27. Bölüm: 634

56 9 57
                                    

   "Bu kasabada kaç yerli yaşıyor ki?" dedi Toprak, "Sokak lambası olmasa buranın komple terk edildiğine emin olurdum. Arabanın burada gizli olduğunu hiç kimse mi anlamayacak yani?"

   Pınar çenesini ovuştururken salkımların arabayı tamamen kaplayıp kaplamadığını kontrol etti. Nitekim arabanın farlarının yanmaması kasabaya girdiğimiz ilk andan itibaren kimse tarafından gözlemlenmediğimiz hissini güçlendiriyordu; tehlikeli bölgedeki tehlike her neyse, o şey tarafından...

   "Başımızı sokabileceğimiz, terk edilmemiş ya da bize terk edilmiş bir ev varsa gizli otoparka yakın olmalı." diye konuşmayı sürdürdü Toprak, "Tüm eşyalar elimizdeyken bilinmezliğe koşamayız. Hızımızı keser."

   Yağmur, Toprak'a hak veren bir ses tonuyla ekledi: "Haritada kalacağımız yer bile yazıyordur. Ama çok..."

   "Karmaşık." diye tamamladı Melodi, "Araba tekerlerinden adım izlerine evrilen yolda bir dönemeç var. Hem tehlikeli bölgenin hem de kasaba girişinden bakan bir gözün göremediği yolun saptığı bir dönemeç. Oradan geçeceğiz."

   Melodi aracın içinden kaptığı çantayı sırtladı. Salkımın içinden iki kolunu yana açarak geçti ve salkımın görünümünü karşıdan bakan insana göre engelleyen taş duvara yapıştı. Dikkatle başını ana yol tarafına doğru çevirdi. Yumruğunu tam da planladığı gibi ilerlediğimizi vurgularcasına sıktı. Eliyle gelmemizi işaret etti.

   Hepimiz kasabada geçireceğimiz süre içinde yardımcı olabilecek etkili gereçleri kendimizi rahatlıkla kontrol edebileceğimiz şekilde yanımıza aldık. 

   Gün batımı etkisini tahminimden de hızlı göstermişti. Dakikalar içinde karanlık kasabaya hükmedecek, bizse yepyeni bir sokak lambasına mecbur kalacaktık. Adımlarımızı hızlandırmayı ve haritanın talimatlarındaki hiçbir detayı göz ardı etmemeyi arzuluyordum. Bu konuda hemfikirdik; görev dağılımımız takdir edilesi bir seviyede ilerliyordu. 

   İkişerli sıra olup girdiğimiz dar patika bize bereketsiz bir köy izlenimi veriyordu. Serin atmosfer iç ürküten bir soğukluğu kucaklarken bu soğuğun kaynağının mistik kasabaya küsen hava mı, yoksa havadan bağımsız bir sürpriz mi olduğunu sorguluyordum. 

   Hafif dik patikayı tamamlamaya yakınken derme çatma yapıların olduğu bölge tüm bilinmezliğiyle keşfe hazırdı. 

   Evler yeniden karşımıza çıkan sokak lambalarından anlaşıldığı üzere kasaba girişindeki terk edilmiş ceset yığınlarına göre daha yaşanabilir bir görünüme sahipti. Hatta Toprak'la içeride yaşayan insanlar olabileceğine hemfikirdik. Serhat ise katanasından vazgeçmiş görünüyor; olmayan ağaçlardan bir parça dal koparıp içeride bize saldırma girişiminde bulunacağını iddia ettiği zombileri haklayacağını Melodi'ye aktarıyordu. Melodi ise ona aynı ruh haliyle karşılık veriyor; bir dalın asla işe yaramayacağını, hayaletlerle mücadele etmesi gerektiğini vurguluyor ve bir elektrik süpürgesi tedarik etmediği için onu haşlıyordu. Bitmezçember'e daha yüksek titreşimde giremezdik. 

   Bir anda "Durun!" diye kısık sesle anırdı Serhat, "Bir şey var. Sakın hareket etmeyin!"

   Serhat ve Melodi arkamızda olduğundan sesin geldiği noktaya daha yakın olmalılardı. 

   "Ben de duydum." diye destekledi Melodi, "Hışırtıydı. Doğaüstü fenomenler... rahat olun, takip edilmiyoruz."

   "Takip edilsek de sorun değil ki." dedi Toprak, "Arkamızda kapı gibi Serhat var. Bizi uyardı çünkü bizi tehdit eden o şeye karşı yapacağı hareketler ödümüzü yerinden çıkarabilirdi."

