25. Bölüm: Mistik Kasabaya Giriş

34 9 30
                                    

   Melodi'ye "Gerçek mutluluk nedir?" sorusuna yanıt olacak şekilde yardımcı olduk; hep birlikte, herkes farklı bir görevi takım çalışması ile gerçekleştirerek. Bu aktivite hem aramızdaki bağın güçlenmesini hem de görevdeşlik bilincinin sağlanarak duygularımızın dengelenmesini, yani gerçek mutluluğu sağlamıştı. 

   Görevdeşliğimiz her şeyi eksiksizce kontrol edip harekete geçerek sürdü. Ne defterin bir sayfası ne haritanın bir parçası evde kalacaktı. Her şey yanımızda, güvende ve amacına güdümlüydü. Ve bu hazırlık beni Bitmezçember'e giderken yaşadığım tüm gerginlikten uzaklaştırmıştı. 

   Evden çıktığımızda, sokağın karamsarlığı ile Bitmezçember'e giden yolun daha koyu tonların konuşlandığı bulutlara ev sahipliği yaptığına tanık olmuştuk. 

   "Bu kasabaya yokuş aşağı inip gidebiliyoruz, değil mi?" dedi Pınar.

   Melodi başını iki yana doğru salladı.

   "Çok garip." dedi Toprak, "Kasaba da neredeyse terk edilmiş, kasabaya giden yol da..."

   "Nasıl bitireceğiz bu çemberi, Je n'ai pas s'il vous plait!" dedi Serhat elinde bu mevsimde ne alakasının olduğunu çözemediğim yelpazesiyle.

   "Doksanların dizilerine bile gönderme yapıyor bu çocuk. Nasıl bir adamsın sen ya, aklım muhayyilem almıyor." dedi Toprak.

   "Bu da biraz gönderme olmadı mı sence?" diye gözlerini kıstı Serhat, "Çabuk çorbalarımızı unutmadın, değil mi Toprakçığım?"

   "Aldım mesajı tatlım." diye karşıladı Toprak ön dişlerini belirterek.

   Yağmur ve Melodi yan yana, biz erkekler ise yine eski yerimizde oturuyorduk. Bitmezçember'e on beş dakikalık bir mesafemiz vardı.

   "Çocuklar, bu kasabada hiçbir şey mi yok?" dedi Yağmur, "Blog yazında elektriğin bile olmadığı yazıyordu. Bizi gerçekten de böyle bir yer mi bekliyor?"

   Melodi göz kırptı: "Elektrik olabilir. Korkut amcalar bize bu kıyağı geçmiş olabilir."

   "Gerçekten bizim dışımızda hiç kimse kasabaya gitmemeli mi?" diye sordum.

   "Oranın perili olduğunu söylerken insanların gözünü korkutmayı amaçlamadım Ege." dedi Melodi, "Gerçekleri söyledim."

   Pınar tam olarak bu yanıtı bekliyor gibiydi. Doğru yolda olduğunu hissediyor ve bu hissin doğruluğunun az önceki cümleyle kanıtlandığını düşünüyordu. 

   "Bu harita beni sıklıkla gördüğüm ve yaşlı bir İngiliz kadın tarafından yüzleşeceğimin rivayet edildiği o kabusa çıkaracak."

   "Ne o meşhur kabus?" dedi Melodi, birkaç kez daha çıtlatmıştınız, ama konusu açılmamıştı.

   Pınar arabanın hızını azalttı; kabus, aynı hislerle dudaklarından döküldü:

    "Kabusum bir kapıdan girerken başlıyor. Bulunduğum yerin dış kısmını göremiyorum. İç kısmı ise zifiriye yakın... duvarı zor seçiyorum. Işık, kaynağını bilmediğim bir yerden ölümü tanımlayan bir tonla yansıyor. İlerliyorum. Merdiven basamakları... sıralar var. Kara tahtası olmayan bir sınıf gibi. Merdivene değil, sıralara doğru yürürken çok, ama çok güçlü bir ürperti seziyorum. Sanki ay ve güneş gezegeni terk etmişçesine, zifirisini dünyaya bırakmışçasına güçlü bir hiçlikte gibiyim. Ve korkum yalnızlık değil... yalnız olmamak. Bilinmeyen bir etkinin pençesindeyken uyanmak..."

   Melodi'nin gözleri büyüdü: "Bitmezçember'e ilk kez gidiyorum, ama tarif ettiğin yerin orada olmaması mucize olur. Doğru yoldasın, bas gaza!"

   Pınar hızlandı. Kasabaya girişin az sonra sapacağımız dar yol olduğuna emindim. Melodi iç sesimi dinlercesine söze girip beni doğruladı. 

   Kasabaya girmemize bir nefes kalmışken elimdeki defteri yeniden açtım. Gözlerim iç sesimi dışa vurduğum o paragrafı seçiyordu.

   Şüphe... sayfalar dolusu birikimle yüklü defterime ihanetten farksız. Bu duyguyu sonlandırmak istiyorum; acabalarla yüklü soru bulutlarını dağıtmak, karaladığım bu acayip sayfaları harika bir finalle taçlandırmak...

   Sanırım tüm dilek kapılarım bu satırları karalarken açıktı. Bitmezçember'den içeri girecek ve yaşamımda ilk kez paranormal deneyimlerle yüzleşecektim. Buna senelerdir hazırdım. Ama o an... yaşayacaklarım hazır kıldığım düşünceleri yerle bir edecek kadar tehlikeli miydi? Bunu ancak yaşayarak bilebilirdim. 

   18.34

   "Kara göründü!" diye bağırdı Serhat dönemeci aştığımız an.

   "Sus lan!" diye kükredi Toprak, "Kasabalı zombileri deliğinden çıkarmak mı istiyorsun?"

   Hepimiz Melodi'nin anlamsız bakışları eşliğinde kıkırdarken Serhat karşıladı: "Arabada ses yalıtımı da var, zombilerin kulakları o kadar hassassa vay halimize."

   Diyaloglar şimdiden çığırından çıkmaya muktedirdi. Neyse ki sessizleşmiş, kasabanın ilk detaylarına kendilerini kaptırmışlardı. Yağmur el çabukluğuyla Korkut amcaya vardıklarının haberini verdi. 

   Olabildiğine geniş bir bakış açısına sahiptik. Fakat terk edildiğine emin olduğumuz evlerin sıralanış biçimi görüşümüzü kısıtlıyordu. Garipti, güvende hissettiğimiz enerji alanı saptığımız yolla birlikte son bulmuş gibiydi. Alışacaktık, alışmalıydık. Yoksa gerisin geri dönmek en mantıklı adım olacaktı. Nefes kontrolümü derinleştirmeli ve ipleri elime şimdiden almalıydım. 

   Nitekim öyle oldu. Arabayı terk etmemize dakikalar kalmışken aracın ağır seyrinde kasabanın girişini derin nefesler eşliğinde incelemeye başladım. 

   Bitmezçember tahminimdeki kuraklıktan biraz uzaktı. Görünürde bir ağaç yoktu, ama girişte yeşeren çimler, ilerleyen yolda betonun uğramadığı irili ufaklı bölgeleri de etkisi altına almayı başarmıştı. Terk edilmiş iki katlı gecekondular ise sarmaşıklarla sarmalanmıştı. Havanın kararmaya yüz tutması, elektriğin olmama ihtimalini acı bir deneyimle göstermek üzereydi. Pınar'ın son umutla gecekondulardan dolayı göremediğimiz bir diğer bölgeye direksiyonu çevirmesi ise bizi asıl gerçekle yüzleştirmişti: Kasabada elektriğin olduğu gerçeğine. Yaşamın da...

Korku Tutkunları | İlk MaceraWhere stories live. Discover now