Benden ayrılmadan önce gözlerini bile kırpmadan yüzümü inceledin. Ardından uzanıp beni öptün, ben de seni öptüm.

"Seni seviyorum."

"Seni seviyorum."

Aynı anda konuştuk, birbirimize gülümsedik sonra. 

"Ağlamamı istemiyorsan bırak beni de git artık." dedim, benden uzaklaştın. "Tamam, gidiyorum. Görüşürüz, Jungkook. Ne zaman olduğunu bilmiyorum ama görüşürüz."

"Görüşürüz." dedim, dudaklarımı birbirlerine bastırarak. "Seni bekleyeceğim."

"Ona hiç şüphem yok." dedin, valizini öne doğru sürükledin. Bana el sallayarak geri geri asansöre kadar yürüdün. Asansörün kapısı kapanana kadar seni izledim.

Sen gittikten sonra derin bir nefes aldım, kapıyı kapadıktan sonra sırtımı yasladım. 

Geriye beklemekten başka hiçbir şey kalmamıştı.

Öyle de oldu, Taehyung.

Bekledim.

Hem de aylarca.

Aradan altı ay kadar bir süre geçti. Bu süreçte okul bitti, yaz tatiline girdik. Bir ay gecikmeli olsam da vermem gereken dersleri verdim, telafi sınavlarına girdim. Üç şarkı yazdım, Chaeyoung'la aram az da olsa düzelmeye başladı ama asla eski seviyesine dönmedi. Okula döndüğümde başlarda çok zorlansam da birkaç haftaya insanlar susmayı öğrendi. Beni görünce tuhaf tuhaf bakmayı, işaret etmeyi bıraktılar. Her şeye olduğu gibi buna da alıştım. Kulübe de döndüm, müzik yapmaya devam ettim. Bir yarı zamanlı işe girdim, okulun yakınlarındaki bir pizzacıda kurye olarak çalışıyordum, motor ehliyeti aldım bunun için. Ayrıca Jimin'in ısrarıyla araba ehliyeti de aldım, artık kendisi yolcu koltuğunda otururken ben sürüyordum arabasını. Çok hoşuna gidiyordu ona şoförlük yapmam da.

Arabamız demeye devam ediyordu elbette. 

Ayrıca bana bir motorsiklet de aldı.

Çok saçma ve beklenmedikti, kapıda o parlak siyah -tabiri caizse- canavarı gördüğüm an ağlamaya başlamıştım. Jimin sulugözlülüğümle dalga geçtikten sonra borç defterine yazdığını, param olduğunda ona ödeyebileceğimi söyledi. Annesiyle babasının işleri cidden çok iyi gidiyordu, Japonya'daki bayileri de kocaman olmuştu. Jimin paraya para demiyordu ama yine de benim için böyle bir şey yapmış olması beni günlerce ağlattı.

Saçlarımı da kestirdim.

Artık omuz seviyemi geçtikleri için enseme kadar kısalttım, sen giderken daha uzundu. Şimdi sadece üstten yarım toplayabiliyordum, arkası gelmiyordu pek ama hoşuma gidiyordu duruşu.

Seninle altı ay boyunca bir kez bile konuşmadık.

Başlarda benim için korkunçtu, her anlamda hem de. Delirecek gibi hissediyordum kendimi ama bunun yaşanacağını bildiğim için kendimi sürekli teselli ettim. Mesaj atmadım sana, sen de atmadın elbette. Aylar boyunca ne zaman bu konuda korkunç bir umutsuzluğa kapılsam Jimin bana düzeleceğini söyledi. Kendimi tuttum, sana, bize güvendim.

Elbette çok kolay olmadı, seni çok özlüyordum. Sadece alışmaya başlamıştım artık yokluğuna, bir an önce bitmesini dilemekten başka bir şansım yoktu. 

O gün de öyleydi, diğerlerinden hiçbir farkı yoktu. Erkenden uyanmıştım, önceki gece ani bir shift değişikliği yaptığımız için sabahçı olmam gerekiyordu. Geç uyuduğum için uykusuzdum, yarı açık gözlerimle kahvaltı yapmaya çalışıyordum. Jimin esneyerek girdi salona.

"Günaydın?" dedi, sorarcasına. "Akşamcı değil miydin bugün?"

"Gece ufak bir değişiklik oldu." Dedim yumurtanın neredeyse tamamını ağzıma tıkarken. "Çıkacağım şimdi."

Cockeye's Song | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin