Cockeye's Song | Taekook

By suicidalones

334K 42.2K 39.5K

Bu mektuplarda yazacağım şey ise, seni on iki yıl öncesine götürmekle başlayacak. 2008 güzüne. Sana bizim hik... More

11.07.2020
12.07.2020
13.07.2020
17.07.2020
18.07.2020
24.07.2020
16.08.2020
25.08.2020
08.09.2020
20.09.2020
01.10.2020
05.10.2020
09.10.2020
05.11.2020
07.11.2020
27.11.2020
30.11.2020
06.12.2020
13.12.2020
16.12.2020
18.12.2020
20.12.2020
23.12.2020
28.12.2020
17.01.2021
31.01.2021
05.02.2021
12.02.2021
21.02.2021
04.04.2021
07.04.2021
23.04.2021
03.05.2021
14.05.2021
31.05.2021
06.06.2021
12.06.2021
02.07.2021
Özel Bölüm
29.07.2021
02.08.2021
09.08.2021
15.08.2021
17.08.2021
23.08.2021
28.08.2021
01.09.2021
11.09.2021
22.09.2021
03.10.2021
09.10.2021
18.10.2021
20.10.2021
25.10.2021
03.11.2021
15.11.2021
20.11.2021
21.11.2021
26.11.2021
01.12.2021
09.12.2021
12.12.2021
15.12.2021
18.12.2021
24.12.2021
11.01.2022
17.01.2022
20.01.2022
22.01.2022
26.01.2022
29.01.2022
30.01.2022
04.02.2022
08.02.2022
23.03.2022
21.11.2021 (II)
Özel Bölüm (II)

21.12.2020

4K 564 573
By suicidalones

Jeon Jungkook

Seul Merkez Hapishanesi

Uiwang, Gyeonggi Province

Güney Kore

21.12.2020

Kim Taehyung

Kim Dans Akademisi

Dokseodang-ro, 45-gil

Seul, ST 1832

Taehyung,

Dünkü mektup sanırım bugüne dek yazdıklarımdan en kısa olandı, kendimi ister istemez eksik hissettim kağıtları katlarken.

Yine de birkaç gün yazmam diye düşünüyordum, ama uyku tutmadı. Bu kadar yorgun hissedip bir türlü uyuyamamama anlam veremiyorum. Neyse, en azından bana fırsat doğuyor yazmaya devam etmek için. Doğrudan, kaldığım yerden devam ediyorum anlatmaya.

O akşam tuhaf bir akşamdı. Senin benden nefret ettiğini açık açık, sesli bir şekilde dile getirmiş olduğun gerçeği saatler sonra vurdu bana. Şoku atlatmam uzun sürdü. Evde, masadaydım. Masanın bir ucunda ben, diğer ucunda Jimin, ortamızda da annem oturuyordu.

"Jungkook, neden oynuyorsun yemeğinle? Yemeyecek misin?" Annemin sorusuyla beraber Jimin'le göz göze geldik. 'Neler oluyor?' dercesine kaldırdı bir kaşını.

"Pek iştahım yok." Derken tabağımı biraz ittim. "Size afiyet olsun."

Masadan kalktım, salondan çıkıp portmantodaki ceketimi aldım sırtıma. "Biraz aşağı ineceğim, gelirim on dakikaya."

Annemin yanında sigara içmiyordum ama bunu ondan da saklamıyordum. Bu aşağı inmeler, benim sigara molalarımdı.

"Jungkook, bekle. Ben de geliyorum!" Jimin son kaşığını da ağzına tıkıp masadan kalktı. Hızlı adımlarla geldi yanıma.

"Hava soğuk, çok durmayın." Diye seslendi annem. Jimin'le aynı anda, "Tamam!" dedik.

Apartmandan çıktığımızda o montuna sıkıca sarılıp ellerini ceplerine sokarken ben sigaramı yaktım. Kış kapıda olduğu için havalar iyice soğumaya başlamıştı.

Omzumu sokak lambasına yasladığımda konuştu. "Ne oldu?"

"Bana benden nefret ettiğini söyledi." 

Konuya bu şekilde gireceğimi beklemiyor olacak ki afalladı. "Nasıl yani, kim senden-... Siktir."

"Aynen öyle." 

"Nasıl oldu? Niye konuştunuz ki siz?"

Seninle ilgili hiçbir gelişmeyi anlatmamıştım ona. Gerçi pek gelişme de denmezdi. Beni tanımıyormuş gibi yaptığın anın dışında iki kez konuşmuştuk, ikisi de kavgayla sonuçlanmıştı.

Anlattım ben de. Sana ne söylediğimi, hatta o akşam Sejun'un bana çıkma  teklifi ettiğini, bugün yaşanılanları...

Jimin hem soğuktan, hem sinirden, hem de heyecandan yerinde zıplarken omzuma abandı. "Siz delirmişsiniz. Kafayı mı yediniz?"

"Ben bir şey yapmadım."

"Bu herifi de anlamıyorum, sanki sen ona zorla bir şeyler yapmışsın gibi ne hakla sana kin besliyor bu kadar? Karışmasaymış kafası! Sanki gidip nişanlısından ayrılmasını falan istemişsin gibi davranıyor."

Bitmek üzere olan sigaramı yere atıp ayağımın ucuyla söndürdükten sonra Jimin'e döndüm.

"Onun kini bana değil. Kendine. Kendine sinirlendiği için benden çıkartmaya çalışıyor acısını."

Şaşkınlığıma bir kez daha şaşırdı. Beni hafifçe tokatlarken yüzümü inceliyordu bir yandan da.

"Sen kendinde misin? Nasıl bu kadar sakin karşılıyorsun bunu?"

"Sakin olmazsam kafayı yerim çünkü." Dedim, durum buydu. "Ayrıca ben Taehyung'un hareketlerinde mantık aramayı bıraktım çoktan."

"Çocuk gibi." Diye küfreder gibi konuştu Jimin. "Kaç yaşına gelmiş, yaptığına bak."

"Yarın seçmelere gireceğim." Dedim. "Kulüp içerisinde bir seçme yapmak yerine okul geneli yapacaklarmış. Kaçıramam bunu. Tek jüri kendisi olmayacağı için eğer iyi bir iş çıkarırsam kesin alınırım."

"Emin misin?" Jimin, dudaklarını birbirine bastırdı. "Aynı kulüpte olmanız tehlikeli olmayacak mı? Hem... Sejun açısından da kötü bir durum."

"Onun kim olduğunu bilmiyor ve öğrenmeyecek sonuçta." 

"İşi kötüleştiren de bu zaten. Bence seni seviyor, sana güveni de tam ama aptal değil."

"Ben de değilim." Ellerimi ceketimin ceplerine soktum. "Sadece sözümün arkasında duracağım, hepsi bu."

"Umarım yine bir çıkmaz sokağa girmezsin, Jungkook." Dedi apartmana doğru yürümeye başlarken. "Bu sefer kimse seni kurtaramaz çünkü."

Cevaplamadım. Beni hiçbir zaman kimse kurtarmadı zaten, demedim.

O gece, ne zaman stresli olsam olduğu gibi, yine doğru düzgün uyuyamadım. Aklımda ihtimaller dönüp durdu. Rezil olabilirdim, kafamda doğru düzgün bir koreografi yoktu, muhtemelen hamlamıştım, kaç kişi başvuracaktı bilmiyordum, seçilmeyebilirdim...

Sana yenilebilirdim.

Ama bendeki de inattı. Söz konusu inadım olduğunda yapamayacağım şey yok sayılırdı.

Ertesi sabah erkenden çıktım evden. Uzun zaman sonra koşma kararı aldım. O ara sigarayı abarttığım için birkaç ay önceki sportifliğim yoktu tabii, koşmaya alışıp tempomu arttırmak otuz beş dakikamı aldı. 

Yine de hiçten iyiydi. Dans etmediğim süreçte spor yaptığım için esnekliğimi de kaybetmemiştim en azından.

Eve döndüm. Duş aldım, üzerimi değiştirdim, hızlıca bir şeyler atıştırdım. Jimin yol boyunca sakin olup kafamı toplamamın ne kadar önemli olduğunu anlattı.

Tabii onu pek dinleyemedim, aklım seninle çalıştığımız koreografideydi.

