49. Bölüm: İyi ve Kötü Yoktur, Deneyim Vardır

43 7 117
                                    

   Orbey dede gürledi, tek nefeste konuştu: "Korkut'un kulağına küpe ettiği bir söz vardır evlat, muhakkak söylemiştir. Zihin zeki değil..."

   "Yaşam zekadır." diye tamamladı Yağmur, "Beyefendi'nin öğretilerinden biri. Burada deneyimleyeceğimiz durumlar... ama ben hepsini haritaya bağladım."

   "Harita mı?" dedi Orbey dede, "Harita sizi yalnızca bizim giremediğimiz kapıdan içeri geçirecek."

   Serhat, tek katlı binaların arasında volta atıyor, yüz ifadesinde gizlediği bir şey hatırlıyorum mesajıyla hamle yapmaya hazırlanıyordu. En yakın dostlarımı kitap gibi okumamın böyle bir durumda faydası olacağının şakasını bir süre öncesine dek yapamazdım bile. 

   "Aynı soruyu temcit pilavı gibi tekrarlattırmadan Orbey Bey," Ellerini yükselircesine havaya kaldırdı, "hepinize şaşkınlıktan tutulma yaşatacağım bir şey söyleyeceğim. Ensō."

   Ah! Serhat haklı! Çember konusu kısa bir süredir aklımızda yoktu; hayatımın en uzun gecelerinden birine sığdırdığımız ürkünç gelişmeler, olasılıklar ve önlemler sanki Ensō konusunu tamamen unuttuğum hissini vermişti. Neticede Yağmur'un taşındığı eve kazınmış Ensō sembolü, Orbey dedenin tabiriyle, yüzleşeceğimiz dördüncü katın özü olabilirdi. Hatta, harabeden farksız yapıların üstünün niçin tamamlanan çemberle ve hayalet sembolüyle çizildiğini açıklayacak sürece Serhat sayesinde girmiş olabilirdik.

   "Anlat bakalım Serhat," dedi Orbey dede, "O şey nereden aklına takıldı?"

   Serhat bana göz kırptı; kasabanın keşmekeş atmosferinden sıyrılan kalbin havasını derinlemesine soludu: "Çocuklar. Burada kasabalı zombilerin bulunmamasının ötesinde, beynimin kapılarının açıldığını hissediyorum. Toz tutmuş resmen, süpürgemi getirin!"

   "Kalk sen getir, uşağın mı var?" diye zıpladı Melodi.

   "Birleşmeyen parçalar var." diye adımlarını Orbey dedeye yönlendirdi Toprak, "Yokuştan önce hissettiğimiz görünmez enerji ve öncesinde gördüğümüz Bitmezçember kurbanları... bunlar ne anlama geliyor?"

   Orbey dede başını iki yana doğru salladı: "Yanıt sende evlat, sence ne anlama geliyor?"

   Orbey dede, kasabanın kalbinin bizde yarattığı değişimi vurgulamış, Toprak'ın bu soruyu yanıtlayacağından şüphe duymamıştı. Açıklama görevi onda mıydı? Zira bu konu hakkında bir tahmin yürütemiyordum.

   Toprak'ın tıpkı bizim gibi pozitif dürtülerle açıklama yapacağını, yüzleşmemize lezzetli bir baharat ekeceğini düşünerek büyük bir hata yapmıştım. Zira Toprak'ın yüzündeki korkuyu basit tabirle betimleyemezdim; yanımızdaki dönemeçle telepatik bir bağ kurmuş, hayatının en karanlık deneyimlerinden birini gerçekleştiriyormuşçasına çaresizdi.

   "Engel... olamadık."

   Ne demek istediği hakkında bir ipucuna bile sahip değilken, Orbey dede elini Toprak'ın omzuna bıraktı:

   "Onlara engel olmanızı istemedim. Vazifeniz bu değil. İkisi aynı manaya gelmez evlat!"

   Orbey dedenin bahsettiği konu, zavallı kasabalıların ölümü müydü? Onlar tam dibimizde... ölmüş müydü?

   Bu, lotus çiçeğinden farksız duygularımızı kaplamış yosundan farksızdı. Bu... ıstıraptı. İki elimi şakaklarıma sıkıştırmış, durumun etkisini sindirmeye çabalarken Orbey dede Toprak'ın omzunu sıktı:

   "Vakit yaklaşıyor. Anlat evlat. Ne görüyorsun?"

