Cockeye's Song | Taekook

By suicidalones

335K 42.2K 39.5K

Bu mektuplarda yazacağım şey ise, seni on iki yıl öncesine götürmekle başlayacak. 2008 güzüne. Sana bizim hik... More

11.07.2020
12.07.2020
13.07.2020
17.07.2020
18.07.2020
24.07.2020
16.08.2020
25.08.2020
08.09.2020
20.09.2020
01.10.2020
05.10.2020
09.10.2020
05.11.2020
07.11.2020
27.11.2020
30.11.2020
06.12.2020
13.12.2020
16.12.2020
18.12.2020
20.12.2020
21.12.2020
28.12.2020
17.01.2021
31.01.2021
05.02.2021
12.02.2021
21.02.2021
04.04.2021
07.04.2021
23.04.2021
03.05.2021
14.05.2021
31.05.2021
06.06.2021
12.06.2021
02.07.2021
Özel Bölüm
29.07.2021
02.08.2021
09.08.2021
15.08.2021
17.08.2021
23.08.2021
28.08.2021
01.09.2021
11.09.2021
22.09.2021
03.10.2021
09.10.2021
18.10.2021
20.10.2021
25.10.2021
03.11.2021
15.11.2021
20.11.2021
21.11.2021
26.11.2021
01.12.2021
09.12.2021
12.12.2021
15.12.2021
18.12.2021
24.12.2021
11.01.2022
17.01.2022
20.01.2022
22.01.2022
26.01.2022
29.01.2022
30.01.2022
04.02.2022
08.02.2022
23.03.2022
21.11.2021 (II)
Özel Bölüm (II)

23.12.2020

4.4K 580 753
By suicidalones

Jeon Jungkook

Seul Merkez Hapishanesi

Uiwang, Gyeonggi Province

Güney Kore

23.12.2020

Kim Taehyung

Kim Dans Akademisi

Dokseodang-ro, 45-gil

Seul, ST 1832

Taehyung,

Kendime benim bile inanamadığım bir hafta geçiriyorum. Neredeyse her gün bir mektup yazdım bu hafta. Nedenini bilmediğim bu uykusuzluğumun ve yorgunluğumun bana tek getirisi bu oldu. 

Bugün Namjoon hyung sordu hatta: "Kaç gecedir sabaha kadar yazıyorsun, önemli bir şey mi var?" diye.

"Uyku tutmuyor." Dedim sadece. Yalan da sayılmazdı. Eksik bir gerçekti sadece.

Ve şimdi, yine masa başındayım. Saat gece biri yirmi geçiyor. Kaça kadar otururum inan bilmiyorum. Lafı hiç uzatmadan anlatmaya geçeceğim o yüzden. 

Hayatımın en kötü deneyimlerinden birini o gün yaşadım.

Uyuşturucu böyle bir şeydi. Ruh haline göre tüm dünyanı şekillendirir, iyiysen sana altın tabakta sunulan bir mucize; kötüysen boğazına çöken bir karabasana dönüşür. Ya dünyanın merkezi olursun, ya da bir hiç. 

Birkaç kere uyuyup uyandığımı hatırlıyorum, ki normal şartlarda uyuşturucu beni harekete geçirirdi. Parmaklarımı birbirine sürtüşümü, damarlarımda gezen kanın sesini duyardım. Bu sefer öyle değildi ama. Her yerin kaydığını, saçma sapan rahatsız edici şeyler gördüğümü biliyorum sadece.

"Jungkook, aç şunu! Aç şu kapıyı!"

Annemin sesini duyuyordum. Su altından geliyor gibiydi ama duyuyordum işte. Tek sorun uyanamamamdaydı, gözlerimi açamıyordum bir türlü.

"Jungkook!" Sesi git gide netleşiyordu. Ağladığını duydum. 

Sonunda gözlerimi açabildim. Birden oldu. 

Başım hâlâ çok fena dönüyordu. Komodinin üzerindeki dijital saati okumaya çalıştım. Neredeyse üç saattir uyuyup uyuyup uyanıyordum.

Pek kendimde sayılmazdım. Tüm sırtım, göğsüm, bacaklarım terden sırılsıklamdı. Duvara tutunarak yataktan kalktım, düşünmeden hareket ediyordum tamamen.

Alnımı kapıya yasladıktan sonra kilidi çevirdim, bu sesle beraber annemin bağırışı kesildi. Ben kilidi açar açmaz kapı kolu indi.

"Jungkook!" Kapıyı ittiğinde düşmemek için duvara tutundum. Işığı açtı. 

Annem zeki bir kadındı, Taehyung. Çoğu zaman bir şeyleri görmezden gelmeyi, üzerime çok düşmemeyi tercih etse de aptal değildi.

Yüzümü tutup terden sırılsıklam olmuş saçlarımı geriye yatırırken beni kendine bakmaya zorladı. Hayatımda ilk kez görüyordum bu surat ifadesini.

Annemi bir kez bile hayal kırıklığına uğratmamıştım. O ana dek.

Şok, acı, korku, öfke ve üzüntü. En çok da hayal kırıklığı.

