58. Bölüm: MUSALLAT

40 7 187
                                    

   ...

   ...

   ...

   "Pınar!"

   Ses yoktu. Sırt üstü, yarı sert bir zeminde yatarken bilincim yerine gelmişti. Ben neredeydim? Elimi defterime attım. Şükürler olsun! Ama... göremiyorum!

   "Pınar? Toprak? Ses verin! Lütfen iyi olduğunuzu söyleyin!"

   Kahretsin! Yalnızdım. Karanlık bir odada, halı olduğunu düşündüğüm bir zeminin üzerinde... havanın işkenceden hallice, içime içime işleyen soğukluğu... orada her ne yaşandıysa, geceye dek bayılmış olmalıydık. Ya da kaçırılmış... bize bunu kim yapabilirdi? Orbey dede? Neden?

   Korkum, ilk düşünce sekansımdan anında baskın çıkmıştı. En küçük bir huzme bile görmeksizin benden başka birinin olmadığını algılayamamak hayatımda ilk defa delireceğim duygusunu zihnime ve diken diken olmuş tüylerime kazıyordu. Buz kesici sessizlik, beni anında şah damarımdan imha edecek bir tehlikenin avı olacağım ihtimalini bana geri dönüşü olmayan bir kaygı bozukluğu olarak yansıtmak üzereydi. Avuç içlerim şakaklarımı sıkarken, dizlerimi göğsüme çekmiş şekilde titreyerek yok olmayı bekleyemezdim. 

   Zihnim, kaygılarım bir anlığına sustu. Konuşan, beni hiç yalnız bırakmayan o sesti.

   Ayağa kalk, Ege. Olman gereken yerdesin. Doğrul, emekleyerek bir adım ilerle.

   Bu talimatı koşulsuzca uyguluyordum.

   Bir adım daha... ve evet, bir adım daha... sağ elini çapraz köşeye uzat.

   Ses kesildi. O an hissetmediğim soğukluk bir anda bedenime hükmetmek için taarruza geçti. Bir an bile beklemeden elimi uzattım. Ah! İşte bu! Büyük el feneri!

   Çaresizlik girdabından bir süper kahraman gibi yükselircesine güçlü bir ivmeyle ayağa kalktım. Umut tohumlarımı filizlendirmek için ihtiyaç duyduğum güneş el fenerimdi. 

   Çat

   ...

   ...

   ...

   "NE!!!!!!"

   Ha-ha-ha-hayır... bu mümkün değil? Hayır! Hayır! HAYIR!

   Toprak, Serhat, Pınar, Yağmur ve Melodi yanımdaydı; dün gece kaldığımız konakta. Ama... hepsi bel çukurundan çekilircesine yerden yarım metre kadar yükselmiş, el ve ayaklarının ucu halıya değecek şekilde, bilinçsizce uyuyordu! Mideme giren şiddetli kramp kasılmama, bu anın şokunu gözlerimin yuvalarından fırlarcasına yaşamama yol açtı.

   "Çocuklar! Uyanın!"

   Nafileydi. Bitmezçember tarafından lanetlenmişlerdi. Yolculuğa defterime net bir kanıt bulmanın ümidiyle başlarken, hayal gücümün en derin katmanında bile mümkün kılmayacağım vaka bir adım ötemdeydi. 

   Bir kabus mu görüyordum? Yo... hayır! Uyanamıyordum! Kendimi yerden yere vursam bile buradaydım.

   Soğuk... hareket etmeye başladı. Kapalı camların ardında bir rüzgar edasıyla gelen kımıltı, lanetin nefesiydi. 

   Hareket etmeli, dostlarımı canım pahasına da olsa kurtarmalıydım. Pınar'a doğu attığım ilk adım, yerin zifiri bir bataklığa bürünürcesine bacağımı çektiği hissini verdi. Fakat bu, lanetin kaçınılmaz nefesinin bacağımı kilitlemesiydi. 

   Her şey yolunda Ege. Işığını kullan.

   Bu, benim ilk büyük yüzleşmemdi. Tuttuğum nefesimi yavaş yavaş bırakmayı başardım. Ciğerlerim ağır bir şekilde lanetin bile erişemediği saf havaya ulaşırken, gözlerimde beliren tek detay dostlarımın kendinde olmasıydı. 

   Ve öyledir...

   Çat!

   Herkesin bilinci aynı anda kalçasını halının üstünde bulurken yerine geldi. 

   "Şükürler olsun... herkes iyi mi? Nefesinizi tutmayın, her şey yolunda."