Dün gece onu sergilemek gelmemişti bile aklıma. Neredeyse iki sene olmuştu ona çalışmayalı, ama doğaçlama hareket etmekten daha mantıklı gelmişti hatırladığım kadarıyla bunu sunmak.

Konservatuar bölümünden iki yetkili daha jüri olacaktı seninle beraber. Okulun sanata verdiği önem inanılmaz bir boyuttaydı. Bu tür performanslar, yarışlar ciddiye alınıyordu o yüzden.

Dün akşam okulun internet sitesinde bir bildiri yayınlanmıştı. Seçmelerin saat dokuzla on bir arasında olacağı, adayların diledikleri saatte gelebileceklerini söylüyordu bu bildiri. Şansıma, dersimin on ikide başladığı perşembe günündeydik. Hiç acelem yoktu. 

"İyi şanslar," Jimin arabayı kulüp binasının önünde durdurup ellerini havaya kaldırdı. "Fighting!"

Ellerini indirdim. "Bari burada yapma!"

"Ne o, utanıyor musun? Camı açıp bağırırım bak Jungkook, fighting diye. Görürsün o zaman."

"Teşekkürler, Jiminciğim. Sağ ol. Bir tanesin. Oldu mu?"

Güldü. "Evet. Ben arkadaşımla buluşmaya gidiyorum şimdi, bana muhakkak mesaj at. Çok meraklanırım."

Arabadan inip kapıyı kapattım. Açık camdan başımı uzattım içeri. "Tamam, git hadi. Görüşürüz."

"Görüşürüz." 

Geri çekilip önümdeki kulüp binasına baktım. Geçen sene, müzik kulübüne ilk katıldığım gün bu kadar büyük gelmişti gözüme, bir de bugün işte.

İçeri girdim. Saat henüz epey erken olduğu için bina boştu, herkes sabah derslerine gitmişti muhtemelen. 

Bir tek sizin kulüp doluydu. Önünde ufak bir sıra vardı. İki kız, üç erkek.

Ben o tarafa doğru yürüyünce kızlardan biri bana baktı, o an hatırladım üzerimde ne olduğunu. Normal Jungkook'tan çok daha farklı görünüyordum o gün. Üzerimde beyaz, bol bir gömlek vardı. İlk üç düğmesi açıktı, kollarını katlayıp eteklerini pantolonumun içine sokmuştum. Bu bir ilkti. 

Sırt çantamda normal kıyafetlerim vardı elbette, ama bu saatte kimse seçmelere gelmez diye düşünmüş, pek dert etmemiştim. Tabii senin ne kadar sevilen, okulumuzun gözde, yakışıklı dans hocası olduğunu tamamen unutmuştum.

Kızın arkasına, sıraya girip gözümün ucuyla cam bölmeden içeri baktım. Orta yaşlı bir adam, bir kadın ve sen vardınız içeride. Ciddi bir şekilde karşındaki minyon kadının söylediklerini dinliyor, başınla onaylıyordun. 

Saate baktım. Sekiz elli yediydi.

Tam telefon elimdeyken mesaj geldi.

Kimden: Sejun

Günaydın. Nasılsın, gittin mi okula? Hazır mısın?

Sırf ben kalkıyorum diye benim için erken uyanıyordu Sejun. Bu mesajı yazarken tek gözünün kapalı olduğuna emindim.

Kime: Sejun

Günaydın. Evet, okuldayım. Sıraya girdim bile.

Birkaç saniye bile geçmeden cevap geldi.

Kimden: Sejun

Sana inanıyorum, başarabilirsin sevgilim. 

Ben her ne kadar ona sürekli adıyla hitap etsem de Sejun daha samimi hitapları seviyordu. Ona bir şey diyemiyordum tabii, doğruydu çünkü. Sevgilisiydim sonuçta. Ama keşke benim de içimden gelse, diye düşünmekten alıkoyamıyordum kendimi. Gelmediği sürece söylemenin de dürüstçe olmadığını düşündüğüm için hiçbir şey demiyordum.

Kime: Sejun

Teşekkür ederim, çıkınca yazarım.

Telefonu kapağını kapatıp sırt çantama attım. O sırada bu tarafa döndün, kapıyı açtın.

Beni gördün.

