ama çok fazla kaybımız var, üstelik orda henüz ucubeler bile yok sadece tanrıçalar var."

Derin bir nefes alıp "O ikisi iyi mi?" diye sorduğumda "Şimdilik." demişti Khun. "Ama ne olacağı hiç belli olmaz, batıda Erza ve Jellal vardı ama..."

"Ama ne?" Söylemek istemediği için zorlanarak "Yaklaşık bir kaç saat önce onlarla olan iletişimimiz koptu." demişti. "Ucubelerle savaştıklarını biliyordum, sanırım tanrıça klanı tarafından baskına uğradılar ama sonra ne olduğuna dair bir bilgi elimizde yok."

Hala umut olduğunu düşünüp "Peki ya Gajeel ve Levy?" diye sordum. Kafasını olumsuz anlamda sallayıp "Durum Gray ve Juvia ile aynı." diye cevap vermişti. "Hala çetin bir savaş var ama biz sıfıra çok yakınız."

Bu gerçekten hiç iyi görünmüyordu, işe girişmeden önce planlar yaparken her şey çok basit gelmişti, herkes kendinden fazlasıyla emin olunca, olayların bu kadar korkunç bir hal alabileceğini düşünmemiştim.

İrademi kaybetmemek için güçlü durmaya çalıştım. "Peki ya düşmanların bölgesine sızmaları için gönderdiğimiz birlikler?" Hala bir yerden umut koparmaya çalışıyordum. "Onlara ne oldu?"

Suck My SoulWhere stories live. Discover now