Konuşmak istedim ama ne başımın dönmesi duruyordu, ne dudaklarımı aralayabiliyordum. Gözlerim bile kayıp duruyordu, hâlâ çıkamamıştım etkisinden.

"Jungkook?" Adımı ilk kez böyle bir tonda duyuyordum. İnanamıyormuş gibi çıkıyordu sesi, soru sorar gibiydi. Korku doluydu.

Gözlerim kapandı. Tekrardan açtım.

"Anne," diyebildim sonunda, tüm midem ayaklandı. Kafamı dik bile tutamıyordum. "Anne, iyiyim."

Demek istediğim buydu fakat dudaklarımdan ne döküldü, ya da anlaşılabilir bir ses çıkardım mı inan bilmiyorum. Hiçbir fikrim yok.

Annem ellerini ağzına kapadı, bir çığlık attı. Ne yapacağımı bilmiyordum.

Kusacağımı hissettiğimde tutunduğum duvarı bırakıp yanından geçtim. Tuvalet sadece birkaç adım ötemdeydi.

Annemin neredeyse çığlık çığlığa ağladığını duyuyordum, ve bu ses o kadar yüksek geliyordu ki kulaklarımın o an orada patlayacağını düşündüm. 

Tuvaletin kapısının aralık olduğunu fark edemediğim için açmak adına tüm omzumla yüklenince yere kapaklandım. Başımı kaldırıp klozete tutunmamla kusmam eş zamanlı oldu.

O sırada içeri annem girdi. Adımı sayıklıyor, hüngür hüngür ağlıyordu ama ben kusarken yere çöküp saçlarımı tuttu.

Bundan daha kötüsü olamazdı, Taehyung. Hayatım bundan bir tık daha kötüye gidemezdi.

Kusmak beni biraz da olsa kendime getirdi, annem sifonu çekerken olanları anlamaya başladım. Bu nefes alışverişlerimin hızlanmasına sebep oldu. Yeniden öğürdüm, bu kez kusmadım.

Alnımı klozete yaslayıp soluklandım. O an hissettiğim korkunun bir tarifi yoktu. Ölmeyi diledim. Tam o an, orada, klozetin başında ölmeyi istedim. O kadar kötü hissediyordum ki ağlayamıyordum bile.

Musluğun açıldığını duydum, annem hıçkırıkları arasında yüzünü yıkadı. Bir yanım bunun bir rüya, daha doğrusu kabus olduğunu ve uyanacağımı düşünüyordu.O yanımın haklı olmasını o kadar isterdim ki.

Annem, onun iki katı olmama rağmen beni koltuk altlarımdan tutup duşakabine sürükledi. Ağlayamayacak kadar boştum o an.

Terden sırılsıklam olmuş tişörtümü çıkartırken aynı şekilde hüngür hüngür ağlamaya devam ediyordu. Kafamı mermer zemine vurmak istiyordum, eğer parmak uçlarıma kadar uyuşuk olmasaydım deneyebilirdim de belki.

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Onu, babamın yaptığı o sikik şeyden beridir ilk kez bu kadar kötü görüyordum.

Annem buz gibi suyu açıp üzerime tuttu. Ona bakmaya devam ettiğimi görünce şokla yüzüme sıkı bir tokat attı. "Jungkook, tepki versene!"

Ardından elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. "Bana bak, cevap ver. Duyuyor musun beni?"

Yüzümdeki eli öylesine sıkıydı ki bunun iz bırakacağına emindim. O ciddi surat ifadesi bir anlığına kayboldu, çok daha büyük bir korku aldı yerini. "Oğlum, yalvarırım bir şey yap."

Bende ipleri koparan bu oldu. Ben de onunla birlikte ağlamaya başladım. Tam o an, o saniye yaşadığımız şeyin ciddiyetini anlamıştım çünkü. Öyle bir batmıştım ki Taehyung, bunu anlatamazdım bile sana.

Annem benim ağladığımı görünce daha çok ağladı, yavaş yavaş kendime geldiğimi fark ettiğinde buzdan farksız suyu kapatıp yanıma çöktü. Kıyafetleri sırılsıklam olmuştu. Yanıma, o soğuk su birikintisine oturup beni göğsüne çekti. Ağlamaktan çekinen biri olmadığımı biliyorsun, ama o günkü ağlamam, benim o zamana kadarki en şiddetli ağlamamdı. O kadar kötüydüm ki ses bile çıkaramıyordum.

"Özür dilerim," dedim, hıçkırıklarımın arasından. "Anne, anne, anne..." Konuşamıyordum ki. "Anne, bak, dinle, özür dilerim. Anne özür dilerim. Özür dilerim ben."

"Sus." Saçma sapan bir sürü şey zırvaladım. Onlarca kez özür diledim ama hepsi öyle mantıksızdı ki. Anneme sanki yanımda değilmiş gibi art arda defalarca kez seslendim. "Anne, anne, anne, anne, anne..." Diye. Beni duyup duymadığını sordum. Hatta yanlış hatırlamıyorsam orada mısın, bile dedim. Kendimde değildim çünkü, beş yaşındaki bir çocuktan farksızdım o an. Annemi bitiren de buydu zaten. Tek kelime etmedi ben göğsünde ağlayıp özür dilerken.

