57. Bölüm: Orbey Dede!

34 8 102
                                    

   Duraksadım. Etrafımı gözlemledim; hoparlörden gelebilecek en küçük nefes sesine bile odaklanmıştım. Bunu uygulamamın amacı, hatırladığım paragrafın tam anlamıyla Bitmezçember'i açıklamasıydı; yine kasabayı bilmeden kasabayı açıkladığım gerçeği saç tellerimin üstüne yıldırım gibi çakmıştı.

Boyutlar arası varlıklarla frekans uyumunun sağlandığı, fakat bu uyumun dünyanın diğer alanlarına göre çok güçlü olduğu nadir bölgeler, doğru (!) niyet ve adımlarla yaşam akışını geri dönüşü olmayan bir yola sürükleyebilir. Bu, bir kaostur ya da... cennet. Enerji alanlarının korkulardan arınmış niyetlerle kullanılması gözün hayat boyu algılayamayacağı canlılıktaki tonları dünyaya aktarırken, en küçük bir korku, ya da şüphe kırıntısı göğün sepya tonunu oradaki bir insanın ciğerlerine işleyebilir. Bu olasılık, beni "İnsan, ruhunu nasıl öldürebilir?" sorusunu sormaya güdüledi. Gözlerim kanatlanmalı, sorgulamam boyutlar arası düzeye yükselmeliydi.

Öyle de oldu...

İlk araştırmam, ruhun üç boyutlu evrende yaşayabilecek, etkisini bizzat verebilecek bir yapı olup olmadığı konusundaydı. Bulduğum ilk bulgu ise üç boyutlu evrenin yalnızca madde evren olmasıydı. Öyle ki, üç boyutlu evrenin ötesinden hiçbir enerji düzeyi bu evrende olamazdı. Fakat, bu bilgi beni paranormal kavramlar hakkında detaylı bir tefekküre sokmuştu. Yani, paranormal olayların gerçekleşme mekanizması ile ruhun insanla teması birbirine bağlı olmalıydı. 

Kapılar kendi kendine nasıl açılıp kapanırdı? İnsanla doğduğunda bir ruha nasıl sahip olurdu? Mmhh... indüksiyon? Nasıl yani? Ruh, insanın içinde değil mi? Peki, ruh yirmi bir gram değil miydi? Değildi. Çünkü madde olmayanın bir ağırlığı olamazdı. 

O an aklıma şu soru takıldı: Bizler madde varlık mıyız, yoksa çok boyutlu ve tek bir kaynağa bağlı varlıklar mı? Ya da paranormal olayların gerçekleşmesi, farklı boyuttaki varlıkların üç boyutlu madde dünyaya temassız etkisine mi bağlı? 

Sorumun başına geliyorum: İnsan, ruhunu nasıl öldürebilir? Bu, yaprağın dalını, hatta kökünü öldürmesi kadar saçma olmalı. Peki, ruhla beden arasına bir blokaj eklenebilir mi? Olabilir; yaprak ölür, ama yeniden doğar. Ya insan? İnsan da yeniden doğar mı? Ah, bu soru beni öldürüyor... kalemim konuşmaya can atıyor. Teslim oluyorum...

Ruhun varlığını paranormal olaylarla bağdaştırırken, anahtar sözün "boyutlar arası katmanlar olduğunu ve görünen evrenin sonsuzluk okyanusundaki bir damladan farksız olduğunu düşünüyordum. Görme ve işitme alanımızı sınırlayan farklı dalgalar ya da gözlemciye göre şekillenen ışık-dalga prensibi ise fotosentezi bile kendi gözlemlerimle deneyimlemem gerektiğini gösteriyordu. 

Üç boyutlu yaşam, mutlağın yansıması olmalıydı. 

Hayat böylesine komplike bir sistemin bir projeksiyonuysa, bunun bir amacı olmalıydı. "Amacımız neydi?" Bu, nihai soru olmalıydı. Ama Ege'yi deneyimleyen benim sorum şuydu: "Yarıda kesilmem, tamamlanmamı engelleyebilir mi?"

Yazımı sonlandırırken, amacın büyüklüğünü, ürkünç olasılıklar içindeki büyük teorimle perçinlemek istiyorum.

