53. Bölüm: Ve Kök, Yapraklara Fısıldar...

37 7 178
                                    

   Yirmi dakika sonra...

   Kasaba yolunu boylu boyunca geçmiş, kendimizi Bitmezçember'e girerken Hasan amcayla tanıştığımız meydanda bulmuştuk. Bu süreçte gördüğümüz tek tük dükkana girip çıkan, tek katlı çemberi tamamlanmayan evlerin önünde robot gibi hareket eden, bitap hale düşmüş kasabanın kısıtlı temel geçimini sağlayan insanlar gözüme bambaşka görünüyordu: Kurban, ruhsuz, bilinçsiz...

   "Meydandaki görkemli ev sizin, değil mi?" dedi Toprak. Tahmini doğruydu; ev Orbey dedeye aitti.

   "Dükkana hemen gelmenizin sebebi evinizin dibinde olmasıydı." dedim. Tahminim yanlıştı.

   "Ah, delikanlı... her adımınızda yanınızda olduğumu söylemedim mi? Arabayı doğru yere park ettiniz."

   "Hay bin BBG evi!" dedi Serhat, "Biz kasabaya değil, BBG evine girmişiz meğer. Korkunç! Felfena! Biri bizi gözetliyor..."

   "Dur oğlum, koparma yaygarayı şimdi..." diye hırladı Toprak, "Arabayı neden gizli bir bölmeye park etmemizi istediler?"

   "Dördüncü basamakta anlayacaksın evlat. Hiç şüphen olmasın."

   "Tamam da, bizi neden uyarmıyorsunuz?" dedi Pınar.

   "Saflığınızı bozamayız. Beyefendi'nin öğretisi kızım."

   "Yirmi bir dakika önce söylediğim söz hâlâ geçerli Orbey Bey!" dedi Serhat, "Yamılırsam..."

   "Risk saf tepkilerinizin temel taşıdır evlat." diye karşıladı Serhat'ın saçmalıklarının altında yatan mesajı baz alarak, "Korkunun özünde temkiniyet yoktur. Dilediğiniz kadar önlem alın; bu korkunç zekayı sizin planlarınız değil, anlık kararlarınız yenebilir."

   Şimdi Korkut amcanın verdiği mesajı algılamıştım. Oh... bu, gerçekten ağır... 

   Başkasının manastırına kendi kural kitabınla girmeye kalkma.

   Bu söz muhakeme sınırlarımdan kalbime an itibariyle yoğun bir şekilde işliyordu. Bize tüm bildiklerini anlatmamakta ısrar eden Korkut amca, Kader teyze ve Orbey dedenin ortak kararı, saflığımızı bozmamalarıydı. Tehlike sandığımızdan da büyüktü. Ah, evet! İkaz edecekleri herhangi bir uyarı ürküp yüzleşmemizden kaçınmamıza da sebep olacaktı. Saflığımızı yitirmemiz işten bile değildi. Devam Ege! Aynen böyle, dümdüz devam ediyorsun.

   Orbey dedeye tek kelime etmedim. Zira bakışlarımız anlaşmıştı. 

   Eve girerken tüylerim diken diken olmuştu. Orbey dedenin bizim için ayarladığı konağın enerjisinin bu evle çok benzer olması tuhaftı. Her bölgesinin ayrı bir atmosfere, apayrı bir aura rengine sahip olduğu Bitmezçember birbirine uzak iki yapıyı nasıl aynı kılabilirdi? Bu konuyu zihnime not almalıydım. Bir sır vardı ve elle tutulmaz rehberlerim beni doğruluyordu.

   Evin yapısı, gece kaldığımız eve göre başlı başına farklıydı. Örneğin, bu evin bir koridoru yoktu; evin çoğu ihtiyacını karşılayan, olabildiğine geniş bir oda ve odanın ucunda merdiven yer alıyordu. Öyle ki, mütevazı bir köy mutfağı, geniş ve yuvarlak bir masa, karşılıklı duran iki adet üçlü kanepe evin sol kısmına sıralanmışken, kapının sağ tarafında tek kişilik bir yatak bulunuyordu.