Sonra ayağa kalkıp beni de kaldırdı. Havluyla saçlarımı kuruladı, eşofmanımı bile giydirdi. Bunları yaparken de hiçbir şey söylemedi. Ağlamadı da.

Kendime geldiğim için onun yerine ben ağlıyordum şimdi. Odamdan çıkacağı zaman bileğinden tutup durdurdum onu. "Anne, yalvarırım konuşalım."

"Konuşacak bir şey yok Jungkook." dedi, yutkunarak. 

"Anne yemin ederim düzenli değil." Asla dur durak bilmeyen gözyaşlarımı sildim. Onu yatağa oturttum. "Yemin ederim. Sana nasıl kanıtlayabilirim bunu? Bir düşün sadece. Kaç zamandır bizimle yaşıyorsun, hiç gördün mü beni böyle?"

"Jungkook haftanın her günü evde kalıyormuşsun gibi konuşma." Elini çekti. "Bilemem ben bunların hiçbirini."

Çocuk gibi sızlandım. "Anne aylar sonra ilkti bu. N'olursun inan bana. Yalvarırım." 

Bir süre etrafa baktı, suratıma bakmıyordu. "Tanıyamıyorum seni, Jungkook. Oğluma değil bir yabancıya bakıyor gibi hissediyorum kendimi."

Bir şey söyleyemedim, başımı öne eğip yüzümü ovdum. 

"Ne hissettiğimi asla anlayamayacaksın." Diye devam etti konuşmaya. "Bunun nasıl bir korku olduğunu, beni neyle baş başa bıraktığını asla bilemeyeceksin. Nasıl bir vicdan azabına sebep olduğunu da."

"Biliyorum," dedim. "Biliyorum kızgınsın, öfkelisin, hayal kırıklığına uğradın. Hepsine de sonuna kadar hakkın var." Ellerini tutmak istiyordum ama çekeceğini bildiğim için bunun yerine yatağın örtüsünü avuçladım. "Anne, bağırıp çağır bana. Kız. İstersen döv. Ama böyle yapma, yüzüme bak yalvarırım. Sessiz kalma."

"Hak ettiğin bu." Dedi, doğruca. "Kendine reva gördüğün bu şeyden sonra ben ne yaparsam yapayım sana dokunmamalı. Kendini öldürüyorsun sen." Sesi titremişti. Başımın döndüğünü hissettim. Sakin kalmaya çalışmalıydım.

"Sana düzenli olmadığını ispatlayacağım." Dedim. "Bir daha ağzıma bile sürmeyeceğim. Yemin ederim."

Cevaplamadı, bana inanmadığını iliklerime kadar hissettim. O sırada kapı çaldı.

Jimin'in aklıma gelmesiyle gözlerim kocaman açıldı. "Anne, lütfen-..."

"Merak etme, Jungkook. Jimin bu kadar üzülmeyi hak etmiyor. Hem de hiç." 

Bu cümlesi, o gün söyledikleri arasından beni en çok kıran oldu. Beni değil Jimin'i düşünüyordu çünkü.

O kapıyı açmaya gidince telefonumu aldım, Sejun'dan bir iki tane mesaj vardı ama hiçbirini okumadan yenisini yazdım.

Kime: Sejun

Çok fena batırdım, gelip beni alabilir misin?

Ona tek başıma gidebilecekmiş gibi hissetmiyordum çünkü. 

Saniyeler içerisinde cevap geldi. 

Kimden: Sejun

Çıkıyorum evden.

Bu on beş yirmi dakikaya geleceği anlamına geliyordu. Ayağa kalktım, annemin az önce giydirdiği eşofmanımla tişörtümü çıkartıp bir kotla sweatshirt geçirdim üstüme.

O esnada kapı açıldı, Jimin başını aralıktan içeri uzattı.

"Jungkook? Bir yere mi gidiyorsun."

Yüzüne bakamadım.

"Evet, Sejun gelecek almaya."

"İyi misin? Sesin kötü geliyor." Odaya girip kapıyı arkasından kapattı. "Ne oldu bugün seçmede? İyi geçti yazmışsın sadece."

Gülümsemeye çalıştım. "İyiydi çünkü. Jüriler beni epey beğendi. Alınacağımı düşünüyorum."

Ellerini arkasında birleştirip sırtını kapıya yasladı. "Öyle mi? Taehyung'un tepkisi ne oldu buna?"

Adını duymak beni sinirlendirdi. "Surat astı." Diye geçiştirdim sorusunu.

"Anca onu yapar zaten." Gözlerini devirdi, araya sessizlik girince yanıma gelip yatağa oturdu. "İyi olduğuna emin misin? Pek öyle görünmüyorsun çünkü."

"İyiyim dedim ya, Jimin." Sesimin yükselmemesi için çaba harcadım. "Bir şey yok, gerçekten. Tadım kaçık biraz sadece. Sejun'a gideceğim zaten."

Dudaklarını birbirine bastırdı. "Öyle olsun. Sen ne diyorsan."