Ölse de ölmeyen bir vazifelinin dünyada nadir bulunan o katmanla bağı ne tür sonuçlara yol açardı?

   Yazımı bitirip defterimi aheste aheste geri yerleştirirken gözüm işlevini kulaklarıma yeniden devretmişti. Dostlarımın daha önce dinlediği hiçbir defter sayfasından bu kadar güçlü bir şekilde ürpermediğini bilmem sınırlarımı zorluyordu. Aynı anda Korkut amca ve Kader teyze cephesindeki sessizliği sindiremezken, Orbey dedenin dikte edici, bilinmezliğe gömülü bakışları bir şey olacağına delaletti.

   "O defter... Ege..." dedi Korkut amca sesinde fantastik bir dünyanın kapılarını aralarcasına bir enerji ile, "tıpkı yazındaki gibi üç boyutlu dünyanın ötesini de kapsayan bilgileri içeriyor. Sen bir öğretmensin Ege. Maceraperest bir öğretmen... keşke öğrencilerin seni dinleseydi."

   "Belki de onlarla hiç tanışmayacaktık bey." dedi Kader teyze, "Hatalar bizi birleştirdi."

   "Hayatın planına müdahale etmek ancak zarar verebilir." diye ekledi Orbey dede, "Yaşananlar pek tabii bir hata, düşüş gibi görünür. Fakat..."

   "Işığın uzanamadığı her karanlık nokta, her an zehrini akıtmaya muktedirdir. Düşüşler, hatalar, kayıplar... hepsi nihai planın parçasıdır." dedim.

   "Büyük büyükbabamın vedalaşmadan önce aileme verdiği notu hatırladım." dedi Melodi, "Bir müzik kutusunun üzerine yazmıştı. Notu ancak kutuyu açtığımda okuyabiliyordum." Gülümsüyordu:

   "Yaşamın tüm parçaları, karanlığı sevebilecek kadar güçlü gözlere kavuşmak için hazırdır."

   Sözü söylerken Melodi formunu bırakmış, adeta hayatımda hiç görmediğim Beyefendi'ye dönüşmüştü. Vurgusundaki keskinlik DNA'mın görünmeyen katmanlarını bile aktifleştirecek türdendi. Sanki bedenimi terk etmiş, yaşamın çok boyutlu dansına ortak olmuştum. Karanlığı sevebilecek kadar güçlü gözlerdim adeta. Ama bunu hak etmem için yapmam gereken... yüzleşmekti.

   "Evlat! O çok merak ettiğin dördüncü basamağa gitmeye hazır olasın."

   "Hazır mısın?" diye soracaktınız herhalde." dedi Toprak.

   "Hazır olasın." diye ısrar etti Orbey dede.

   "Hazırlar." diye destekledi Korkut amca, "Sizi çok seviyoruz. Kavuşacağımız an için... sabırsızlanıyoruz." Gözyaşı döktüğü hissine kapılıyordum. Vedalaşıyorlardı. Sohbeti niçin kesiyorlardı?

   "Sizi bekleyeceğiz yavrularım." dedi Kader teyze bir anne şefkatiyle gözyaşını çoktan teslim ederken, "Kendinize çok dikkat edin, olur mu? Bu, sizin kendi yaratımınız. Hatırlayacaksınız."

   Kötü hissediyordum. Bu his, onların duygusallığından ya da benim henüz zamanını bilmediğim yüzleşmeye giriş heyecanımdan kaynaklı değildi. Başım dönüyordu. Sünnet olduğum gün beni iğne ile bayılttıklarında yaşadığım hisse benzer bir histi. Gitgide yükselen... Serhat'a yöneldiğimde, yüzünün büyüyüp küçüldüğünü, sanki etrafımda döndüğünü algıladım. Fakat yerindeydi; benim gibi ürkmüş görünüyordu. Diğerlerine gözlerimi yöneltirken kapanma hissi aldım; kaslarımı kontrol edemiyordum! Ne oluyor? Hayır, hayır, hayır! Olmaz, bu... ne? Orbey dede!

   "Sen... ne yaptın?" diye düşmek üzere olan Toprak'ın sesini işitmemle ses kesildi. Sessizlik... karanlık... bilincim? Evet... tuzağa düştük! 

Korku Tutkunları | İlk MaceraWhere stories live. Discover now