   Bu kez Toprak bizi güldürmüştü. Serhat'ın Toprak tarafından el feneriyle aydınlanan gıcık olmuş yüz ifadesini gece boyu hatırlayıp gülmek ruhumdaki korku tutkunu olmayan küçük parçanın tek dileğiydi. Fakat adımlarımı buraya getiren ruhumun büyük ve cesaret dolu parçası bu gece elle tutulur sonuçlar almak için can atıyordu. Ve paranormal bir olaya tanık olmak için...

   "Çevrede ağaç yok, neyin hışırtısı bu?" dedi Pınar. Haklıydı ve ciddiyeti beni anında sarsmıştı. Buraya geldikten itibaren girdiği ciddi form, onu rahatsız eden kabusun tahminimden çok daha etkileyici olduğunu gösteriyordu. Sahi, Bitmezçember'in zifiri kabusuyla yüzleşmemize belki de ramak kalmışken, her şeyi sandığımızdan daha hafife mi alıyorduk?

   "Hışırtının kaynağına bakmalıyız." diye ekledi Pınar, "Bir ipucu bulabiliriz."

   "Yani B planına geçiyoruz." diye söze girdi Yağmur, "Bir ipucu gerektiren durumda aramızdaki göz temasını bırakmadan dağılacağız."

   Toprak elindeki feneri sesin geldiğini belirttikleri yöne doğru tutarken, Serhat çantasındaki büyük fenerle bir adım öne çıktı. Hepimiz tümsekli yolun herhangi bir yerinde çıkabilecek noktaya odaklıydık. 

   "Feneri yerleşim yerine doğru tutma Serhat!" dedi Melodi. Serhat farkındalıkla "Sanki bilmiyoruz, gıcık..." diye vızıldasa da Melodi'nin olası hışmına uğramamak için onu görmezden geldi.

   Bir dakika boyunca aradığımız noktalarda hışırtı oluşturabilecek bir kaynak bulamadık. Tam vazgeçmişken, Serhat elindeki feneri tam arkamıza, yani geldiğimiz yöne doğru tuttu. O an gözümüzün ferinin gideceği bir an yaşandı. Önce rüzgarla birlikte gelen bir ölüm ürpertisi, ardından kocaman, beyaz bir çarşaf... 

   "HA-HA-HA-HA-HAYALET!"

   Serhat'ın attığı nara tüm patika boyunca yankılandı. Serhat kontrolü kaybetmişçesine feneri savururken Melodi Serhat'ın bileğine yapıştı. Yağmur ise çarşafa... 

   "Gerçekten yoktan yere geriliyoruz he!" dedi Yağmur, "Çarşaf sandım, poşetmiş."

   "Kimin poşeti bu be!" diye kükredi Serhat. Feneri poşete tuttuğunda ne bir iz ne bir delik fark ettik. Elimizdeki tek ipucu, varmak üzere olduğumuz yerde altımızın haricinde birilerinin yaşama olasılığıydı. 

   Beş dakikalık hızlı tempo yürüyüşün sonunda yeni sokak lambasının altına girmiştik. Dört yanımızı saran iki katlı evler ve ortası boş minyatür meydan eskiden çok şirin bir yaşam olduğunu söylese de, Korkut amcanın paylaşımlarına göre durum tam tersiydi. Bu gerçek beni istemsizce karamsarlığa sürüklüyordu. Nefesimi kontrol etmekte güçlük çektiğimi fark eden Pınar kolumu tuttu:

   "Sokak lambası hiç de eski değil. Korkut amcaların işi olmalı."

   O sırada Melodi Yağmur ile birlikte haritaya odaklandı:

   "634"

   Yağmur'un çıkışıyla "Aaa, ilkokul numaram!" diye fırladı Toprak, "Bu sayıya ya da saate baktığımda gördüğüm 16:34'e çok sık rastlıyorum. Algıda seçicilik değil."

   "Sanki her şeyin simülasyon olduğunu hissettiren mesajlar, değil mi?" dedi Yağmur, "11:11 gibi..."

   "Evet, 11:11 gibi..." Toprak'ın utangaç bir forma dönüştüğünü kanıtlayan sesi Pınar'ın nokta atışı hareketiyle kesildi:

   "634 bizim anahtarımız olmalı. Kapılara tek tek bakacak ve doğru evi bulacağız."

Korku Tutkunları | İlk MaceraWhere stories live. Discover now