Bunu beklediğini biliyordum. Daha dün söylemiştim sana geleceğimi, muhtemelen blöf yaptığımı düşünmüştün ama şaşkın görünmüyordun. Bakışların sertleşti sadece, hemen çektin zaten gözlerini benden.

"Evet, arkadaşlar." Dedin gülümseyerek. "Sırayla içeri alacağız şimdi sizi, hazırsanız."

Herkes başıyla onayladı. Ben seni izlemekle meşguldüm.

En öndeki kız içeri geçti, kapı yine kapandı. Cam bölmenin önündeki perde çekildi, ne sergilediklerini görmememiz içindi bu. Ama müzik dışarı geliyordu, hiphop türünde bir parçaydı.

Önümdeki dört kişiyi beklerken zaman geçmiyor gibiydi. Saniyeleri sayıyordum resmen. Gerginlikten karnım ağrıyordu, ellerim uyuşmuştu ayrıca. Batırmamak için dua edip duruyordum.

O üç çocuk da benzer türlerde parçalar açtırdılar. Benden önceki kız klasik bir şey istedi sadece, onun da performansı kısa sürmüş olsa gerek, iki dakika içerisinde çıktı odadan.

Onu yolculamak için kapıyı açtın, göz göze geldik.

"Sıradaki." Dedin, benden sonra gelen iki kişi daha vardı arkamda. Derin bir nefes aldım, zihnimi boşaltmaya çalıştım.

Yanından geçip içeri girdiğimde jürilerin ikisi de sıcak bir şekilde gülümsedi bana. Sırt çantamı yere bıraktım. 

"Hoşgeldin," dedi, yaka kartından okuyabildiğim kadarıyla soyadının Park olduğunu gördüğüm kadın. "Adın nedir?"

"Jungkook." Dedim, iç organlarımın bile titrediğini düşünüyordum stresten. "Jeon Jungkook."

Kapıyı kapatıp yüzüme bile bakmadan önümden geçtin, kendi sandalyene oturdun. Sandalyeleriniz yan yanaydı ve sınav sandalyesi türünde oldukları için kendilerine ait minik birer masaları vardı. Üzerlerinde karalanmış kağıt kalemler gördüm.

Diğer iki jüri gibi sen de kağıda yazdın adımı.

"Pekala, Jungkook." Bayan Park kalemini bıraktı. "Ne sergileyeceksin bize? Dilediğin parçayı açabilirsin."

Kenardaki hoparlöre bağlı laptopu işaret etti, hemen senin yanındaydı. 

Bilgisayara yanaştım, benim saçma, ama senin bir o kadar ilginç bulduğum bir özelliğim var, biliyorsun. Çok streslendiğimde dövmelerim kaşınır.

O an kaşınan yerim, beni beynimden vurulmuşa çevirdi.

Birkaç saniye ekrana bakakaldım öylece. Cockeye's Song.

Tabii ya, diye düşündüm. Cockeye's Song.

Bu parçayı birlikte dinlediğimiz ve sana seni izlerken öğrendiğim koreografiyi gösterdiğim günden bu yana bir kez bile dinlememiştim. 

Zaten kendimi riske atıyordum, madem hedefim buydu, en büyüğünü yapacaktım o zaman. 

Arama çubuğuna şarkının adını yazdım, açıp geri çekildim.

Bazı anlar vardır, aslında ne olduğunu pek algılayamazsın. Vücudun senden bağımsız hareket eder, yapması gerekeni yapar ama sen mental olarak orada değilsindir. Algılayamazsın olup biteni. Her şeyi görüp duyarsın ama gözlerin bulanık, kulakların uğultuludur. Bitmeden, o anın etkisinden çıkmadan anlayamazsın yaşanılanı.

O an, tam da öyle bir andı.

Şarkının ilk saniyesinden gözlerin kocaman açıldı. Ben de tıpkı seni ilk kez izlediğim o günü hatırladığım gibi hatırladım koreografiyi. Daha doğrusu ben değil, bedenim hatırladı. Kontrolün bende olduğunu düşünmüyordum çünkü.

Dans ederken sana bakmadım pek. Dediğim gibi her şey geç geliyordu bana, algılayamıyordum. Tek bildiğim şey müziğin de tıpkı hareketlerim gibi akıp gittiğiydi. 