   Toprak'ta böyle bir yetenek olmamalıydı. Orbey dede onu kendisinden bile iyi nasıl tanıyabilirdi? Bu soru, yanı başımdaki insanların görünmez bir etki tarafından kurban edilmelerine duyduğum odağı kendisine çekmişti. Nefesimi çevirirken Toprak anlatmaya başladı:

   "Hayır... Ege... kimse ölmemiş. Kimse... ölmemiş!" Gözleri bambaşka bakıyordu; sanki kelimeler uçurumun dibinde kalmış, gözleri kanatlanarak anlatımını sürdürmüştü, "Ölmelilerdi! Çemberleri tamamlanan insanlar bu dönemeci tırmanıyor, varlıklarına duvar örülüyor; bilinçlerine... ruhları, onun için besin oluyor..."

   "Toprak?"

   Ona seslendim çünkü kendinde değildi, hipnoz etkisi altında olmalıydı. Onu kasabanın kalbi mi böylesine etkilemişti? Bizi harika bir şekilde hissettiren bölge onunla başlayıp bizi saran negatif etkiyi niçin barındırıyordu?

   "Mani olma delikanlı!" diye hırladı Orbey dede, "Sorunu anlıyorum. İyice işit, muhakeme etme."

   Orbey dede bu kez benim dişlerimi gıcırdatmama yol açmıştı. O sırada Toprak kaşlarının arasını kırış kırış edercesine çattı:

   "Bu, çok zeki... karanlık zeka... görüyorum, ama silik silik... çözemiyorum... o şey... güç kaybetmiş olmalıydı. Korkut amcayı kandırdı... bizi... istiyor."

   Yağmur, Toprak'ının göz göre göre kurumasına izin vermeden bir atlet hızında koşup onu kendine çekti. Toprak o etkiden kurtuldu; acı içinde inlemeye başladı. Yağmur, dostumu omuzlarından sımsıkı sarıp sarmalarken bir eliyle gelmememizi işaret etti. Orbey dede müdahale etmeye bile yeltenmemişti. Onun nefes nefese kaldığını işitmek dün geceyle birlikte en büyük sınavımdı. Göz pınarlarım bu acımasızlığa dayanamayacaktı. Pınar, durumdan ne kadar etkilendiğimi çoktan fark etmiş, bileğimi acıtırcasına sıkı tutmuştu.

   "Ne yapıyorsun?"

   "Burada kal. Bilinci açık olan yalnızca siz değilsiniz. Yağmur ne yaptığının farkında."

   Pınar'a hayretler içinde bakakalmıştım. Başımı Yağmur'un Toprak'a can olduğu ana çevirdim; Toprak'ın kendine gelmesiyle ona koşulsuz şefkat ve minnettarlıkla sarılmasına... eski dostum, can yoldaşım... Gözyaşı dökmeyeceğine iddiaya girebileceğim Toprak'ın çocuklar gibi saf duygularla ağlaması, direncimi tamamen kırmışçasına ağlamama öncü oldu. Ve Pınar güçlü duruşunu gözyaşlarıyla değiştirmeksizin bana tek koluyla yaşam oldu. Bu hissi daha önce hiç yaşamamıştım. Sıcaklığı... ben... çok güçlü hissediyorum!

   Pınar, aldığım her soluğun göz pınarımı müthiş bir hızla kuruttuğuna kendinden emin bakışıyla şahit olurken, bir şeyler paylaşma hazırlığında olduğunu sessizliğiyle göstermişti. Ve aynı anda, içimde siper ettiğim kara kaplı defterimin bir öncekinden daha güçlü bir enerjiyle titreştiğini sezdim.

   "Anlat kızım." diye öne atıldı Orbey dede, "Bize sevgiyi anlat."

   Pınar, ne kadar süreceğini kestiremediğim serüvenimiz boyunca hafızamın köküne kazıyacağım tarihi konuşmayı yaptı: 

   "Toprak, vazifesi için el değmemiş, ürkekliğinden bulut bile geçmemiş şeytani bir krallığın surlarına dayanan bir şövalyeydi. Kimsenin cesaret edemediği kaleden içeri girdi, kaleyi fethin ilk adımını attı. Koşulsuzca... fakat kurudu Toprak. Cesaretin bedelini ödemeliydi zira. Fakat unuttuğu, teslimiyetle çıkılan yolda bulutların Yağmur olacağıydı. Kaleyi fetih kaçınılmazdı artık. Bu kavuşumdu sevgi... iyi ve kötüyü koşulsuzluğunda eriten, nihai deneyime çıkan..."

   Orbey dedenin filizlenen gurur tohumları Bitmezçember'in kalbine ağaç olmaya başlamışken, geçmiş ve geleceği perçinleyen defterim yerinden çıkmaya yüz tuttu. Hazırsın.

Korku Tutkunları | İlk MaceraWhere stories live. Discover now