   "Üst katta kocaman bir Türk hamamı görmekten korkuyorum." diye dirseğiyle sürttü Serhat. Dudaklarım gülmemek için titriyordu.

   "Güzel latife evlat." dedi Orbey dede, "Gülesiniz."

   "Konunun ciddiyetine gülüşümle set çekmek istemiyorum Orbey dede." dedim.

   Orbey dede odanın mutfak bölümüne doğru yürürken, çıkışımla birlikte bir heykele döndü. Kalakalmıştı. Niçin?

   "Ege? Yine ne tür bir terslik yapmayı başardın?" dedi Pınar tek bakışla boyun eğdirecek kadar güçlü bakışı ve hükmedici ses tonuyla. Enerjim bir anlığına tepeden tırnağa Pınar'ın kontrolüne geçmişti.

   "Ben..."

   "Sen?" Düşünce mekanizmam durmuş ve Pınar gözlerimi üstüme dikmişken Orbey dede çözüldü:

   "Pınar'daki tuhaflığı pek tabii bilirim Ege. Diğerlerine bak hele. Değiştiler, alışırlar."

    Serhat'ın gözü kulağı tüm evdeydi; ciddiyeti ürkütücüydü. Kaşları niçin böyle çatık? Neler oluyor? Toprak ise gözlerini kapamıştı. Aldığı her soluk midesini bulandırırcasına ağır geliyor, bu his dudak kıvrımlarından anlaşlıyordu. Yağmur'un gözleri sert, kararlı ve tehlikeli bakıyordu. Kasabanın kalbinde ondan bu esintiyi almıştım, ama burada bambaşka bir Yağmur vardı. Ama neden? Ve neden ben aynıydım?

   "Sen dengesin Ege." dedi Orbey dede, "Hep öyleydin. Ve şimdi söyleyeceğim sözü değil kulağına, kalbine küpe yapasın."

   "Nedir o?" Ses tonumdaki ürkek incelik beni rahatsız etmişti.

   "Mevzu bahsin ciddiyetine kahkahaların set çekmez. Zira, bu kasabadaki en ciddi meselenin kahkaha olduğunu unutmayasın."

   "Kahkaha mı?" Aklıma Melodi'nin Ensō hakkındaki açıklamaları gelmişti. Konu tekrar başlangıç noktamız olmalıydı. Orbey dedenin cümlesi ise irdelenmeye muktedirdi, sindirilmeye... onunla yaşadığımız bu kısa macerada kantarın topuzunu kaçırmadan tehlikelere karşı kendimiz olarak hareket etmemizi sağlaması bunu açıklar nitelikteydi. Böylesine ince bir detayı tanıştığımızda detaylandırması takdire şayandı. Teşekkür ederim Melodi... Melodi?

   Melodi kayıplara karışmıştı. Korkut amcanın söylediği gibi... 

   "Melodi nerede, gördünüz mü?"

   "Ustalığını hatırlıyor. Diğerleri gibi."

   "Diğerleri gibi mi?" Gözüm ilk önce Pınar'a ilişti. Toprak gibi gözlerini kapamıştı; fakat Toprak'ın yumuşak bakışına nazaran olabildiğine sert, hükmedici sıfatı yüzüne daha çok yerleşmişti.

   Bu kez Yağmur'a yöneldim. Pınar'dan farklı, ama güçlü bir bakışı vardı; kararlı... neler olduğunu öğrenmeliydim.

   "Yağmur, ne hissediyorsun?"

   "Musallat... enerji akışı... zayıf olanın akışı... benim eserim."

   "Ne?" Aklımı kaçırmam çok kolaydı, "Orbey dede? Yağmur ne diyor?"

   "Soru da, yanıt da sizde evlat. Korkut'la görüşme vakti."

Korku Tutkunları | İlk MaceraTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon