Tamamen istemsizce tırnaklarımı avuçlarıma batırdım, seni affetmiyordum, Jungkook. Hâlâ etmiyorum. Öyle bir planım olmadı hiç fakat son zamanlarında yanında Sejun'un olduğunu bilmek nedense beni darmadağın etti. Hiç bahsetmemiştin bana bundan mektuplarında. Keşke en başından tekrar karşılaşmasaydık ve onunla hayatına devam etseydin diye düşündüm hatta.

"Tamam." dedim birden. "Geliyorum, ne zaman?"

"Şimdi." Eliyle bahçenin dışındaki arabayı işaret etti. "Yoongi bekliyor arabada."

"Üzerimi.."

"Değiştirip gelirsin." Sanki zaman kaybetmeye hiç tahammülü yok gibiydi, başka hiçbir şey söylemeden çıktı bahçeden. 

Kapıyı kapatıp ellerimle yüzümü ovdum. Sejun'u görmek istemiyordum, cenazene de gitmek istemiyordum Jungkook. Elimde olsa yine, her sıkıştığımda yaptığım gibi şehir değiştirmek, kendime yepyeni bir sayfa açmak isterdim ama böyle bir şansım yoktu artık. Çünkü peşimdeki somut bir varlık değildi, ölümünle baş edemememin verdiği soyut duygulardı.

Soyut olmasına soyutlar, evet ama fiziksel olarak da canımı o kadar yakıyorlar ki unutuyorum bazen gerçek birer yara olmadıklarını.

Her neyse, kendimden beklemediğim bir hızla değiştirdim kıyafetlerimi. Siyah bir pantolonla yine siyah bir kazak giydim. Elime ilk gelen siyah kıyafetlerim bunlardı çünkü. Montumu da üzerime geçirip evden çıktım.

Yoongi'yi de görmeyeli seneler oluyordu.

Ben sen ve seninle ilgili her şeyi, herkesi hayatımdan o kadar keskin sınırlarla çıkartmıştım ki Jungkook, en yakın arkadaşım bile bana seni hatırlatıyordu bu noktada. Çünkü o zamanlar Jimin'le birlikteydi, peki Jimin kimdi? Senin en yakın arkadaşın.

Yine de o kadar kötü hissediyordum ki Yoongi'yle karşılaşacak olmak bile içimde hiçbir his uyandırmıyordu, bahçe kapısını arkamdan kapatıp önümdeki beyaz arabanın kapısını açtım, arka koltuğa geçtim.

Sürücü koltuğundaki Yoongi'yle göz göze geldik.

"Beklediğimden daha kötü durumdasın." dedi, selam bile vermeden. Bir selam beklemiyordum zaten. "Bu kadar üzüleceğini düşünmezdim."

Cevaplamadım.

Yoongi yaşlanmıştı, doğal olarak. Muhtemelen o da benim için aynısını düşünmüştür, otuzlarımızın sonlarındayız artık.

Ben konuşmayınca o da başka bir şey söylemedi, o eski havasından eser yoktu. Onu en son Seokjin hyung'un uyuşturucudan ötürü içeri girdiği gece böyle çökmüş görmüştüm. Sana değer verdiğini biliyordum.

Arabayı çalıştırdı, mezarlığa kadar üçümüz de tek kelime etmedik. 

Dünyanın en uzun yolculuğu gibi hissettirdi. Yirmi dakika falan sürdü ama bana bir ömür gibi geldi, mezarlığa girdiğimizde ve araba durduğunda tek isteğim eve dönmekti. Yapamayacak gibi hissettim kendimi.

Yine de indim arabadan.

Dünya ayaklarımın altından kayıyordu sanki, yürümeden önce birkaç saniye bekleyip etrafıma bakındım. Neredeyse kimse yoktu bizim dışımızda, saat çok erkendi zaten. 

"Bu taraftan." diyerek önden yürümeye başladı Yoongi, o uzun, arnavut kaldırımlı yolda attığım her bir adım nefesimi daralttı. Etraftaki mezarlıklara, mezar taşlarına bakmamaya çalıştım.

En sonunda yeni kazılmış bir mezarın önünde durduk, Sejun oradaydı. 

Berbat görünüyordu.

Cockeye's Song | TaekookOn viuen les histories. Descobreix ara