Ayağa kalktım. "Annemle tartıştık biraz, gözün üzerinde olsun." Sweatshirtümün kapüşonunu kapattım. "Dönmem ben bu gece."

"Suratının nedeni anlaşıldı." Deyip ayaklandı o da. "Tamam, merak etme sen. Git kafanı dağıt."

Kafamı dağıttığım için bu haldeyim zaten, diyemedim. Onun yerine teşekkür edip odadan çıktım.

Annem salondaydı, görüşürüz demek istedim ama yüzüme bakmıyordu bile. Vazgeçtim bu yüzden. Portmantodan ceketimi alıp ayakkabılarımı giydikten sonra evden çıktım.

Ben apartmanın önünde sigaramı içerken yüzüme yansıyan farlarla Sejun'un sokağa girdiğini anladım. Arabası önümde durdu. Sigarayı atacağım esnada camı indirdi. 

"Atmana gerek yok, bin hadi."

Dediğini yapıp arabaya bindim. Her zamanki gibi beni öpmek için bana uzanacaktı ki surat ifademi görünce geri çekildi.

"Ne oldu?"

"Evde anlatırım." 

Başka bir şey söylemedim, arabayı yeniden çalıştırdı. Evine gelene dek konuşmadık.

Sonunda ceketimi çıkartıp kendimi sırtüstü yatağına bıraktım, yanıma oturdu.

"Kafam gidikken anneme yakalandım." Dedim, ona değil doğrudan tavana bakıyordum.

"Nasıl yani?" Sesindeki endişeyi yakaladım. Biz çıkmıyorken uyuşturucu çok da büyük bir sorun olmamıştı. Birlikte kullanmıştık hatta, onu sen sandığım gece yani. Biliyorsun zaten, ama ilişkimiz 'ciddileştiğinden' beri çok düşüyordu üstüme.

"Bildiğin. Aptallık ettim, gündüz vakti kullandım. Kötü hissettiğim için şimdiye dek yaşadığım en sikik tripi yaşadım, kendime de gelemedim. O eve geldiğinde hâlâ ayılamamıştım. Anladı yani. Kustum, beni duşa falan soktu. Bakmıyor yüzüme."

Bomboş bir sesle söyledim bunları. Beni omuzlarımdan tutup doğrulttu, oturur bir pozisyona gelmemi sağladı. Kaşları çatıktı.

"Uyuşturucu da nereden çıktı?"

"Bir sebebi yok, canım istedi sadece. Hataydı zaten."

Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışırcasına gözlerini yumdu. "Daha sabah iyi olduğunu söylemiştin, ne oldu birden?"

"Sejun, gelme üstüme. Bir şey olduğundan değil. Öyle, kötü hissettim sadece. Bin pişmanım zaten. Bir de sen sıkıştırma beni."

Sejun'a dair alıştığım şeylerden biri de bana bıraktığı alandı. Beni boğmuyordu, sıkıştırmıyordu, ona hayır dersem eğer o konu orada kapanıyordu. Üstelemiyordu. Bu yüzden canım konuşmak istemediğinde onu tersleyebiliyordum mesela. Sen hiç öyle olmadın, şikayetçi de değilim gerçi, ki demek istediğim bu değil. Anlatmaya çalıştığım şey birbirinize ne kadar zıt olduğunuz. 

Sejun buzdu, sense ateş. Ve benim ne yangınlarla büyüdüğümü, ateşin ta kendisini sol göğsümde taşıdığımı çok iyi biliyordun.

"Tamam." Dedi, bozulduğu belliydi. "Hiçbir şey söylemiyorum, şimdilik. Sonra konuşuruz bunu."

"Teşekkür ederim." 

Rica ederim anlamında başını salladı. "Ne konuştunuz annenle? Anlatmayacak mısın?"

Bu sorusu üzerine konuştuklarımızı anlattım. Sejun, anneme zaman vermem gerektiğini, yaşadığı şeyin onun için benim açımdan olduğundan kat kat daha zor olabileceğini, ama bir süre sonra toparlanıp beni affedeceğini söyledi. Eğer ona kendini gerçekten inandırırsan, ve gerçekten uzak durursam, bunu kolayca görebileceğine eminim dedi. Elinden geldiğince rahatlattı beni.

Sonra bana yiyecek bir şeyler hazırladı. Kendimi daha iyi hissedeyim diye izleyeceğimiz filmi seçmeme izin verdi. Dikkatimi dağıtmak için elinden gelen her şeyi yaptı, işe yaradı da.

O gece normalden çok daha erken uyudum. Ertesi sabah da erkenden kalktım.

Sejun derin uyuyordu, rahatça kalkıp üzerimi değiştirdim. Kahvaltı edip eve döneceğimi, oradan da okula geçeceğimi söyleyen bir not bıraktım.

Kendimi daha iyi hissediyordum. Tabii ki hâlâ o ağırlık ve mutsuzluk üzerimdeydi, ama dün akşamki kadar değildi asla. 

Bir şekilde alışıyordum. Kötü hislerle, korkunç şeylerle yaşamaya yani. Birbiri üzerine eklenen her bir olay beni daha farklı birine dönüştürüyordu. Daha çabuk kabulleniyordum yaşanılanları.

Anahtar her zamanki yerindeydi, sessizce eve girdim. Annem uyanıktı, şaşırdım ister istemez. Normalde, yani babamla beraber yaşıyorken bu saatlerde kalkardı evet, ama bizimle kalmaya başladığından beri genelde saat on biri bulurdu uyanması.

"Erkencisin." Dedim, sesimi olabildiğince normal tutmaya çalışarak anahtarı tezgaha bırakırken. 

"Uyuyabildin mi diye bir sorsana." Diyerek bana ağzımın payını verdi. Kulağa kızgın gelmiyordu sesi, yorgundu.

"Anne-..."

Oturduğu koltuktan kalktı, bana bakmadan geçti yanımdan. Odama girip kapıyı kapattı.

Uyumak için beni beklediğine inanamıyordum.

Ofladım. Kendi kendime ona zaman vermem gerektiğini tekrar edip duruyordum. Sabırlı olup geri kazanacaktım annemi. Bunun başka bir çözüm yolu yoktu çünkü.

Jimin'i uyandırdım, o hazırlanırken çantamı falan ayarladım ben de. Evden çıktık. Arabaya bindiğimizde Jimin sordu:

"Kimi aldıkları açıklanır mı sence hemen?"

Neyden bahsettiğini anlamam birkaç saniyemi aldı. Dans kulübünden bahsediyordu.

"Bilmem." Dedim. "Çıkmış aklımdan, gider bakarım şimdi bir."

Beni de meraklandırmıştı, okula varana kadar kıpırdanıp durdum. Kulüp binasının önünde bıraktı beni Jimin.

"Arabayı park edip derse geçeceğim. Sınıfta buluşuruz."

Başımla onaylayıp arabadan indim. Binanın kapısını ittirip içeri girdim.

Sizin kulübün önünde iki kişi vardı. Kapının üzerindeki beyaz kağıda bakıyorlardı.

Açıklanmış demekti bu.

Adımlarım hızlandı. Kızlar, yüzlerinde hayal kırıklığıyla kağıttan uzaklaşırken çantamla istemeden birine çarptım. "Pardon."

Kız bana baktı, o an tanıdım onu. Dün sırada hemen önümdeki kızdı bu.

"Tebrik ederim." Dedi gülümseyerek.

Ayaklarım adeta yere çakıldı. Yanındaki arkadaşı da tebrik etti beni. 

"Teşekkür ederim." Diyebildim, kekelemiştim. Onlar yanımdan geçip giderken hâlâ öylece dikiliyordum.

"Siktir." Dedim birden, ne olduğunu o an anladım. Kulübe alınmıştım, dahası, sergilenecek olan performansta yer alacaktım. Bizim müzik kulübünün de yer alacağı yarışmada bir de sahne almam gerekecekti.

Kapıya koştum, asılı kağıdı tuttum. 

Gerçekten de adım yazıyordu. Seçilen, kelimesinin yanında büyük harflerle JEON JUNGKOOK yazıyordu.

Şokla kağıda bakarken sesini duydum birden. "Akşam kulüp çalışmandan sonra burada ol." Dedin, dönüp sana baktım. Anahtarı çıkarmış, kapıyı açıyordun. Yüzün bana dönük değildi.

Hareketlerinde bir farklılık vardı ama. Bunu anında hissetmiştim. O özgüvenli, sert ses tonun yerini daha sakin bir tona bırakmıştı. Dün sana söylediklerimden miydi, yoksa kazanmış olmamdan mı bilmiyordum. İkisinden dolayı da olabilirdi tabii.

Başımla onayladım. 

Başka bir şey söylemedin. Kapıyı açıp içeri girdin, bana bakmadın. Ardından yüzüme kapadın zaten. Fakat bu bile kötü hissetmeme sebep olmadı. İstediğimi elde etmiştim çünkü. Dünya üzerinde senden daha diken üstünde tek bir kişi olduğunu düşünmüyordum, bu bana yeter de artardı bile.

Sejun'a kabul edildiğimi mesaj attıktan sonra binadan çıktım. Sınıfa varmak için sabırsızlanıyordum, Jimin de en az benim kadar sevinecekti çünkü.

Öyle de oldu. Herkesin ortasında neredeyse çığlık attığında elimi ağzına kapatarak onu susturdum. "Şimdi kaçsın bakalım," dedi inanılmaz bir keyifle. "Mosmor olmuştur utancından."

Yani, mosmor olmasan bile gururuna dokunduğuma emindim. Bana yenilmiştin açık açık. En büyük korkularından birindi bu senin.

O gün bana asırlar gibi geldi. Kendi kulüp çalışmamızı bitirene kadar canım çıktı. Sonunda bittiğinde Chaeyoung bana bir kez daha sarıldı.

"Tekrardan tebrik ederim." Dedi gülümseyerek. Ben de ona sarıldım. "Ve iyi çalışmalar."

"Teşekkür ederim." Onlar eşyalarını toplarken bekledim. Dongwook yumruk yaptığı elini uzatınca karşılık verdim. "Kolay gelsin." Dedi.

