35. Bölüm: Fobi mi, Kabus mu?

42 8 42
                                    

   Melodi'nin anlamlı cümlesi suskunluğu doğurdu. Sessizlik önce benim nefesimi kesti, akabinde diğerlerinin... odadan çıt çıkmıyordu. Tahtakurularının bile sesini duyabilecek kadar sessizdik. Neden? Kafeinin etkisi, nefesimi engelleyen duvarı kırdı. Nitekim, dudaklarım yaşam buldu:

   "Aradan iki ay geçmiş gibi hissediyorum."

   Serhat tavana baktı; dilinden eksik etmediği komplo teorisindeki yazara sitem edercesine gözlerini devirdi.

   Pınar telefonu eline aldı:

   Planı revize etme taraftarıyım. 

   Az önce yaşadığımız garipliğin üzerine evin her noktasını aradık ve dinleme cihazı dahi hiçbir kanıt bulamadık. Ufak tefek bir nesne aramıyorduk, ama gözümüze hiçbir şey takılmadı. Bu odayı arayıp güvenli bölge ilan edelim.

   Pınar'ın iç ferahlatan, ama miskinliğimizi sonlandırmamızı gerektiren önerisini beklemeden uyguladık. Koltukların altına kadar her yeri teker teker inceliyorduk. Hepimiz bir dedektörden farksızdık. 

   Toprak, Pınar'ın az önce uzandığı ikili koltukta bir tuhaflık sezdi. Onu, "Bunun iç cebi mi var yoksa?" diye söylenirken yakaladım. Nitekim koltuğu ikiye katladı; koltuk sandıklıydı.

   "Diğer koltukları da yoklamalıyız." dedim. Fakat yalnızca Toprak'ın açtığı koltuk sandıklıydı. 

   Toprak'ın sol eli hayret edercesine ağzındayken ikiye bölünmüşçesine kararsızdı. Gördükleri her neyse asıl arayışına set çekmiş olmalıydı. Serhat'ın perdelemesiyle Toprak'a çıkan geniş yol daraldı; Melodi ve Yağmur'un adımları birbirine takıldı. Serhat bitiş çizgisine burun farkıyla yakınken Toprak'ın sol avuç içini tüm tedirginliğiyle uzatması başımın sol tarafını adeta uyuşturdu. 

   "Toprak, neler oluyor?" dedim.

   Toprak'ın donukluğu, içimi sobanın etkisini hiçe sayacak kadar ürpertmişti. Vurdumduymazlığın kitabını yazan Serhat ve Melodi bile olduğu yere mıhlanmışken işin ciddiyetini hesaplayamıyordum. Toprak'ın konumunda Serhat olsaydı şaka yaptığına bahse girebilirdim, ama Toprak'ın ciddiyeti şaka kelimesi çoktan rafa kaldırmıştı bile.

   Tuttuğum nefes, Toprak'ın kımıldamasıyla karnımda adeta katılaştı. Bugün 1 Nisan değil Toprak! Sandığın içindeki eliyle tuttuğu -henüz göremediğim- nesneyi ağır ağır kaldırdı.

   Bir oyuncak bebek!

   "Hay bin Annabelle!" dedi Serhat.

   Yağmur gerisingeri çığlıklar içinde sıçradı. Bir oyuncak bebek fobisi mi vardı, emin değildim. Çünkü bu şey normal bir bebekten farklıydı. Zayıf yüzlü, bembeyaz tenli, kaşsız, yıpranmış kahverengi, uzun saçları olan bu şeyin dudakları bile belirgin değildi. Gözleri yeşilin en çirkin ve soluk tonunu barındırıyordu. Burnu ise uzun ve sivriydi. Üstündeki yıpranmış gri elbise onun sanki bir oyuncak bebek değil de Bitmezçember'in zifiri bölgelerinden gelen bir varlık olduğunu anımsatıyordu. Nihayetinde bu beni ve Pınar'ı dahi korkutmuştu. Ancak Yağmur'un ayrıca bir fobisi olduğuna emindim. 

   Aradan geçen birkaç saniye içinde Yağmur, kendi içinde cesaret mücadelesi verircesine mimikler sergilemeye başlamıştı. Toprak bebeği Serhat'ın eline tutuştururken soluğu Yağmur'un yanında aldı. Melodi ve Serhat bebeği incelemeye başladı.