Dört dakika yirmi beş saniye öylece akıp gitti.

Parça bittiğinde gözlerimi açtım. Tepeden tırnağa titrediğimi o an fark ettim zaten. Yere, ayaklarıma bakarak eğilip selam verdim. Kafamı kaldırmama sebep olan şey duyduğum alkış sesi oldu.

"İnanılmaz!" Diğer jüri, orta yaşlı olan adam girdiğimden beri ilk kez konuştu. Bayan Park da katıldı ona alkışlarken.

"Jungkook," dedi, ağzı kulaklarına varıyordu. "Sen nerelerdeydin? Neden bu kulüpte değildin en  başından beri?" 

Cevaplamak için dudaklarımı araladım ama konuşamadım, çünkü saniyelerdir bakmaktan kaçtığım yüzüne takıldı gözlerim.

Ağlıyordun.

"Bay Kim'in haline bak!" Diye devam etti Bayan Park. "Onu bu kadar etkileyebilen ilk kişisin, inanılabilir gibi değil."

Gözlerini benimkilerden ayırmadın. Bu, senden gördüğüm en iç acıtan ağlamalardan biriydi. Amerika'ya gideceğini söylediğin gece üzgün ve pişmandın mesela, ama bu, bu bambaşkaydı Taehyung.

Gözlerini bile kırpmadan yüzüme bakıyor, yaşlar büyük bir hızla yanaklarından kayarken onları silmiyordun. Ne düşünmek istersem ona çekebilirdim bu halini. Kızgın olabilirdin, üzgün, sinirli, mutsuz, duygusal... Hepsi olabilirdi.

Ama hiçbiri değildi.

Aniden ayağa kalkıp jürilere döndün. "İzninizle..." Diyebildin zorlukla. Daha onlar cevap bile vermeden elini yüzüne kapatıp adeta koşarak çıktın kulüpten.

"Sanata karşı çok ayrı bir zaafı olduğunu öğrencilerden duymuştum, ama bu kadarını beklemiyordum tabii." Dedi, diğer jüri Bayan Park'a. 

"Henüz o da genç, duygularını saklamakta güçlük çekiyor olabilir. Ben bile zor tuttum kendimi ağlamamak için."

Orada olduğumu hatırlamış gibi bana döndüler. Göğsüm hâlâ hızlı nefes alıp verdiğim için hızla inip kalkıyordu. Şoktaydım, Taehyung. Algılarım kapalıydı.

"Teşekkür ederiz, Jungkook. Çıkabilirsin. Biz de bir mola vereceğiz, dışarıdaki adaylara söyleyebilir misin? Yarım saate gelsinler. Bay Kim de kendini toparlasın."

Başımla onayladım sadece. Yerdeki sırt çantamı kaptığım gibi çıktım dışarı. Kapıda bekleyen kişi sayısı dörde çıkmıştı.

"Yarım saat mola vereceklermiş." Dedim dümdüz bir tonla. 

Birkaç sızlanmadan sonra yanlarından geçip koridorun arka tarafına, kimsenin olmadığı bir kısma geçtim. İnanamıyorum yaşanılana. Ben ne yapmıştım? Ne olmuştu az önce?

Sırtımı duvara yaslayıp yere kaydım. Ellerimle yüzümü ovdum, hatta kendime ufak da bir tokat attım.

"Sıçtın." Dedim kendi kendime. "Sıçtın, Jungkook. Ne yaptın sen?" 

Sonra Jimin'in nefesim daraldığı zaman yapmamı söylediği şeyi yaptım. Sırtımı soğuk duvara iyice yasladım, gözlerimi kapatıp içimden ona kadar saydım. Bu, zamanın hâlâ benim kontrolüm altında olduğunu, her şeyin devam ettiğini ve her ne yaşıyorsam geçeceğini hatırlamama yardımcı oluyordu. Derin nefes alıp verdim. Gömleğim terli olduğum için sırtıma yapıştı.

Bir iki dakika sonra kendime geldiğimde bulanan midemi tutarak duvardan destek alıp ayağa kalktım. Seni jürilerin gözü önünde ağlatmıştım. Ne yapar ne eder kulübe alınmama engel olurdun, ağzıma sıçacaktın, çok emindim buna.

