64. Bölüm: HATIRLAYIŞ... BÜYÜK BİR KAOS!

29 6 126
                                    

   Korku ve sevginin çatışması mı, yoksa koşulsuzluktan gelen birbirine zıt tezahürlerin dansı mı? Bu dansın pisti Bitmezçember'in kurulduğu alansa, dansçılar en başından itibaren biz miydik? Kendi karanlığımızla yaptığımız dans... gördüklerimiz, göreceklerimiz kendi yansımamız mıydı?

   Yağmur, dostlarımın şuursuzluğa koşan tuhaf tepkilerini hiçe sayarak elindeki malzemeleri kullanmaya başladı. İpleri sımsıkı bağlanmış demet tütsü yanmadığını varsaydığım kabın üstünde duruyor, içindeki tek yakımlık kibrit, kutusuna sürterek alevlenmeye hazırlanıyordu. Tablanın üzerini kaplayan kumun niçin orada bulunduğuna anlam getiremezken, Yağmur tütsüyü yakmaya başladı:

   "Ege... her şeyin farkındasın. Kendilerinden uzaklaşıyorlar. Karar mekanizmaları zayıflıyor. Bu oda, büyük bir laneti kilitlemiş, tıpkı senelerdir açılmayan bu kapı gibi... ama açmak zorundayız,. Açmak ve dostlarımızı bir an önce bu etkiden kurtarmak."

   "Seni anlıyorum Yağmur, ama... defterim?"

   "Kibriti al, arkandaki mumları yak." diye direktif verdi Yağmur, "Deftere kavuşmak için... hadi."

   Kibrit bitmek üzereydi; derhal mumları yakmaya başladım. Feneri kapatıp Yağmur'a doğru ilerlediğimde, dostlarımın tamamen kapsama alanı dışında olduğunu gördüm. Onlar için yalnızca tütsü vardı sanki. Her şey yolunda mıydı? 

   "Yağmur?"

   "Ege, kabus gerçekleşiyor. Kabusun... benim haricimde tezahür ediyor."

   "Yağmur'un duygulardan arınmışçasına net çıkan sesi ve dostlarımın tıpkı kabusumdaki gibi ölüm sessizliğine gömülmesi sol şakağımın üstündeki telleri titreştiriyordu. 

   "Off... Yağmur! Offfffff... göz göre göre Yağmur! Göz göre göre..."

   "Vakit geldi Ege... resme bak."

   Yüzleşmeler hep böyle mi olmalıydı? Ne olursa olsun, ama ne olursa olsun önlem alamamak; tüm sürece hakim olduğunu sandığında, en ummadığın anda gafil avlanmak... az önceki metanetli tavrımın buharlaşması... bu, çok acımasızdı. Yoksa değil miydi? Kendimle çelişiyorum, farkındayım. Yüksel, Ege... yüksel!

   Çizili tablo Beyefendi'ye aitti. Korkut amcayı kasabadan almadan önce çizmiş olmalıydı. Tamamlanmış Ensō, tablonun tam ortasındaydı. Aa, hayır! Çok küçük bir kısım hariç tamamdı ve uç kısmın küçük bir parçası silik bir tonda çizilmişti. Bu, çemberin tamamlanmak üzereyken silinmeye başladığı anlamına geliyordu. Ve Ensō etrafında altı kırık kanatlı varlık duruyordu. Çemberin ortasında, tüm ihtişamını göstermeye hazırlanan beyaz tavuskuşu vardı. Ne?

   Tütsü kokusu tüm varlığımı sarıp sarmalarken, bunun Yağmur'un uyandığı an hissettiğim koku ile aynı olduğunu algıladım. Hatırlama hissi... resme mıknatıs gibi yapışmıştım; koku alma reseptörlerim ise kalbimin dahi derinliğine, Yağmur'un aydınlattığı noktaya işliyordu.

   Resme gözümü kırpmaksızın bakıyordum.

   ...

   Gözlerim işlevini yitirmeye başladı.

   ...

   Ölüm korkusu yaşıyordu illüzyona açılan iki pencerem. Kırpışmak, hareketlenmek... iradem buna müsaade etmiyordu. Tütsü kokusunun buram buram çektiği o yolda gözlerim ölmek zorundaydı. Çünkü bu yolda yalnızca gerçeklik solunabilir, gerçeklik görülebilir, gerçeklik işitilebilirdi.

   ...

   Ve yeniden doğum, ancak kaosla gerçekleşecekti.

   ...

Korku Tutkunları | İlk MaceraWhere stories live. Discover now