   "Bir oyuncak bebek fobin olduğunu bilmiyordum. Her şey yolunda, onu ortadan kaldırırız. Derin nefes al lütfen."

   Yağmur beklemediğim bir tepkiyle Toprak'ı karşıladı. Titreyen ellerini Toprak'la bütünleştirmiş, can dostumun ektiği tohumları filizlendirmişti. Onları bu şekilde gördüğümde ruhum besleniyordu. Fakat... kısa süreli bu gerginlik yerini huzura bırakmalıydı, ama olmadı. Bunun sebebi bebeğin ürkünç görünümü müydü? Hayır... Yağmur'da tuhaflık seziyordum; sıradan bir oyuncak bebek fobisini bize itiraf etmekte güçlük çekiyor olamazdı. Ne oluyor?

   Yağmur sol eliyle Toprak'ın elini tutmaya devam ederken, diğer eliyle bebeği işaret etti: 

   "Oyuncak bebek fobim yok çocuklar. O... şeyi... SENELERDİR KABUSLARIMDA GÖRÜYORUM!"

   Serhat, bebeği var gücüyle sandığa tıkıp koltuğu kapadı. Dudaklarım uyuşmuş, ekibin geçirdiği şoku kısa süreliğine yorumlayamadan takip etmekle yetinmiştim. Serhat koltuktan olabildiğine uzaklaşmış, Melodi ise durumun ciddiyetiyle kilitli adımlarıyla birlikte yüzleşmişti.

   Pınar, adımlarını koltuğa doğru yöneltti. Tüm otoritesiyle Serhat'ın oyuncağı bıraktığı kenara doğru oturdu. Bu cesaret yüklü ve karnıma tatlı kramplar sokan hareketi tüm odağı kendisine çekti:

   "Farkında mısınız? En büyük rehberimiz harita değil, mistik deneyimlerimiz. Bu saatten sonra olmamız gereken yerde olmadığımızı düşünen var mı?"

   "Yok tabii, ama harekete geçmezsek olmamız gereken zamanda olduğumuzu düşünmeyeceğim." diye bir adım öne attım. 

   Pınar güldü: "Görüyor musun bak, haritayı çözümleyecektik, neyle karşılaştık."

   "Ekip çalışması." diye yanıtladım, "Toprak, orada başka ne vardı?"

   "Eski gazeteler, kırık bir katlanan tabure."

   "Gazeteler epey eskidir." dedim, "Bir bakalım mı?"

   Yağmur, başını öne doğru salladı. Pınar doğruldu, koltuğu kaldırdı. Ardından elindeki altı gazetenin beşini deste dağıtırcasına atik bir tavırla bize fırlattı:

   "Bir bakalım, geçmişte neler yaşanmış." dedi Pınar, gazetesini göz ucuyla inceleyerek, "Tüh, aksi şeytan. Benimki ulusal gazete."

   "Benimki yerel." dedi Yağmur, "Kırk sene öncesinin gazetesi."

   "Benimki de ulusal." diye ekledi Melodi, "İncelemekten zarar gelmez."

   Sayfaları hızlı hızlı çevirmeye başladık. Üçüncü sayfa haberleri ve manşetteki başlıklar dikkatimi çekse de Bitmezçember ile ilgili en küçük bir ipucu, beklememize değecekti. 

   "Ah, ne güzelmiş o yıllar. Keşke o devrin çocuğu olsaydım." dedi Yağmur.

   "Büyükbabamla aynı dönemin insanı olmak... heyecan verici!" dedi Melodi.

   "Ben istemezdim." dedi Serhat, sayfaları hızlı hızlı çevirirken, "Ay bayılacağım! Teknoloji yok, her şey zor yoldan. Siyah beyaz... daraldım, ayyyy!"

   "Eh, o dönemin insanı bu dönemi bilmiyor ki be akıllım!" dedi Melodi, Toprak'ın Yağmur'a odaklanmasından fırsat bularak. Malum, Serhat'ın bu çıkışları Toprak'ın karşılıklarıyla tamamlanırdı. 

   Toprak'a bu düşünceler eşliğinde gözümü çevirdiğim anla onun Uçan Adam Sabri'den hallice bir sıçrayışla ödümüzü koparması bir oldu:

   "Ne? Bitmezçember'i buldum! Bitmezçember'i buldum! Elimizi neye atarsak atalım dolu çıkıyoruz. Bitmezçember burası!"

Korku Tutkunları | İlk MaceraWhere stories live. Discover now