Belki biraz çizgiyi aşmış olabilirdim, ama pişman hissetmiyordum kendimi. Aksine, üstümde ilginç bir hüzün vardı. Çok özlemiştim, kabul etmekten nefret ediyordum ama eski seni, eski bizi çok özlemiştim.

Yeniden yüzümü sıvazladım, saç diplerim sırılsıklamdı. Yüzümü yıkamam gerekiyordu.

Basamakları tırmanıp üst kata çıktım, tuvaletlerin olduğu kısma ilerledim. Kapıyı açıp içeri girdim.

Anında geri çıkmak istedim.

Oradaydın, ellerini lavaboların olduğu kısma, mermere yaslamış; boynunu önüne eğmiş ağır ağır nefes alıp veriyordun. Saçların ıslaktı, hatta o kadar ıslaktı ki sular damlıyor, sessizliği bozan rahatsız edici bir şıp sesi çıkmasına sebep oluyordu.

Kapının açıldığını duyunca kafanı kaldırdın, aynadan göz göze geldik. 

Gözlerin kıpkırmızıydı. Kötü görünüyordun, Taehyung. Neredeyse senin arkandan ağladığım zaman olduğum kadar kötü sayılırdın hem de.

Bakışlarımız kesişince kaşlarını çattın. "Çık buradan."

Gözlerimle hızlıca kabinleri taradım. Hepsi boştu, kapıları aralıktı.

"Ben-..."

"Çık buradan dedim!" Diye bağırdın, seni ilk kez bu kadar öfkeli görüyordum. Cevap vereceğim sırada bana döndün, üzerime doğru bir adım attın.

"Ne yaptığını zannediyorsun sen?"

Bana bu şekilde kızabilmen tam o saniye tuhaf geldi. Sana kişisel olarak bir şey yapmamıştım, bu benim dansla tanışmama sebep olan şarkıydı. Koreografiydi. Tamam, rahatsız olabilirdin ama bu derece tepki verip kendini üste çıkartabileceğin bir durum yoktu ortada. Senin yaptıklarının yanında hiçbir şeydi bu, senden gördüğüm bir koreografiyi sergilemem yani.

"Bir şey yapmadım." Sırt çantamı çıkartıp yere bıraktım pisliği umursamadan. "Sana zaten seçmeye katılacağımı söylemiştim."

"Bu siktiğimin şarkısıyla mı?" Diye bağırdın, okulda olmamız umurunda bile değildi. Gözün dönmüştü. "Ne istiyorsun benden? Söyle! Söyle ne yapmamı istiyorsun? Ne yaparsam bu aptal hareketlerine son verirsin?"

Senin aksine çok sakindim ve bu seni delirtiyordu. Yeniden dolan gözlerinden belliydi, sinirlerini bozuyordum.

"Ben sadece söylediğimi yapıyorum." Dedim, kollarımı göğsümde birleştirirken. "Ayrıca bu kadar sinirlenmene sebep olacak ne vardı bunda?"

"Dalga mı geçiyorsun?" Beni omzumdan ittin. "Ben seninle ilgili olan her şeyi sildim, Jungkook. Anlıyor musun? Hiçbirini değil yeniden duyup görmek, hatırlamak bile istemiyorum! Hayatımdan tamamen çık istiyorum sadece, azıcık gururun yok mu senin? Hadi gururu da geçtim," İşaret parmağınla göğsüme vurdun. "Hiç mi kendine saygın yok? Bu kadar mı aşağılık bir insansın sen?"

Bunu yapmayacaktın.

Her şeyi söyleyebilirdin bana, aptal olduğumu söyleyebilir, küfredebilirdin. Benden nefret ettiğini söylemeni bile hazmetmiştim ama bu olmazdı. Bana, gurursuz, kendine saygısı olmayan biri olduğumu söyleyemezdin.

Sinirden başım döndü. Bu kez ben omzundan ittim seni, çok daha serttim ama senin beni itişine kıyasla.

