51. Bölüm: Pınar? Oh, Hayır...

54 8 105
                                    

   Pınar'ın gözlerine kopkoyu bir perde inmişti. Sesimizi duymuyor, sadece Toprak'ın kendinden geçtiği noktaya doğru adım atıyordu. Onu ürkütmeden kendine getirmenin bir yolu olmalıydı. Yaklaşmalı mıydık? Deneyecektim.

   Ah! Ne?

   Pınar'ın çevresini saran bir etki, aynı kutba sahip iki mıknatısın birbirini itmesi gibi görünmez bir etki yaratıyordu. İlerleyemiyorum... burası bilip alışkın olduğumuz dünya değil!

   "Kabusum bir kapıdan girerken başlıyor. Bulunduğum yerin dış kısmını göremiyorum."

   Serhat "Yine aynı sözler... bize anlattığı rüyayı niye ezberler ki?" diye vızıldarken Pınar keskin ses tonuyla hiçbirimizin beklemediği şekilde araya girdi:

   "Ama hatırlıyorum!

   Orası dönemecin sağ tarafında, ama çok sayıda şey var. Şey... yapı... tıpkı kasabaya girişteki gibi." Pınar kendi kendine konuşuyordu; kasabanın kalbinde değildi, senelerini verdiği yüzleşme hazzının giriş kapısındaydı, "Harabelerden biri, ama bu bölge, avcının ini. Biz avız. Avlandık! Ama... başka çaremiz yoktu; olmamız gereken yerdeydik. Olmamız gereken zamanda... ah, yaşam! Planlarını bizim için yaptığını sanıyordum, ama avcı içinmiş her şey. Kurbanların bir ruhu bile yokmuş meğer; her şey ruhumuz içinmiş... ama neden? Bunun bizimle ilgisi ne?"

   Pınar'ın zehirli cümleleri yerini otuz saniye boyunca süren bir nefes alış veriş mücadelesine bıraktı. Solunumu güçleşmiş, acı içinde inleyerek yutkunmaya çalışmıştı. Görünmez kalkan ise hiç olmadığı kadar güçlüydü; bizi kabus gördüğümüze ikna edecek kadar mantık dışı, fakat gerçekten daha gerçek hisleri iliklerimizde yaşatacak kadar koşulsuz...

   "İç kısmı ise zifiriye yakın... duvarı zor seçiyorum. Işık, kaynağını bilmediğim bir yerden ölümü tanımlayan bir tonla yansıyor. İlerliyorum." Tekrar bildiğimiz cümleleri sıralarken detayları nüksetti, "Burası Bitmezçember değil, bunu unutun! Bizim yüzleşmemiz Bitmezçember ile değil! Bizim yüzleşmemiz... onu saran zift rengi yosunlarla. Burası lotus... lotusu biliyor musun Pınar? Bataklıkta açan, kirlenmeyen o bilgelik çiçeğini nasıl unutabilirsin? Eli yakan, enerji bedenini zehirleyen yosunu kaldıracak cesareti kendinden nasıl atabilirsin? Atamazsın! Atamadın..."

   Ah, güçlü Pınar... sen de kimsin? 

   "Tanıştığımızda söylediğin gibi... sen sandığımdan da güçlüsün!" Haykırışım kasabanın kalbini onurlandırmıştı. Fakat bunun Pınar'ı etkileyip etkilemediğini bilemezdim. Sessizliğini bu şekilde sonlandıracağını akıl edemezdim..."

   "Merdiven basamakları... sıralar var. Kara tahtası olmayan bir sınıf gibi. Merdivene değil, sıralara doğru yürürken çok, ama çok güçlü bir ürperti seziyorum. Sanki ay ve güneş gezegeni terk etmişçesine, zifirisini dünyaya bırakmışçasına güçlü bir hiçlikte gibiyim. Ve korkum yalnızlık değil... yalnız olmamak. Bilinmeyen bir etkinin pençesindeyken uyanmak..." Durmadı; devamını getirdi, "O kadının kehanetiydi. Onu hep sakladım. Evimde unutmuştu, şifresini çözmüştüm."