   Odanın çığlık çığlığa kalacağını düşünmüştüm, ama herkes şokun etkisini sessizlik içinde titreyerek geçiriyordu. Yaptığım hamle... işe yaramıştı! Onların bu etkiden hızla kurtulmasını sağlamak için hepsine teker teker sarılarak sözlerimi ilerlettim:

   "Her şeyi çözeceğiz. Şunu unutmayın, olmamız gereken yerdeyiz. Her şey yolunda millet. Bir aradayız, bildiğimiz yerdeyiz. Ve evet... yüzleşme gecesindeyiz."

   "Yani..." diye kekeledi Serhat, "Dördüncü basamak bu mu? Ve benim çanağım neden acıyor? Yüksekten düşer gibi uyandım. Acımaması lazım. Ege? E-e-ege?"

   Serhat küçük dilini yutmuştu. Cin gibiydi; doğru zamanda açıklamak isterken beni kısa süreliğine allak bullak etmişti. Sanırım olanları bilmelilerdi; doğru zaman, zihnimden geçen zaman değildi zira. Dudaklarına vurulan kilidi kaldırmadan beni pürdikkat dinleyen dostlarıma her şeyi açıklamaya başladım:

   "Orbey dedenin evindeyken, aynı anda bilincimize kısa süreliğine ara verdik. Hatırlıyor musunuz? Bize veda ettiler. Durumun farkındalardı. Hayal kırıklığı içindeyim çocuklar. Çayın içinde bir şey vardı."

   Serhat'ın ardından dili çözülen Toprak'tı: "Ona güvenmemeliydik. Hiçbirine güvenmemeliydik! Göz göre göre avlandık. Ege! Başardılar. Biz... kaybettik!"

   ÇAT!

   Odanın kapısı kırılırcasına şiddetli bir gürültüyle kapandı. Bu kez herkesin dili çözülmüştü. Kendinden bir hayli uzak dostlarımın ilk seçeneği kaçmaktı. İç sesim, bir süre daha bu odada kalmamız gerektiğini söylüyordu.

   "Durun! Bana güvenin!" Kapının önüne set çekmiştim. Soğuğu hissediyordum; bedenimin içindeydi; kalbimi alay edercesine gıdıklıyordu. 

   Dayan...

   "Ege sen ne yaptığını sanıyorsun?" diye ateş püskürdü Pınar. Onu kendini kontrol edemezken görmek sınavımın az öncekinden büyük olduğuna bir işaretti.

   "Lanet içimize işliyor Pınar!" diye kükredim, "Dışarısı güvenli değil ve biz yüzleşene dek bu oda dahi güvenli olmayacak. Bulunduğumuz en doğru yer burası. Havalanmanıza rağmen..."

   "Havalanmamıza mı?" dedi Yağmur. Donuktu. Başı kanepeye dönüktü. Gitgide enerjisinin çekildiğini hissediyordum.

   "Yağmur! Toprak, kanepeye bakmasına izin verme dostum. Kendi merkezimizde olmaktan başka bir çaremiz yok!"

   Toprak her şeyin farkına varıyordu. Vücudunu kandırdı, fakat gözleri... Yağmur zarar görmesin diye kurak olmaya razıydı. Ruhum derin bir of çekti, dudaklarıma yansıtamadım. 

   "Ege. Biz havada mıydık?" dedi Melodi kısık sesle.

   Başımla onayladım. 

   Dostlarımın nutku tutulmuştu. Musallata gözlerimle şahittim, ama ne yaşadıklarını anlamam mümkün değildi. O sırada bilinçsiz oldukları için benden farklı bir his almamış olmalılardı.

   "Levitasyon..." diye konuya girdi Pınar, "Kendimi Orbey Bey'in evinden burada bulduğum kayıp sürede parmak uçlarımdan saç tellerime uzanan bir ölüm yolculuğuna çıktığım hissini yaşadım. Bilincim yerindeydi, ama düşüncelerim... hayır, onlar yoktu. Pınar yoktu Ege. Sadece yok oluş vardı. Yok oluyordum!"

   Pınar... seni geri kazanmışken, kaybetmem. Ne? Ben neler diyorum?

   Kendimde kalabilmek için başımı silkelerken, el fenerinin desteğiyle önümü görebildiğimden, camın arkasında saniyenin onda biri sürede görünüp kaybolan bir siluet beni kapıya vururcasına geri sıçrattı. 

   "Ne? Ne oluyor? Ne gördün?" gibi sorular dart gibi üstüme atılıyordu. Yutkunamadım. Bir çırpıda söyledim:

   "Yaşlı... çok yaşlı bir kadın silueti..."

Korku Tutkunları | İlk MaceraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin