31. Bölüm: Kasabanın Kalbi

83 10 44
                                    

   "Be-be-be-be-be..." Serhat'ın tansiyonu düşmüştü. Hortlak görmüşten farksızdı. Nihayetinde bu şapşallığın sebebini anında idrak etmiş, gülmekten kendimi alamamıştım. Melodi tahmin ettiğim yanıtı vermekte gecikmedi.

   "O benim büyükbabam değil. Serhat? Manyaksın sen gerçekten..."

   "Bitmezçember'in emektar Hasan'ının beyim demesine ne demeli Melodi hanımmmm!"

   "Her bey Beyefendi mi oluyor yahu?" dedi Toprak.

   Serhat kükremekte gecikmedi: "Beyim, beyim! Zat-ı şahanenize sormak istediğim bir sual var. 

   Siz bu kasabanın nesisiniz?"

   Serhat kantarın topuzunu bu kez fena kaçırmıştı. Karşısında tüm heybetiyle, bir imparator edasıyla duran saygın kişilik benim şakacı dostumu emir eri yapabilecek bir şekilde duruyordu. Sahiden, ilk izlenimimde bir büyükşehri bile rahatlıkla yöneteceğine şüphe bırakmayan bu adam niçin Bitmezçember'deydi?

   "Bendeniz bu kasabanın başıyım. Orbey."

   "Bu harika bir haber." dedi Pınar, "Az önce konuşulanları işittiniz mi?"

   "Bakmayın ihtiyarlığıma, hassastır kulaklarım." dedi Orbey dede.

   "Size nasıl hitap etmemi istersiniz?" dedi Serhat, "Orbey bey, Bey, Orbey dede, ya da ne bileyim, Orbey ağabey bile olabilir."

   "Dilediğini söyle evlat." dedi Orbey dede, "Siz epey düzgün, hakkaniyetli gençlersiniz. Eh, niçin geldiğiniz az çok anlaşılıyor."

   "Niçin geldik?" dedi Yağmur.

   Orbey dede Yağmur'a bakakaldı. Onu böyle tutuklu kılan soru değildi sanki, başka bir şey vardı Orbey dedede. Bunu Yağmur'un, dolayısıyla Toprak'ın da fark ettiğini biliyordum.

   "Hasan'la konuştuğunuz gibi evlat... hakikati öğrenmek adına."

   Söz bayrağını devraldım: "Hakikat dipsiz bir kuyu gibi, elimizde fenerle bilinmezlik kuyusuna girdik. Girdik girmesine, ama bu hakikat çok katmanlı; kabuslardan kehanetlere dek uzanan... anlıyor musun bizi Orbey dede? Burada kısa süre de olsa misafir olmak istiyoruz."

   Orbey dedenin kasabanın zifirisine zıt, masmavi gözleri ışıldadı: "Benimle gelin, size kısa bir kasaba turu attırayım."

   Hep birlikte dükkanı terk ettiğimizde Orbey dede cebinden çıkardığı neredeyse iki düzine anahtarı barındıran anahtarlığı çıkarıp tek seferde seçtiği anahtarı kapının kilidine taktı. 

   "Çok rahat, çok profesyonel." dedi Serhat, Melodi'yi dirseğiyle dürterek. Melodi'yi avına odaklanmış bir vaşaktan farksızken güldürmeyi başarmıştı.

   Orbey dede kararan göğün en kızıl tonuna baktı. Tek nefeste Bitmeçember'i solurcasına iç çekti. Ve adımlarını yokuşa doğru sürdü.

   Orbey dedenin peşine takıldık. Yokuş bizi neredeyse son bir haftadır gündemimiz olan gerçeklere çıkarıyordu. Melodi'nin haritayı Orbey dededen gizlemesi ise niyetimizi büyük ölçüde belirtse de kimseye güvenmememiz gerektiğini vurguluyordu.

   Serhat höykürdü.

   "Ben tek boynuzlu bir at değilim Orbey dede. Şuraya bak, görüş açıma üç dört beş pencere vuruyor, diğerleri zifiriden görünmüyor bile. Terk edilmiş harabeler arasındaki ciddiyetiniz örtüşmüyor."

   Serhat'ın tabiri başlangıçta kıkırdamama yol açsa da, cümlesinin devamındaki haklılık payı tüylerimi kımıldatmış, tüm yokuşu analiz etmemi sağlamıştı. Fakat benim dikkatimi ışığın yokluğuyla kendini gizleyen pencereler değil, yolun üstüne serpilen tuğla ve kaya parçaları; yakınından geçtiğim evlerde yarısı çıkık beyaz perdeler, yarı açık tahta kapılar ve... ne? Bu bir şaka mı? Terk edildiğine tüm varlığımla bahse girebileceğim her evin duvarında tamamlanan çember sembolü ve sembolün ortasında çarşaflı hayalet sembolü vardı. Bitmezçember... o evlerde yaşayanların yaşam çemberi mi bitmişti yoksa? Kasaba ziyaretimin hemen öncesinde gerçekleştirdiğim odaklanma çalışmalarım işe yaramıştı. Orbey dedeye çaktırmadım; dostlarıma başımı çevirmeden dikkat kesilip yüz ifadelerinden sembolü fark edip etmediklerini anlamaya çalıştım. 

   Pınar'ın bana yardımcı olduğunu algılamak saniyemi bile almadı. İki gözünü kırparak başını öne doğru sallamasıyla yalnız olmadığımın rahatlığını hissettim. Diğerleri yolun tam orta hizasında yürüdüklerinden olsa gerek farkındalık hissi vermemişlerdi.

   Beynimin bambaşka kısmı ise Orbey dedenin Serhat'ın çıkışına tepki vermediğini hatırlatıyordu. Yüzündeki tebessümün ağırlığı da neyin nesiydi? 

   Durdu. Adımlarını sözlerin hükmüne teslim etmişti. Başını Serhat'a çevirirkenki mistik tavrı kulaklarımı yüreğime açmıştı:

   "Işıkların yanmaması, bu kasabanın terk-i diyar olduğu manasına gelmesin. Kasaba canlı."

   "Işıkları kapatıp da ne yapıyorlar?" diye hırladı Melodi.

   O sırada ışıkları açık olan tek tük evler de karanlıklar kervanına katıldı. Bu, Orbey dedenin haklı olduğunu gösteren mühim bir detaydı. Ama mantıksızdı. Neden?

   "Ölü evler suallerinize yanıt bulmaz, evlat." dedi Orbey dede az ileride karşılaşacağımız sokak lambasının ışığı bir sonraki dönemece hafif hafif vururken, "Kasabalıların gece yarısı gün batımıdır."

   Orbey dede bize gerçekleri sindire sindire açıklıyor olmalıydı. Bu açıklamanın bizi soru işaretleriyle dolu bir dalga gibi yutması dışında bir sorun yoktu. Havanın kararmasıyla bu kasabada nasıl bir tehlike mevcut olabilirdi? 

   Az önce ışığı kapanan evin yanından geçerken duvarların sapasağlam olduğunu, bacanın tüttüğünü, fakat hiçbir saksının ya da tercihen kullanılabilecek bir süsün evin dışında yer edinmediğini algıladım. İnsanların bir hobisi bile yoktu! Burada yaşamaları gerektiği için yaşıyorlardı, emindim. 

   Dönemeci geçtiğimizde iki zıt duygu saç tellerime kadar dalga dalga işledi: Huzur ve korku.

   Huzurluydum. Kasabaya girişte ve biraz ilerlediğimizde gördüğüm meydan benzeri çembersel bölgeyle yine karşılaşmıştık. Beni rahatlatan, duvarları sembolle çizili bir eve rastlamamak; kepenk kapatan dükkanlar görmek, daha fazla ışığa maruz kalmak, ve... Korkut amca ile Kader teyzenin varlığını hissetmekti.

   Fakat korkuyordum da. Öyle ya, haritaya göre kasabanın en tehlikeli yerlerine çok daha yakındık ve iki katlı evlerin arasında bize göz kırpan zifiri bunu kanıtlıyordu.

   Kalacağımız yer buradaydı; hislerim beni yanıltmayacaktı. Çünkü kısa süre öncesine dek haritada fark ettiğimiz kalp işareti bu bölgedeydi.   

Korku Tutkunları | İlk MaceraWhere stories live. Discover now