Tek tek kulüpten çıktılar. Sona kalan kişi olduğum için anahtar bendeydi. Etrafı hızlıca topladım. Kapıyı çekip kilitledim.

Bakışlarını bulunduğum yerden bile sırtımda hissedebiliyordum. Biz genelde saat beşe kadar çalıştığımız için kulüp binası boştu. Sizin kulüp de dahildi buna. 

O tarafa doğru yürürken cam bölmeden içeri baktım, bana değil karşındaki aynaya bakıyordun. Saçındaki bandanayı düzelttin. Kapıyı açıp içeri girdim.

Daha içeri girer girmez kalbimin kulaklarımda, boynumda, vücudumun her yerinde attığını hissettiğimi fark ettim. Uzun zaman oluyordu, Taehyung. Seninle çalışmayalı çok uzun zaman oluyordu.

"Gel." Dedin, çantamı kenara bıraktım. Karşısı boydan boya ayna olduğu için beni izlediğini görebiliyordum.

"En başından açık olacağım." Dedin, aynadan göz göze geldik. "Dans dışında gerekmedikçe konuşmak istemiyorum. Hiçbir şey hakkında." 

Dudağımın tek tarafı kıvrıldı, aldırmadan devam ettin. "Ve sen burada, benim için tanımadığım, sıradan bir öğrencisin. Bu kadar. Tamam mı?"

Cevaplamadım. Bana dönüp direkt yüzüme baktın bu sefer. "Tamam mı, Jungkook?"

Tamam değildi. Tamam olmadığını çok iyi biliyordun.

"Hayır." Dedim, omzumu cam bölmeye yaslarken. "Buna tamam diyecek olsam neden burada olayım?"

Sabır dilenircesine bir nefes aldın. "Seçildin, kaybettim işte. Olmadı mı? Yeterli değil mi bu senin için?"

Gözlerimi seninkilerden ayırmadım. 

"Benimle pazarlık yapabilecek bir konumda değilsin." Dedim, sen bir şey söyleyemeden yeniden konuştum. "Çalışmaya mı başlasak artık?"

Pes etmiş bir tavırla başınla onayladın. "Yarın kıyafet getir." Dedin ısınma pozisyonunu alırken. 

Getirecektim zaten, aptal değildim. Seçildiğimi daha bu sabah öğrenmiştim sadece.

Isınma hareketlerini hatırlıyordum, çabucak ayak uydurdum sana. Yirmi dakika kadar sürdü bu.

Sonra basitçe koreografiden bahsettin. Modern dans koreografisi olduğunu, ayrılıkla ilgili bir hikayesinin olduğunu söyledin. "Terk edilen taraf sensin." dediğinde dudaklarımdan dökülen kahkahaya engel olamadım.

"Çok iyi bilirim," dedim, gülüşüm dudaklarımda solarken. "Bu rol için biçilmiş kaftanım gerçekten. Benim için mi yazdın bunu?"

"Jungkook..." Çok rahatsızdın. Şakaklarını ovdun gerginlikle.

"Diğer başrol de erkek değil mi hem?" Yüzümdeki o yarım gülümsemeyle alay ediyor gibi duruyordum ama ağlamak istiyordum aslında. "Niye kızlardan birini seçmediniz, sorun olmayacak mı bu? Gerçi senin oyun kesin bir kızdan yana olmuştur."

Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra yutkundun. Sorularımı görmezden gelmek daha kolaydı senin için. "Zaten kavuşamayacaksınız. Hikayeyi bilmeyecekleri için arkadaşlıkla alakalı olduğunu düşünürler."

Dudaklarımı birbirine bastırdım, mutsuz görünüyordun, Taehyung. Gerçekten öyleydi. "İyiymiş."

Bilgisayara yürüdün, aynadaki yansımadan gördüm açtığın parçayı.

Ludovico Einaudi, Eros.

Bana değil, aynadaki kendi yansımana bakıyordun doğrudan. Parça, aynı melodinin tekrarından ibaretti aslında. Fakat git gide öyle yükseliyordu ki, oturduğum yerden nefes alışverişlerimin hızlandığını hissettim.

Sen hep böyleydin. İstersem senden nefret ediyor olayım, tüm bu nefretimin yıkılması bir performansına bakardı. Çünkü dansçıdan ziyade bir oyuncuydun da sen. Ve Amerika'da geçirdiğin zaman sana bu konuda inanılmaz bir doğallık katmıştı. Kendini geri çekilişin, yere çöküşün, yüzündeki o umutsuz, korkmuş, dehşet derecedeki hüzünlü ifadeyle neredeyse yattığın yerden 'gitme' dercesine elini ileriye uzatışın; kaçışın, saklanmaya çalışışın, kovalayışın, terk edilişin, yıkılışın, ağıtın ve en sonunda başın öne eğik, dizlerini kendine çekip olabildiğince az yer kaplayarak yok olmak istermişçesine kabullenişin.

Beş dakikalık bir sinemaydı bu. Yüz ifadelerini, kaşlarını, dolu gözlerini ve bakışlarını da kullandığın bir kısa filmdi. Tüm tüylerim diken diken olmuş, parmak uçlarıma kadar buz kesmiştim.