"Gurursuz muyum?" Diye sordum, sesim yükselirken. "Sen kimsin ki?" İstemsizce güldüm. "Sen kendine baktın mı hiç, Taehyung? Hm? Dönüp bir gün bile olsa kendine baktın mı? Korkak herifin teki olduğun için sırf benden kaçabil diye kıta değiştirdiğin gerçeğini hiç hatırlattın mı kendine? Kim burada kendine saygısı olmayan? O gece durmasaydım çok sevdiğin nişanlına rağmen benimle yatacak olan sen misin, yoksa seni bana çektirdiklerin için kendi çapında rahatsız eden ben miyim? Cevap versene! Hangimiz gurursuzuz, Taehyung?"

Her bir cümlem bir öncekinden çok dokundu sana. Sesim yükseldikçe gözlerin daha da doldu. Kalbim göğüs kafesime sığmıyordu. Öyle büyük bir hızla çarpıyordu ki biraz daha zorlasa kanatlanıp uçacakmış gibi hissediyordum kendimi. Midem zaten ağzımdaydı.

"Kes sesini." Dedin sessizce.

"Ben," Tıpkı az önce yaptığın gibi işaret parmağımı kendi göğsüme bastırdım. Gözlerim yanıyordu, sen yanağına düşen damlayı silmeyince anladım benim de gözlerimin dolduğunu. 

"Ben seni sevdim," dedim, yüksek bir sesle. "Ben seni sevdim, Taehyung! Hem de o kadar çok sevdim ki.. Senden sonra..." Konuşamadım, sesim titredi. Kendime sinirlendim.

"Çocuktum lan ben!" Diye bağırdım birden, bağırmamla birlikte yanaklarımın ıslandığını hissettim. "Seninle tanıştığımda çocuktum, seni sevdiğimde çocuktum. Çevremde bir tek sen vardın benimle ilgilenen. Ve bunu öyle iyi biliyorsun ki... Bu yüzden öfkelisin zaten." Sertçe sildim gözyaşlarımı. Tek kelime bile etmeden, aşağıda da olduğu gibi ağlayarak izliyordun beni.

"O umut verip etrafında koşmasını sevdiğin, tek sözüne tüm dünyaları ateşe atacak çocuk yok karşında. Buna öfkelisin. Başka hiçbir şey değil."

Burnumu çektim. Göğsüme tarif bile edemeyeceğim bir ağırlık oturmuştu. Yerdeki çantamı aldım. 

"Ama ben öfkeni çıkartabileceğin veya bu sikik tavırlarını çekebilecek biri değilim artık. Biz yabancıyız, duydun mu beni? Biz, birbirinden nefret eden iki yabancıyız ve sen bununla yaşamaya alışacaksın. Ben senin benden nefret ettiğin gerçeğine alışığım, ama sen değilsin. Buna alışacaksın. Kulübe alınacağım, ve sen bu gerçekle yaşamaya alışacaksın, Taehyung. Seni buna mecbur bırakacağım."

Başka bir şey söylemedim, son kez darmadağın olmuş yüzüne bakıp arkamı döndüm, tuvaletten çıktım.

Derse girmedim, eve gidene kadar ağlamayı kestim. Jimin'le Sejun'a seçmelerin iyi geçtiğini söyleyen bir mesaj attım. Annem evde değildi, bugün ev için alışverişe çıkacağını söylemişti sabah.

O gün çok uzun süredir yapmadığım bir şey yaptım. Bazamın altını açtım, içerisindeki çantayı açıp paketleri kurcaladım. Parmağımın ucundaki küçük, beyaz hapı dilime yerleştirdim ve uzun zamandır kullanmadığım için nasıl etki edeceğini bilmediğimden kusarsam diye yatağımın kenarına bir kova koydum, sonra da odamın kapısını kilitleyip kendimi yatağıma bıraktım.

Sevgiler, Jungkook.



Continue Reading

You'll Also Like

238K 22.2K 27
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
1.8K 202 10
Yazıp yazıp silinen mesajlar, gidilip görülmeyen yüzler, ardı arkası gelmeyen bir takım öpücükler. © chiwasyoon / 2020 / angst
68.2K 7.5K 25
"Ürkek bir serçe gibi eğme başını. Kaldır başını ve dimdik dur. Bu senin değil, ülkemin ayıbı. Hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk."
1.7K 203 17
Lilith'in çocuklarından biri olan Taehyung başlattığı isyandan sonra cezalandırılmak için insanların arasına gönderilir. çoğu zaman text çok nadir...