48. Bölüm: Yin ile Yang

36 7 75
                                    

   Kulağıma fısıldayan yalnızca Melodi değildi. Pınar diyafram bölgeme dokunarak adımlarımı yavaşlatmamı ima ederken ışıldadı:

   "Yıldızı düşük insanların cinsiyeti yoktur Ege. Ayrıca, kadınlar musallata uğrama konusunda daha hassas olabilir, bunu hiç duymadın mı?"

   "Duydum, bilmiyorum... sadece karışık düşüncelerdeyim. Ama o sırada defterimde bir enerji hissettim; açılması gerekiyor."

   "Dişil ve eril enerjiyle ilgili not mu yazdın Ege?" 

   "Hayır, fakat buna benzer küçük detaylar olabilir. Adım atmamız gerekiyor.

   Yokuşun girişine varmıştık. O sırada Orbey dedede tuhaf bir hareketlilik sezdim. Gözlemlemeye yeltenmişken, Bruce Lee hızında bir hamleye daha maruz kaldım: 

   "Evlat? Kapıdan geçtiğinizde ölü gibiydiniz. Ne oldu, açıldınız bakıyorum?" Keyfi inanılmaz derecede yerindeydi ve bir çocuktan farksız şekilde heyecan yaşıyordu. Gece karanlığındaki Orbey dedenin ağır ve otoriter tavrı yokuşu çıkmamızla birlikte uçup gitmişti sanki. Ve haklıydı; açılmıştık. Duygu sınırlarını yok eden kasabanın bu özel bölgesi bile kontrolümüzde gibiydi. Dahası, Orbey dede biz rahat olduğumuz an yokuşu çıkma teklifinde bulunmuştu. Bizi koruyor, kontrol ediyordu. Emindim; sınavımız ne Orbey dedeyle ne de Bitmezçember'in Hasan'ıylaydı. Yüzleşeceğimiz şey her neyse... onunla Orbey dede bile başa çıkamamıştı, tıpkı onun da söylediği gibi... Beyefendi bile... dürtülerim topyekün bütünleşmiş, nihai soruyu yinelemişti: Neden biz?

   Orbey dedeyi yanıtladım: "Haklısınız. İnanın bunu dostlarımla birlikte keşfediyoruz."

   "Keşfetmek mi? Siz kendinizi tanımadan ben sizi nasıl tanırım?"

   "Mademki bizi tanıyorsunuz, neden sınadınız?" diye ışık hızında araya girdi Toprak, gerginliğinin sonlanmadığını fark ettiğim vurgusuyla, "Düzeyimizi bilmeniz gerekmez mi?"

   "Önce aynaya, sonra dostlarına... evlat. dedi Orbey dede, "Dün gece bugüne gebedir. Bir tırtıl özünde kelebek olmasaydı, tırtıl olarak kalırdı. Tırtılı gördüğünde kelebeği kutlayan bir çift gözüm. Kelebek kozasından çıkarken tırtılı korurum. Benim yöntemimi ancak ve ancak kelebek olduğunuzda anlarsınız. Bu bir vazife."

   Serhat hepimizden birkaç metre önde ilerliyordu. Melodi'den bile uzaktı; tek başına, bir şeyle planlarcasına... ve bir anda Cristiano Ronaldo'nun gol sevincini yaparcasına arkasını dönüp "Benim vazifem ne Orbey Bey?" diye ciyakladı, "Önde yürüyeduruyorum, tek sebebi bu soru. Vallahi billahi anlamıyorum Orbey Bey. Ben kimim? Ben... neyim?"

   "Sen manyaksın!" diye fırladı Toprak.

   Serhat'ın kahvaltıda olduğu gibi haykırmamak için zorladığı dudak kıvrımları titriyordu. Orbey dedenin, Korkut amcanın, Pınar ile Yağmur'un bağlantılarla ilgili açıklamaları netliğe kavuşmaya yüz tutmuşken, Serhat'ın vazifesini ben de merak ediyordum. Toprak'ın... yineliyorum, defteri açmasalardı hayatlarına aynı rutinlikle devam edeceklerdi. Kelebek etkisi...

   Konu, yokuşun ucunun harika bir yapıyı ortaya çıkarmasıyla dağıldı. Geniş çaplı, bir katlı dört binanın arkalı önlü sıralandığı, büyük bir bahçeye sahip bir yapıydı bu. Fakat, ne öğrenci ne ağaç ne de başka bir yaşam belirtisi vardı. Tek bildiğim, buranın kasabadaki en düzgün yapı olduğuydu. Burayı kim, niçin inşa etmişti?

   "Korkut... hep inandı. Gençlik hayalini gerçekleştirdi. Fakat yaşam yoksa, dört duvar neye yarar?" dedi Orbey dede.

   Melodi haritayı bir çırpıda açtı. Parmağını hepimizin merakla beklediği o gizemli noktaya yapıştırdı; kasabanın kalbine. Melodi... bize söylemediği şey bu mu?

   "Orbey Bey, burası bir okul. Değil mi?"

   "Korkut'un bunu seninle paylaştığını bilmiyordum Melodi."

   "Kulak misafiri oldum. Yine de emin değildim, şifreli konuşuyorlardı."

   "Pekala, ne tahmin yürüttün?" diye araya girdi Pınar.

   Melodi çekinmeksizin kasabanın kalbine doğru yürüdü, yürüdü... ve tam Serhat'ın yanından geçerken, çocuğun aklını çıkaracak şekilde bileğinden tutarak koşmaya başladı. 

   "İmdaaaaaaaat! Adam kaçırıyorlar! Evlenmek için çok gencim, imdaaaaat!"

   Melodi kahkahalarla yanıtladı: "İmkansızı tanımlıyorsun çocuğum, korkma. Direnmeyi bırak, yorma beni. Koş yavrum, hadi canımın içi."

   Melodi'nin tatlı sert ikazları beni de uyarmış, hızlı adımlarımı koşar adımlara evriltmiştim. Çünkü bu hareketi, bizden gizlediği ne varsa açığa çıkma fırsatıydı.

   Nihayet önden Melodi ve Serhat, ardından Orbey dede hariç biz okulun bahçesine vardık. Etrafımızda hiçbir şey olmamasına rağmen insana şifa verebilecek kadar güçlü bir enerji ayak tabanlarımdan tüm bedenime nakşediyor, beni koşulsuzluğu ile yıkıyordu. 

   "Yin ile Yang!" dedi Melodi, "Burası, dengenin aydınlık noktası. Sevgi bulutları burada oluşuyor.

   "Ya korku bulutları?" diye gözlerini pörtletti Serhat, "Dengenin karanlık noktası yandaki dönemeçte olmaz, değil mi?"

   O sırada Orbey dede tüm sohbete şahit olmuşçasına bilgili bir yüz ifadesiyle bize yaklaştı. Gözlerinde, az önce gördüğüm gurur tohumlarının filizlenmiş hali vardı. Melodi'nin beklenmedik çıkışı ona da sürpriz olmuştu. Melodi kaçıncı düzeydi?

   "Melodi, bunu Korkut mu söyledi?" dedi Orbey dede.

   "Kader teyzeyle konuşmalarını duymuştum, ama hiçbir anlam getirememiştim. 'Şükürler olsun ki vasiyetini yerine getirdik. Kasabanın en zifiri gecesine ramak kala buranın terk-i diyar olmasına engel olabildik.' dedi."

   "Tamam, ama bunun okulla ilişkisi nedir?" dedim.

   "Benim hâlâ lavaboda olduğumu sanıyorlardı. Bense yerime çoktan kurulmuştum. Vasiyetten söz etmeden önce 'İnşaatı tamamladık. Karanlık son bulduğunda, bu okul çocuk kahkahalarıyla dolacak.' demişti."

   "Ve bunu sordun." dedi Yağmur.

   "Bu kez değil." diye zafer kazanmışçasına gözlerini kıstı Melodi, "Sadece cümlesini bitirdiği gibi odaya girdim. Soru sormamı beklediler. Olağan davrandım. Tam da tahmin ettiğim gibi, bu süreçte kasabaya tek başıma girmemden korkup bana ulaşmaya çalıştılar. Ulaşamadılar."

   "Benim anlamadığım şu." dedi Toprak, "Bitmezçember'deki karanlık son bulunca ortada bir denge kalmaz, sadece aydınlık olur. Burası gerçekten dengenin aydınlık bölgesiyse, o zaman karanlığa girmek engellenir. Yaşam burada kurulur." 

   "Tüm yaşam denge üzerine kuruludur." diye söze girdim, "Bazı tonlar çok karanlıkken, bazıları ise beyazın en parlak noktasını barındırabilir. Odağımız uçlardayken gördüğümüz yalnızca keşmekeştir. Ancak, hepsi olması gerektiği gibidir; her şey kusursuzca işleyen bir mekanizmadır."

   Açıklamalarımın kaynağı kasabanın kalbi miydi? Farklı hissediyordum, derin... Ege miydi konuşan? Herkes pürdikkat kesilirken devam ettim:

   "Karanlığın son bulması bizim yüzleşmemize dayalı, bunu anlıyorum. Ancak, bunu başarırsak denge bozulmayacak. Geçmişte lanetlenmeyen bir kasaba eski halini alacak. Kasabanın kalbi ise barındırdığı çok yüksek enerjiyi Bitmezçember'in damarlarına işleyecek. Burası bir organizma Toprak; dengenin tüm kasabaya yayılmaya muktedir olduğu... kanın damarlara, yani sokaklara akması; tüm organizmanın can bulması gerekiyor. Bunu yalnızca biz sağlayabiliriz."

Korku Tutkunları | İlk MaceraWhere stories live. Discover now