Ben bu hisleri, bu evreleri biliyordum Taehyung. Hepsini tatmıştım.

Sonunda müzik durduğunda nefes nefese bir şekilde ayaklandın sen de. Bilgisayarın yanındaki su şişeni alıp kafana diktin. Aptala dönmüştüm. Bakamadım bile sana.

"Böyle işte." Diye mırıldandın.

"Sen.." Dedim, alacağım cevaptan korkarak. "Sen mi hazırladın bunu?"

"Evet." Dedin, su şişesini bıraktın. 

"Ne zaman?"

Cevaplamadın. Midem kasıldı. Aklımda bir ihtimal vardı fakat onu bırak söylemeyi, kendime düşünme izni bile vermedim. Kaldıramazdım çünkü.

"Partnerinle ortak partınız yok." Dedin. "Başta elini uzattığın ve sonda bırakılıp gittiğin kısım hariç. Onları da sen tüm koreografiyi öğrendikten sonra birlikte çalışırsınız. Onun dışında ikinizin hikayeyi anlatış şekli farklı."

Başımla onayladım. Aklımda dönüp duran düşünce yüzünden dikkatim dağılmıştı. Ayağa kalktım.

İçerideki o sinir bozucu, öfkeli hava yerini boğucu bir üzüntüye bırakmıştı benim açımdan. Koreografinin anlattığı hikayeden çok rahatsızdım. Yine bir yolunu bulmuştun altta kalmamanın. Yine bir şekilde başarmıştın beni yaralamayı.

İlk hareketi birkaç kez gösterdin. Kafam o an dağınık olduğu için normalden daha uzun sürdü anlamam.

"Kolunu biraz daha kaldır." Dedin, aynadan beni izliyordun. Hemen yanımdaydın.

"Öyle değil, sağa doğru." İstediğin gibi olmayınca hiç beklemediğim bir şey yaptın.

Arkama geçip kolumu tuttun. Nefesini boynumda hissettim. Gözlerimi bile kırpamadım o an. Kolumun üzerindeki elin yanıyordu. Aynadaki görüntümüze baktım. 

"Böyle." Anında geri çektin kendini. Bu kez az önceki gibi yüzüme bakmıyordun. Yeniden yerdeki su şişene uzandın.

Gösterdiğin hareketi tekrarladım.

"Sana korkaksın demiştim ya," dedim birden. Kaşların havalandı. "Sonuna kadar haklıymışım. Korkak senin için az bile."

"Ne saçmalıyorsun?" Sinirlenmedin, bıkkın bir tonla sordun sadece.

Hareketi yeniden tekrarlarken yansımanla göz göze geldim. Kendimi tutamadım. "Hiçbir şey." dedim. "Nişanlının yanındayken beni terk edip gitmenle ilgili bir koreografi hazırlamandan bahsediyorum sadece."

Donakaldın.

Anladığımı düşündüysen bile, ki sanmıyordum, bunu bu şekilde yüzüne söyleyebileceğimi beklemiyor olmalıydın. Elindeki su şişesini sıktın.

"Yaptığım her şey seninle ilgili değil, Jungkook." Dedin, sakin kalmaya çalışarak. "Saçma sapan konuşmayı bırak."

"Bunun benimle ilgili olduğunu anlamayacak kadar aptal değilim." Sana doğru bir adım attım. Derin bir nefes aldım, göğüs kafesime sığmıyordu ciğerlerim. Canım yanıyordu. "Nasıl yaptın bunu?" Diye sordum acıyla. 

"Jungkook-.."

Bir adım daha attım, sesim yükseldi.

"Madem beni bırakıp gitmenin bana neler yaşatacağını bu siktiğimin koreografisini hazırlayacak kadar iyi biliyordun, neden yaptın o zaman?"

Sinirden çenem titriyordu. Göğsüm hızla inip kalkarken bu kez sen bir adım attın bana doğru. Aramızdaki mesafe santimlere indi.

"Öyle istedim çünkü." Dedin sertçe, senin de gözlerin doluydu. 

Güldüm. "Öyle istedin çünkü?"

"Evet, Jungkook. Öyle istedim. Oldu mu?"

Kalbimin parçalara ayrıldığını hissettim. Bu senin için böylesine basit miydi, bu kadar mıydı gerçekten?

Dolu gözlerini kırpmanla beraber yanağına bir damla düştü. Yoongi'nin bana dedikleri geldi o anda aklıma, seni ne zaman ağlarken görse sebebinin benim olduğunu düşündüğü. Şu iki günde seni son bir senede Eunbi'nin ağlatmadığı kadar ağlatmıştım muhtemelen.

"Öyle istedim çünkü canını yakmak istedim," dedin dişlerinin arasından. "Seni okulda gördükten sonra hazırladım bu koreografiyi. Çünkü sen..."

"Çünkü ben ne?" Benim de sesim yüksekti.

"Çünkü sen hiç acı çekmemiş gibiydin!" Dedin gözlerini sıkıca yumarken. "Acı çekmiş olmanı istedim ben de. Hem de öyle çok istedim ki bunu... Bu koreografiyi hazırlamam bir saatimi aldı sadece."

Güldüm, sinirimden gülüyordum tamamen. Seni göğsünden ittim. "Sen hayatımda gördüğüm en bencil insansın." Dedim tükürürcesine, acı çekmediğimi düşündüğün için hazırladığın bu 'çok acı çekmiş' olmam gereken koreografi, yaşadıklarımı tam olarak yansıtmıyordu bile benim.

Sana istediğini vermeyecektim. "Senin beni bırakıp siktirip gitmen sorun değil, ama benim acı çekmemiş olmam sorun, öyle mi?" 

Bir elini saçlarından geçirdin, inkar bile etmedin söylediğimi. "Öyle." 

"Sikeyim seni." Gülmeye devam ediyordum, her an ağlamaya dönebilirdi bu.

"Kafayı sıyırmışsın sen."

"Benden bir farkın varmış gibi konuşma." Dedin. "Ben neysem sen de osun, Jungkook. Benden aşağı kalır yanın yok."

"Sakın," dedim. "Sakın beni kendinle bir tutma." 

"Neden?" Başını yana eğdin. "Benim gibi bencil bir insanı hâlâ sevdiğini daha dün söyleyen sen değil miydin? Haklısın aslında," Islak yanaklarını sildin. "Seni kendimle bir tutamam. Benim gibi birini sevmek seni benden çok daha aşağılık birine dönüştürür."

Bardağı taşıran damla bu oldu. Bana hakaret etmene bir şekilde katlanabiliyordum, ama kendine hakaret etmen beni deli ediyordu ve sen o dönemler bunu benden bile çok yapıyordun. Bu ilk seferdi.

İstemsizce oldu, başkalarıyla kavga ederken çok sık yaptığım bir hareketti. Elimi boğazına sarıp seni arkandaki duvara yasladım. 

Beklemedin.

Sadece birkaç santim uzağındaki yüzüme uzandığında hiç tereddüt etmeden öptüm seni, bunu bekliyormuş gibi. Boynundaki tutuşum gevşedi. Ellerini boynumda birleştirip beni iyice kendine çektin.

Bayılacağımı düşündüm.

Samimiydim de bu konuda, diğer elimle beline sarıldım sıkıca. Dizlerim tutmuyordu.

Bir şeyi ölümcül derecede özlemenin ne olduğunu o an idrak ettim. Dudaklarını aralayıp dilime geçiş izni verirken ensemdeki saçlarımı çektin. 

Orada değildim. Düşünmüyordum bile.Hatta bana kalırsa o an gerçek bile değildi. İnanılır gibi gelmiyordu çünkü.

Ben boynundaki tutuşumu yeniden sıkılaştırınca inledin. Nefessiz kalana kadar bırakmadın beni. Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştık. O gece beni öptüğünde bile bu kadar değildi. Öyle serttik ki ikimiz de, alt dudağımdaki piercingin acıdığını hissettim bir anlığına. Bu bir intikamdı, Taehyung. Aşk değildi. Nefretti. 

Sonunda senden ayrıldığımda nefes nefese bir şekilde uzaklaştın benden. Ne yaptığımı, daha doğrusu yaptığımızı o an anladık. İçeride ikimizin nefes sesleri dışında hiçbir şey yoktu.

Kelimeler birden dudaklarımdan döküldü. 

"Ben seni hâlâ sevdiğimi söylemedim," diye düzelttim söylediğini, nefeslerimi düzenlemeye çalışırken. Şoktaydın. Bir anlığına eski Taehyung'u gördüm suratında. 

"Önceden sevdiğimi söyledim." Yerdeki çantamı aldım. "Seni sevmiyorum, Taehyung." 

Hayatım boyunca söylediğim en büyük yalandı. 

"İçin rahat olsun. Sonra yine kafam karıştı diye gelip bana ağlamazsın."

Başka hiçbir şey söylemedim. Seni orada, öylece bırakıp tepkine bile bakmadan çıktım kulüpten. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Koşarak çıktım binadan. 

Yaptığım şeyin ağırlığı omuzlarıma otobüs durağında beklerken, telefonum titrediğinde çöktü. Sanırım senin Eunbi'ye karşı hissettiğin o tarifsiz his buydu. Karnımdaki ağrıya, boğazımdaki düğümlenmeye başka bir anlam yükleyemedim çünkü.

Kimden: Sejun

Yemek hazırladım, seni bekliyorum. Gel de güzelce bir kutlama yapalım sevgilim. Kendini daha iyi hissedersin belki.


Sevgiler, Jungkook.




Continue Reading

You'll Also Like

1.7K 203 17
Lilith'in çocuklarından biri olan Taehyung başlattığı isyandan sonra cezalandırılmak için insanların arasına gönderilir. çoğu zaman text çok nadir...
68.3K 7.5K 25
"Ürkek bir serçe gibi eğme başını. Kaldır başını ve dimdik dur. Bu senin değil, ülkemin ayıbı. Hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk."
3.2K 286 20
Seni kurtaracağım Kim Taehyung. Vkook/yarı texting
5.7K 408 23
Yoongi bir gün deliler gibi sevdiği adama mesaj atma cesareti gelir ve her şey böyle başlar...