   Arka cebine iliştirdiği ufak tefek kağıdı okumaya başladı:

   Yalnız değildin. Onlardan kopmadın. Kavuştuğunuzda durmayın. Başladığınız işi bitirin. Önce tanı kendini, yaşamı... sonra onları... hayat, onları bir mıknatıs gibi sana getirecek. 

Yola çıkacaksınız. Başladığınız işi bitireceksiniz. Çemberinizi tamamlayacaksınız. 

Tamamlanan her çember, yeni bir çemberin başlangıcıdır. Vazifenizi gerçekleştirin; geçmişinizle olan bağınızı koparın. Yeni çemberi defterinize kazıyın.

Kağıdı sakla. Açılması gerektiğinde aç ve onlara oku. O zamana dek sakla, saklan.

   "Durmadım. Hayatımın en önemli telefon görüşmesini gerçekleştirmek için o kadını aradım. Ulaşamadım." dedi Pınar, "Hikayeyi biliyorsunuz beyler. Nereye gidersem gideyim, kendimi ne kadar güvende kılmaya çalışırsam çalışayım bu yüzleşmenin gerçekleşeceğini söylemesi, dostlarıma verdiğim detayların tamamı değildi."

   "Detaylarda ne var?" dedi Yağmur.

   Pınar Yağmur'u işitircesine cevap verirken, yanıtının Yağmur'a olmadığını, sorunun sonunda araya girmesinden anladım:

   "Hepsi birer vazifeliydi. Benim gibi. Vazifem ne? Yanıt yok... neden zor yolla öğrenmek zorundayım ki? Öyle olması gerekiyor çünkü keşfi karanlığın hiçliğinde yapmamız gerekiyor. Hatırlamamız... hatırlamak? Neyi hatırlayabilirim ki? Söyle bana... hadi! Ah, orada mı öğrenmeliyim? Yüzleşme kapımı defterin sahibi mi açacak?"

   Ne?

   "Onun hikâyesi doğduğunda başladı. Yüzleşme kapısından girmeyi seçtiğinde ise yepyeni bir hikâyeye merhaba diyecek."

   "Bunu bana söyledin Pınar!" diye haykırırken görünmez kalkanı itercesine ilerledim. Nafileydi."

   "Az önce defterini çıkarıp okuduğun yazı misali evlat." diye durdurdu beni Orbey dede, "Ona uyumlu değiliz. Ancak kendi isterse..."

   Nefesim Pınar'ın az önceki mücadelesinden farksızdı. Diyafram solunumu yapmaya çalışmak işe yaramamıştı; hücrelerimle direndiğimi seziyordum. Fakat, sır adeta Pınar'dı! Orbey dedeyi onaylayıp Pınar'ı beklemekten başka çarem yoktu.

   "Hayaletler mi?" diye bir anda hiddetlendi Pınar, "Musallat? Anahtar? Harita? Bunlar da ne? Bunu yapmak zorunda mıyım? E-evet... ufkun ucu aydınlık. Tek değilsin Pınar! Beş saf ışık... ya karanlık? Hayır, karadelik."

   Pınar gözlerini büyütürcesine açarken dudakları oval bir görünüm aldı; belinden havalanırcasına eğimlendi ve kalkan düştü. Kendimi onun düşmesini engellediğim an buldum. Duran zaman beni ışık hızında hareket etmeye güdümlemişti. Pınar ise kendinde değildi. Yarı baygınken, son kelimeyi tekrarlarcasına kımıldattığı dudakları korkusunun derinliğini gösteriyordu. 

   "Bu bir travma değil... O, bir şeyler gördü!"

   Avuçları buz kesmişti. Sarılırken, iki avucunu tek elimde birleştirip her şeyin yolunda olduğunu telkin etmeye başladım. Dudaklarının titremeyi bırakması gitgide daha iyi olduğunu gösteriyordu. Serhat, Toprak ve Yağmur Pınar'ın başındayken, Melodi ise kurduğum cümleyi seçti:

   "Hazır ol Ege. Hepimizi ilgilendiren şeyler seni daha çok ilgilendiriyor olabilir."

Korku Tutkunları | İlk MaceraWhere stories live. Discover now