4. Bölüm: Kasvetli Toplantı

199 18 98
                                    

   Hayatımın en ürpertici gecesini tüy gibi hafif hissettiğim bir uykuyla noktalamış, hafta sonunu kuş cıvıltılarına eşlik ederek karşılamıştım. Hava bulutsuzdu. Ekim ayının kasvetine tutkunluğum, gün ışığının besleyici enerjisini arzuladığım gerçeğini değiştirmiyordu. Çocukların beni anlayışla karşılaması ve benimle aynı frekansta titreşmesi yaşam enerjimi farklı bir boyuta taşımıştı. Onlara bir kahvaltı sürprizi yapmazsam hafifliğim son bulacaktı. Acele etmeliydim.

   Ev bıraktığım gibiydi. Ne görünürde Toprak'tan bir iz vardı ne de Serhat'tan. Hazırlanıp evden çıkmam ve erken saatte kepenkleri kaldıran bir market bulmam biraz meşakkatli olsa da fırından aldığım sıcacık ekmekler ve envaiçeşit kahvaltılıkla bölümü geçmiştim. Serhat'la yaşımız çeyrek asra dayanmasına rağmen her fırına gittiğimizde ekmek burnu koparma savaşı veriyorduk. Bu kez horul horul uyuyan dostuma bu fırsatı vermedim. Burun benimdi. 

    Her şey planladığım gibi ilerlerken, önce Toprak ardından Serhat masanın muhteşemliği karşısında neye uğradığını şaşırdı. Şoke olmuş yüzlerini görmem, kendimle gurur duymama yol açıyordu çünkü bu, her zaman yaptığım ve yapabileceğim bir sürpriz değildi. 

   "Ulan diyorum ki bu tıkırtılar da ne..." dedi Serhat, "sen var ya, adamın dibisin dibi!"

   Bir kolunu omzuma atarken masayı hayranlıkla izlemeye başladı. Bir an için abarttığımı düşündüm; burada sadece kuş sütü eksikti. Hatta üç kişi dahi doyabilirdi.

   "Seni uzun süredir hafif de olsa depresif görüyordum." dedi Toprak diğer omzuma kolunu atarken, "Aşık olmuş gibisin. Hep böyle ol dostum."

   Haklıydı. Kendimi dostlarımdan gizlememek böylesine güçlü etkiler doğurabilirdi. 

   Beklemeden masaya geçtik. Bendenizin ve Toprak'ın demli, Serhat'ın açık çayını hazırlarken ağzı ekmekle dolu Serhat sabırsızlık yeteneklerini oyuna sürdü.

   "Gölge ve kabusun bağlantısını konuşacaktık, unutma Ege." 

   "Tamam, tamam... çayını yudumla, boğazında kalacak."

   "O çayı nasıl içebiliyorsun ya?" diye araya girdi Toprak, "Git, su iç daha iyi."

   "Zift gibi çay içeceğime su içerim daha iyi." diye karşıladı Serhat. Ben de atışmalarına kahkahayla katıldım.

   On dakikanın ardından, kahvaltının tadı Nirvana'ya ulaşmışken gölge konusunu nihayet açtım:

   "Gölgeler hakkında deftere döktüğüm birtakım araştırmalar vardı. Mesela, kaynağı bilinmeyen gölgelerin yadsınamayacak kadar çok kişi tarafından görüldüğünü fark ettim. Bu vakalardaki ortak görüş, kaynağı olmayan bu gölgelerin bir anda çıkması. Bedene yayılan keskin soğukluk hissi ise her vakada yer almıyor. Peki gölgenin Serhat'ın gördüğü kabusla bağlantısı nedir?"

  Lokmalarını bitirmiş, tabakta duran top peynirleri öylece bırakmışlardı. Nefesimi toparlayıp sözlerimi sürdürdüm:

   "Sıradan bir kabusun yaşadığımız hayata bir etkisi yoktur. Gördüklerimiz bilinçaltımızda can bulur. Gölgeler de ancak ışığın engellenmesiyle oluşur. Bilime aykırı bir şekilde, fiziksel bir sebep olmaksızın hiçbir gölge tezahür edemez. 

   Demek istediğim şu ki Serhat'ın o akşam ve gece deneyimlediği iki olay aynı kaynağa bağlı olabilir. Doğaüstü bir kaynağa..."

   "Bundan emin misin?" diye sordu Toprak kaşlarını kaldırarak.

   "Hayır." dedim, "İstersek dün gece gördüğüm kabusu bile aynı konuya yorabiliriz. Bakın, tüm hayatımı adarcasına sorguladığım ve araştırdığım konular var, ama ortada gerçek bir kanıt yokken hiçbir şeyi kabullenemem." 

Korku Tutkunları | İlk MaceraWhere stories live. Discover now